11 Kasım 2023 Cumartesi

Allah’a Din Öğretmek

 

“De ki: Siz Allah’a dîninizi mi öğreteceksiniz?. Oysa Allah, göklerde ve yerde olanları bilir. Allah, her-şeyi bilendir(Hucurât 16)

 

İnsanlık-târihi “Allah’a din öğretme”nin târihidir desek yeridir. Kanımca yukarıdaki âyet tüm peygamberlere gelen vahiylerde vardı. Çünkü insanlar Allah’ın indirdiği ve peygamberler aracılığı ile öğrettiği dîni beğenmeyip uygulamadıkları için, o psikolojiyle kendilerine gelen dîni yorumlaya-yorumlaya tahrif ederek yeni ve bambaşka bir din ortaya çıkarmışlar ve bu dîni de yeniden, Allah’a, peygamberlere ve insanlara öğretmeye kalkmışlardır ki bu tüm zamanlarda olduğu gibi günümüzde de aynen yapılmaya devâm etmektedir.   

 

Tüm peygamberler dîni Allah’tan öğrenmişler ve insanlara da “Allah’ın dînini” öğretmişlerdir. Bu konuda tek bir âyeti bile göz-ardı etmedikleri gibi, Allah’ın dîninden başkasını da öğretmeye kalkmamışlardır. 

 

Peygamberlerin gönderildiği toplumlar, kendilerine öğretilen dîni çok iyi anlamışlar fakat işlerine gelmediği ve çıkarlarına uygun düşmediğinden dolayı benimseyip de uygulayamadıkları için vahyi aşırı yorumlama ve te’vil etme yoluna girmişlerdir. Fakat yorumun ve te’vilin sonu bir türlü gelmediğinden dolayı din zamanla başkalaşmış ve değişmiştir. Zâten sürekli yeni peygamber gönderilmesinin nedeni de bu olmuştur. Peygamberler, dîni net olarak ortaya koymuş ve en ideâl şekilde uygulayarak hakkı ve hakîkati ortaya koymuşlar yada bunun için çalışmışlardır.    

 

Allah’ın öğrettiği din’de bilmek, amel etmeyle kemâle ulaşan ve tamamlanan bir süreçtir. Peygamberimiz bu nedenle: “Siz bildiklerinizle amel ederseniz, Allah size bilmediklerinizi öğretir” demiştir. Fakat dîni “olduğu gibi” kabûl edip de amel etmeyenler, şeytana, nefislerine ve tâğutlara göre yorumladıkları dîni dönüp Allah’a öğretmeye kalkıyorlar. Dîni benimseyip de bir türlü kabûl edemeyenler, Allah’a din öğretmeye kalkıyorlar. Bunu da mecbûren Peygamber’i eleştirmek ve yok saymak üzerinden yapıyorlar. Zîrâ Allah’ın öğrettiği din sâdece söz ile öğretmek ile değil, Peygamber’in örnekliği ile “uygulayarak göstermek” ile yapılıyor ve tamamlanıyor. Allah, dînini, indirdiği vahiy ile insanları bilgilendirip bilinçlendirmek ve gönderdiği peygamberler ile de uygulatarak öğretiyor. Böylece uygulayarak öğretilince insanlar dîni daha iyi benimseyip aynı uygulamayı devâm ettiriyorlar ve artık zamanla bu davranışlar meleke hâline gelip nesiller boyunca devâm ediyor.

 

İşte Allah’a din öğretmeye kalkanlar da bundan rahatsız oluyorlar. Çünkü ortada tamamlanmış ve uygulanmış bir din vardır ve üstelik Allah bu uygulamaya “en güzel örneklik” diyor. Uygulama yoruma açık olmadığı için de dîne ilâveler, çıkarımlar ve olmadık yorumlar yapmak mümkün olmayınca, Allah’a din öğretmeye kalkanlar mecbûren, “güzel örneklik” denilen Sünnet’i göz-ardı ederek iptâl etmek yoluna giriyorlar. Sonunda da ortada sâdece Kur’ân kalıyor. Kur’ân ise bir “kitap” olduğundan ve her kitap gibi okunup yorumlanmaya açık olduğundan dolayı onu laf ebeliği ile, beyin fırtınası ile ve çeşitli akıl yürütmelerle, şeytanın da fısıldamalarıyla yardım etmesinin sonucunda farklı yorumlar yaparak istedikleri hâle getiriyorlar.

 

Bunun niçin yapıyorlar?. Çünkü uygulamayla da en ideâl şekilde ortaya konulmuş olan Kur’ân’ı “olduğu gibi” kabûl etmek çeşitli nedenlerle işlerine gelmiyor. Birilerine yaranmak, din’den daha çok mevcut zamâna, mekâna, lîdere, mezhebe, meşrebe, târikâta, hizbe, cemaate, gruba, benimsedikleri ideolojilere, çıkarlara, düşmanlığa vs. çeşitli nedenler yüzünden bu yola koyuluyorlar. Günümüzde bu en çok, lâik, seküler demokratik, liberâl, feminist, milliyetçi, komünist, sosyâlist, kapitâlist, ideoloji ve sistemler uğruna ve de en ziyâde “modernizm ve modern-bilim ve teknolojiye aykırı düşerim” korkusuyla yapılıyor. Tabi bu en çok ve bâriz şekilde, moderniteye meftûn, râm ve hayrân olmuş olan ve tasavvur ve düşünceleri din ile değil de bu şeytânî ideoloji ve sistemler tarafından belirlenmiş olan akademisyenler tarafından yapılıyor.  

 

İslâm sâdece ilim değil, ilim ve ameldir. Bu nedenle Allah peygamberler gönderir ve onları, indirdiği vahyi ete-kemiğe büründürmekle görevlendirir. Böylece İslâm ilim ve amel olarak en ideâl şekilde ortaya konulmuş olur. Son 150 yıl öncesine kadar bu durum devâm etmiş ve bir sorun ortaya çıkmamıştır. Fakat Allah’tan, âhiretten, peygamberlerden, din’den ve vahiyden koparak oluşturulan bambaşka bir sistem ve din olan Modernizm ile birlikte her-şey değişmeye başlayıp da mekân çok farklılaşınca ve de buna göre düşünceler ve eylemler de değişlince, Kur’ân’ın da bu zaman ve mekâna uygun olmadığı görülünce, modernizmin ağır baskı ve kuşatması altında ezilen bâzı ezikler Kur’ân’ı moderne uygun yorumlamaya kalkmışlar ama Kur’ân uygulama yâni Sünnet ile sâbitlenmiş olduğundan dolayı bunu bir türlü istedikleri gibi yapamamışlardır. Bu nedenle de “sâdece Kur’ân”, “bize Kur’ân yeter” gibi görünüşte mâsum laflarla Sünnet’i ve Peygamber’i iptâl yoluna girmişlerdir. Bunda bir ölçüde başarılı olmuşlar ve Kur’ân ile baş-başa kalınca onu istedikleri gibi yorumlamaya başlamışlar, zorlandıkları yerde ise işkence ederek Kur’ân’a istediklerini söyletmişlerdir. Böylece tam da moderniteye uygun bir din anlayışı ve yorumu ortaya çıkmıştır. Orijinâl metne ve lafza aykırı olan bu yorumlara yapılan eleştirilere ise “Allah’ın maksadı budur”, “Allah bunu demek istemiştir”, “âyetin mânâsı budur”, “şu-şu kişiler böyle yorumlamıştır”, gibi sözlerle cevap vermişlerdir ki işte “Allah’a din öğretmek” tüm zamanlarda böyle olmuştur ve günümüzde de böyle yapılmaktadır.

 

Allah’a din öğretmek işi, “Allah’ın ne indirdiği” göz-ardı ve iptâl edilerek, “o âyet ile Allah’ın ne demek istediği” öne çıkarılarak yapılmaktadır. Oysa Allah’ın ne demek istediği, “ne dediği”dir. Allah ne demek istiyorsa tam da onu indirmiştir ve bunu metin ve lafız olarak apaçık şekilde ortaya koymuştur. Allah -hâşâ- merâmını anlatmaktan âciz bir varlık değildir ki!. Allah; “bakalım insanlar indirdiğim âyetlerden, aslında ne demek istediğimi anlayacaklar mı?” diye bir beklentiye girmemiştir. Çünkü Kur’ân zâten apaçık bir kitaptır ve onda hiç bir kuşku da yoktur. Üstelik Kur’ân, hayatlarında hiç kitap bile görmemiş olan insanların da bulunduğu bir topluma indirilmiştir ve Peygamberimiz ve sahabe de onu nasıl anlaşılması ve idrâk edilmesi gerekiyorsa o şekilde idrâk etmişler ve en güzel şekilde uygulamaya da koyarak hayâta hâkim kılmışlardır. Zâten Allah da bu uygulamaya “en güzel uygulama” demiştir. En güzel örneklik “en güzel idrak”ten sonra olmuştur elbette.

 

Peki târih boyunca Allah’a din öğretenler kimlerdir ve bunu nasıl yapmışlardır ve yapmaktadırlar?.

 

İlk başta, Peygamberimiz’in vefâtından sonra ortaya çıkan fırkalar bunu yapmıştır. Her-biri farklı yorumlarla ve uygulamalarla Allah’ın indirdiği dîni farklılaştırmış ve “işte Allah’ın gerçek dîni budur” iddiâsında bulunmuşlardır. Buna taraftar bulmaları ise hiziplerin lîderlerini olağan-üstüleştirmeleriyle olmuştur. Lîderleri insan-üstü konuma getirince insan-üstü olan elbette dîni en iyi şekilde yorumlayacak ve ortaya koyacak düşüncesiyle taraftarlar çoğalmıştır. Böylece tüm hizipler lîderleri üzerinden Allah’a din öğretme yarışına girmiştir.

 

Daha sonra, ilk başta sapkınları eleştirmek için yola çıkan ama bir süre sonra çeşitli mistik-bâtınî akımların etkisinde kalarak aynı yanlışı farklı din yorumuyla yapan tasavvufçular Allah’a din öğretmeye kalkmışlardır. Bunlar Allah’ın dînini belirleyen vahyin âyetlerinin tümünün bâtınî-gizli bir mânasının olduğunu, bunu ancak kendilerinin bildiğini ve aslında Allah’ın maksadının lafızla ortaya konan sözler değil, şu-şu olduğunu söyleyerek çeşitli sapık yorumlar yapmış ve ortaya bambaşka bir din çıkarmışlardır. “Kur’ân lafızları avam denilen câhil ve aşağı halk-tabakası içindir, biz ise havastanız ve Kur’ân’ın gerçek mânâsı olan bâtınını biz biliriz” diyerek Allah’a din öğretmeye kalkmışlardır-kalkmaktadırlar. Allah apaçık şekilde “her-şeyi Ben yarattım” derken bunlar vahdet-i vücûd bağlamında, “hayır, her-şey Sen’sin” diyerek Allah’ın bilmediği bir şeyi O’na öğretmeye kalkarak küstahlaşmaktadırlar.   

 

Onlardan başka lîderlerin ilah gibi görüldüğü ve âdetâ tapıldığı hizipler olan târikatlar yeni dinler ve inanışlar ortaya çıkarmışlar ve Allah’a bu dîni öğretmeye hattâ dayatmaya kalkmışlardır ki buna hâlen devâm etmektedirler.

 

Bu-arada çeşitli uydurma rivâyetleri işe karıştırarak yapılan tefsirler ve yazılan kitaplar da bu işe ortak olmuş ve Allah’a din öğretmenin çeşitli ve farklı yolları ortaya konmuştur.

 

Bu böyle bin yıl boyunca devâm ettikten sonra müslümanlar cihangir devletlerini ve güçlerini yitirdiklerinde yepyeni bir din ve anlayış olan moderniteyle birlikte Allah’a din öğretmek işi profesyonelleşmiştir. Bu-bağlamda târihselciler ve evrenselciler diyeceğimiz modernistler denilen iki kol Allah’a din öğretme işinde başı çekmektedirler. Bunların her-biri birer ilah edâsıyla ortaya çıkıp, sırtlarını yasladıkları modernitenin de desteği ile Allah’a din öğretmeyi zirveleştirmişlerdir. Çünkü bu konuda en küstah, en cüretkâr ve en şerefsiz olanlar bunlardır. 

 

Peki bunlar Allah’a dîni öğretme işini neye dayandırıyorlar?. Tabî ki de ilahlaştırdıkları ve taptıkları akla. Sonra da ahlâksızlığın timsâlleri olmalarına rağmen dîni indirgedikleri ahlâka. Daha sonra ise, kutsallaştırdıkları, insanlığın ulaşabileceği en ileri seviye olarak gördükleri fakat aslında şerefsizliğin zirvesi olan mevcut zaman ve mekâna. Yine lâik, sekeler demokrasiye, feminizme, kapitâlizme, liberâlizme, sosyâlizme, komünizme ve çağın en yüce tanrıları olan modern-bilim ve teknolojiye. Herkes tutmuş bir şeytan kuyruğu, arkasından gidiyor.

 

Bu yavşaklar, terk ettikleri Allah yerine ilahlaştırıp da taptıkları akıllarıyla tahrif edip değiştirdikleri dîni Allah’a öğretmeye kalkıyorlar. Vahyi gönderene vahyi öğretmeye kalkıyorlar ve “bak öyle değil bak böyle”, -hâşâ- “Sen’in anlattığın gibi değil, şöyledir” diyorlar. Elbette akıl kullanılarak vahyin yorumu yapılabilir ve vahiy anlamlandırılabilir. Fakat vahiy, akıl-üstüdür. Akıl ancak akıl-üstü olana göre hareket ederse doğru yolu bulabilir.

 

Bakın bahsettiğim modernist kâfirlerden biri ne diyor: “Bizim kanaatimize göre Arapça Kur’ân da dâhil hiç-bir dildeki Kur’ân veyâ önceki vahiyler Allah’ın murâdını bire-bir yansıtamaz”. Yâni bu şerefsiz diğerlerinden daha da ileri giderek zımnen diyor ki; “Allah merâmını hiç-bir zaman anlatamamıştır ki Kur’ân ile anlatabilmiş olsun”. Böylece Allah’a: “Allah’ım; Sen’in anlatamadığını ben anlatayım…” demiş oluyor. Tereciye tere satıyor.

 

Târihselciler “fazla âyet göndermişsin” diyerek Kur’ân’ın yarsını inkâr ve iptâl ederken, modernistler ise “günümüze uymuyor, o kelimenin anlamı böyle olmalı” diyerek vahyi tahrif ediyor ve tahrif ettikleri şekilde ortaya çıkan yeni dini Allah’a da öğretmeye kalkıyorlar. Bundan daha âdice ve daha şerefsizce bir şey olabilir mi?. Birileri de Kur’ân’ı yâni Allah’ın dînini modern-bilime uydurmaya çalışıyor ve uymadığı yerde de din’den şüpheleniyor. Modern-hümanist bilim, “evreni Allah’tan bağımsız olarak anlamlandırma(!)” öğretisidir.

 

Bir de bunlar, “bizi anlamıyorsunuz” deyip duruyorlar. Kafamız basmıyormuş. Hayır!; sizde îman ve güven problemi var. Dîne değil, mevcuda uyuyorsunuz ve Allah’a değil, çeşitli akımlara tapıyorsunuz. Sapık akımlar târih boyunca, kendilerini eleştirenleri, “öğretilerini anlayamamakla” suçlamışlardır.

 

Allah’a din öğretmeye kalkışan her öğreti şirk ve küfürdür.

 

Allah Kur’ân boyunca dîni hep Kendisi’nin öğrettiğinden bahseder ve nasıl öğrettiğini şu şekilde söyler:

 

“Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediğini öğretti. Hayır; gerçekten insan, azar. Kendîni müstağni gördüğünden” (Alâk 4-7).

 

“Rahmân (olan Allah) Kur’ân’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyânı öğretti. Güneş ve Ay (belli) bir hesap iledir” (Rahmân 1-5).

 

Âdem’e bütün isimleri öğretmişti:

 

“Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: ‘Eğer doğru sözlüyseniz, bunları bana isimleriyle haber verin’ dedi” (Bakara 31).

 

Allah’a din öğretmeye kalkan çok çeşitli sapık düşünceler ve inanışlar vardır ki bunları anlatmaya kitaplar yetmez.

 

Peki niçin böyle yapıyorlar?. Çünkü bunlar dîni Allah’tan, vahiyden ve Peygamber’den değil de sapkınlardan, oryantâlistlerden, şeytânî ideolojilerden, filozoflardan, yalancı bilim-adamlarından vs. öğreniyorlar. Sonra da öğrendiklerini Allah’a öğretmeye kalkıyorlar. Tamamlanmış ve en güzel örneklik ile ortaya konulmuş dîni aykırı şekilde yorumlayarak, tefsir ve te’vil ederek hiç kimse Allah’a, Peygamber’e ve insanlara din öğretmeye kalkmasın. Çünkü gerçek din Kur’ân ile ortaya konulmuş ve Peygamber ile en güzel pratiği gösterilmiştir. Artık geriye, dîni bilmek, idrâk etmek ve uygulamak kalmaktadır.

 

İnsanın samîmi ve gayretli olarak Allah için verdiği emekler ve yaptıkları şeyler samîmiyeti ve gayreti gösterme açısından değerlidir. Fakat şu iyi bilinsin ki; Peygamberimiz son nefesini verip gözlerini kapadığında ve dolayısıyla artık vahiy ve vahyin en güzel uygulaması olan güzel örneklik olan Sünnet tamamlandıktan sonra, 1.400 yıl boyunca söylenen, yazılan, konuşulan, düşünülen vs. tüm sözler, düşünceler, yazılar vs. bir-anda yok olsa yada unutturulsa, İslâm dînine zerre kadar bile bir eksiklik gelmiş olmaz. Peygamberimiz’den ve vahiyden sonra diller lâl olmuş olsaydı ve hiç kimse hiç-bir şey düşünmemiş, konuşmamış (şu benim yazmış olduğum satırlar, kelimeler ve harfler de dâhil) yazmamış ve söylememiş olsaydı bile yine de İslâm’a atom-altı parçacık kadar bile halel gelmiş olmazdı ve İslâm’da bir eksiklik olmazdı. Çünkü Allah 1.400 yıl önce şöyle demiştir: “Bugün size dininizi tamamladım” (Mâide 3).

 

Tamamlanmış bir dînin ancak tebliğini yapabilirsiniz. Dîne aykırı olan öğreticiliğini yapamazsınız. Şu da var ki, tamamlanmış bir dînin ancak uygulaması yapılabilir.

 

Allah’a din öğretmeye kalkanların dîni en iyi öğreneceği yer cehennemdir. Çünkü pişmanlık ateşi iyi bir öğretmendir.

 

“Dediler ki: Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiç-bir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her-şeyi bilen, hüküm ve hikmet sâhibi olansın(Bakara 32).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2023

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder