6 Aralık 2024 Cuma

Akıl ve Vicdan

 

“… O, akıl erdir(e)meyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar” (Yûnus 100).

 

“Âyetlerimiz onlara, gözler önünde sergilenmiş olarak gelince dediler ki: ‘Bu, apaçık bir büyüdür’. Vicdanları kabûl ettiği hâlde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkâr ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak” (Neml 13-14)

 

Akıl: “Düşünme, kavrama, anlama ve bağ-kurma yetisi”.

 

Arapça aḳl”, “kontrollü düşünme yeteneği, sağduyu, îtidâl” sözcüğünden alıntıdır. Arapça “aḳala”, “dizginledi, gem vurdu, akıl süzgecinden geçirdi, akıl yürüttü” anlamlarındadır.

 

Vicdan: “Kişiyi kendi davranışlarıyla ilgili olarak bir yargıda bulunmaya yönelten, kişinin kendi ahlâk-değerleri üzerinde dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan, kişiye doğruyu ve iyiyi yapma yükümlülüğünü de yükleyen içsel güç”.

 

Arapça “wcd” kökünden gelen wicdân, “bulma, aklına getirme, şiddetli gazap” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça “wacada”, “buldu” fiilinin fi’lan vezninde masdarıdır.

 

Şu temel İslâmî ilkeyi hemen verelim ki, İslâm’a göre bir duygu, düşünce, fikir, amel, eylem yada bunları yapma yetisi olan akıl, ve de yapılanın sağlamasını ve doğru değerlendirmesini yapması beklenen vicdan, ancak İslâm-merkezli inşâ olduğunda doğruya ulaşır ve hakkı ortaya koyabilir. İslâm-merkezli olmadığında ise mecbûren şeytanın, nefsin ve tâğutların etkisinde kalacağı için, akıl ve vicdan da şaşar ve sapar ve yanlış yargılara ve sapkınlıklara düşer. Zîrâ ne akıl ne de vicdan, “ne olursa-olsun şaşmayan ve yanılmayan cevherler yada etkenler” değildir. Akıl ve vicdan, şaşmaz-yanılmaz şeyler olmadığı gibi, her zaman doğruyu bulduran ve doğruya götüren, sınırsız çapta ve güçte olan şeyler değildir.

 

İnsanlık-târihi; “dînin sâdece vicdanlarda mı, yoksa hayâtın her alanında mı hâkim olacağı” tartışmasının ve savaşının târihidir.

 

Müslümanların bir-çoğu da dâhil, modern insana göre İslâm, hayâta karışmayarak sâdece vicdanlarda kalmalıymış ve hayâtın düzenlenmesi ise akla bırakılmalıymış. Hâlbuki Allah, İslâm Dîni’ni, seküler akıldan ve vicdanlara hapsolmaktan kurtarıp, hayâtın tam ortasında ve her alanında hâkim kılmak için göndermiştir. Peygamber-örnekliği de bunu gösterir. İslâm sâdece ahlâkî öğretiler bütünü değil, bir “hayat nizâmıdır”dır. Çünkü İslâm pasif ve ölü bir din değildir. Hayatta hâkim ol(a)mayan bir din, “pasifleşmeye ve ölmeye başlamış” demektir. Dîni hayâta hâkim kılmak için çalışmayanlar da, dinden-îmandan haberleri olmadığından dolayı “pasifleşirler ve mânen ve psikolojik olarak ölmeye başlarlar ve ölürler.

 

Kur’ân’ı da hayattan uzaklaştırıp seküler aklın güdümüne vermek ve kararmış vicdanlara hapsetmek, “Kur’ân’ın tamâmının neshedildiğini söylemek” demektir. Dîni, hayattan uzaklaştırıp seküler akla ve pas tutmuş vicdâna hapsedenler, “bir cezâ olarak” mutlakâ sapıtırlar ve onlara uyanlar da mutlakâ sapıtırlar.

 

Modern insanın ve müslümanın en önemli özelliği, vicdânını ve merhâmetini kaybetmiş olmasıdır. Çünkü vicdânlarını da seküler akla tâbi kılmışlardır. Böylece “vicdâna hapsedilmiş din”, aklın nesnesi yapılmıştır ki bu da vicdânı ve merhâmeti köreltmiştir-köreltmektedir:

 

“Aslâ, hayır’; onların kazandıkları, kâlpleri üzerinde pas tutmuştur” (Mutaffifîn 14).

 

Dîni vicdanlara hapsetmek “vicdansızlık”tır. İslâm’ı vahiy-merkezli değil de seküler-merkezli inşâ olmuş olan akla hapsetmek büyük bir akılsızlıktır. Vicdânını yitirmiş olan modern insan, “dîni vicdanlara ve seküler-modern akla hapsetmek”le(!), aslında dîni yok saymaktadır. Dîni yok saymak ise, mutlakâ şeytana, nefse ve tâğutlara alan açacağı için Dünyâ adâletsizlik, eşitsizlik, haksızlık, ahlâksızlık, vicdansızlık, merhâmetsizlik ve zulüm ile mâlûl olacaktır. Zîrâ Allah’ın râzı olduğu dîne, îmâna, vicdâna, akla, merhâmete ve adâlete ne kadar mesâfe konursa, günaha, isrâfa ve zulme o kadar çok alan açılmış olur.

 

Modern insanın meftûn, râm ve hayrân olduğu için tam bir îman ve güven ile bağlandığı modernizm, felsefe ve modern-bilim ile teknoloji, saf vicdânın körelmesine ve vahiy-merkezlilikten kopan aklın sapmasına neden olduğu için akıl ve vicdan doğru çalışmamakta ve insanlar bu yüzden yanlışlara düşmekte ve sapkınlığa yöneltmektedir. Modern insan tarafından seküler akla yapılan aşırı vurgu, felsefeyi, modern-bilimi ve teknolojiyi, “dîne karşı din” yapmıştır.

 

İslâm, modernizmin etkisi ve baskısı nedeniyle modern insan tarafından seküler aklın güdümüne sokulmuş ve pas tutmuş vicdanlara hapsedilmiştir. Bu-bağlamda Diyânet İşleri Başkanlığı’na ayrılan bütçe 100 milyar (100 katrilyon) TL’dir. Bu para aslında, “İslâm’ı hayattan uzaklaştırıp, seküler akla ve vicdanlara hapsetme”ye ayrılan paradır.

 

Hiç kıvırmaya ve saklamaya gerek yok. İslâm elbette; hem iç-âlemlere yâni kâlplere, vicdanlara, zihinlere-, hem de dış-âleme yâni sosyâl, kültürel, toplumsal, âilevî, ekonomik, kânûnî, hukûkî, askerî, siyâsî vs. her alana ve ülkeye, devlete, Dünyâ’ya ve hayâta hâkim olmak isteyen bir din’dir. Bu da İslâm’ın ne seküler akla ne de pas tutmuş vicdanlara hapsedilemeyeceğini, aklın ve vicdânın ise ancak İslâm-merkezli inşâ edildiğinde değerli olacağı demektir.

 

Beşer-merkezli olan modernite, “vahiy-merkezli dîni işlevsiz bırakmak” ve yerine, “akla, kâlplere, vicdanlara ve zihinlere hapsedilmiş bir din yapmak” hedefindedir. Zîrâ varlığını ve hayâtiyetini buna borçludur. demektir. Lâkin insanlar ne kadar görmek  ve îtirâf etmek istemeseler de çık açıktır ki, din yâni İslâm hayattan uzaklaştırılıp akla, zihinlere ve vicdanlara hapsedilince, Dünyâ’yı “küresel bir bunalım” sarmıştır. Modern-insanın hâl-i pür melâlinin nedeni budur.

 

Din yâni İslâm vicdanlarda kalmalıysa; o zaman felsefe, bilim ve beşerî ideolojiler niye vicdanlarda kalmıyor da hayâtın jandarmalığını yapıyor?. Onlar da vicdanlara hapsedilsin. Böylece zararlarından kurtulmuş oluruz. Çünkü dînin yerine geçirilen felsefe, beşerî düşünce, sistem ve ideolojiler ile modern-bilim ve teknoloji, Dünyâ’nın anasını ağlatmış, insanları da perişân ve umutsuz bir hâle sokmuştur ve sokmaktadır. Meselâ Allahsız-dinsiz modern düşüncenin ve modern-bilim ile teknolojinin mahvettiği Hiroşima ve Nagazaki, İslâmsızlığın dolayısıyla vahiy-merkezli inşâ olmamış olan aklın ve vicdânın yâni akılsızlığın ve vicdansızlığın bir sonucudur. Yine; 1. ve 2. Dünyâ Savaşları nedeniyle yakılıp-yıkılmış olan memleketler ve perişân olan insanlar da sapmış akılların ve kararmış vicdanların bir sonucudur. Zîrâ akıl ve vicdan ancak İslâm-merkezli olduğunda doğru yolu bulabilir ve hakkı sağlayabilir. İslâm’dan ve vahiyden uzak ve kopuk ve olan akıllar ve vicdanlar bu yıkımı ve perişanlığı kabûl edebilmişler ve onca şerefsizliğin altına bu nedenle imzâ atabilmişlerdir.

 

Vahiy-merkezli inşâ olmayan akıl ve vicdanlar, dîni ancak kılık-kırtık işler için kullanırlar. Cenâze namazı ve ölü gömme yada Protestanlık yoluyla tahrif olmuş Hristiyanlık’ta olduğu gibi nikâh kıyma işlerine has kılınır. Günümüz hristiyanlığında kiliseler “nikâh sarayı”na dönmüştür.

 

İslâm-aklı ile modern-akıl arasındaki fark vardır. Modern-akıl beyne isnât edilirken, İslâm-aklı ise kâlbe isnât edilir ve buna “akleden kâlp” denir. İslâm’da akıl ve vicdan bir bütündür. Modernizm ise aklı ayrı, vicdânı ise apayrı bir şey olarak gördüğü için onların ikisini birbirine yaklaşmaz ve birbiriyle uzlaşmaz bir şekilde ayırmıştır. Bu nedenle modern-akıl vicdansızlık ve merhâmetsizlik üretirken, İslâm-aklı ise merhâmet ve vicdan-merkezlidir.

 

Demek ki akıl ve vicdan  ancak vahiy-merkezli inşâ olduğunda ve kontrôl edilip yönlendirildiğinde doğru yolu bulur ve gösterir. Aksi-hâlde şeytanın fısıldamaları, nefsin kışkırtmaları ve tâğutların yönlendirmeleri altına girerek, sürekli olarak fitne üretmesi ve ifsâd etmesi kaçınılmaz olur.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder