“De ki: Siz Allah’a
dîninizi mi öğreteceksiniz?. Oysa Allah, göklerde ve yerde olanları bilir.
Allah, her-şeyi bilendir” (Hucurât 16)
İnsanlık-târihi
“Allah’a din öğretme”nin târihidir desek yeridir. Kanımca yukarıdaki âyet tüm
peygamberlere gelen vahiylerde vardı. Çünkü insanlar Allah’ın indirdiği ve
peygamberler aracılığı ile öğrettiği dîni beğenmeyip uygulamadıkları için, o
psikolojiyle kendilerine gelen dîni yorumlaya-yorumlaya tahrif ederek yeni ve
bambaşka bir din ortaya çıkarmışlar ve bu dîni de yeniden, Allah’a, peygamberlere
ve insanlara öğretmeye kalkmışlardır ki bu tüm zamanlarda olduğu gibi günümüzde
de aynen yapılmaya devâm etmektedir.
Tüm
peygamberler dîni Allah’tan öğrenmişler ve insanlara da “Allah’ın dînini” öğretmişlerdir.
Bu konuda tek bir âyeti bile göz-ardı etmedikleri gibi, Allah’ın dîninden başkasını
da öğretmeye kalkmamışlardır.
Peygamberlerin gönderildiği
toplumlar, kendilerine öğretilen dîni çok iyi anlamışlar fakat işlerine
gelmediği ve çıkarlarına uygun düşmediğinden dolayı benimseyip de
uygulayamadıkları için vahyi aşırı yorumlama ve te’vil etme yoluna
girmişlerdir. Fakat yorumun ve te’vilin sonu bir türlü gelmediğinden dolayı din
zamanla başkalaşmış ve değişmiştir. Zâten sürekli yeni peygamber gönderilmesinin
nedeni de bu olmuştur. Peygamberler, dîni net olarak ortaya koymuş ve en ideâl
şekilde uygulayarak hakkı ve hakîkati ortaya koymuşlar yada bunun için
çalışmışlardır.
Allah’ın öğrettiği din’de
bilmek, amel etmeyle kemâle ulaşan ve tamamlanan bir süreçtir. Peygamberimiz bu
nedenle: “Siz bildiklerinizle amel ederseniz, Allah size bilmediklerinizi
öğretir” demiştir. Fakat dîni “olduğu gibi” kabûl edip de amel etmeyenler,
şeytana, nefislerine ve tâğutlara göre yorumladıkları dîni dönüp Allah’a öğretmeye
kalkıyorlar. Dîni benimseyip de bir türlü kabûl edemeyenler, Allah’a din
öğretmeye kalkıyorlar. Bunu da mecbûren Peygamber’i eleştirmek ve yok saymak
üzerinden yapıyorlar. Zîrâ Allah’ın öğrettiği din sâdece söz ile öğretmek ile
değil, Peygamber’in örnekliği ile “uygulayarak göstermek” ile yapılıyor ve
tamamlanıyor. Allah, dînini, indirdiği vahiy ile insanları bilgilendirip
bilinçlendirmek ve gönderdiği peygamberler ile de uygulatarak öğretiyor.
Böylece uygulayarak öğretilince insanlar dîni daha iyi benimseyip aynı
uygulamayı devâm ettiriyorlar ve artık zamanla bu davranışlar meleke hâline
gelip nesiller boyunca devâm ediyor.
İşte Allah’a din öğretmeye
kalkanlar da bundan rahatsız oluyorlar. Çünkü ortada tamamlanmış ve uygulanmış
bir din vardır ve üstelik Allah bu uygulamaya “en güzel örneklik” diyor.
Uygulama yoruma açık olmadığı için de dîne ilâveler, çıkarımlar ve olmadık
yorumlar yapmak mümkün olmayınca, Allah’a din öğretmeye kalkanlar mecbûren,
“güzel örneklik” denilen Sünnet’i göz-ardı ederek iptâl etmek yoluna
giriyorlar. Sonunda da ortada sâdece Kur’ân kalıyor. Kur’ân ise bir “kitap”
olduğundan ve her kitap gibi okunup yorumlanmaya açık olduğundan dolayı onu laf
ebeliği ile, beyin fırtınası ile ve çeşitli akıl yürütmelerle, şeytanın da
fısıldamalarıyla yardım etmesinin sonucunda farklı yorumlar yaparak istedikleri
hâle getiriyorlar.
Bunun niçin yapıyorlar?.
Çünkü uygulamayla da en ideâl şekilde ortaya konulmuş olan Kur’ân’ı “olduğu
gibi” kabûl etmek çeşitli nedenlerle işlerine gelmiyor. Birilerine yaranmak,
din’den daha çok mevcut zamâna, mekâna, lîdere, mezhebe, meşrebe, târikâta,
hizbe, cemaate, gruba, benimsedikleri ideolojilere, çıkarlara, düşmanlığa vs.
çeşitli nedenler yüzünden bu yola koyuluyorlar. Günümüzde bu en çok, lâik,
seküler demokratik, liberâl, feminist, milliyetçi, komünist, sosyâlist,
kapitâlist, ideoloji ve sistemler uğruna ve de en ziyâde “modernizm ve
modern-bilim ve teknolojiye aykırı düşerim” korkusuyla yapılıyor. Tabi bu en
çok ve bâriz şekilde, moderniteye meftûn, râm ve hayrân olmuş olan ve tasavvur
ve düşünceleri din ile değil de bu şeytânî ideoloji ve sistemler tarafından
belirlenmiş olan akademisyenler tarafından yapılıyor.
İslâm sâdece ilim değil,
ilim ve ameldir. Bu nedenle Allah peygamberler gönderir ve onları, indirdiği
vahyi ete-kemiğe büründürmekle görevlendirir. Böylece İslâm ilim ve amel olarak
en ideâl şekilde ortaya konulmuş olur. Son 150 yıl öncesine kadar bu durum
devâm etmiş ve bir sorun ortaya çıkmamıştır. Fakat Allah’tan, âhiretten,
peygamberlerden, din’den ve vahiyden koparak oluşturulan bambaşka bir sistem ve
din olan Modernizm ile birlikte her-şey değişmeye başlayıp da mekân çok
farklılaşınca ve de buna göre düşünceler ve eylemler de değişlince, Kur’ân’ın
da bu zaman ve mekâna uygun olmadığı görülünce, modernizmin ağır baskı ve
kuşatması altında ezilen bâzı ezikler Kur’ân’ı moderne uygun yorumlamaya
kalkmışlar ama Kur’ân uygulama yâni Sünnet ile sâbitlenmiş olduğundan dolayı
bunu bir türlü istedikleri gibi yapamamışlardır. Bu nedenle de “sâdece Kur’ân”,
“bize Kur’ân yeter” gibi görünüşte mâsum laflarla Sünnet’i ve Peygamber’i iptâl
yoluna girmişlerdir. Bunda bir ölçüde başarılı olmuşlar ve Kur’ân ile baş-başa
kalınca onu istedikleri gibi yorumlamaya başlamışlar, zorlandıkları yerde ise
işkence ederek Kur’ân’a istediklerini söyletmişlerdir. Böylece tam da
moderniteye uygun bir din anlayışı ve yorumu ortaya çıkmıştır. Orijinâl metne
ve lafza aykırı olan bu yorumlara yapılan eleştirilere ise “Allah’ın maksadı
budur”, “Allah bunu demek istemiştir”, “âyetin mânâsı budur”, “şu-şu kişiler
böyle yorumlamıştır”, gibi sözlerle cevap vermişlerdir ki işte “Allah’a din
öğretmek” tüm zamanlarda böyle olmuştur ve günümüzde de böyle yapılmaktadır.
Allah’a din öğretmek işi,
“Allah’ın ne indirdiği” göz-ardı ve iptâl edilerek, “o âyet ile Allah’ın ne
demek istediği” öne çıkarılarak yapılmaktadır. Oysa Allah’ın ne demek istediği,
“ne dediği”dir. Allah ne demek istiyorsa tam da onu indirmiştir ve bunu metin
ve lafız olarak apaçık şekilde ortaya koymuştur. Allah -hâşâ- merâmını
anlatmaktan âciz bir varlık değildir ki!. Allah; “bakalım insanlar indirdiğim
âyetlerden, aslında ne demek istediğimi anlayacaklar mı?” diye bir beklentiye
girmemiştir. Çünkü Kur’ân zâten apaçık bir kitaptır ve onda hiç bir kuşku da
yoktur. Üstelik Kur’ân, hayatlarında hiç kitap bile görmemiş olan insanların da
bulunduğu bir topluma indirilmiştir ve Peygamberimiz ve sahabe de onu nasıl
anlaşılması ve idrâk edilmesi gerekiyorsa o şekilde idrâk etmişler ve en güzel
şekilde uygulamaya da koyarak hayâta hâkim kılmışlardır. Zâten Allah da bu uygulamaya
“en güzel uygulama” demiştir. En güzel örneklik “en güzel idrak”ten sonra olmuştur
elbette.
Peki
târih boyunca Allah’a din öğretenler kimlerdir ve bunu nasıl yapmışlardır ve
yapmaktadırlar?.
İlk
başta, Peygamberimiz’in vefâtından sonra ortaya çıkan fırkalar bunu yapmıştır.
Her-biri farklı yorumlarla ve uygulamalarla Allah’ın indirdiği dîni farklılaştırmış
ve “işte Allah’ın gerçek dîni budur” iddiâsında bulunmuşlardır. Buna taraftar
bulmaları ise hiziplerin lîderlerini olağan-üstüleştirmeleriyle olmuştur. Lîderleri
insan-üstü konuma getirince insan-üstü olan elbette dîni en iyi şekilde
yorumlayacak ve ortaya koyacak düşüncesiyle taraftarlar çoğalmıştır. Böylece
tüm hizipler lîderleri üzerinden Allah’a din öğretme yarışına girmiştir.
Daha
sonra, ilk başta sapkınları eleştirmek için yola çıkan ama bir süre sonra
çeşitli mistik-bâtınî akımların etkisinde kalarak aynı yanlışı farklı din
yorumuyla yapan tasavvufçular Allah’a din öğretmeye kalkmışlardır. Bunlar Allah’ın
dînini belirleyen vahyin âyetlerinin tümünün bâtınî-gizli bir mânasının olduğunu,
bunu ancak kendilerinin bildiğini ve aslında Allah’ın maksadının lafızla ortaya
konan sözler değil, şu-şu olduğunu söyleyerek çeşitli sapık yorumlar yapmış ve
ortaya bambaşka bir din çıkarmışlardır. “Kur’ân lafızları avam denilen câhil ve
aşağı halk-tabakası içindir, biz ise havastanız ve Kur’ân’ın gerçek mânâsı olan
bâtınını biz biliriz” diyerek Allah’a din öğretmeye
kalkmışlardır-kalkmaktadırlar. Allah apaçık şekilde “her-şeyi Ben yarattım”
derken bunlar vahdet-i vücûd bağlamında, “hayır, her-şey Sen’sin” diyerek
Allah’ın bilmediği bir şeyi O’na öğretmeye kalkarak küstahlaşmaktadırlar.
Onlardan
başka lîderlerin ilah gibi görüldüğü ve âdetâ tapıldığı hizipler olan târikatlar
yeni dinler ve inanışlar ortaya çıkarmışlar ve Allah’a bu dîni öğretmeye hattâ
dayatmaya kalkmışlardır ki buna hâlen devâm etmektedirler.
Bu-arada
çeşitli uydurma rivâyetleri işe karıştırarak yapılan tefsirler ve yazılan kitaplar
da bu işe ortak olmuş ve Allah’a din öğretmenin çeşitli ve farklı yolları
ortaya konmuştur.
Bu
böyle bin yıl boyunca devâm ettikten sonra müslümanlar cihangir devletlerini ve
güçlerini yitirdiklerinde yepyeni bir din ve anlayış olan moderniteyle birlikte
Allah’a din öğretmek işi profesyonelleşmiştir. Bu-bağlamda târihselciler ve evrenselciler
diyeceğimiz modernistler denilen iki kol Allah’a din öğretme işinde başı
çekmektedirler. Bunların her-biri birer ilah edâsıyla ortaya çıkıp, sırtlarını
yasladıkları modernitenin de desteği ile Allah’a din öğretmeyi
zirveleştirmişlerdir. Çünkü bu konuda en küstah, en cüretkâr ve en şerefsiz
olanlar bunlardır.
Peki
bunlar Allah’a dîni öğretme işini neye dayandırıyorlar?. Tabî ki de
ilahlaştırdıkları ve taptıkları akla. Sonra da ahlâksızlığın timsâlleri
olmalarına rağmen dîni indirgedikleri ahlâka. Daha sonra ise, kutsallaştırdıkları,
insanlığın ulaşabileceği en ileri seviye olarak gördükleri fakat aslında
şerefsizliğin zirvesi olan mevcut zaman ve mekâna. Yine lâik, sekeler demokrasiye,
feminizme, kapitâlizme, liberâlizme, sosyâlizme, komünizme ve çağın en yüce
tanrıları olan modern-bilim ve teknolojiye. Herkes tutmuş bir şeytan kuyruğu,
arkasından gidiyor.
Bu
yavşaklar, terk ettikleri Allah yerine ilahlaştırıp da taptıkları akıllarıyla tahrif
edip değiştirdikleri dîni Allah’a öğretmeye kalkıyorlar. Vahyi gönderene vahyi
öğretmeye kalkıyorlar ve “bak öyle değil bak böyle”, -hâşâ- “Sen’in anlattığın
gibi değil, şöyledir” diyorlar. Elbette akıl kullanılarak vahyin yorumu
yapılabilir ve vahiy anlamlandırılabilir. Fakat vahiy, akıl-üstüdür. Akıl ancak
akıl-üstü olana göre hareket ederse doğru yolu bulabilir.
Bakın
bahsettiğim modernist
kâfirlerden biri ne diyor: “Bizim kanaatimize göre Arapça Kur’ân da dâhil
hiç-bir dildeki Kur’ân veyâ önceki vahiyler Allah’ın murâdını bire-bir
yansıtamaz”. Yâni bu şerefsiz diğerlerinden daha da ileri giderek zımnen diyor
ki; “Allah merâmını hiç-bir zaman anlatamamıştır ki Kur’ân ile anlatabilmiş
olsun”. Böylece Allah’a: “Allah’ım; Sen’in anlatamadığını ben anlatayım…” demiş
oluyor. Tereciye tere satıyor.
Târihselciler
“fazla âyet göndermişsin” diyerek Kur’ân’ın yarsını inkâr ve iptâl ederken,
modernistler ise “günümüze uymuyor, o kelimenin anlamı böyle olmalı” diyerek
vahyi tahrif ediyor ve tahrif ettikleri şekilde ortaya çıkan yeni dini Allah’a
da öğretmeye kalkıyorlar. Bundan daha âdice ve daha şerefsizce bir şey olabilir
mi?. Birileri de Kur’ân’ı yâni Allah’ın dînini modern-bilime uydurmaya
çalışıyor ve uymadığı yerde de din’den şüpheleniyor. Modern-hümanist bilim,
“evreni Allah’tan bağımsız olarak anlamlandırma(!)” öğretisidir.
Bir de bunlar, “bizi
anlamıyorsunuz” deyip duruyorlar. Kafamız basmıyormuş. Hayır!; sizde îman ve
güven problemi var. Dîne değil, mevcuda uyuyorsunuz ve Allah’a değil, çeşitli
akımlara tapıyorsunuz. Sapık akımlar târih boyunca, kendilerini eleştirenleri,
“öğretilerini anlayamamakla” suçlamışlardır.
Allah’a
din öğretmeye kalkışan her öğreti şirk ve küfürdür.
Allah
Kur’ân boyunca dîni hep Kendisi’nin öğrettiğinden bahseder ve nasıl öğrettiğini
şu şekilde söyler:
“Ki
O, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediğini öğretti. Hayır; gerçekten
insan, azar. Kendîni müstağni gördüğünden” (Alâk 4-7).
“Rahmân (olan Allah) Kur’ân’ı
öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyânı öğretti. Güneş ve Ay (belli) bir hesap
iledir” (Rahmân 1-5).
Âdem’e bütün isimleri
öğretmişti:
“Ve Âdem’e isimlerin
hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: ‘Eğer doğru sözlüyseniz,
bunları bana isimleriyle haber verin’ dedi” (Bakara 31).
Allah’a
din öğretmeye kalkan çok çeşitli sapık düşünceler ve inanışlar vardır ki
bunları anlatmaya kitaplar yetmez.
Peki
niçin böyle yapıyorlar?. Çünkü bunlar dîni Allah’tan, vahiyden ve Peygamber’den
değil de sapkınlardan, oryantâlistlerden, şeytânî ideolojilerden,
filozoflardan, yalancı bilim-adamlarından vs. öğreniyorlar. Sonra da
öğrendiklerini Allah’a öğretmeye kalkıyorlar. Tamamlanmış ve en güzel örneklik
ile ortaya konulmuş dîni aykırı şekilde yorumlayarak, tefsir ve te’vil ederek
hiç kimse Allah’a, Peygamber’e ve insanlara din öğretmeye kalkmasın. Çünkü
gerçek din Kur’ân ile ortaya konulmuş ve Peygamber ile en güzel pratiği
gösterilmiştir. Artık geriye, dîni bilmek, idrâk etmek ve uygulamak kalmaktadır.
İnsanın
samîmi ve gayretli olarak Allah için verdiği emekler ve yaptıkları şeyler
samîmiyeti ve gayreti gösterme açısından değerlidir. Fakat şu iyi bilinsin ki;
Peygamberimiz son nefesini verip gözlerini kapadığında ve dolayısıyla artık
vahiy ve vahyin en güzel uygulaması olan güzel örneklik olan Sünnet tamamlandıktan
sonra, 1.400 yıl boyunca söylenen, yazılan, konuşulan, düşünülen vs. tüm
sözler, düşünceler, yazılar vs. bir-anda yok olsa yada unutturulsa, İslâm dînine
zerre kadar bile bir eksiklik gelmiş olmaz. Peygamberimiz’den ve vahiyden sonra
diller lâl olmuş olsaydı ve hiç kimse hiç-bir şey düşünmemiş, konuşmamış (şu
benim yazmış olduğum satırlar, kelimeler ve harfler de dâhil) yazmamış ve
söylememiş olsaydı bile yine de İslâm’a atom-altı parçacık kadar bile halel gelmiş
olmazdı ve İslâm’da bir eksiklik olmazdı. Çünkü Allah 1.400 yıl önce şöyle
demiştir: “Bugün size dininizi
tamamladım” (Mâide 3).
Tamamlanmış
bir dînin ancak tebliğini yapabilirsiniz. Dîne aykırı olan öğreticiliğini
yapamazsınız. Şu da var ki, tamamlanmış bir dînin ancak uygulaması yapılabilir.
Allah’a din öğretmeye kalkanların
dîni en iyi öğreneceği yer cehennemdir. Çünkü pişmanlık ateşi
iyi bir öğretmendir.
“Dediler ki: Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka
bizim hiç-bir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her-şeyi bilen, hüküm ve hikmet
sâhibi olansın” (Bakara 32).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder