11 Kasım 2023 Cumartesi

Gazze’nin Gösterdikleri


“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve o ezilen erkekler, kadınlar ve yavrular uğrunda savaşmıyorsunuz?. Baksanıza: ‘Ey bizim Rabbimiz!, bizleri zâlim olan bu memleketten kurtar, bize bir yiğit, bir bahâdır gönder’ diye yalvarıp duruyorlar” (Nîsâ 75).

 

“Eee, onlar da zamânında arâzilerini İsrâillilere satmasalardı” yalanına körü-körüne inanan câhil-cühelâ takımına şunları söyleyelim..

 

Güyâ Filistinliler 1948’den önce topraklarını Siyonist İsrâillilere sattı ve ülkeyi gönüllü olarak terk ettiler. İsrâilliler de satın aldıkları topraklarda devlet kurdular. Peki bu yalana inananlara soralım: Siz olsaydınız topraklarınızı satar mıydınız?. Elbette hep bir ağızdan; “aslâ satmazdık” diyeceksiniz değil mi?. Peki Dünyâ’da tek şeref-sâhibi ve tek akıllı siz misiniz?. Niçin söz-konusu kişiler Arap, müslüman ve doğu’lu olunca böyle bir düşünceye kapılıyorsunuz?. Bu yalan, emperyâlistlerin, ahmakları ve câhilleri kandırmak için uydurduğu zırvalıklardan başkası değildir. Tabi Arap, müslüman ve doğu’lu düşmanı olan lâik sazanlar da hemen bu yalanlara sarılırlar. Zîrâ Arap, müslüman ve doğu’lu düşmanlığından dolayı buna çok inanırlar yada inanmak isterler. Bu aynen: “Araplar Türkleri akadan vurdu” yalanında olduğu gibidir. Oysa bu yalanı ortaya atanlar Araplara da: “Türkler de dinden-îmandan çıktı” diyerek onları birbirlerinden soğutup birbirlerine düşman ediyorlardı. Böylece ilişkilerini kesiyor ve orta-doğunun yer-altı zenginlikleri de sömürgen emperyâlistlere kalıyordu.   

 

1948 ‘li yıllarda Filistin’de etnik bir temizlik girişimi yapıldığı için Filistinliler topraklarından uzaklaşmak ve ayrılmak zorunda kaldılar. Bu konuda bir yazıda şunlar söylenir:

 

“Filistinliler topraklarını gönüllü olarak terk etmedi, siyonist güçler tarafından topraklarından etnik olarak temizlendiler ve topraklarından sürülmelerine geniş-çaplı cinâyetler eşlik etti. Bölge sâkinleri siyonist güçler tarafından saldırıya uğradıktan sonra bölgeyi terk etti. 41 olayda bölge-sâkinleri zorla tehdit edildikten sonra bölgeden sürüldü. 90 olayda ise bölge-sâkinleri, başta 1948 Deir Yassin katliâmı olmak üzere siyonist güçlerin diğer bölgelerde gerçekleştirdiği katliamları duyduktan sonra korkudan bölgeyi terk etti. Çünkü kurumlar zayıftı ve yerel lîderler çok az nüfûza sâhipti. Filistinli paramiliter örgütler de siyonist muâdillerine kıyasla zayıftı.

 

Büyük şehirler düştükten sonra kırsal kesimdeki Filistinlilerin morali çöktü, zîrâ siyâsî lîderlik için şehirlere bel bağlamışlardı. Filistinli köylüler kentli orta-sınıfı taklit etti ve korkudan ülkelerini terk etti. Filistinlilerin en büyük göç-dalgası Nîsan ve Hazîran 1948 arasında gerçekleşti. Bunun nedeni büyük ölçüde, siyonist para-militer bir örgüt olan Haganah’ın 1947 paylaşım plânında Birleşmiş Milletler tarafından yahudi devletine tahsis edilen tüm toprakların kontrôlünü ele geçirme projesi olan Dalet Plânı’ydı. Bu durum çoğu Filistinlinin kasaba ve köylerini terk etmesine neden oldu. Filistin şehirlerine, kasabalarına ve köylerine acımasızca saldırarak ve onları yok ederek Dalet Plânı’nı uyguladılar. Siyonist güçlere dirensinler yada direnmesinler, sâkinleri yerlerinden sürüldü”.

 

Şu da var ki, parayla arâzileri satın ala-ala ülkeyi komple satın almak durumu olmuş olsa bile, yapılan bu iş, toprakları satın alanları meşrûlaştırmaz. Çünkü bir ülkeyi parayla satın almak da bir işgâl şeklidir. Bir ülkeyi parayla satın almak düşüncesi de bir şerefsizliktir. Böyle olduğu için toprakları satın alarak bir ülkeye sâhip olmak da normâl ve haklı gösterilemez.

 

Aynen günümüzde (Ekim-Kasım 2023) olduğu gibi. Büyük katliamlar nedeniyle halk zorla topraklarından sürüldü, olay bundan ibârettir. Toprak satma diye bir şey yoktur. Hem toprak ala-ala koca bir devlet-ülke satın alınabilir mi ki!. Satın ala-ala 20.000 km. kare toprağa sâhip olunabilir mi?. Lâikler bu zırvalıklara inanacaklarına, Filistin’in Osmanlı’dan çıkıp İngilizlerin eline nasıl ve neden geçtiğini araştırsınlar. Filistin’in kaderini belirleyen Osmanlı-İngiliz savaşında 7. ordu komutanının kim olduğunu ve niçin cepheyi terk-ederek diğer kolordu ve orduların da durumunu bozduğunu ve yenilgiye neyin sebep olduğunu “resmî olmayan” târihi inceleyerek görsünler.

 

Yine; “Gazzeliler durup-dururken ve sonucunu hiç düşünmeden niçin Aksa Tufânı’nı yaptılar?” ve “İsrâilliler teröristtir ama Gazzeli Hamas da teröristtir” diyenlere de şunu söyleyelim..

 

Gazzeliler durup-dururken değil; “zulme uğrayıp dururken, aşağılanıp dururken, yaralanıp ve ölüp dururken, muhtaç ve âciz duruma getirilip dururken, açık-hava hapishânesinde ezilip dururken, zor ve sıkıntılı bir hayat içindeyken” vs. bu işi yaptılar. Bir-kaç senede verecekleri kayıpları bir ayda vermeyi göze alarak bu işe kalkıştılar. Bin kere ölmektense bir kere ölmeyi göze alarak bu işi yaptılar ve yapmak istediklerini de gerçekleştirdiler. İsrâil’i rezil ettiler. İsrâil devletinin onca teknolojisine rağmen at-arabasıyla rehine aldılar. Aksa Tûfânı’nda ölenler olmuştur, fakat İsrâil’de 16 yaşından büyük herkes asker sayılır ve insanlar büyük oranda da silahlıdır. Zâten Hamas’lı yetkililer “baskında kadınları ve çocukları öldürmedik, onları esir aldık” şeklinde açıklamalar yapmışlardır. Fakat bizim bilmediğimiz bir zulüm de olmuşsa, onu da kabûl edecek değiliz elbette. Mâsumlar kim olursa-olsun her yerde mâsumdur.

 

Yaşanan Gazze-İsrâil savaşı bize bir-çok şeyin sağlamasını yapmış ve bize bir-çok şeyi çok açık ve net olarak göstermiştir. Gazze’nin bize gösterdiklerini sayacak olursak şunları söyleyebiliriz..

 

Gazze bize, İsrâil’in aslında kağıttan kaplan olduğunu, çünkü gerçek ve sonsuz gücün sâdece Allah’a âit olabileceğini göstermiştir. Hz. Mûsâ nasıl ki Firavun’un bilim-adamları olan sihirbazların üstün teknolojisini kuru bir değnek (âsâ) ile yendiyse, Gazzeliler de İsrâil’in üstün(!) teknolojik gücünü pat-pat motorlarla ve eşek arabalarıyla alt etmiştir.

 

Gazze bize, -tüm Dünyâ ile savaştığı için- Dünyâ’daki gerçek askerî gücün ne kadar olduğunu ve sanıldığı kadar da korkutucu olmadığını gösterdi.

 

Gazze bize, tüm Dünyâ bir-araya gelse bile; inanmış, tedbirini almış, hazırlanmış, plân ve programını yapmış ve hiç beklenmeyen bir savunma şekli ve gerilla taktiğiyle mücâdele edenleri yenemeyeceğini bize göstermiştir. Yeterli îmâna, sabra, gayrete, plân ve programa sâhip olanların yenilmeyeceğini yada en azından ezilmeyeceğini ve -sözde- çok üstün güce sâhip olanları korkutup rezil edebileceğini göstermiştir.

 

Gazze bize, bilim ve teknolojinin gücünün de bir sınırı olduğunu, bunların basit araçlarla bile alt edilebileceğini göstermiştir.

 

Gazze bize, modern savaşların, “ne kadar binâ yıkarsan o oranda gâlip görülürsün” sahte düşüncesini oluşturduğunu göstermiştir. Oysa ortada bir bozgun yoktur. Eskiden kılıç-kalkan ile savaşırken taktiği ve sabrı fazla olanlar bir hücum ile karşı tarafı bozguna uğratıp savaş meydanından kaçırınca gâlip gelmiş oluyordu. Şimdi ise “binlerce metre yükseklikten atılan bombalarla ne kadar çok betonarme yapı yıkarsan o kadar güçlü ve gâlip sayılırsın” düşüncesi vardır. Dolayısı ile uçağı olmayanların uçağı olanlara karşı savaşması saçma ve yanlış olarak görülmektedir. Fakat Gazze bu düşüncenin yanlışlığını ortaya koymuştur.

 

Gazze bize, -müslümanlar da dâhil- genel dünyâ insanlarının paraya, eşyâya, maddeye ve güce büyük bir bağlılıkla bağlı ve güce meftûn, râm ve hayrân olduğunu göstermiştir.

 

 Gazze bize, müslüman ülkelerin lîderlerinin, hükümetlerinin ve insanlarının büyük çoğunluğunun ne kadar da duyarsız, korkak, pısırık, yavşak ve şerefsiz olduğunu göstermiştir. Oysa bir-kaç müslüman ülke bir-araya gelip askerî bir atılım yapsa savaş duracaktır.

 

Gazze bize, -müslümanlar da dâhil- insanların kafa ve beden konforlarına ne kadar da alıştığını ve bu konforu zinhar ve ne olursa-olsun bozmak istemediklerini çok net olarak göstermiştir.

 

Gazze bize, modern insanın, -sözde- çok önem verdiği insan hakları, insan değeri, yaşama hakkı vs. gibi sözlerin boş zırvalıklar olduğunu göstermiştir. Gazze bize, hümanizm, demokrasi, temel haklar vs. sözlerin ve kurumların bok kadar bile değeri olmadığını çok net olarak göstermiştir.

 

Gazze bize, Thomas Hobbes şerefsizinin, “insan insanın kurdudur” lafının günümüzde de geçerli olduğunu göstermiştir.

 

Gazze bize, BM’nin, AB’nin, İİT’nın ve ne kadar insan haklarını koruma ve insanı değerli görme kurumları varsa, alayının aslında beş para etmez ve bir güce sâhip olmayan “kâğıt üzerinde kurumlar” olduğunu göstermiştir.

 

Gazze bize, -müslüman (mü’min değil) ülkeler de dâhil- hükümetlerin ve lîderlerin, tüm Dünyâ’yı kontrôl eden ve yönlendiren işte bu küresel güçler olan tâğutlara kul-köle olduklarını onlardan Allah gibi hattâ çok daha fazla korktuklarını çok net olarak göstermiştir.

 

Gazze bize,bir halkın tüm Dünyâ ile tek-başına ve basit araçlarla da savaşılabileceğini ve mücâdele edilebileceğini çok net olarak göstermiştir.

 

Gazze bize: “Tâlût, orduyla birlikte ayrıldığında dedi ki: ‘Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç alanlar hâriç- onu tatmazsa bendendir’. Küçük bir bölümü hâriç (hepsi sudan) içti. O, kendisiyle berâber îman edenlerle (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): ‘Bugün bizim Câlût’a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok’ dediler. (O zaman) muhakkak Allah’a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah’ın izniyle gâlip gelmiştir; Allah sabredenlerle berâberdir” (Bakara 249) âyetini tezâhür ettirircesine, aslolanın nicelik değil nitelik olduğunu net olarak göstermiştir.

 

Gazze bize, mü’minlerin bağlı olduğu İslâm hâriç, Dünyâ’da (ehl-i kitap da dâhil) hiç-bir dînin, inancın, ideolojinin, felsefenin, sistemin, söylemin, akımın, ülkenin, devletin, lîderin, bilimin, teknolojinin ve modernitenin aslında hiç vicdânı, merhâmeti ve kâlbi olmadığını, hakkı ve hakîkati umursamadığını, Allah ve âhiret korkusu olmadığını, dîni-îmânı takmadığını, söylediğim tüm bu şeylerin beş para etmez şeytan îcâdı olarak görüldüğünü, bunların hiç-bir yaraya merhem olamayacaklarını hattâ yaralı parmağa bile işemeyeceklerini, bunları savunanların ve bunlara bağlı olanların da ne kadar câhil, aptal, ahmak, kâfir, müşrik, münâfık, zâlim ve şerefsiz olduklarını göstermiştir.   

 

Gazze bize, tüm hükümetlerin ve insanların, Dünyâ’yı yöneten bir-kaç âilenin kulu, kölesi ve köpeği olduğunu, herkesin onlara maddî ve ekonomik anlamda bağlı ve bağımlı yâni mahkûm olduğunu, böylece aslında herkesin onlara taptığını ve -bırakın Gazze’yi korumak ve savaşı durdurmak için yola çıkmayı- onlardan izin almadan sıçmaya bile gidemeyeceklerini göstermiştir.

 

Gazze bize, -müslümanlar da dâhil- insanların Allah’tan ve âhiretten değil, işte bu küresel sermâyedarlardan korktuklarını ve aslında Allah’a değil, bilim-teknoloji ve para üzerinden bu kişilere taptıklarını göstermiştir.

 

Gazze bize, modern- bilim ve teknolojinin özünde zâlim ve Allahsız olduğunu gösterdi.

 

Gazze, “ateş (yâni bomba) sâdece düştüğü yeri yakar” sözünü gözümüze-gözümüze sokmuştur-sokmaktadır.

 

Yine Gazze bize, İslâm’ın “boş laflar antolojisi” olmadığını, sâdece lafla ve sözle bir şeylerin değişmediğini ve değişmeyeceğini, sâdece lafla en küçük bir yaraya bile merhem olunamayacağını, İslâm’ın bilgi-bilinçten sonra amel ve eylem dîni olduğunu, hattâ amele ve eyleme dönmediğinde ve amel ve eylem olarak gözükmediğinde İslâm’ın “dinlerden bir din” ve “Kur’ân’ın da “kitaplardan bir kitab”a dönüşeceğini ve hiç-bir zarârı def edemeyeceği gibi hiç-bir yarârı da ortaya koyamayacağını çok net olarak göstermiştir.  

 

Gazze bize, insan ne kadar âlimse Kur’ân’ı o kadar fazla anlayacağını fakat uygulamak için âlim olmaya gerek olmadığını göstermiştir. Gazze bize, artık herkesin âlim olduğunu ama hiç kimsenin mücâhit olmadığını ve olmak da istemediğini göstermiştir-göstermektedir. 

 

Gazze bize, Kur’ân’ı sâdece “okuma kitabı” yapmanın (iç-âlemlerde bâzı neşeler oluştursa ve zihinsel orgazmlar sağlasa da) amel-eylem anlamında ortaya bir şey konulmadığında dış-âlemde hiç-bir işe yaramayacağını, acıları gideremeyeceğini hattâ mâsumlara doğru gelen bir kurşunu bile sektiremeyeceğini, yıkıntıların ortaya çıkardığı tozlara bile engel olmayacağını çok net olarak göstermiştir.

 

Gazze bize, İslâm’ın sâdece ilim işi olmadığını, ilim ve amel birlikte olmadığında rezilliğin, zulmün ve mazlûmiyetin kaçınılmaz olduğunu göstermiştir.

 

Gazze bize, fil-dişi kulelerde masa-başında oturarak “çözüm”ü hiç düşünmeden “çözümleme” yapmanın boş ve boktan bir iş olduğunu, bilgiyi arttırmanın, akla çok önem vermenin, yeni düşünceler ve fikirler üretmenin, yeni yazılar, makâleler, kitaplar yazmanın, sükseli laflarla süslenmiş ve artist-artist tavırlarla kabara-kabara konuşmalar yapmanın bok kadar bile bir değerinin olmadığını, okumayı, yazmayı, konuşmaları, kitap, dergi ve yazıların sayısını arttırmanın, amel-eyleme dönülmediğinde hiç-bir anlamı ve yararı olmadığını çok net olarak göstermiştir. 

 

Gazze bize, Kur’ân ve Peygamber hakkında -sözde- doğruyu bulmak için yapılan çalışmaların, sapkınlığı, adâletsizliği, küfrü, şirki ve en önemlisi de zulmü önlemede hiç-bir yarârının olmadığını göstermiştir-göstermektedir.

 

Gazze bize, Peygamberimiz’den sonra ortaya çıkan, mezhep, meşrep, târikat, tasavvuf, cemaat, cemiyet, parti, grup, hizip vs. hiç-bir akımın Peygamberimiz ve sahabe gibi İslâm’ı idrâk edip de o idrâk ile amel-eylem ortaya koyamadığını ve koyamayacağını çok net olarak göstermiştir-göstermektedir.

 

Gazze bize, İslâm’ın, Kur’ân ve vahye göre ortaya konulmuş “en ideâl davranış modeli” olan ve Kur’ân’ın “güzel örneklik” dediği Sünnet dışında hiç-bir düşünme biçimiyle idrâk edilemeyeceğini ve bu nedenle de bir hareket ortaya koyamayacağını, bu-bağlamda Kur’ân’ın târihselci, modernist, bilimsel, hadisçi-gelenekçi ve şeytan-işi pislik din-dışı diğer düşüncelerin domuz boku kadar bile bir değerinin olmadığını çok net olarak göstermiştir.

 

Gazze bize, Kur’ân’ın en iyi şekilde, kelimelerini didiklemekle değil, gereğini yapmakla idrâk edilebileceğini net olarak göstermiştir. Gazze bize, İslâm’ın ilim ve amel olduğunu ve ancak bu ikisi birlikte olursa iki kanatlı olarak uçulabileceğini, aksi-hâlde tek kanatla hareket bile edilemeyeceğini göstermiştir.  

 

Gazze bize, aslında dîni sınırlayarak insanların îmânını, güvenini, takvâsını, samîmiyetini, amel ve eylemini azaltan DİB gibi kurumların ancak lâik-seküler devletlerin uşaklığını yaptıklarını ve amel-eylem noktasında bir hareketinin olmadığını ve hattâ öyle bir niyetinin de bulunmadığın göstermiştir. 

 

Gazze bize, sürekli olarak -başta Emevi ve Abbâsi olmak üzere- orta-çağda kurulmuş olan devletlerin İslâm’ı ne kadar da bozduğunu, İslâm’ı yozlaştırdığını, bugünkü hâl-i pür melâlimizin sebebinin bu olduğunu söyleye-dursun, hem bu devletlerin, zamanlarının süper güçleri olduğunu ve bu yüzden de hiç kimsenin müslümanları Gazze’deki gibi aşağılayamadığını ve hiç-bir gücün de müslümanlara zulmedemediğini göstermiş, hem de Emevi-Abbâsi’ye (bir-çok konuda haklı da olarak) yaptıkları eleştirilerden fırsat ve zaman bulup da, modern sistemlere, ideolojilere, ABD’ye, AB’ye ve diğer tâğûtî devletlere ve güçlere, yada en azından İsrâil’in zulümlerine hiç-bir eleştiri getir(e)mediklerini ve onları sorgulamaya mâbadlarının ye(t)mediğini çok net olarak göstermiştir.    

 

Gazze bize, gerçek bir kahramâna olan ihtiyâcı göstermiştir. Elini taşın altına koyacak ve masaya yumruğunu vuracak kerîm öfkelere sâhip ve kararlı bir lîder, önder, imam vs. olmadıkça birilerinin harekete geçmesinin mümkün olmayacağını ve zulmün önüne geçilemeyeceğini göstermiştir.  

 

Gazze bize, başta İsrâil olmak üzere Dünyâ’daki süper güçlerin(!) “sözde güçler” olduğunu, aslında onların öyle çok da bir güçlerinin olmadığını ve sünnetullah gereğince de olamayacağını, onların güçlerinin propagandadan kaynaklandığını göstermiştir. Bunların “kağıttan kaplan” olduğu ortaya çıkmıştır. Zâten bunlar hep, uçağı, hava savunma sistemleri, gerekli silahları bulunmayan, askerî bakımdan yeterli donanıma sâhip olmayan ülkelere saldırırlar ve onların tepelerine 2.000 metre yüksekten bomba atarak ve evlerini yıkarak, bir de bunları kameraya çekip tüm Dünyâ’da yayınlayarak kendilerinde sanki çok üstün bir güç olduğunun propagandasını yapıyorlar. Şimdiye kadar güçlü ve askerî bakımdan tam donanımlı ve arkasında destekçisi de olan bir ülkeye saldırmadılar ve onları yenmediler ki!. Onlar aynen, nerede zayıf, çelimsiz ve güçsüz adam varsa onları döven ama güçlü-kuvvetli bir adamla kavga ettiği görülmemiş olan eski kabadayılar gibidirler.

 

Fakat yaptıkları propaganda işe yaramakta ve birilerini fenâ hâlde korkutmaktadırlar ve bu korkaklar bunlarda çok-çok üstün bir güç olduğu vehmine kapılmaktadır. Bir zamanlar bir tartışma sırasında ABD ve İsrâil’e hayrân olanlardan birisi bana; “İsrâil istese Türkiye’yi iki saatte haritadan siler” demişti. Oysa o zamandan bu yana askerî alanda daha çok güçlenen İsrâil daha tek bir şehir büyüklüğündeki Gazze’yi, değil iki saatte, iki ayda bile ele geçiremedi. Hattâ belki de ele geçiremeden yenilip rezil olup çekip gidecektir. Bunlar, askerî açıdan hazır ve insan olarak da kararlı olan hiç-bir ülkeyi-devleti yenemezler ve üstünlük sağlayamazlar. Bunu Gazze bize çok açık ve net şekilde göstermiştir. 

 

Gazze bize, üretilen onca düşüncenin, yapılan onca konuşmanın, yazılan onca kitap, dergi ve yazıların mazlumlara gerçek bir faydasının olmadığını göstermiştir. Bu-bağlamda amel-eylemin yâni “yapma”nın bilmekten çok daha üstün olduğunun ortaya çıkmasını sağlamıştır. Zîrâ üretilen onca düşüncenin, yapılan onca konuşmanın, yazılan onca kitap, dergi ve yazıların mâsum ve mazlumlara hiç-bir faydası olmamış hattâ mâsum ve yaralı çocukların başlarını bile sıvazlayamamıştır.

 

Gazze bize, Kur’ân’ı arapçasından “anlamadan” okumakla ve okuyanlarla, türkçesinden “anlayarak” okumanın ve okuyanların arasında bir fark olmadığını göstermiştir. Zîrâ iki kesim de “etkili bir şey yapma” anlamında bir şey ortaya koymamışlardır ve iki kesim de sâdece seyretmektedir. İki kesim de etkili bir şey yapmadıkları gibi böyle bir niyetleri de yoktur. Kur’ân’ı “anlayarak” okumanın da, anlamayarak okumak gibi  “harekete geçirici” olmadığı görülmüştür. Zîrâ tam bir teslîmiyetle teslim olan mü’min sayısı çok azdır.

 

Gazze bize, Allahsız lâik, seküler, demokratik modern sistemlerde her zaman “güçlülerin” haklı ve hâkim olduğunu ve olacağını göstermiştir.

 

Gazze bize, İslâm’ın yanına konulan; “bilimsel İslâm, sosyâl İslâm, kapitâlist İslâm, modernist İslâm, geleneksel İslâm, Türk-İslâm vb. gibi sentezlerin hiç-bir anlamının, öneminin ve faydasının olmadığını çok net olarak göstermiştir. Gazze bize, İslâm’ın “Kur’ân ve Sünnet demek olduğunu, İslâm’ın da ancak Kur’ân ile bilineceğini ve Sünnet örnekliğine göre eyleme dökülebileceğini, İslâm’ın da zâten bu olduğunu göstermiştir.

 

Gazze bize, “ey îman edenler!; îman ediniz” âyetini hatırlatmaktadır. Zîrâ mevcut îmanlar kişiyi harekete geçirmiyor yada etkili şeyler yapmasına neden olmuyor.

 

Gazze bize, -bâzı istisnâlar hâriç- genelde tüm dünyâ, özelde ise müslüman ülke lîderlerinin ve insanlarının, ağızlarını bile açmaktan korkan birer korkak olduklarını gösterdi.

 

Gazze bize, zulmü kaldırmak ve zulmü cezâlandırmak için “öküzün trene baktığı gibi” bakıp durmanın hiç-bir yararının olmadığını, zulmü ve zâlimi def etmek için gayretli bir fizikî mücâdelenin şart olduğunu göstermiştir.

 

Gazze bize tek-başına sâdece “îman ettim” demenin yeterli olmadığını: “İnsanlar, (sâdece) ‘îman ettik’ diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2) ve îmânın gereğini yerine getirmekçe hiç-bir kötülüğün ve zulmün ber-tarâf edilemeyeceğini göstermiştir.

 

Gazze bize, sâdece “inandık” demekle işin bitmediğini ve kuru-kuruya îman ettim” demekle bir sorunun çözülemeyeceğini göstermiştir. Gazze bize, öncekilerin başına gelenlerin benzerinin bizim de başımıza gelmeden cennete giremeyeceğimizi göstermiştir.

 

Gazze bize, kâfir kimmiş, müşrik kimmiş, münâfık kimmiş ve zâlim kimmiş açıkça göstermiştir.

 

Gazze bize, birilerinin Allah aşkı ve insan sevgisi içinde oldukları söylemlerinin ne kadar da yalan ve içi boş bir zırvalık olduğunu göstermiştir. “Aşkın ve sevginin gücü” denilen şeyin mâsumlara ve mazlumlara çâre olmadığını ve hiç-bir zaman da olmayacağını göstermiştir.

 

Gazze bize, gavs, gavsûl âzam, kutup, kutbûl aktap, evliya, veli, efendi, mele, mütref vs. gibi -sözde- kâinâtı elinde tespih gibi çeviren zâtların aslında osuruğunu bile tutamayan yavşaklar gürûhu olduğunu çok net olarak göstermiştir. Gazze bize, bunların değil kâinâtı ellerinde tespih gibi çevirmesi, daha çişlerini tutamayan ve donlarını bile toplamaya güçlerinin olmadığı âciz mahlûklar olduğunu çok net olarak göstermiştir.

 

Gazze bize, Gazze’nin ağır mazlûmiyetine rağmen Mehdinin hâlen çıkmamış olmasının nedeninin, mehdi diye bir şeyin de “mehdinin gelmesi” diye bir şeyin de olmadığını ve hiç-bir zaman da olmayacağını-gelmeyeceğini göstermiştir. Çünkü şimdi değilse ne zaman gelecektir?.

 

Gazze bize, “İslâm’da savaş sâdece savunma savaşıdır, İslâm’da saldırı savaşı yoktur” diyen “kelekler”in söylediklerinin ne kadar boş laflar olduğunu göstermiştir. Üstelik bu keleklerin, mükemmel bir savunma savaşı örneği olan Gazze Savaşı için müslümanları Gazze’ye destek olmaya çağırmamakla korkaklıkları, ciddiyetsizlikleri ve münâfıklıkları ortaya çıkmıştır. 

 

Gazze bize, “muâsır medeniyet” denilen batı’lı toplumlara âit olan sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, hukûkî, kânûnî, askerî ve siyâsî düşüncelerin, söylemlerin ve uygulamaların, gerçek anlamda “tüm insanlık için” derde devâ ve hiç-bir yaraya merhem olmadığını ve olmayacağını göstermiştir.

 

Gazze bize, müslümanlar da dâhil, hümanist, liberâl, demokratik ve sözde barışçı sistemleri savunanların aslında üç maymunu oynadıklarını ve böylece maymunlaştıklarını ve domuzlaştıklarını göstermiştir-göstermektedir.

 

Gazze bize, “insan hakları” denen her-şeyin kâğıt üzerinde olduğunu, kâğıt üzerinde olan ve eyleme dökülmeyen bir şeyin ise hiç-bir faydasının olmadığını-olmayacağını göstermiştir. 

 

Gazze bize, kınamanın ölüm ve zulüm noktasında hiç-bir şeye yaramadığını, kınamanın sonunun “kına yakmak” olduğunu gösterdi.

 

Gazze bize, bir kötülüğün ve bir zulmün güzellikle, sevgiyle, anlaşarak, uzlaşarak, kırmadan ve dökmeden düzelmesinin söz-konusu bile olmadığını ve olamayacağını göstermiştir. Zâten insanlık-tarihinde şirkin, küfrün, adâletsizliğin, eşitsizliğin, ahlâksızlığın, kötülüğün, çirkefliğin, zulmün vs. güzellikle, sevgiyle, anlaşarak, uzlaşarak, kırmadan ve dökmeden düzelebileceğinin tek bir örneği bile yoktur. Sâdece Hz. Yûnus’un ikinci görev yerinde tebliğ ve dâvet işe yaramıştır ama onlar da zulmün geleceğini anlamış ve görmüş olduklarından dolayı îman etmiş olsalar gerektir. Çünkü işin ayrıntısını bilmiyoruz.

 

Gazze bize, müslümanların Kur’ân’ın emirlerini yerine getirmeye hiç niyetlerinin olmadığını, çünkü yazının başındaki apaçık âyetin gereğini yerine getirmek düşüncesinin bile onları ürpertip dehşete düşürdüğünü, bu nedenle de bu tarz âyetleri yorumladıkça-yorumlayarak başkalaştırdıklarını, böylece müslümanların, dîni âhirete, kâlplere, vicdanlara, masa-başına, dört-duvar arasına ve ilme indirgediğini göstermiştir.

 

Gazze bize, müslümanların, Allah’ın şu uyarısına rağmen: “Yoksa siz, Kitab’ın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir” (Bakara 85) âyetinin de işâret ettiği gibi, Kitab’ın yarısını kabûl edip de diğer yarısından vazgeçtiklerini göstermiştir.

 

Gazze bize, aslında işgâl edilen yerin “tüm Dünyâ” olduğunu, Gazze dışında tüm Dünyâ’nın işgâl edilmiş olduğunu gösterdi. Tüm Dünyâ’nın kâlbinin, rûhunun, zihninin, beyninin, dilinin ve elinin işgâl edildiğini gösterdi.

 

Gazze bize, bir köpek yada kedi yaralandığında yada öldüğünde kıyâmetleri koparanların, kâlplerinde ve vicdanlarında insanlara karşı bir merhâmetin, vicdânın ve acımanın olmadığını göstermiştir. Zîrâ bir kedi yada köpek için ortalığı velveleye veren insanlar, yarısı çocuk-bebek olan 20.000 insanın ölmesine karşı bir tepki göstermiş değildirler.

 

Gazze bize, “akıl-çağı” denilen bu çağda, insanların aklı fazla yücelttikleri ve hattâ aklı ilahlaştırdıklarından dolayı vicdanlarını, merhâmetlerini ve duygularını kaybettiklerini göstermiştir. Zîrâ akla gereğinden fazla önem verilince bu duygular azalmış yada bitmiştir. Zâten akla fazla yönelenlerde ve onu aşırı yüceltenlerde “duygu”lar birer zaaf olarak görülmeye başlanır.

 

Gazze bize, birilerinin, modernizmin etkisinde kaldıkları için akıl-merkezli bir düşünce içinde olduklarını, resmî yâni yalan-merkezli târihlerden öğrendiklerine göre tutum takındıklarını, bu-nedenle de câhilce ve ahmakça, “Filistinlilerin, zamânında akıllarını kullanmamalarının cezâsını çektiklerini” düşündükleri için tepkisiz ve duyarsız kaldıklarını göstermiştir.

 

Gazze bize, yine, vahiyden vazgeçip felsefeye ve kâlpten vazgeçip akla yönelenlerin, eskiden Gazze için söyledikleri ve yaptıklarına karşı “reddi mîras” yaparak, bugün yapılan zulme karşı Gazze lehine bir yorum bile yapamayacak duruma geldiklerini göstermiştir. Bu, felsefeyi ve aklı merkeze alanların “şerefsizleşme temâyülü”dür.  

 

Gazze  bize, barışın, iyiliğin, adâletin, eşitliğin, hakkın ve hakîkatin ikâmesinin sâdece bâzı çözümlemeler yapmakla olmayacağını, kafa ve beden konforunu bozmadan bunların hayatta hâkim duruma getirilemeyeceğini, “konfor içinde kendinden geçmiş” olanların ise acıyı, gözyaşını, feryâdı, çığlığı, yalvarışları ve haykırışları duyamayacağını ve göremeyeceğini göstermiştir. Konforun sarhoşluğu içinde olanların ana-gündemi Gazze değildir.

 

Gazze bize, uluslar-arası hukuk ve kânunların hiç-bir karşılığının olmadığını göstermiştir.

 

Gazze bize, insanların  kâlplerinin “ran” ile paslandığını ve artık taş kesildiğini göstermiştir.

 

Gazze bize, kameralar aracılığı ile gösterilenlerin vicdâna ve kalplere pek de dokunmadığını, kameradan görülenlerin daha çok “nefislere yönelik” olduğunu göstermiştir.

 

Gazze bize, post-modernizm, post-truth, metaverse ve yapay-zekânın insanları gerçeklikten ne kadar kopardığını-kopartabileceğini, insanları duyarsızlaştırdığını çok net olarak göstermiştir. Gazze bize, modern insanın acıları ve mazlûmiyetleri bir film izler gibi izlemelerinin nedeninin, modern-bilim, teknoloji ve modernizm zihniyetinin “kâlpleri taşlaştırmış olması” olduğunu göstermiştir.

 

Gazze bize, bir futbol maçın için toplananların, mâsum bebeklerin ölümlerini protesto etmek için toplanmadığını zîrâ modern insanın neredeyse tamâmının şeytanın, nefislerin ve tâğutların ellerinde ve güdümünde birer oyuncağa ve birer robota dönüşmüş “hayvandan daha aşağı” mahlûklara dönüştüklerini göstermiştir.

 

Gazze bize, İsrâil’in, “AB ve ABD’nin ileri karakolu” olduğunu vebu yüzden onlar tarafından nasıl da desteklendiğini ve destekleneceğini göstermiştir.

 

Gazze bize, modern insanın ve küresel şeytanların, yumurtalarını pişirmek için Dünyâ’yı bile yakabileceklerini göstermiştir.

 

Gazze bize, modern insanın mâneviyatını kaybettiğini ve tümüyle maddiyata değer ve önem verdiğini hattâ onu ilahlaştırdığını göstermiştir.

 

Gazze bize, aslında kağıttan kaplan olan ama modern insan tarafından olağan-üstü güçlere sâhip olanların güçlerinin sâdece kadınlara, çocuklara, bebeklere, hastalara ve yaşlılara yettiğini-yeteceğini göstermiştir. Kassam Tugayları ise ilk günkü gibi ayaktadır.

 

Gazze bize, tüm Dünyâ’ya karşı ortaya konan bir direnişin, insanları nasıl da etkileyip müslüman olmalarına neden olabileceğini göstermiştir.

 

Gazze bize, insanlığın iflâs etmiş olduğunu çok net olarak göstermiştir. Artık her-şey yeniden düşünülmeli ve yorumlanmalıdır.

 

Gazze bize, Kur’ân’daki: “Ey îman edenler!; yahudi ve hristiyanları dostlar (velîler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edînirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğuna hidâyet vermez” (Mâide 51) âyetinin nasıl da tezâhür ve tecelli ettiğini göstermiştir. .

 

Gazze bize daha neler-neler göstermiştir ve göstermektedir ki, bunları anlatmaya sayfalar da kitaplar da yetmez.

 

Gazze olayı genel anlamda tüm dünyâ insanlarının, özel anlamda ise müslümanların “bitmişliğini, âcizliğini ve onurunu, haysiyetini ve şerefini kaybederek insanlıktan ve müslümanlıktan çıktığını göstermiştir-göstermektedir.

 

Gazze bize yüreğin ve teslîmiyetin, akıldan da bilgiden de daha üstün olduğunu çoook net olarak göstermiştir ve göstermektedir.

 

Gazze bir “mîlad” olmuştur ve eskiden anlamlı görülen her-şey artık anlamsızlaşmıştır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2023

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder