11 Ocak 2016 Pazartesi

Zaman


“Einstein’ın izâfiyet teorisi ile zamânın izâfi olduğu ortaya konduktan sonra 15 milyar yıl ile bir-kaç sâniye arasındaki farkın önemi de kalmamıştır” diyorlar. Fakat insanların zaman algısında bir problem yok. Herkes meselâ “bir gün”ün ne kadar bir süre olduğunu a-priori olarak biliyor.  

 

Zamânın mutlak ve bağımsız bir varlığı yoktur. Çünkü gerçek bir varlığı yoktur. Madde ile kâimdir zaman. Evrendeki maddeyi/hareketi bir-anda durdursak, yada maddeyi kozmik bir süpürgeyle süpürsek ve ortada hareket yada madde kalmasa zaman da kalmaz/olmaz. Süpürülme işleminden sonra görülen/kalan şeyin (mekân) ne olduğunu her-hâlde Allah’tan başka kimse bilemez. Mekâna (hâşâ, “post vahdet-i vücut”çuluk yapıp) “Allah” demeyeceksek, mekân da yok olucudur. Belki de bu yok-oluş süpürülmeyle birlikte gerçekleşir. Geriye ne kalacağını ancak O bilir. Bir de “saf-zaman” denen bir zaman da var mıdır?.. o da ayrı bir düşüncenin konusu. Gerçi bu saf-zaman ben vâr-olduğum müddetçe; hareket vâr-olduğu müddetçe görülemeyecek/bilinemeyecek/idrâk edilemeyecektir. Bu yüzden bizi çok ilgilendirmiyor. İdrâk edemeyiz çünkü.

 

Ali Şeriati:

 

“Zaman, mekândan îbârettir” der.

 

Augustinus da: “Zaman, pek bir boyutu olmayan şimdi ile, artık vârolmayangeçmiş ve daha vârolmamış olan “gelecek arasında bulunan, dolayısıyla da ancak hatırlama (geçmiş) ve bekleme (geleceği) biçiminde vârolabilen bir şeydir” der.

 

Her ne kadar; “genel izâfiyet teorisiyle zamânın mutlak olmadığı anlaşıldı” dense de, Genel İzâfiyet Teorisi zamânın bükülmesinden bahsederek zamânı maddîleştirir. Zamânın evren materyâllerinden etkilendiğini ve büküldüğünü söylemek, zamânın maddî olduğunu ve zamânın parçacıklarının olduğunu söylemektir. Hâlbuki zaman, maddenin/parçacığın olduğu her yerdedir. Hiç-bir şey onu çekemez/bükemez. Çekimlerden etkilenen parçacıklar büküldüğünde/çekildiğinde, zaman zâten hep maddenin “soyut olarak” yanında olduğundan, zamânın da büküldüğü zannediliyor. Hâlbuki zaman, maddenin içinde mündemiçtir-özdeştir. Suyun rengi kabının rengidir. Zamânın yeri maddenin yeridir. Zamânın şekli maddenin şeklidir. Zaman maddenin bir iz-düşümüdür. Zaman bir sonuçtur. Işığın yokluğu hâli olan karanlık gibidir. Işığın yokluğunda aydınlık kalmadığı gibi, maddenin yokluğunda da zaman kalmaz. Bağımsız bir zaman yoktur. Aksi, “dehr”cilik ve zamânı ilâhlaştırmak olur.

 

Sakın sizden biriniz: Vay ‘dehrin musîbetine, demesin (böyle sövmesin). Çünkü dehr (zaman) ancak Allah’tır” ve “Dehre sövmeyin. Çünkü dehr ancak Allah’tır” (Buhârî, Edeb, 101; Müslim, Elfâz, 4; Muvatta'. Kelâm, 3).

 

Allah, bizim bildiklerimizden hiç-bir şeye benzemez. Bu bakımdan Allah -hâşâ- dehr yâni zaman da değildir. Allah, zamânı da yaratandır. Allah, zamânı, “maddenin hareketinin bir sonucu olarak” ve kâinat yasalarına bağlı olarak yaratmıştır. Hâki Demir bu konuda şöyle der:

 

“Mikro-kozmostaki ilerlemelerin vardığı nokta kuantum fiziğidir ve kuantum fiziği ise maddenin parçacıklardan değil, alanlardan (kuantum alanlarından) meydana geldiği ve bu alanların ise mütemâdi bir deverân (veyâ hareketlilik) içinde olduğunu gösterir.

 

Varlık görüntüsü aslında hareketten kaynaklanmaktadır. Hareket o kadar hızlıdır ki, ortaya kompoze bir varlık görüntüsü çıkmaktadır. Hareket durduğu takdirde (matematik kavrayış olarak buna ulaşmak kâbildir) ortada görünecek bir varlık kalmamaktadır. Varlığın sırlarından biri de harekette mahfuzdur”.

 

Zamansız bir hareket veyâ hareketsiz bir zaman olmaz. Ilya Prigogine: “Zaman, devamlı yaratılıştır” der, çünkü madde sürekli ve her-an yeniden yaratılmaktadır. Bahsedilen “an”, “her-an”dır. Çünkü bir-anlık bir zamanda hareket olmaz. An hareketsizdir. Çekilen resimler, çekildiği ânı kaydeder ve gösterir. Fakat resmin çekildiği o an, “sâdece o anla” sınırlı olduğu için resimlerde hareket yoktur. Videolar ise ardı-ardına çekilen anların arka-arkaya gösterilmesinden oluştuğu için videolarda bir hareket ve zamân gözükür. Hareketin dolayısıyla zamânın olması için anların ardı-ardına gelmesi gerekir. O-hâlde sâdece şimdi ve şu-andaki anlar ve anlık zamanlar vardır. Nasıl ki yan-yana dizilmiş lambalardan birisinin sönmesinin ardından, yanındaki diğeri yanar ve bu süreç böyle hızlıca devâm eder gider.

 

Hareket ve zaman, dolayısıyla mekân, “ân”ların toplamı ve ard-arda gelmesinin bir toplamı ve sonucudur. Bizim hareketi ve zamânı akıyor gibi görmemizin nedeni, bir-önceki hareketi ve zamânı hatırlıyor olmamızdan dolayıdır. Bu hep böyle sürüyor ve akış devâm ediyor. Böyle olduğundan dolayı aslında hareket ve zaman sâdece bizim algımızdan başka bir şey olmamış olmuyor. Bizim hâfızamız olmasaydı hareketi ve zamânı anlayamazdık. Bir şeye aşırı odaklanıp sâdece o şeye kilitlenenlerin, zamânın nasıl geçtiğini bilememeleri bu nedenledir. Çünkü tüm dikkatlerini o şeye vermişlerdir ve biraz-önceki zamana o süre içinde odaklanamamışlardır.

 

Tabi her zaman söylediğimiz gibi; her-şeyin en doğrusunu sâdece Allah bilir. Biri de çıkıp; “zaman olmasaydı hareket de olmazdı ve her-şey donup kalırdı. Çünkü hareket etmeye zaman ve fırsat bulamazdık. Hareketi sağlayan yâni maddenin hareketini sağlayan şey zamandır” da diyebilir. Hattâ “madde, zamanla birlikte varlığını devâm ettiriyor” da diyebilir ve bu düşünce de ihtimâllerden bir ihtimâl olurdu. Tabi bu düşüncede zamânı ilahlaştırmak ve her-şeyi ona bağlayarak Dehrîlik yapmak da şirk ve küfür olur. Çünkü zaman da en nihâyetinde her-şeyle berâber her-an yaratılmaya muhtaçtır ve yaratılıp durmaktadır. Belki “zamânın her-an yeniden yaratılması, maddenin hareketini sağlıyor” denebilir.

 

Orta-yolda buluşup; “zaman ve hareket yâni madenin hareketi birbirinin varlığını etkiliyor. Birbirlerinin neden-sonucu oluyorlar” denebilir. Fakat tabi “her ikisi de her-an yeniden Allah tarafından yaratılmaya muhtaçtırlar”.

 

  El-Kindi; Mekân ve hareketin izâfi olduğunu, zamânın cisim ve hareketten ayrı düşünülemeyeceğini söylemiştir: “Zaman cismin vâr olma süresidir, zamanla bilinebilen ve ölçülebilen hız ve yavaşlıkta hareketin biçimleridir. Zaman, mekân ve hareket birbirinden bağımsız değildir, göğe doğru çıkan bir insan, ağacı küçük görür, inen insan ise büyük görür” der.

 

Zamânın aktığını hissedebilecek, değerlendirecek ve onan bir ölçü koyabilecek bir bilinç olmadığında, “zamânın akması” diye bir şey olmaz.

 

Evet; her-şey anlamını “hareket” ile bulur. Meselâ târih, insanın/toplumun hareket etmesidir. Zaman da maddenin hareket etmesidir.

 

Ölüm hâlinde mutlak bir hareketsizlik durumu olduğundan, artık mevtâ (ölü) için bir zamandan bahsedilemez. Kişinin “hareketi” bittiği için zamânı da bitmiştir zîrâ. Zaman-dışı olmuştur o kişi artık. Zâten diğer âleme de “bu zamandan” çıkabildiği için gitmiştir. Diğer âleme gidebilmenin yolu bu âlemdeki zamandan (ve mekândan) sıyrılmakla mümkündür. Ölen kişi artık bilinen zamanla kayıtlı değildir çünkü.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ocak 2016

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder