“Size ne
oluyor da, Allah yolunda ve o ezilen erkekler, kadınlar ve yavrular uğrunda
savaşmıyorsunuz?. Baksanıza: ‘Ey bizim Rabbimiz!, bizleri zâlim olan bu
memleketten kurtar, bize bir yiğit, bir bahâdır gönder’ diye yalvarıp duruyorlar” (Nîsâ 75).
“Eee, onlar da zamânında
arâzilerini İsrâillilere satmasalardı” yalanına körü-körüne inanan câhil-cühelâ
takımına şunları söyleyelim..
Güyâ Filistinliler 1948’den
önce topraklarını Siyonist İsrâillilere sattı ve ülkeyi gönüllü olarak terk
ettiler. İsrâilliler de satın aldıkları topraklarda devlet kurdular. Peki bu
yalana inananlara soralım: Siz olsaydınız topraklarınızı satar mıydınız?.
Elbette hep bir ağızdan; “aslâ satmazdık” diyeceksiniz değil mi?. Peki Dünyâ’da
tek şeref-sâhibi ve tek akıllı siz misiniz?. Niçin söz-konusu kişiler Arap,
müslüman ve doğu’lu olunca böyle bir düşünceye kapılıyorsunuz?. Bu yalan,
emperyâlistlerin, ahmakları ve câhilleri kandırmak için uydurduğu
zırvalıklardan başkası değildir. Tabi Arap, müslüman ve doğu’lu düşmanı olan
lâik sazanlar da hemen bu yalanlara sarılırlar. Zîrâ Arap, müslüman ve doğu’lu
düşmanlığından dolayı buna çok inanırlar yada inanmak isterler. Bu aynen:
“Araplar Türkleri akadan vurdu” yalanında olduğu gibidir. Oysa bu yalanı ortaya
atanlar Araplara da: “Türkler de dinden-îmandan çıktı” diyerek onları
birbirlerinden soğutup birbirlerine düşman ediyorlardı. Böylece ilişkilerini
kesiyor ve orta-doğunun yer-altı zenginlikleri de sömürgen emperyâlistlere
kalıyordu.
1948 ‘li yıllarda Filistin’de
etnik bir temizlik girişimi yapıldığı için Filistinliler topraklarından
uzaklaşmak ve ayrılmak zorunda kaldılar. Bu konuda bir yazıda şunlar söylenir:
“Filistinliler
topraklarını gönüllü olarak terk etmedi, siyonist güçler tarafından
topraklarından etnik olarak temizlendiler ve topraklarından sürülmelerine
geniş-çaplı cinâyetler eşlik etti. Bölge sâkinleri siyonist güçler tarafından
saldırıya uğradıktan sonra bölgeyi terk etti. 41 olayda bölge-sâkinleri zorla
tehdit edildikten sonra bölgeden sürüldü. 90 olayda ise bölge-sâkinleri, başta
1948 Deir Yassin katliâmı olmak üzere siyonist güçlerin diğer bölgelerde
gerçekleştirdiği katliamları duyduktan sonra korkudan bölgeyi terk etti. Çünkü
kurumlar zayıftı ve yerel lîderler çok az nüfûza sâhipti. Filistinli
paramiliter örgütler de siyonist muâdillerine kıyasla zayıftı.
Büyük
şehirler düştükten sonra kırsal kesimdeki Filistinlilerin morali çöktü, zîrâ
siyâsî lîderlik için şehirlere bel bağlamışlardı. Filistinli köylüler kentli
orta-sınıfı taklit etti ve korkudan ülkelerini terk etti. Filistinlilerin en
büyük göç-dalgası Nîsan ve Hazîran 1948 arasında gerçekleşti. Bunun nedeni
büyük ölçüde, siyonist para-militer bir örgüt olan Haganah’ın 1947 paylaşım
plânında Birleşmiş Milletler tarafından yahudi devletine tahsis edilen tüm
toprakların kontrôlünü ele geçirme projesi olan Dalet Plânı’ydı. Bu durum çoğu
Filistinlinin kasaba ve köylerini terk etmesine neden oldu. Filistin
şehirlerine, kasabalarına ve köylerine acımasızca saldırarak ve onları yok
ederek Dalet Plânı’nı uyguladılar. Siyonist güçlere dirensinler yada
direnmesinler, sâkinleri yerlerinden sürüldü”.
Şu da var ki, parayla arâzileri satın ala-ala ülkeyi
komple satın almak durumu olmuş olsa bile, yapılan bu iş, toprakları satın
alanları meşrûlaştırmaz. Çünkü bir ülkeyi parayla satın almak da bir işgâl
şeklidir. Bir ülkeyi parayla satın almak düşüncesi de bir şerefsizliktir. Böyle
olduğu için toprakları satın alarak bir ülkeye sâhip olmak da normâl ve haklı
gösterilemez.
Aynen günümüzde (Ekim-Kasım 2023) olduğu gibi. Büyük
katliamlar nedeniyle halk zorla topraklarından sürüldü, olay bundan ibârettir.
Toprak satma diye bir şey yoktur. Hem toprak ala-ala koca bir devlet-ülke satın
alınabilir mi ki!. Satın ala-ala 20.000 km. kare toprağa sâhip olunabilir mi?. Lâikler
bu zırvalıklara inanacaklarına, Filistin’in Osmanlı’dan çıkıp İngilizlerin
eline nasıl ve neden geçtiğini araştırsınlar. Filistin’in kaderini belirleyen Osmanlı-İngiliz
savaşında 7. ordu komutanının kim olduğunu ve niçin cepheyi terk-ederek diğer
kolordu ve orduların da durumunu bozduğunu ve yenilgiye neyin sebep olduğunu “resmî
olmayan” târihi inceleyerek görsünler.
Yine; “Gazzeliler durup-dururken ve sonucunu hiç
düşünmeden niçin Aksa Tufânı’nı yaptılar?” ve “İsrâilliler teröristtir ama
Gazzeli Hamas da teröristtir” diyenlere de şunu söyleyelim..
Gazzeliler durup-dururken değil; “zulme uğrayıp
dururken, aşağılanıp dururken, yaralanıp ve ölüp dururken, muhtaç ve âciz
duruma getirilip dururken, açık-hava hapishânesinde ezilip dururken, zor ve sıkıntılı
bir hayat içindeyken” vs. bu işi yaptılar. Bir-kaç senede verecekleri kayıpları
bir ayda vermeyi göze alarak bu işe kalkıştılar. Bin kere ölmektense bir kere
ölmeyi göze alarak bu işi yaptılar ve yapmak istediklerini de gerçekleştirdiler.
İsrâil’i rezil ettiler. İsrâil devletinin onca teknolojisine rağmen at-arabasıyla
rehine aldılar. Aksa Tûfânı’nda ölenler olmuştur, fakat İsrâil’de 16 yaşından
büyük herkes asker sayılır ve insanlar büyük oranda da silahlıdır. Zâten
Hamas’lı yetkililer “baskında kadınları ve çocukları öldürmedik, onları esir
aldık” şeklinde açıklamalar yapmışlardır. Fakat bizim bilmediğimiz bir zulüm de
olmuşsa, onu da kabûl edecek değiliz elbette. Mâsumlar kim olursa-olsun her
yerde mâsumdur.
Yaşanan Gazze-İsrâil savaşı bize bir-çok şeyin
sağlamasını yapmış ve bize bir-çok şeyi çok açık ve net olarak göstermiştir.
Gazze’nin bize gösterdiklerini sayacak olursak şunları söyleyebiliriz..
Gazze bize, İsrâil’in aslında kağıttan kaplan
olduğunu, çünkü gerçek ve sonsuz gücün sâdece Allah’a âit olabileceğini
göstermiştir. Hz. Mûsâ nasıl ki Firavun’un bilim-adamları olan sihirbazların
üstün teknolojisini kuru bir değnek (âsâ) ile yendiyse, Gazzeliler de İsrâil’in
üstün(!) teknolojik gücünü pat-pat motorlarla ve eşek arabalarıyla alt etmiştir.
Gazze bize, -tüm Dünyâ ile
savaştığı için- Dünyâ’daki gerçek askerî gücün ne kadar olduğunu ve sanıldığı
kadar da korkutucu olmadığını gösterdi.
Gazze bize, tüm Dünyâ bir-araya gelse bile; inanmış,
tedbirini almış, hazırlanmış, plân ve programını yapmış ve hiç beklenmeyen bir
savunma şekli ve gerilla taktiğiyle mücâdele edenleri yenemeyeceğini bize
göstermiştir. Yeterli îmâna, sabra, gayrete, plân ve programa sâhip olanların
yenilmeyeceğini yada en azından ezilmeyeceğini ve -sözde- çok üstün güce sâhip
olanları korkutup rezil edebileceğini göstermiştir.
Gazze bize, bilim ve teknolojinin gücünün de bir
sınırı olduğunu, bunların basit araçlarla bile alt edilebileceğini
göstermiştir.
Gazze bize, modern savaşların,
“ne kadar binâ yıkarsan o oranda gâlip görülürsün” sahte düşüncesini
oluşturduğunu göstermiştir. Oysa ortada bir bozgun yoktur. Eskiden kılıç-kalkan
ile savaşırken taktiği ve sabrı fazla olanlar bir hücum ile karşı tarafı
bozguna uğratıp savaş meydanından kaçırınca gâlip gelmiş oluyordu. Şimdi ise “binlerce
metre yükseklikten atılan bombalarla ne kadar çok betonarme yapı yıkarsan o
kadar güçlü ve gâlip sayılırsın” düşüncesi vardır. Dolayısı ile uçağı
olmayanların uçağı olanlara karşı savaşması saçma ve yanlış olarak
görülmektedir. Fakat Gazze bu düşüncenin yanlışlığını ortaya koymuştur.
Gazze bize, -müslümanlar da
dâhil- genel dünyâ insanlarının paraya, eşyâya, maddeye ve güce büyük bir
bağlılıkla bağlı ve güce meftûn, râm ve hayrân olduğunu göstermiştir.
Gazze bize,
müslüman ülkelerin lîderlerinin, hükümetlerinin ve insanlarının büyük
çoğunluğunun ne kadar da duyarsız, korkak, pısırık, yavşak ve şerefsiz olduğunu
göstermiştir. Oysa bir-kaç müslüman ülke bir-araya gelip askerî bir atılım
yapsa savaş duracaktır.
Gazze bize, -müslümanlar da dâhil- insanların kafa ve
beden konforlarına ne kadar da alıştığını ve bu konforu zinhar ve ne
olursa-olsun bozmak istemediklerini çok net olarak göstermiştir.
Gazze bize, modern insanın, -sözde- çok önem verdiği
insan hakları, insan değeri, yaşama hakkı vs. gibi sözlerin boş zırvalıklar
olduğunu göstermiştir. Gazze bize, hümanizm, demokrasi, temel haklar vs.
sözlerin ve kurumların bok kadar bile değeri olmadığını çok net olarak
göstermiştir.
Gazze bize, Thomas Hobbes şerefsizinin, “insan
insanın kurdudur” lafının günümüzde de geçerli olduğunu göstermiştir.
Gazze bize, BM’nin, AB’nin, İİT’nın ve ne kadar insan
haklarını koruma ve insanı değerli görme kurumları varsa, alayının aslında beş
para etmez ve bir güce sâhip olmayan “kâğıt üzerinde kurumlar” olduğunu
göstermiştir.
Gazze bize, -müslüman (mü’min değil) ülkeler de
dâhil- hükümetlerin ve lîderlerin, tüm Dünyâ’yı kontrôl eden ve yönlendiren
işte bu küresel güçler olan tâğutlara kul-köle olduklarını onlardan Allah gibi
hattâ çok daha fazla korktuklarını çok net olarak göstermiştir.
Gazze bize,bir halkın tüm Dünyâ ile tek-başına ve
basit araçlarla da savaşılabileceğini ve mücâdele edilebileceğini çok net
olarak göstermiştir.
Gazze bize: “Tâlût, orduyla birlikte ayrıldığında
dedi ki: ‘Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse,
artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç alanlar hâriç- onu tatmazsa
bendendir’. Küçük bir bölümü hâriç (hepsi sudan) içti. O, kendisiyle berâber
îman edenlerle (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): ‘Bugün bizim Câlût’a
ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok’ dediler. (O zaman) muhakkak Allah’a
kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: Nice küçük topluluk, daha çok olan bir
topluluğa Allah’ın izniyle gâlip gelmiştir; Allah sabredenlerle berâberdir”
(Bakara 249) âyetini tezâhür ettirircesine, aslolanın nicelik değil nitelik
olduğunu net olarak göstermiştir.
Gazze bize, mü’minlerin bağlı olduğu İslâm hâriç,
Dünyâ’da (ehl-i kitap da dâhil) hiç-bir dînin, inancın, ideolojinin,
felsefenin, sistemin, söylemin, akımın, ülkenin, devletin, lîderin, bilimin,
teknolojinin ve modernitenin aslında hiç vicdânı, merhâmeti ve kâlbi
olmadığını, hakkı ve hakîkati umursamadığını, Allah ve âhiret korkusu
olmadığını, dîni-îmânı takmadığını, söylediğim tüm bu şeylerin beş para etmez
şeytan îcâdı olarak görüldüğünü, bunların hiç-bir yaraya merhem
olamayacaklarını hattâ yaralı parmağa bile işemeyeceklerini, bunları
savunanların ve bunlara bağlı olanların da ne kadar câhil, aptal, ahmak, kâfir,
müşrik, münâfık, zâlim ve şerefsiz olduklarını göstermiştir.
Gazze bize, tüm hükümetlerin ve insanların, Dünyâ’yı
yöneten bir-kaç âilenin kulu, kölesi ve köpeği olduğunu, herkesin onlara maddî
ve ekonomik anlamda bağlı ve bağımlı yâni mahkûm olduğunu, böylece aslında
herkesin onlara taptığını ve -bırakın Gazze’yi korumak ve savaşı durdurmak için
yola çıkmayı- onlardan izin almadan sıçmaya bile gidemeyeceklerini
göstermiştir.
Gazze bize, -müslümanlar da dâhil- insanların
Allah’tan ve âhiretten değil, işte bu küresel sermâyedarlardan korktuklarını ve
aslında Allah’a değil, bilim-teknoloji ve para üzerinden bu kişilere
taptıklarını göstermiştir.
Gazze bize, modern- bilim ve
teknolojinin özünde zâlim ve Allahsız olduğunu gösterdi.
Gazze, “ateş (yâni bomba) sâdece düştüğü yeri yakar”
sözünü gözümüze-gözümüze sokmuştur-sokmaktadır.
Yine Gazze bize, İslâm’ın “boş laflar antolojisi”
olmadığını, sâdece lafla ve sözle bir şeylerin değişmediğini ve
değişmeyeceğini, sâdece lafla en küçük bir yaraya bile merhem olunamayacağını,
İslâm’ın bilgi-bilinçten sonra amel ve eylem dîni olduğunu, hattâ amele ve
eyleme dönmediğinde ve amel ve eylem olarak gözükmediğinde İslâm’ın “dinlerden
bir din” ve “Kur’ân’ın da “kitaplardan bir kitab”a dönüşeceğini ve hiç-bir
zarârı def edemeyeceği gibi hiç-bir yarârı da ortaya koyamayacağını çok net
olarak göstermiştir.
Gazze bize, insan ne kadar âlimse Kur’ân’ı o kadar
fazla anlayacağını fakat uygulamak için âlim olmaya gerek olmadığını
göstermiştir. Gazze bize, artık herkesin âlim olduğunu ama hiç kimsenin mücâhit
olmadığını ve olmak da istemediğini göstermiştir-göstermektedir.
Gazze bize, Kur’ân’ı sâdece “okuma kitabı” yapmanın
(iç-âlemlerde bâzı neşeler oluştursa ve zihinsel orgazmlar sağlasa da)
amel-eylem anlamında ortaya bir şey konulmadığında dış-âlemde hiç-bir işe
yaramayacağını, acıları gideremeyeceğini hattâ mâsumlara doğru gelen bir
kurşunu bile sektiremeyeceğini, yıkıntıların ortaya çıkardığı tozlara bile
engel olmayacağını çok net olarak göstermiştir.
Gazze bize, İslâm’ın sâdece ilim işi olmadığını, ilim
ve amel birlikte olmadığında rezilliğin, zulmün ve mazlûmiyetin kaçınılmaz
olduğunu göstermiştir.
Gazze bize, fil-dişi kulelerde masa-başında oturarak
“çözüm”ü hiç düşünmeden “çözümleme” yapmanın boş ve boktan bir iş olduğunu,
bilgiyi arttırmanın, akla çok önem vermenin, yeni düşünceler ve fikirler
üretmenin, yeni yazılar, makâleler, kitaplar yazmanın, sükseli laflarla
süslenmiş ve artist-artist tavırlarla kabara-kabara konuşmalar yapmanın bok
kadar bile bir değerinin olmadığını, okumayı, yazmayı, konuşmaları, kitap,
dergi ve yazıların sayısını arttırmanın, amel-eyleme dönülmediğinde hiç-bir
anlamı ve yararı olmadığını çok net olarak göstermiştir.
Gazze bize, Kur’ân ve Peygamber hakkında -sözde-
doğruyu bulmak için yapılan çalışmaların, sapkınlığı, adâletsizliği, küfrü,
şirki ve en önemlisi de zulmü önlemede hiç-bir yarârının olmadığını
göstermiştir-göstermektedir.
Gazze bize, Peygamberimiz’den sonra ortaya çıkan,
mezhep, meşrep, târikat, tasavvuf, cemaat, cemiyet, parti, grup, hizip vs.
hiç-bir akımın Peygamberimiz ve sahabe gibi İslâm’ı idrâk edip de o idrâk ile
amel-eylem ortaya koyamadığını ve koyamayacağını çok net olarak
göstermiştir-göstermektedir.
Gazze bize, İslâm’ın, Kur’ân ve vahye göre ortaya
konulmuş “en ideâl davranış modeli” olan ve Kur’ân’ın “güzel örneklik” dediği
Sünnet dışında hiç-bir düşünme biçimiyle idrâk edilemeyeceğini ve bu nedenle de
bir hareket ortaya koyamayacağını, bu-bağlamda Kur’ân’ın târihselci, modernist,
bilimsel, hadisçi-gelenekçi ve şeytan-işi pislik din-dışı diğer düşüncelerin
domuz boku kadar bile bir değerinin olmadığını çok net olarak göstermiştir.
Gazze bize, Kur’ân’ın en iyi şekilde, kelimelerini didiklemekle
değil, gereğini yapmakla idrâk edilebileceğini net olarak göstermiştir. Gazze
bize, İslâm’ın ilim ve amel olduğunu ve ancak bu ikisi birlikte olursa iki
kanatlı olarak uçulabileceğini, aksi-hâlde tek kanatla hareket bile
edilemeyeceğini göstermiştir.
Gazze bize, aslında dîni sınırlayarak insanların
îmânını, güvenini, takvâsını, samîmiyetini, amel ve eylemini azaltan DİB gibi
kurumların ancak lâik-seküler devletlerin uşaklığını yaptıklarını ve amel-eylem
noktasında bir hareketinin olmadığını ve hattâ öyle bir niyetinin de bulunmadığın
göstermiştir.
Gazze bize, sürekli olarak -başta Emevi ve Abbâsi
olmak üzere- orta-çağda kurulmuş olan devletlerin İslâm’ı ne kadar da
bozduğunu, İslâm’ı yozlaştırdığını, bugünkü hâl-i pür melâlimizin sebebinin bu
olduğunu söyleye-dursun, hem bu devletlerin, zamanlarının süper güçleri olduğunu
ve bu yüzden de hiç kimsenin müslümanları Gazze’deki gibi aşağılayamadığını ve hiç-bir
gücün de müslümanlara zulmedemediğini göstermiş, hem de Emevi-Abbâsi’ye
(bir-çok konuda haklı da olarak) yaptıkları eleştirilerden fırsat ve zaman
bulup da, modern sistemlere, ideolojilere, ABD’ye, AB’ye ve diğer tâğûtî devletlere
ve güçlere, yada en azından İsrâil’in zulümlerine hiç-bir eleştiri
getir(e)mediklerini ve onları sorgulamaya mâbadlarının ye(t)mediğini çok net
olarak göstermiştir.
Gazze bize, gerçek bir kahramâna
olan ihtiyâcı göstermiştir. Elini taşın altına koyacak ve masaya yumruğunu
vuracak kerîm öfkelere sâhip ve kararlı bir lîder, önder, imam vs. olmadıkça
birilerinin harekete geçmesinin mümkün olmayacağını ve zulmün önüne
geçilemeyeceğini göstermiştir.
Gazze bize, başta İsrâil
olmak üzere Dünyâ’daki süper güçlerin(!) “sözde güçler” olduğunu, aslında
onların öyle çok da bir güçlerinin olmadığını ve sünnetullah gereğince de
olamayacağını, onların güçlerinin propagandadan kaynaklandığını göstermiştir.
Bunların “kağıttan kaplan” olduğu ortaya çıkmıştır. Zâten bunlar hep, uçağı,
hava savunma sistemleri, gerekli silahları bulunmayan, askerî bakımdan yeterli
donanıma sâhip olmayan ülkelere saldırırlar ve onların tepelerine 2.000 metre
yüksekten bomba atarak ve evlerini yıkarak, bir de bunları kameraya çekip tüm
Dünyâ’da yayınlayarak kendilerinde sanki çok üstün bir güç olduğunun
propagandasını yapıyorlar. Şimdiye kadar güçlü ve askerî bakımdan tam donanımlı
ve arkasında destekçisi de olan bir ülkeye saldırmadılar ve onları yenmediler
ki!. Onlar aynen, nerede zayıf, çelimsiz ve güçsüz adam varsa onları döven ama
güçlü-kuvvetli bir adamla kavga ettiği görülmemiş olan eski kabadayılar
gibidirler.
Fakat yaptıkları propaganda
işe yaramakta ve birilerini fenâ hâlde korkutmaktadırlar ve bu korkaklar
bunlarda çok-çok üstün bir güç olduğu vehmine kapılmaktadır. Bir zamanlar bir
tartışma sırasında ABD ve İsrâil’e hayrân olanlardan birisi bana; “İsrâil
istese Türkiye’yi iki saatte haritadan siler” demişti. Oysa o zamandan bu yana
askerî alanda daha çok güçlenen İsrâil daha tek bir şehir büyüklüğündeki
Gazze’yi, değil iki saatte, iki ayda bile ele geçiremedi. Hattâ belki de ele
geçiremeden yenilip rezil olup çekip gidecektir. Bunlar, askerî açıdan hazır ve
insan olarak da kararlı olan hiç-bir ülkeyi-devleti yenemezler ve üstünlük
sağlayamazlar. Bunu Gazze bize çok açık ve net şekilde göstermiştir.
Gazze bize, üretilen onca
düşüncenin, yapılan onca konuşmanın, yazılan onca kitap, dergi ve yazıların
mazlumlara gerçek bir faydasının olmadığını göstermiştir. Bu-bağlamda
amel-eylemin yâni “yapma”nın bilmekten çok daha üstün olduğunun ortaya
çıkmasını sağlamıştır. Zîrâ üretilen onca düşüncenin, yapılan onca konuşmanın,
yazılan onca kitap, dergi ve yazıların mâsum ve mazlumlara hiç-bir faydası
olmamış hattâ mâsum ve yaralı çocukların başlarını bile sıvazlayamamıştır.
Gazze bize, Kur’ân’ı arapçasından
“anlamadan” okumakla ve okuyanlarla, türkçesinden “anlayarak” okumanın ve
okuyanların arasında bir fark olmadığını göstermiştir. Zîrâ iki kesim de
“etkili bir şey yapma” anlamında bir şey ortaya koymamışlardır ve iki kesim de
sâdece seyretmektedir. İki kesim de etkili bir şey yapmadıkları gibi böyle bir
niyetleri de yoktur. Kur’ân’ı “anlayarak” okumanın da, anlamayarak okumak
gibi “harekete geçirici” olmadığı
görülmüştür. Zîrâ tam bir teslîmiyetle teslim olan mü’min sayısı çok azdır.
Gazze bize, Allahsız lâik,
seküler, demokratik modern sistemlerde her zaman “güçlülerin” haklı ve hâkim
olduğunu ve olacağını göstermiştir.
Gazze bize, İslâm’ın yanına
konulan; “bilimsel İslâm, sosyâl İslâm, kapitâlist İslâm, modernist İslâm,
geleneksel İslâm, Türk-İslâm vb. gibi sentezlerin hiç-bir anlamının, öneminin
ve faydasının olmadığını çok net olarak göstermiştir. Gazze bize, İslâm’ın
“Kur’ân ve Sünnet demek olduğunu, İslâm’ın da ancak Kur’ân ile bilineceğini ve
Sünnet örnekliğine göre eyleme dökülebileceğini, İslâm’ın da zâten bu olduğunu göstermiştir.
Gazze bize, “ey îman
edenler!; îman ediniz” âyetini hatırlatmaktadır. Zîrâ mevcut îmanlar kişiyi
harekete geçirmiyor yada etkili şeyler yapmasına neden olmuyor.
Gazze bize, -bâzı istisnâlar
hâriç- genelde tüm dünyâ, özelde ise müslüman ülke lîderlerinin ve insanlarının,
ağızlarını bile açmaktan korkan birer korkak olduklarını gösterdi.
Gazze bize, zulmü kaldırmak
ve zulmü cezâlandırmak için “öküzün trene baktığı gibi” bakıp durmanın hiç-bir
yararının olmadığını, zulmü ve zâlimi def etmek için gayretli bir fizikî
mücâdelenin şart olduğunu göstermiştir.
Gazze bize tek-başına sâdece
“îman ettim” demenin yeterli olmadığını: “İnsanlar,
(sâdece) ‘îman ettik’ diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2) ve îmânın gereğini yerine
getirmekçe hiç-bir kötülüğün ve zulmün ber-tarâf edilemeyeceğini göstermiştir.
Gazze bize, sâdece “inandık”
demekle işin bitmediğini ve kuru-kuruya îman ettim” demekle bir sorunun
çözülemeyeceğini göstermiştir. Gazze bize, öncekilerin başına gelenlerin
benzerinin bizim de başımıza gelmeden cennete giremeyeceğimizi göstermiştir.
Gazze bize, kâfir kimmiş,
müşrik kimmiş, münâfık kimmiş ve zâlim kimmiş açıkça göstermiştir.
Gazze bize, birilerinin Allah
aşkı ve insan sevgisi içinde oldukları söylemlerinin ne kadar da yalan ve içi
boş bir zırvalık olduğunu göstermiştir. “Aşkın ve sevginin gücü” denilen şeyin
mâsumlara ve mazlumlara çâre olmadığını ve hiç-bir zaman da olmayacağını
göstermiştir.
Gazze bize, gavs, gavsûl
âzam, kutup, kutbûl aktap, evliya, veli, efendi, mele, mütref vs. gibi -sözde-
kâinâtı elinde tespih gibi çeviren zâtların aslında osuruğunu bile tutamayan
yavşaklar gürûhu olduğunu çok net olarak göstermiştir. Gazze bize, bunların
değil kâinâtı ellerinde tespih gibi çevirmesi, daha çişlerini tutamayan ve donlarını
bile toplamaya güçlerinin olmadığı âciz mahlûklar olduğunu çok net olarak göstermiştir.
Gazze bize, Gazze’nin ağır
mazlûmiyetine rağmen Mehdinin hâlen çıkmamış olmasının nedeninin, mehdi diye bir
şeyin de “mehdinin gelmesi” diye bir şeyin de olmadığını ve hiç-bir zaman da olmayacağını-gelmeyeceğini
göstermiştir. Çünkü şimdi değilse ne zaman gelecektir?.
Gazze bize, “İslâm’da savaş sâdece
savunma savaşıdır, İslâm’da saldırı savaşı yoktur” diyen “kelekler”in söylediklerinin
ne kadar boş laflar olduğunu göstermiştir. Üstelik bu keleklerin, mükemmel bir
savunma savaşı örneği olan Gazze Savaşı için müslümanları Gazze’ye destek
olmaya çağırmamakla korkaklıkları, ciddiyetsizlikleri ve münâfıklıkları ortaya
çıkmıştır.
Gazze bize, “muâsır medeniyet”
denilen batı’lı toplumlara âit olan sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, hukûkî,
kânûnî, askerî ve siyâsî düşüncelerin, söylemlerin ve uygulamaların, gerçek
anlamda “tüm insanlık için” derde devâ ve hiç-bir yaraya merhem olmadığını ve
olmayacağını göstermiştir.
Gazze bize, müslümanlar da
dâhil, hümanist, liberâl, demokratik ve sözde barışçı sistemleri savunanların
aslında üç maymunu oynadıklarını ve böylece maymunlaştıklarını ve
domuzlaştıklarını göstermiştir-göstermektedir.
Gazze bize, “insan hakları”
denen her-şeyin kâğıt üzerinde olduğunu, kâğıt üzerinde olan ve eyleme
dökülmeyen bir şeyin ise hiç-bir faydasının olmadığını-olmayacağını göstermiştir.
Gazze bize, kınamanın ölüm
ve zulüm noktasında hiç-bir şeye yaramadığını, kınamanın sonunun “kına yakmak”
olduğunu gösterdi.
Gazze bize, bir kötülüğün ve
bir zulmün güzellikle, sevgiyle, anlaşarak, uzlaşarak, kırmadan ve dökmeden
düzelmesinin söz-konusu bile olmadığını ve olamayacağını göstermiştir. Zâten
insanlık-tarihinde şirkin, küfrün, adâletsizliğin, eşitsizliğin, ahlâksızlığın,
kötülüğün, çirkefliğin, zulmün vs. güzellikle, sevgiyle, anlaşarak, uzlaşarak,
kırmadan ve dökmeden düzelebileceğinin tek bir örneği bile yoktur. Sâdece Hz.
Yûnus’un ikinci görev yerinde tebliğ ve dâvet işe yaramıştır ama onlar da
zulmün geleceğini anlamış ve görmüş olduklarından dolayı îman etmiş olsalar
gerektir. Çünkü işin ayrıntısını bilmiyoruz.
Gazze bize, müslümanların Kur’ân’ın emirlerini yerine
getirmeye hiç niyetlerinin olmadığını, çünkü yazının başındaki apaçık âyetin
gereğini yerine getirmek düşüncesinin bile onları ürpertip dehşete düşürdüğünü,
bu nedenle de bu tarz âyetleri yorumladıkça-yorumlayarak başkalaştırdıklarını,
böylece müslümanların, dîni âhirete, kâlplere, vicdanlara, masa-başına,
dört-duvar arasına ve ilme indirgediğini göstermiştir.
Gazze bize, müslümanların,
Allah’ın şu uyarısına rağmen: “Yoksa siz, Kitab’ın bir bölümüne inanıp da
bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle yapanların
dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet gününde de
azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan habersiz
değildir” (Bakara 85) âyetinin de işâret ettiği gibi, Kitab’ın yarısını
kabûl edip de diğer yarısından vazgeçtiklerini göstermiştir.
Gazze bize, aslında işgâl edilen
yerin “tüm Dünyâ” olduğunu, Gazze dışında tüm Dünyâ’nın işgâl edilmiş olduğunu
gösterdi. Tüm Dünyâ’nın kâlbinin, rûhunun, zihninin, beyninin, dilinin ve elinin
işgâl edildiğini gösterdi.
Gazze bize, bir köpek yada
kedi yaralandığında yada öldüğünde kıyâmetleri koparanların, kâlplerinde ve
vicdanlarında insanlara karşı bir merhâmetin, vicdânın ve acımanın olmadığını
göstermiştir. Zîrâ bir kedi yada köpek için ortalığı velveleye veren insanlar,
yarısı çocuk-bebek olan 20.000 insanın ölmesine karşı bir tepki göstermiş
değildirler.
Gazze bize, “akıl-çağı”
denilen bu çağda, insanların aklı fazla yücelttikleri ve hattâ aklı
ilahlaştırdıklarından dolayı vicdanlarını, merhâmetlerini ve duygularını
kaybettiklerini göstermiştir. Zîrâ akla gereğinden fazla önem verilince bu
duygular azalmış yada bitmiştir. Zâten akla fazla yönelenlerde ve onu aşırı
yüceltenlerde “duygu”lar birer zaaf olarak görülmeye başlanır.
Gazze bize, birilerinin,
modernizmin etkisinde kaldıkları için akıl-merkezli bir düşünce içinde
olduklarını, resmî yâni yalan-merkezli târihlerden öğrendiklerine göre tutum
takındıklarını, bu-nedenle de câhilce ve ahmakça, “Filistinlilerin, zamânında
akıllarını kullanmamalarının cezâsını çektiklerini” düşündükleri için tepkisiz
ve duyarsız kaldıklarını göstermiştir.
Gazze bize, yine, vahiyden
vazgeçip felsefeye ve kâlpten vazgeçip akla yönelenlerin, eskiden Gazze için
söyledikleri ve yaptıklarına karşı “reddi mîras” yaparak, bugün yapılan zulme
karşı Gazze lehine bir yorum bile yapamayacak duruma geldiklerini göstermiştir.
Bu, felsefeyi ve aklı merkeze alanların “şerefsizleşme temâyülü”dür.
Gazze bize, barışın, iyiliğin, adâletin, eşitliğin,
hakkın ve hakîkatin ikâmesinin sâdece bâzı çözümlemeler yapmakla olmayacağını,
kafa ve beden konforunu bozmadan bunların hayatta hâkim duruma getirilemeyeceğini,
“konfor içinde kendinden geçmiş” olanların ise acıyı, gözyaşını, feryâdı,
çığlığı, yalvarışları ve haykırışları duyamayacağını ve göremeyeceğini
göstermiştir. Konforun sarhoşluğu içinde olanların ana-gündemi Gazze değildir.
Gazze bize, uluslar-arası
hukuk ve kânunların hiç-bir karşılığının olmadığını göstermiştir.
Gazze bize, insanların kâlplerinin “ran” ile paslandığını ve artık
taş kesildiğini göstermiştir.
Gazze bize, kameralar
aracılığı ile gösterilenlerin vicdâna ve kalplere pek de dokunmadığını,
kameradan görülenlerin daha çok “nefislere yönelik” olduğunu göstermiştir.
Gazze bize, post-modernizm,
post-truth, metaverse ve yapay-zekânın insanları gerçeklikten ne kadar kopardığını-kopartabileceğini,
insanları duyarsızlaştırdığını çok net olarak göstermiştir. Gazze bize, modern
insanın acıları ve mazlûmiyetleri bir film izler gibi izlemelerinin nedeninin,
modern-bilim, teknoloji ve modernizm zihniyetinin “kâlpleri taşlaştırmış olması”
olduğunu göstermiştir.
Gazze bize, bir futbol maçın
için toplananların, mâsum bebeklerin ölümlerini protesto etmek için toplanmadığını
zîrâ modern insanın neredeyse tamâmının şeytanın, nefislerin ve tâğutların ellerinde
ve güdümünde birer oyuncağa ve birer robota dönüşmüş “hayvandan daha aşağı”
mahlûklara dönüştüklerini göstermiştir.
Gazze bize, İsrâil’in, “AB
ve ABD’nin ileri karakolu” olduğunu vebu yüzden onlar tarafından nasıl da
desteklendiğini ve destekleneceğini göstermiştir.
Gazze bize, modern insanın
ve küresel şeytanların, yumurtalarını pişirmek için Dünyâ’yı bile yakabileceklerini
göstermiştir.
Gazze bize, modern insanın
mâneviyatını kaybettiğini ve tümüyle maddiyata değer ve önem verdiğini hattâ
onu ilahlaştırdığını göstermiştir.
Gazze bize, aslında kağıttan
kaplan olan ama modern insan tarafından olağan-üstü güçlere sâhip olanların güçlerinin
sâdece kadınlara, çocuklara, bebeklere, hastalara ve yaşlılara yettiğini-yeteceğini
göstermiştir. Kassam Tugayları ise ilk günkü gibi ayaktadır.
Gazze bize, tüm Dünyâ’ya
karşı ortaya konan bir direnişin, insanları nasıl da etkileyip müslüman
olmalarına neden olabileceğini göstermiştir.
Gazze bize, insanlığın iflâs
etmiş olduğunu çok net olarak göstermiştir. Artık her-şey yeniden düşünülmeli
ve yorumlanmalıdır.
Gazze bize, Kur’ân’daki: “Ey
îman edenler!; yahudi ve hristiyanları dostlar (velîler) edinmeyin; onlar
birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edînirse, kuşkusuz
onlardandır. Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğuna hidâyet vermez” (Mâide
51) âyetinin nasıl da tezâhür ve tecelli ettiğini göstermiştir. .
Gazze bize daha neler-neler
göstermiştir ve göstermektedir ki, bunları anlatmaya sayfalar da kitaplar da
yetmez.
Gazze olayı genel anlamda
tüm dünyâ insanlarının, özel anlamda ise müslümanların “bitmişliğini,
âcizliğini ve onurunu, haysiyetini ve şerefini kaybederek insanlıktan ve
müslümanlıktan çıktığını göstermiştir-göstermektedir.
Gazze bize yüreğin ve
teslîmiyetin, akıldan da bilgiden de daha üstün olduğunu çoook net olarak göstermiştir
ve göstermektedir.
Gazze bir “mîlad” olmuştur
ve eskiden anlamlı görülen her-şey artık anlamsızlaşmıştır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder