“Yoksa siz, Kitab’ın bir
bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle
yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet
gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah,
yaptıklarınızdan habersiz değildir” (Bakara
85).
İslâm’ın yarısıyla
ilgilenmek, her-şeyin yarısıyla ilgilenmek, yarısıyla yetinmek ve diğer
yarısını ise göz-ardı etmek demektir. Fakat bu “İslâm ile ilgilenmek” demek değildir.Çünkü
İslâm ile gerçekten ilgilenmek, tam bir teslîmiyetle teslim olarak onu Kur’ân
ve Sünnet bütünlüğü yâni ilim-amel bütünlüğü ile kabûl etmek ve bu bütünlüğe
göre tasavvur etmek, düşünmek, konuşmak, yazmak ve davranmakla olur. İslâm’a
tam bir teslîmiyetle teslim olmadığınızda onu teslim almaya kalkarsınız ki tüm
zamanlarda olduğu gibi günümüzde de onu teslim almaya kalkan kâfir, müşrik ve
münâfıklar vardır.
İslâm’ın yarısıyla
ilgilenmek “İslâm’ı yarıya indirmek” demek olacağı için, bir problemin
çözülmesi noktasında bir şey yapılması söz-konusu bile olmaz-olmamaktadır. Oysa
İslâm problemleri çözmeye gelmiştir. Çünkü İslâm sâdece çözümleme yapmayı için
değil, çözmeyi de hesâba katar ve bunun için çalışır. İşte İslâm’ın sâdece
yarısıyla ilgilenip de sâdece çözümleme noktasında olanlarda çözmek düşüncesi
ve niyeti olmadığı için İslâm’ı masa-başına, dört duvar arasına, fil-dişi
kulelere, zihinlere, beyinlere, vicdanlara, kâlplere vs. hapsederler ve okurlar,
yazarlar ve konuşup dururlar. Fakat buların hiç-biri bir yaraya gerçek anlamda
merhem olmaz da Dünyâ o bildiğiniz küfür, şirk ve zulüm diyârı olmaya devâm
eder.
Herkes İslâm’ın bir
yarısıyla ilgileniyor ve diğer yarısını es geçiyor. Kimisi biliyor ama
yapmıyor, kimisi ise yapıyor ama bilmiyor. Böylece ilim-amel bütünlüğü
oluşmuyor. Bu durum zamanla herkesin, İslâm’ın sâdece bir parçasıyla
ilgilenmesi olarak yerleşmeye başlıyor ve İslâm’ın bütünlüğü kaybolmuş oluyor.
Bu durum Kur’ân’ı bütünlüğü ile okumamaya ve konuşamamaya sebep oluyor. Artık
ne gerçek anlamda bir çözümlemeden ne de bir çözümden bahsedilemiyor. Çünkü
İslâm’ın sâdece bir yarısıyla ilgilenmek müslümanları parça-parça ediyor ve
onların güçsüzleşmesine neden oluyor:
“Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve
kendileri de parça-parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp
sevinç duymaktadır” (Rum 32). Artık zilletten kurtulmak ve birilerinin güdümünde
olmak kaçınılmaz oluyor. Bu durum müslümanların iflâhını kesiyor: “Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip
bir-birinize düşmeyin, yoksa çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin.
Şüphesiz Allah, sabredenlerle berâberdir” (Enfâl 46).
Yarım olan bir şeyin kendisi
sorunlu olacağı için ondan bir problemi çözmesi beklenemez. Tüm yarımlar
bir-araya gelse de parça-parça oldukları için bir irâde ortaya
koyamazlar-koyamıyorlar. Bu rezilliğin sürmesine neden oluyor.
Tüm bunlar; yarım îman,
yarım müslümanlık ve İslâm ile ucundan-kıyısından ilgilenmek yüzündendir. Oysa
İslâm demek bütünlük ve teslîmiyet demektir. İslâm’a ya tam teslim olursunuz,
yada mecbûren münâfık olmuş olursunuz.
İslâm’ın tamâmıyla
ilgilenmek demek ise, Kur’ân ve Sünnet bütünlüğü, ilim ve amel bütünlüğü,
iç-âlem ve dış-âlem bütünlüğü ve hayâtın bu bütünlükle inşâsı demektir. Yoksa
sâdece iç-âleme yönelmekle, sâdece ilme yönelmekle ve sâdece Kur’ân ile yada
sâdece dış-âleme yönelmekle, sâdece amel etmekle ve sâdece Sünnet ile ilgilenmek, İslâm’ın sâdece yarısıyla yada
bir kısmı ile ilgilenmek demektir. Fakat “İslâm ile ilgilenmek” demek değildir.
Günümüzdeki cemaatler,
“yarı-İslâmî” topluluklardır. Zîrâ İslâm’ın sâdece yarısıyla ilgilenmekteler ve
diğer yarısını ise hiç hesâba katmamaktadırlar. Fakat yarı-müslümanlık diye bir
şey yoktur, olamaz. Olsa da bir işe yaramaz ve kişi ne kendisini ne de bir
başkasını maddî ve mânevî anlamda kurtaramaz.
“Îman ettim” demek; Allah’a,
âhirete, gayba, meleklere, vahye, peygamberlere ve dîni olana îmân ettikten
başka, İslâm’ın-Kur’ân’ın sosyâl, kültürel, ekonomik, âilevî, kânûnî, hukûkî,
askerî, siyâsî vs. tüm alanlarına yönelik emir ve yasaklarına ve Allah’ın
sözünü hem iç-âlemde hem de dış-âlemde hâkim kılınacağına bilinçli bir şekilde
îman etmektir. Yoksa sâdece “îman ettim” demekle iş bitmez ve İslâm da bu
kişileri değiştirmez. İnsanlar değişmeyince Dünyâ da değişmez. Bir değişim
olmayınca da hiç-bir kötülük, çirkinlik, yanlış, adâletsizlik, haksızlık,
ahlâksızlık, küfür, şirk ve zulüm bitmez. Çünkü İslâm sâdece kuru bilgi ve
mâlûmat, kâlplerin inkişâfı, iç-âlemlerin neşesi, beyin fırtınası vs. için olan
bir din değildir. İslâm’ın farkı, iç-âlemlerin inşâsından sonra dış-âlemi de
bir nizâma sokmak ve İslâm’I hayâta hâkim kılmaktır.
İslâm’ın sâdece yarısıyla
ilgilenen ve diğer yarısını göz-ardı eden modern müslümanlar umutsuz bir hâle
gelmişlerdir. İslâm’ın sosyâl, kültürel, ekonomik, âilevî, siyâsî, askerî,
hukûkî, kânûnî yönlerini hem bilmedikleri hem de Allah’a, âhirete ve dîne
sağlam bir bağlılıklıkla bağlı olmadıkları için dîne-İslâm’a yeterince ve
hakkıyla güven duymamakta ve umut bağlamamaktadırlar. Böyle olduğu içindir ki; “al
abdestini, kıl namazını, tut orucunu, oku Kur’ân’ını, kimsenin işine karışma”
sözünü sloganlaştırmaktadırlar.
İslâm ilim ve amel dînidir
ki sâdece İslâm ilim-amel yada Kur’ân-Sünnet bütünlüğüne sâhiptir. Zîrâ İslâm
iç-âlemlere hâkim olduktan sonra dış-âleme de hâkim olmak ister. Aksi-takdirde
Allah, sâdece göklerin Rabbi olmuş olur ki Allah zinhar bundan râzı olmaz.
Çünkü Allah ilahlığını hiç kimseyle paylaşmaz. Bu nedenle de Kendisine ortak
koşmak demek olan şirki “affedilmeyecek tek günah” olarak ortaya koyar. Bir
din, inanç, düşünüş ve felsefe “basit ve uygulanabilir” değilse, “hak”
değildir, “Hak’tan” gelmemiştir, Hak’ka da götürmez. İnsanı yarı-yolda bırakır
ve bağlıları da İslâm’ın ancak yarısıyla ilgilenir hâle gelir. İslâm’ın
yarısıyla ilgilenenlerin bâriz vasıfları. Amel-eylemden kopuk olmalarıdır. O-hâlde
İslâm’ın bütünüyle ilgilenmek demek, onu bütünüyle uygulamak yada bunun için
çalışmak demektir ve bu yapıldığında ancak, İslâm görünür olur ve işe yarar
hâle gelir.
En güzel amel, “yarım bırakılmayan
amel”dir. Bir şeyi yarım bırakmak, “o şeyi hiç yapmamak” gibidir.
Allah ve âhiret olmadığında
ahlâk yarım kalır ve ona artık ahlâk yerine “etik” denmeye başlanır. Ahlak
Dünyâ’da işlevsel olacağına göre, oturulup durulan ve Dünyâ ile ilgilenmeyen
müslümanların ahlâkı da yarım olur. Yarım ahlâk elbette sorunlu bir ahlâktır.
Bu nedenle yarım ahlâklı olanların ahlâkı merkeze almalarının hiç-bir anlamı ve
meşrûiyeti olmaz.
İslâm, îman ve teslîmiyet
%100 olur. %50 İslâm, îman ve teslîmiyet olmaz. Bir de “tevhid” vardır ki, ya
%100 olur, yada %0. Tevhid yâni “şirksizlik”, yarım-yamalak olacak şey
değildir. Tevhid %100 olmadığında Allah’ın yardımının ulaşması söz-konusu bile
olmadığı gibi, azâbı her yönden kuşatır bizi:
“İnsanlardan kimi,
Allah’a bir ucundan ibâdet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla
tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isâbet edecek olursa yüzü-üstü
dönüverir. O, Dünyâ’yı kaybetmiştir, âhireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır” (Hac 11).
İslâm’ın yarısıyla ilgilenenler,
imtihanın da yarıyla muhâtap olmak isterler. Bu nedenle de amel-eylemden kopuk
olarak sâdece îman etmenin yeterli olacağını söyler durular. Oysa Kur’ân’ın
beyânı çok açıktır:
“İnsanlar, (sâdece) ‘îman
ettik’ (ve müslüman olduk) diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2).
Bir
devletin “adâlet devleti” olması için, “İslâm Devleti” olması şarttır.
“Yarı-adâlet”, “adâlet” değildir. Tam adâlet ise ancak İslâm bütünlüğü şişe
olabilir. İslâm’ın yarısını es geçerek adâletin tam olarak sağlanabilmesi
mümkün değildir.
İnsanlar ikiye yarılır.
1-Îtibârını “hak”tan alanlar. 2-Îtibârını “halk”tan alanlar. Modernitenin
ortaya koyduğu ideolojilerin tamâmı, îtibârı halktan almayı öne çıkarıyor ve
“îtibârı haktan almayı” önemsemiyor
İslâm’ın tamamlanması ve bütünüyle
ilgilenilmesi ilim-amel bütünüyle olur. Sâdece ilim yada sâdece amel yarım ve
akim kalır da bir sorunu çözemez ve bir soruya bile iknâ edici bir cevap
veremez.
Geleneksel hurâfelerle fazla
oyalanıp da modern hurâfeleri söz-konusu etmeyenler de İslâm’ın yarısıyla
ilgileniyorlar demektir. İslâm Allahsız moderniteyi alkışlayan ve onaylayan bir
din değildir ki modernitenin hurâfelerini eleştirmekten uzak durulsun.
Geleneğin uçan-kaçan hurâfeleri “hurâfe” olduğu gibi, modernitenin, çocukları
hurâfe bataklığına düşüren süpermen, tarzan, sihirli annem, selena vs. gibi
hurâfeleri de “hurâfe”dir. Hattâ insanlık târihinin en çok yayılmış olan
hurâfesi cep-telefonudur. Modern hurâfeler böyle olur ve cep telefonu hakkında
bir eleştiri yazan nerdeyse yoktur.
Modern eğitim sistemi de
modern hurâfelere dokunmuyor ve onlardan söz etmiyor. Modern ideolojik
hurâfelerle çocukların beyinlerini kemiriyor. Onlara ömür-boyu tapacakları
putları cici-bici gösteriyor. İslâm’ın sâdece yarısıyla ilgilenenler bunlara
bir eleştiri ve îtirâz getirmeyince doğal olarak modern hurâfeleri
meşrûlaştırmış oluyorlar. Geleneksel hurâfeleri konuşa-konuşa bitiremeyen
ilâhiyatçı akademisyenlerin modern hurâfelere bir laf ettiklerini bile
göremezsiniz. Çünkü onlar İslâm’ın sâdece yarısıyla ilgilendikleri için bir
ferâsete ve cesârete sâhip olmadıklarından dolayı ve de sisteme tam da
göbeklerinden bağlı oldukları için böyle bir şey yapmayı düşünemiyorlar
bile. Zâten “sistem” tarafından
yetiştirilmişlerdir, bağımsız değildirler ve sisteme de çok bağlı ve bağımlıdırlar.
Sistem neyi eleştirmeye izin veriyorsa onu eleştirebiliyorlar.
Bu yüzden: “Size
ne oluyor da, Allah yolunda ve o ezilen erkekler, kadınlar ve yavrular uğrunda
savaşmıyorsunuz?. Baksanıza: ‘Ey bizim Rabbimiz!, bizleri zâlim olan bu
memleketten kurtar, bize bir yiğit, bir bahâdır gönder’ diye yalvarıp
duruyorlar” (Nîsâ 75) âyetini gündemlerine bile alamıyorlar da yapılan
zulümler karşısında sus-pus oluyorlar. .
Evet;
İslâm’ın sâdece bir yarısıyla ilgilenmek ve diğer yarısını es geçerek göz-ardı
etmek, Allah’ın bir dediğine inanıp, bir dediğini göz-ardı etmektir. İslâm’ın
sâdece bir yarısıyla ilgilenmek “inanmak ama yapmamak”tır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder