“Einstein’ın izâfiyet
teorisi ile zamânın izâfi olduğu ortaya konduktan sonra 15 milyar yıl ile
bir-kaç sâniye arasındaki farkın önemi de kalmamıştır” diyorlar. Fakat
insanların zaman algısında bir problem yok. Herkes meselâ “bir gün”ün ne kadar
bir süre olduğunu a-priori olarak biliyor.
Zamânın mutlak ve
bağımsız bir varlığı yoktur. Çünkü gerçek bir varlığı yoktur. Madde ile
kâimdir zaman. Evrendeki maddeyi/hareketi bir-anda durdursak, yada maddeyi
kozmik bir süpürgeyle süpürsek ve ortada hareket yada madde kalmasa zaman da
kalmaz/olmaz. Süpürülme işleminden sonra görülen/kalan şeyin (mekân) ne
olduğunu her-hâlde Allah’tan başka kimse bilemez. Mekâna (hâşâ, “post vahdet-i
vücut”çuluk yapıp) “Allah” demeyeceksek, mekân da yok olucudur. Belki de bu yok-oluş
süpürülmeyle birlikte gerçekleşir. Geriye ne kalacağını ancak O bilir. Bir de
“saf-zaman” denen bir zaman da var mıdır?.. o da ayrı bir düşüncenin konusu.
Gerçi bu saf-zaman ben vâr-olduğum müddetçe; hareket vâr-olduğu müddetçe
görülemeyecek/bilinemeyecek/idrâk edilemeyecektir. Bu yüzden bizi çok
ilgilendirmiyor. İdrâk edemeyiz çünkü.
Ali
Şeriati:
“Zaman, mekândan
îbârettir” der.
Augustinus da: “Zaman, pek bir boyutu olmayan “şimdi” ile,
artık vârolmayan “geçmiş” ve
daha vârolmamış olan “gelecek” arasında bulunan, dolayısıyla da ancak hatırlama
(geçmiş) ve bekleme (geleceği)
biçiminde
vârolabilen bir şeydir” der.
Her ne kadar;
“genel izâfiyet teorisiyle zamânın mutlak olmadığı anlaşıldı” dense de, Genel
İzâfiyet Teorisi zamânın bükülmesinden bahsederek zamânı maddîleştirir. Zamânın
evren materyâllerinden etkilendiğini ve büküldüğünü söylemek, zamânın maddî
olduğunu ve zamânın parçacıklarının olduğunu söylemektir. Hâlbuki zaman,
maddenin/parçacığın olduğu her yerdedir. Hiç-bir şey onu çekemez/bükemez.
Çekimlerden etkilenen parçacıklar büküldüğünde/çekildiğinde, zaman zâten hep
maddenin “soyut olarak” yanında olduğundan, zamânın da büküldüğü zannediliyor.
Hâlbuki zaman, maddenin içinde mündemiçtir-özdeştir. Suyun rengi kabının
rengidir. Zamânın yeri maddenin yeridir. Zamânın şekli maddenin şeklidir. Zaman
maddenin bir iz-düşümüdür. Zaman bir sonuçtur. Işığın yokluğu hâli olan
karanlık gibidir. Işığın yokluğunda aydınlık kalmadığı gibi, maddenin
yokluğunda da zaman kalmaz. Bağımsız bir zaman yoktur. Aksi, “dehr”cilik ve
zamânı ilâhlaştırmak olur.
“Sakın
sizden biriniz: Vay ‘dehrin musîbetine’, demesin (böyle sövmesin). Çünkü dehr (zaman) ancak Allah’tır” ve “Dehre sövmeyin. Çünkü dehr ancak Allah’tır” (Buhârî, Edeb,
101; Müslim, Elfâz, 4; Muvatta'. Kelâm, 3).
Allah, bizim bildiklerimizden
hiç-bir şeye benzemez. Bu bakımdan Allah -hâşâ- dehr yâni zaman da değildir.
Allah, zamânı da yaratandır. Allah, zamânı, “maddenin hareketinin bir sonucu olarak” ve kâinat yasalarına bağlı olarak yaratmıştır. Hâki Demir bu konuda şöyle der:
“Mikro-kozmostaki ilerlemelerin vardığı
nokta kuantum fiziğidir ve kuantum fiziği ise maddenin parçacıklardan değil,
alanlardan (kuantum alanlarından) meydana geldiği ve bu alanların ise mütemâdi
bir deverân (veyâ hareketlilik) içinde olduğunu gösterir.
Varlık görüntüsü aslında hareketten
kaynaklanmaktadır. Hareket o kadar hızlıdır ki, ortaya kompoze bir varlık
görüntüsü çıkmaktadır. Hareket durduğu takdirde (matematik kavrayış olarak buna
ulaşmak kâbildir) ortada görünecek bir varlık kalmamaktadır. Varlığın
sırlarından biri de harekette mahfuzdur”.
Zamansız bir hareket veyâ hareketsiz
bir zaman olmaz. Ilya Prigogine: “Zaman, devamlı yaratılıştır” der, çünkü madde
sürekli ve her-an yeniden yaratılmaktadır. Bahsedilen “an”, “her-an”dır. Çünkü
bir-anlık bir zamanda hareket olmaz. An hareketsizdir. Çekilen resimler,
çekildiği ânı kaydeder ve gösterir. Fakat resmin çekildiği o an, “sâdece o anla”
sınırlı olduğu için resimlerde hareket yoktur. Videolar ise ardı-ardına çekilen
anların arka-arkaya gösterilmesinden oluştuğu için videolarda bir hareket ve zamân
gözükür. Hareketin dolayısıyla zamânın olması için anların ardı-ardına gelmesi
gerekir. O-hâlde sâdece şimdi ve şu-andaki anlar ve anlık zamanlar vardır.
Nasıl ki yan-yana dizilmiş lambalardan birisinin sönmesinin ardından, yanındaki
diğeri yanar ve bu süreç böyle hızlıca devâm eder gider.
Hareket ve zaman,
dolayısıyla mekân, “ân”ların toplamı ve ard-arda gelmesinin bir toplamı ve
sonucudur. Bizim hareketi ve zamânı akıyor gibi görmemizin nedeni, bir-önceki
hareketi ve zamânı hatırlıyor olmamızdan dolayıdır. Bu hep böyle sürüyor ve
akış devâm ediyor. Böyle olduğundan dolayı aslında hareket ve zaman sâdece bizim
algımızdan başka bir şey olmamış olmuyor. Bizim hâfızamız olmasaydı hareketi ve
zamânı anlayamazdık. Bir şeye aşırı odaklanıp sâdece o şeye kilitlenenlerin,
zamânın nasıl geçtiğini bilememeleri bu nedenledir. Çünkü tüm dikkatlerini o
şeye vermişlerdir ve biraz-önceki zamana o süre içinde odaklanamamışlardır.
Tabi her zaman söylediğimiz
gibi; her-şeyin en doğrusunu sâdece Allah bilir. Biri de çıkıp; “zaman olmasaydı
hareket de olmazdı ve her-şey donup kalırdı. Çünkü hareket etmeye zaman ve fırsat
bulamazdık. Hareketi sağlayan yâni maddenin hareketini sağlayan şey zamandır” da
diyebilir. Hattâ “madde, zamanla birlikte varlığını devâm ettiriyor” da diyebilir
ve bu düşünce de ihtimâllerden bir ihtimâl olurdu. Tabi bu düşüncede zamânı
ilahlaştırmak ve her-şeyi ona bağlayarak Dehrîlik yapmak da şirk ve küfür olur.
Çünkü zaman da en nihâyetinde her-şeyle berâber her-an yaratılmaya muhtaçtır ve
yaratılıp durmaktadır. Belki “zamânın her-an yeniden yaratılması, maddenin hareketini
sağlıyor” denebilir.
Orta-yolda buluşup; “zaman
ve hareket yâni madenin hareketi birbirinin varlığını etkiliyor. Birbirlerinin neden-sonucu
oluyorlar” denebilir. Fakat tabi “her ikisi de her-an yeniden Allah tarafından
yaratılmaya muhtaçtırlar”.
El-Kindi; Mekân ve hareketin izâfi olduğunu,
zamânın cisim ve hareketten
ayrı düşünülemeyeceğini
söylemiştir: “Zaman cismin vâr olma süresidir,
zamanla bilinebilen ve ölçülebilen hız ve yavaşlıkta hareketin biçimleridir.
Zaman, mekân ve hareket birbirinden bağımsız değildir, göğe doğru çıkan bir
insan, ağacı küçük görür, inen insan ise büyük görür” der.
Zamânın aktığını
hissedebilecek, değerlendirecek ve onan bir ölçü koyabilecek bir bilinç olmadığında,
“zamânın akması” diye bir şey olmaz.
Evet; her-şey
anlamını “hareket” ile bulur. Meselâ târih, insanın/toplumun hareket etmesidir.
Zaman da maddenin hareket etmesidir.
Ölüm hâlinde
mutlak bir hareketsizlik durumu olduğundan, artık mevtâ (ölü) için bir zamandan
bahsedilemez. Kişinin “hareketi” bittiği için zamânı da bitmiştir zîrâ.
Zaman-dışı olmuştur o kişi artık. Zâten diğer âleme de “bu zamandan”
çıkabildiği için gitmiştir. Diğer âleme gidebilmenin yolu bu âlemdeki zamandan
(ve mekândan) sıyrılmakla mümkündür. Ölen kişi artık bilinen zamanla kayıtlı
değildir çünkü.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ocak 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder