13 Kasım 2023 Pazartesi

Tahsil ve Emek


“Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur” (Necm 39).

 

Tahsil: “Öğrenim. Bir okulu ve eğitim sürecini bitirmiş olmak”.

 

Emek: “Bir işin yapılması için harcanan beden ve kafa gücü, çalışma. Uzun, yorucu ve özenli çalışma”.

 

Tahsilin ikinci anlamı “para toplama ve alma” dır. Tahsilden amaç ve hedef “parayı elde etme”dir.

 

Bir işi eğitim alarak yapmak iyidir, fakat onu çıraklıktan yetişerek kalfa ve usta olarak yapmak daha iyi sonuç verir. Çünkü pratiklik ve tecrübe teorik bilgiden daha üstündür. Hattâ ustalık isteyen bir işi eğitim alarak yapanlar değil, çıraklıktan yetişerek usta olanlar çok daha iyi yaparlar. Çünkü yaparak öğrenmek, okuyarak öğrenmekten üstündür ve iyi sonuç verir. O-hâlde çıraklıktan yetişerek bir işin ustası olmak, okuyarak ve tahsil yaparak o işin ustası olmaktan niçin daha düşük görülüyor ve düşük tutuluyor?. Çünkü netîcede bir iş yapılacak ve bir ürün ortaya konulacaksa onu daha iyi yapacak olanlar elbette el-yatkınlığı daha fazla olanlar ve pratik olarak yıllarca o işi yapmış olanlar olmaz mı?. Fakat böyle olmuyor ve tahsil ile o işin ustası olmuş daha doğrusu ustası olduğunu gösteren belgeye sâhip olmuş olanlar üstün tutuluyor ve maaşları da yüksek veriliyor. Bu ne kadar da haksızca ve aptalca bir şey.

 

Düşünsenize; tahsil yaparak o işi yapanla çıraklıktan yetişerek usta olan ve aynı işi yapan iki kişi bir iş-yerinde aynı saatte işe geliyorlar ve işe başlıyorlar, ikisi de aynı ürünü üretmek için çalışıyor, çıraklıktan yetişme olan kişi daha tecrübeli olduğu için, tahsil yaparak oraya gelmiş olan kişi çıraklıktan yetişmiş olandan iş de öğreniyor, fakat iş makam ve rütbe vermeye gelince yada maaş oranına geldiğinde tahsil yaparak oraya gelmiş olanlar çıraklıktan yetişmiş olanlardan daha fazla maaş alıyorlar ve makam da onlara veriliyor. Peki neden?. Bu eski ve aptalca bir alışkanlıktan başka bir şey değildir.

 

İslâm’da maaş uygulaması, körü-körüne üstün tutulan tahsil yapmış olmaya göre değil, herkesin emeğine göre belirlenir. Öyle ya; buz gibi soğuk havada yada kızgın Güneş’in altında veyâ hijyensiz bir ortamda ağır şartlarda çalışan bir kişi ile, kaloriferin-klimanın altında konforlu ortamda çalışan biri arasında ücret yönünden neden aşırı bir fark olsun ki?. Tuvalet temizleyen bir hastâne çalışanı ile bir hekimin maaşı arasında, sorumluluktan doğan küçük bir farkın dışında niçin aşırı bir fark olsun?. Hekimin yazın serin, kışın sıcak bir ortamda çalışması zâten onun için bir ödüldür. Yâni hekimin “tahsil yapmış” olmasının ödülü, rahat, konforlu ve îtibarlı bir ortamda çalışmasıdır. Buna rağmen onlara bir de, ağır şartlarda çalışanların aldığı maaşın 3-5 hatta hattâ 10 katı fazla bir maaş verilmesi ancak zulüm ve şerefsizlik olabilir. Bir hekim yada yönetici zâten bedenen yorulmadığı rahat bir ortamda çalışıyor, bir de neden fazla ücret alacak?. İlle de bir fark gözetilecekse, çalışma ortamının rahat-konforlu olması yetmelidir âmir yada “okumuş-tahsilli” denilen kişilere. Yâni okumuş ve tahsil yapmış olmanın ödülü, bâzı alanlar için %10’luk bir fark ve rahat-konforlu bir ortamda çalışmak olmalıdır. Zâten ancak böyle bir düzenleme, toplum içinde aşırı uçlar meydana gelmesinin önüne geçebilir. Mâdenler gibi çok ağır ve çöpçülük gibi pis işlerde çalışanların maaşları diğerleriyle aynı oranda olsa da onların ödülü ise günde ik-üç saat az çalışmak olabilir.

 

İslâm’da mêmur ve işçi sınıf için belirlenmiş çok farklı maaşlar yoktur. Verilen maaş insanların ve âilelerinin geçimi için yeterli olacak olan bir orandır. Aylık maaşla çalışan kesim içinde, âmir-mêmur, işçi-ustabaşı, hekim-hemşire-hastabakıcı vs. arasında -sorumluluktan doğan bir farkla- aldıkları ücret yönünden en fazla %10’luk bir fark olabilir. Yâni bir işçi 1.000 lira alıyorsa, usta-başı ancak 1.100 lira alabilir, hemşire-hastabakıcı 1.000 lira alıyorsa hekim 1.100 lira alabilir. Özel kuruluşlarda ise bundan biraz farklı olmasına rağmen 1.500 lirayı geçmeyecek bir gelir söz-konusu olmalıdır. Değişik meslek grupları arasında da ücret farkları %10’u geçemez. Usta, ameleden en fazla % 10 fazla ücret alabilir. Usta zâten ameleye göre daha az yoruluyor, bu ona “ödül” yada “ustalık farkı” için yeter/yetmelidir.

 

Tabi bu rakamlar 4 kişilik âile için belirlenmiştir. 4 kişiden fazla olan her birey için belli bir fazlalık söz-konusudur. Eğer maaşlara zam yapılacaksa, herkese aynı oranda zam yapılmalıdır. Zam maaşın yüzdeliğine göre değil, herkese aynı rakam olarak yapılmalıdır. Böylece zamanla arada uçurumlar olmaz. Çünkü aksi bir tutum bir süre sonra maaşlarda aşırı bir farka ve uçuruma neden olur. İslâm’da bu, “herkes eşit olsun diye” değil, “herkesin sorumluluğuna ve emeğine göre olsun” diye bu şekilde belirlenir. Bu tutum toplum içinde aşırı uçlar meydana gelmesinin önüne de geçer. İslâm’da, çok fakir ve de çok zengin kesim olamaz. Herkes hemen-hemen aynı şeyleri alabilecek ücreti kazanır. Gelir düzeyinde aşırı farklılıklar olamaz. Bu yüzden başkalarının yanında ezik duruma düşen ve boynunu büken insanlar olmaz. Tabi bu durumun istismâr edilmesine de izin verilmez. Peygamberimiz, köle-sâhiplerine; “onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin” der. Bu, “efendilerle köleler arasında bile bâriz farklar olmasın” demektir.

 

Emekli maaşları ise herkes için aynı oranda olur. Çünkü artık herkesin sorumluluğu eşit hâle gelmiştir. İş-hayâtındaki “sorumluluk derecesi”nden doğan farklar emeklilikle birlikte ortadan kalkmıştır. “Herkesin alışmış olduğu bir yaşam-tarzı ve hayat standardı var, bu nedenle herkes aynı maaşı alamaz” gibi laflar ancak vahşi kapitâlizmin hüküm sürdüğü yerlerde geçerli olabilir. O standardı nerede ve neden sağlamış ki!.. Diğerinin hayat standardı neden düşük?. Evet; Kur’ânî iki kavram olan “adâlet” (eşitlemek) ve “kıst”ı (hakkını vermek) bu şekilde hakkıyla uygulanmalıdır. Tâ ki; kimseye haksızlık yapılmasın ve “servet birilerinin elinde zamanla toplanıp da çoğalmasın” ve biri yerken diğeri bakmasın.

 

Modern hayat tahsil yapmış olmayı “üstünlük” olarak görüyor. Çünkü modernizm akla tapmaktadır. Oysa üstünlük iş ve emektedir.

 

Peki tahsil yapmış çalışanın tahsilsiz çalışana göre üstün olması gerektiğinin delîli nedir?. Düşünsenize; iki kişi var aynı mahâlleden yada aynı sokaktan. Bunlar aynı apartmanda yaşayan komşu olabilirler yada bunlar ana-baba bir, iki kardeş veyâ baba-oğul da olabilir hattâ bâzen karı-koca da olabilirler. Bunların biri tahsilli diğeri ise ancak zorunlu eğitim kadar eğitim almış olsun. Bunlar sabah aynı saatte yola düşüyorlar ve aynı iş-yerinde aynı saatte işe başlıyorlar. Biri mêmur biri işçi. Mêmur geçiyor masasının başına, tak-tak mühür vuruyor yada bilgisayarda kayıt yaparak akşama kadar oturuyor. Diğeri ise tuvalet temizliyor, paspas yapıyor. Tamam, olabilir. O işi mêmur olan kişi daha iyi yapıyor olabilir. Bunda sorun yok, otursun masasına, diğeri de paspasını yapsın. Fakat mêmur yorulmadan rahat bir şekilde işini yaparken, işçi ise ağır ve hijyensiz şartlarda çalışıyor, üstelik bir de mêmur ile arasındaki maaş farkı 2-3 katı bulabiliyor. Mêmur meselâ 1.000 lira alırken işçi 300-400 lira alıyor?. Peki niçin?. Bunun mantığı nedir?. Üstelik mêmur “mêmur” olduğu için cumartesi-pazar çalışmazken işçi icâbında cumartesi günleri de çalışıyor. Hattâ çoğunlukla işe de mêmurdan 1-2 saat önce geliyor. İşçilerin çoğu da gece-gündüz şeklinde vardiyalı olarak çalışıyor. Hepsinden sonra sigorta primleri de “maaşlara göre” yattığı için emekli olduklarında da mêmurlar işçilerden 2-3 kat fazla maaş alıyor?. Bu nasıl bir adâletsizlik ve nasıl bir şerefsizliktir?. Böyle olmasını hangi Allahsız düşünüyor, uygun görüyor, düzenliyor ve uyguluyor?.

 

İşin bir de sosyâl bir yönü var. Mêmur ve işçi bayramlarda-seyranlarda bir-araya geldiklerinde birisi maaşıyla ve rahat çalışma şartlarıyla övünürken diğeri boynunu büküyor, ezilip büzülüyor. Emeklilikte artık yapılan işten dolayı bir sorumluk kalmamasına rağmen maaş farkı aynen devâm ediyor. Buna îtirâz edildiğinde “herkesin bir yaşam-tarzı ve yaşam-seviyesi var” diyorlar. Peki birinin yaşam-tarzı ve seviyesi diğerinden niçin çok farklı oluyor?. Hadi çalışma hayâtında riskten ve sorumluluktan kaynaklanan bâzı farklar oluyor. Peki emeklilikte niçin fark oluyor?. İki taraf da bir karı bir koca. “Benim maaş yüksek olduğu için prim de yüksekten yattı” diyor. Biri de çıkıp “ulan yavşak!, senin maaşın niçin fazla ve primin neden fazla yatmış?” diye sormuyor.

 

O-hâlde tahsil, belli alanlarda “daha rahat bir ortamda çalışmak için” olabilir. Çıraklıktan yetişenler ileride yapacakları işi seçmiş oluyorlar. Vasıfsız olanlar ise zâten mevcut işi yapmayı kabûl etmiş oluyorlar. Bunda çok da sorun yok. Fakat aralarındaki ücretler niye emeklilikte de devâm edecek oranda 2-3 kat fark olacak şekilde farklı oluyor?.

 

Bu tartışmayı yapanlar müslümanlar ise, kolaya kaçmak ve dereyi bulandırmamak için işi kadere bağlıyorlar ve “Allah böyle nasip etmiş” diyorlar. Oysa bu, Allah’a atılmış bir iftirâdır. İslâm’da öyle “olan yiyecek, olmayan yiyemeyecek” diye bir şey yoktur. Biri yer diğer bakar, kıyâmet ondan kopar. İslâm’da, “olan olmayanla paylaşacak” diye bir emir vardır ama daha da önemlisi, birinde çok olup da diğerinde az yada hiç olmayacak bir durum olmamalıdır. İslâm’da kişinin rızkını ve yaşayış-şeklini belirleyen “önceden yazılmış kader” diye bir şey yoktur ve bu “kadere îman” denilen şey sonradan bâzı şerefsizler tarafından Mekke câhiliye uygulamasının yeniden diriltilmesinden başkası değildir.

 

Rızkı Allah verir. Rızkın garantisi Allah’tır. Birileri; “Allah rızkı çalışmadan verir mi?” diyor. Evet verir. Allah, tabiat aracılığı ile bize çeşitli nîmetleri bedâvaya, adâletli ve eşit bir şekilde sunuyor: “O, yeryüzüne, denge ve dayanıklık sağlayan dağları yerleştirdi. Onda bereketler yarattı. Ve onda, azıklarını dört-günde takdir edip düzenledi. İsteyip duranlar için eşit miktarda olmak üzere” (Fussilet 10).

 

Bir araştırmaya göre doğa, hiç çalışılmasa bile kişi başına yıllık 800 dolar değer üretiyor. Yâni, yağmur yağıyor, Güneş açıyor, ısı ve ışık oluşuyor, otlar-bitkiler büyüyor, hayvanlar çoğalıyor, denizde balıklar vâr oluyor, madenler oluşuyor vs. Hem de bunlar Allah tarafından garantilidir. Ne biter ne de eksilir. Hava bedâva, su bedâva, ısı ve ışık bedâva, yenebilecek hayvanlar bedâva, bitkiler bedâva, barınma yerleri (meselâ mağaralar) bedâva. Bize sâdece tutmak ve toplamak kalıyor. Bu yüzden bir mü’min, “yarın ne olacağım” diye endişelen(e)mez/endişelenmemelidir. En başta Allah’a güvenerek, çalışarak, paylaşarak, isrâf etmeyerek/dengeli tüketerek ve rızkını arayarak, yaşamak için gerekli olan ihtiyâçlar kolaylıkla karşılanabilir. Zâten açlığın, yoksulluğun-fakirliğin asıl nedeni Dünyâ’daki rızıkların yetersizliği değil, adâletsiz/eşitsiz bir gelir/değer dağılımıdır. Sorun, zenginlerin fakirler üzerindeki sömürüsü ve zulmüdür.

 

İslâm’da ücretler ilk başta ev-halkının sayısına göre belirlenir. Meselâ vasıfsız işçi olan ama 7 tâne çocuğu olan bir kişi, en yüksek derecedeki mêmurdan bile daha fazla maaş alır. Çünkü Allah her doğanın rızkına kefil olmuştur. İkinci kriter ise tahsil değil, verilen emektir. Çünkü insana emeğinden başkası yoktur. Tahsil yapmış olmak başta olmak üzere diğer kriterler ise şeytâni fitnelerden başkası değildir.

 

Yeryüzünün en derin uçurumu, “zengin ile fakir arasındaki uçurum”dur.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2023

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder