28 Ekim 2023 Cumartesi

Şeref(sizlik) Üzerine

 

“Ve muhakkak ki o (Kur’ân) hem senin için, hem kavmin için bir şereftir ve ileride bundan sorulacaksınız” (Zuhrûf 44).

 

Şeref: “Başkasının, birine gösterdiği saygının dayandığı mânevî değer; onur. Toplumca benimsenmiş iyi şöhret” (TDK).

 

Arapça “şrf” kökünden gelen şaraf; yücelme, öne çıkma, astronomide yıldızın zirve noktası, onur, îtibar” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça şarafa, “öne çıktı, yükseldi” fiilinin fa’al vezninde masdarıdır.

 

Peki şerefin kaynağı nedir?. Şeref kimden yada nereden gelir?. Şerefin ne ve nasıl olduğunu kim belirleyebilir?. Elbette şerefin ne ve nasıl olduğunu belirleyecek olan, şerefin mutlak kaynağı, yaratıcısı ve sâhibidir ki O, âlemlerin rabbi olan Allah’tır. Peki Allah şerefi ve dolayısıyla şerefin yokluğu hâli olan şerefsizliği ne ile belirler?. Allah insanlarla ancak vahiy ile iletişim kurduğu için elbette şerefi ve dolayısı ile şerefsizliği belirleyecek olan şey vahiydir. O-hâlde insan şerefini vahiyde bulurken ve oradan alırken, vahiysizlik de şerefsizlik anlamına gelecektir.

 

“Vahiy ile hiç alakaları olmadığı hâlde şerefsizlik yapmayanlar vardır” diye bir îtirâz gelecektir elbette. Fakat bu, şerefin erdem ile karıştırılmasından dolayıdır. Erdem de iyidir ve insanlar erdemli olmalıdır. Fakat erdem “sonuna kadar” şerefli davranmayı sağlayamaz. Çünkü erdem sonuna kadar ahlâklı olmayı sağlayamaz. “Sonuna kadar ahlâklı davranmayı ancak, vahiyle kazanılmış olan şeref sağlayabilir. Eski Türkçe erdem; “yiğitlik, şan” sözcüğünden evrilmiştir. Bu sözcük Moğolca erdem “bilgi, bilgelik, yetenek, beceri” sözcüğü ile eş kökenlidir. Erdem bir etik üretebilir ve ona göre davranış ortaya koyabilir. Fakat erdem “sonuna kadar” ahlâklı olmayı sağlayamaz. Zîrâ “sonuna kadar ahlâklı olmak” ancak âhiret bilinci ve îmânı ile mümkündür. Ancak âhiret endişesi taşıyanlar, yaptıklarının karşılığını mutlakâ göreceklerine inandıkları için ne pahasına olursa-olsun şerefli olmak zorunda hissederler kendilerini. Eğer âhiret inancı yoksa sonuna kadar erdemli olmak saçma olur. Sonuna kadar ve her ne pahasına olursa-olsun erdemli olmak bâzen ahlâklı olmayı yanlış olarak bile görebilir. “Sonuna kadar” ahlâklı olabilecek olanlar ancak, vahyin kazandırmış olduğu şeref sâhipleridir. O şerefi onlara, vahiyle bildirilmiş olan âhiret-merkezli düşünmek ve yaşamak bilinci kazandırmıştır.  

 

 Meselâ birini düşünün, çok dürüst olarak bilinen erdemli biri. Fakat bu kişi ilâhi olana inanmayan biri olsun. Yâni ahlâkı değil, etiği olan biri. Bu kişinin kimsenin malında-canında-nâmusunda gözü yoktur. Kimsenin hakkını yemez, yalan söylemez, kimseye ve hiç-bir şeye zarar vermez vs. Bu tabî ki iyi bir şeydir. Fakat eğer bu kişi inançsız bir kişiyse ve doğal olarak ölümden sonraki hayâta inanmıyorsa, etiği ve erdemi yâni şerefi onu bir yerden sonra korumayacaktır. Bu kişinin çok sevdiği biri; ana-babası yada eşi-kızı-oğlu çok büyük bir suç işlese, meselâ mâsum birisini öldürmüş olsa ve olayı gören de sâdece bahsettiğimiz o erdemli kişi olsa; bu kişi, çok sevdiği ana-baba-eş-çocuklarının îdam ile yada müebbet hapis ile cezâlandırılmasına göz yumabilir mi?. Bu kişinin meselâ annesi yada oğlu, mâsum birini öldürse ve cinâyeti de sâdece o görse, anasını yada oğlunu ihbâr eder mi?. Çünkü cinayeti sâdece o görmüştür ve eğer ihbâr etmezse hayat boyunca olayı kimse bilmeyecek ve cinâyeti işleyen kişi icâbında 90 yaşına kadar yaşayacak. Âhiret inancı ve korkusu yoksa, anasını yada oğlunu niye ihbâr etsin?. Onu, sevdiği kişiyi ihbâr etmeye ne zorlayacak?. Toplumun oluşturduğu töre için, birilerinin keyfinden çıkardığı yasalar için mi fedâ edecek sevdiklerini?. Kesinlikle yapmaz bunu. Hattâ olay cinâyet değil de meselâ hırsızlık olsa, yine de ihbâr etmez sevdiklerini. Ben şahsen inançsız biri olsam, kesinlikle fedâ etmem sevdiklerimi. Niye edeyim ki?. Ne de olsa ölünce her-şey bitiyor. Fakat gerçek bir “ölüm sonrası inanç” ve âhiret bilincine sâhip olanlar bunu kesinlikle saklayamaz. Müslümanların güzel örnekliği olan Peygamberimiz, hırsızlık yapan zengin birinin affedilmesi isteği üzerine; “hırsızlığı yapan, kızım Fâtıma da olsa vallâhi elini keserim” demiştir. İşte îman, âhiret bilinci, inancı ve korkusundan kaynaklanan ahlâk ve şereftir bunu yaptıran. İnsan-merkezli olan etik ve erdem göz-ardı edebilirken, ilâhi-merkezli olan ahlâk ve şeref zinhar göz-ardı edemez. 

  

Dünyâ’da “nasırlaşmış bir şerefsizlik” hüküm sürüyor. Çünkü her alanda her-şeyi belirleyenler büyük oranda, âhiret bilinci ve îmânı olmayan ahlâksızlar ve şerefsizlerdir. Her alanda şerefsizler hüküm sürüyor ve şerefsizce hüküm veriyorlar. Bu da insanlara adâletsizlik, eşitsizlik, merhâmetsizlik, vicdansızlık, cehâlet, ahlâksızlık ve zulüm olarak dönüyor.  

 

Peygamberler insanların en şereflileridirler. Çünkü onları insanlar içinden Allah seçmiştir ve Allah insanlar içinden en ahlâklı ve dolayısı ile şerefli olanları peygamber seçmiştir. Niçin başkasını değil de kendisini peygamber olarak seçtiğini sorgulayan Peygamberimiz’e Allah şöyle karşılık vermiştir:

 

“Gerçekten sen, pek büyük bir ahlâk üzeresin” (Kalem 4).

 

Muhteşem bir ahlâk ve şeref üzere olduğu için “âlemlere rahmet” olmuştur:

 

“Biz seni âlemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderdik” (Enbiyâ 107).

 

Bu nedenle de insanlara “en güzel örnek” kılınmıştır:

 

“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde ‘güzel bir örnek’ vardır” (Ahzâb 21).

 

Allah peygamberleri insanlar içindeki en ahlâklı olanlar arasından seçer ve bu seçim onlara ayrıca büyük bir şeref kazandırır. Vahyin onlar aracılığı ile inmesi de peygamberlerini ve vahyi tâkip edenlere şeref kazandırırken, vahye ve peygamberlere karşı olanlara da şerefsizlik kazandırır. O-hâlde şeref, “Allah’a ve peygamberlere itaat” demekken, şerefsizlik ise bunun zıddıdır. Şerefsizlik itaatsizliktir. Bu bağlamda seküler batı’nın “özgürlük” bağlamında, hiç kimseye ve hiç-bir şeye gösterilmeyen itaatsizliği övmesi, onu şerefsizleştirmektedir. Bu şerefsizliktir işte onları şerefsizce işler yapmaya iten sebep. Oysa İslâm’da hiç kimse ve hiç-bir şey Allah’tan bağımsız ve özgür olamaz. İslâm ile İslâm-dışı arasındaki en bâriz fark budur. Dünyâ’ya İslâm hâkim olmadığında ortaya çıkan ve hayâta hâkim olan şerefsizlik de bu nedenle ortaya çıkar. Şeref, Allah’a olan bağlılıkla, şerefsizlik ise, Allah’a olan bağın gevşemesi yada kopmasıyla ile alâkalı olan şeydir. Şerefsizlik ne kadar artıyorsa, Allah’a olan bağın o oranda gevşediği yada koptuğu anlaşılmalıdır.

 

İnsan şerefini kazandıracak şey “sâdece Allah’a tapmak” iken, insanı şerefsizleştirecek olan şey ise, “O’ndan başka her-şeye bağlanmak ve tapmak”tır. Yaratan’a tapmak insana şeref kazandırırken, yaratılana tapmak ise şerefsizlik kazandırır.

 

Şerefli olmak yada şerefi arttırmak; zenginlik, ilim, soy-sop, güç, boy-pos, güzellik, güç, başarı, gündemde ve göz-önünde olmak, popüler işler yapmak, malı-mülkü ve parayı arttırmak vs. ile değil; takvâ yâni sorumluluk bilinciyle sorumlu davranmakla ve adâletsizlikten, eşitsizlikten, merhâmetsizlikten ve vicdansızlıktan, küfür ve şirkten, ahlâksızlıktan ve zulümden uzak durmakla ve bunlarla sâbit kadem olmakla kazanılır ve arttırılır. Bunu sağlayacak olan da Allah ve âhiret bilinci ve korkusu, vahiy-merkezli yaşamak çabasıdır. Çünkü bütün şeref oradadır:   

 

“Kaf. Şerefli üstün Kur’ân’a andolsun” (Kâf 1).

 

“Hayır; o (Kitap), ‘şerefli-üstün’ olan bir Kur’ân’dır” (Burûc 21).

 

“O (Kur’ân), ‘şerefli-üstün’ sâhifelerdedir” (Abese 13).

 

Şerefli Kur’ân’ı Allah’tan alıp Resûl’e getiren elçi de (Cebrâil), Kur’ân’ın kâlbine indiği Resûl de şeref-sâhibidirler:

 

“Şüphesiz o (Kur’ân), üstün onur sâhibi bir elçinin gerçekten (Allah’tan getirdiği) sözüdür; (Bu elçi,) bir güç sâhibidir, arşın sâhibi katında şereflidir” (Tekvir 19-20).

 

“Hiç şüphesiz o (Kur’ân), şerefli bir elçinin kesin sözüdür” (Kâf 40).

 

Bu nedenle tüm şeref, Allah’ın sözü olan Kur’ân’dadır:

 

“Hayır, biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar” (Mü’minûn 71).

 

Câhiller idrâk edemese ve fâsık, zâlim, kâfir, müşrik, münâfık ve şerefsizler kabûl etmese de, Dünyâ ancak vahyin hükümleriyle düzene kavuşabilir. Zîrâ şerefsizlik ancak vahiy sâyesinde bitebilir.

 

Birileri arkalarına almışlar şerefsiz-zâlim batı’nın argümanlarını, sürekli olarak 1.400 yıllık İslâm târihine vuruyorlar. Bunu da “iyi müslümanlık” zannediyorlar. İslâm’ın “modern seküler çağ”a uymaması, onun “geriliği”nden değil, “şerefinden”dir. O-hâlde ey mü’minler!; izzetinizi ve şerefinizi İslâm’dan-Kur’ân’dan almazsanız, onu size hiç kimse veremez. Şerefsizlerden şeref beklemeyin.

 

Lâik-seküler-liberâl-kapitâlist-konformist-modernist sistem insanları öyle bir hâle soktu ki; İslâm’ın bâtılı bile ondan daha şereflidir.

 

Modern uygarlığın geçtiği yoldan müslümanların da geçmesi gerektiği, yâni müslüman muhayyilenin modern paradigmayı taklit etmesi (oksidentâlizm) gerektiği söylemleri var. Eğer müslümanlar böyle yaparlarsa, bir zaman sonra; batı’nın birilerini sömürdüğü gibi müslümanlar da birilerini sömürmeye başlarlar. Bu sömürme “öldürerek sömürme” şeklinde de olacaktır. Bu durumun İslâm’ın özüyle uyuşması söz-konusu bile olamaz. Çünkü batı’nın kalkındığı şartlarda kalkınmak şerefsizliktir.

 

Savaş uçakları olmayan bir topluma karşı, uçaklardan atılan bombalarla savaşmak şerefsizliktir.

 

Kafaların konforu bozulmadan; tâğutların-zâlimlerin-şerefsizlerin konforu bozulmaz.

 

Bir yanlışın “câhillik nedeniyle” yapılmış olmasıyla, “şerefsizlik nedeniyle” yapılmış olması arasında fark vardır. Fakat insanın başına gelen musîbetlerin büyük çoğunluğu insanın ahmaklığından yada şerefsizliğinden dolayıdır. Modern insan, şerefsizliği “akıllılık” zannediyor. Bu yüzden de yaptığı şerefsizliklerle övünüyor.

 

Modernizm en temelde köleciliğe, öldürmeye, sömürmeye ve zulme yâni şerefsizliğe dayandığı için hiç-bir zaman genel hayır getirmedi, getirmez, getirmeyecektir.

 

Küresel anlamda ve Dünyâ’nın kaderini etkileyecek oranda sermâyedar ve servet-sâhibi olmanın yolu akıllı/zeki olmaktan değil, şerefsiz olmaktan geçer. Çünkü hakka ve hukûka uyarak o kadar zengin olunamaz. Şerefsizlik, profesyonelce yapıldığında “şerefsizlik” olmaktan çıkmaz.

 

Modern insan, popüler olan her-şeyi hayâtına yansıtmaya başlıyor. O şey isterse şerefsizce ve ahmakça olsun fark-etmiyor.

 

Kadın için şeref, görünürlülük, bir işte çalışmak okumak makyaj ve giysilerle dikkat çekmek vs. modern şeylere sâhip olmak değil, iffet, dürüstlük, mü’mine bir insan olmak ve iyi bir ev-hanımlığıdır. Annelik kadının en büyük şerefidir. Zîrâ cennet bile “annelerin” ayakları altındadır.

 

Şerefin göstergesi beşerî makam ve mevkîler değildir. Bir ülkenin en başındaki kişi şerefsiz olabilirken, dağdaki çoban üstün bir şerefe sâhip olabilir.

 

Tutuklanmaya/eziyet edilmeye/öldürülmeye değer yazılar yazmak mü’min için bir şereftir.

 

Sömürülerek ölmektense, sömürüye karşı isyân edip savaşmak ve ölmek “şerefli bir ölüm”dür.

 

Birilerinin zannettiği gibi, hiç kimse İslâm’a katılmakla İslâm’ı şereflendirmiş olmaz, tam-aksine, o İslâm ile şereflenirse şereflenir.

 

“Kim izzeti ve şerefi istiyorsa, artık bütün izzet Allah’ındır. Güzel söz O’na yükselir, sâlih amel de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli bir azap vardır. Onların tasarladıkları ‘boşa çıkıp bozulur” (Fâtır 10).

 

İslâm’dan başka bir yerde şeref arayanlar, şerefsizlerin önde gidenleridir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2023

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder