(Fe eyne tezhebûn?. “Hâl böyle
iken nereye gidiyorsunuz?” (Tekvir
26).
Post-modern
zamanlarda neredeyse her cümleye onunla başlanan “ilerleme” kelimesi, üzerinde
gereğince düşünülmemiş-düşünülmeyen bir “yanılgı-yanılsama” sözcüğüdür. Yanılgıdır,
çünkü insanlar ilerlemenin “nereye” doğru olduğunu hem düşünmüyorlar hem de bunu
sorgulamıyorlar. “Sürü psikolojisi” ile hareket eden post-modern toplumlar,
tağutlar tarafından empoze edilmiş olan bu kelimeye körü-körüne bağlanmışlar ve
gerçekten de bir ilerlemenin olduğunu düşünmekteler. Küresel kapitâlist-liberâl
tüketim kültürünün ürettiği ve dayattığı “ilerleme” kelimesine halk, “tükettiği”
oranda katkı yaptığını düşünüyor. İlerlemeyi, tüketiminin artması olarak
görüyor. Tüketim arttığında, ilerleme var zannediliyor. Zâten tüketim-şekli ve
oranı farklı nedenlerden dolayı azalan kesimler de bir ilerlemenin değil,
gerilemenin olduğunu düşünüyorlar ve söylüyorlar. “Dümeni yerinde” olanlar yada
tüketimlerini borç ile yâni geleceklerini ipotek ederek istedikleri ölçüde
tüketim yapabilenler hızlı bir ilerlemenin olduğunu düşünürken; savaşların-ölümlerin
olduğu, açlıkların-feryatların yaşandığı yerlerdeki insanlar ise tam-aksine,
hızlı bir gerilemenin olduğunu düşünürler. O hâlde ilerleme-gerileme denilen
söz, izâfi-görece bir durumu yansıtıyor demektir. Kubilay Aysevener:
“Târihte bir
ilerleme var mıdır?. Bu soru 16. ve 17. yüzyıllarda doğa-bilimlerindeki büyük
gelişmelerin ve teknik yeniliklerin insan yaşamına sağladığı kolaylıklar
göz-önünde tutularak ortaya atılmış bir sorudur. Toplumların belirli bir
durumdan daha iyi bir duruma yükselmiş olmaları, onları, toplum olarak
gelişmekte ve belirli bir yöne doğru ilerlemekte oldukları inancına itmiştir.
Bilimde ve buna bağlı olarak toplumda bir ilerlemenin olduğuna inanç, Avrupa’da
bir slogan olarak yayılmış ve sonunda, târihte de bir ilerlemenin olduğu
inancına yol açmıştır” der.
İlerleme “daha sonra gelen
daha iyidir” düşüncesine dayanır fakat târihte görülen süreç böyle değildir.
Tecrübeden yararlanılarak yapılan hatâlar tekrar yapılmadığı gibi, aynı
hatâların yeniden yapıldığı da gözlenmiştir ve gözlenmektedir. Martin Bernal,
“ilerleme”nin oluşumu hakkında şunları söyler:
“İlerleme”
kavramı Avrupa’da 16. yüzyıldan, yâni insanların artık şeker, kâğıt, matbaa,
rüzgâr değirmenleri, pusula, barut vb. -tümü de Asya’dan getirilmiştir- gibi
eskiçağ insanlarının yoksun olduğu ürünlere ve îcatlara sâhip olduklarını
anlamaya başladıkları zamandan bêri mevcut olmuştur. Fakat 1560’tan 1660’a
kadar süren yıkıcı Din Savaşları sırasında böylesi bir görüşün yayılması hattâ
sağlam bir kök salması bile zordu. Ne var ki, 1670 ile 1770 arasındaki yüzyıl,
büyük bir ekonomik yayılma, bilimsel ve teknik ilerleme yüzyılı olmuş ve bu
dönemde siyâsal iktidar merkezileşmiştir”.
İlerleme hem bir yanılsamadır
hem de yanıltıcıdır. Siyon Protokôlleri’nin 13.sünde: “İlerleme, Tanrı’nın
Seçtiği kavim olan biz Yahudilerden başkası bilmesin diye, gerçeği gizlemeye
hizmet eden yanıltıcı bir kavramdır” denir.
Şöyle bir
soru sormak lâzım: Nereye doğru bir ilerleme, nereye doğru bir gerileme?.
Sorgulanmayan her-şey, körü-körüne kabûl edilmek zorundadır. Peki sorgulanan
şeyler nasıl sonuçlanıyor?. Çok basit bir düşünme sonucunda ilerleme ve
gerilemeyle ilgili şöyle bir sonuç çıkıyor; Eğer bir “ilerleme” varsa,
şu-anda gelinen yer en zirve, en son gelinecek yer olması gerekir. Çünkü
böyle olmadığında, ilerleyerek gelindiği zannedilen mevcut yer, biraz sonra
ilerleme devâm edeceğinden, az sonraki ilerlemeye göre bir-önceki gerileme
noktası “geri” kalmış olur ve geri kalınan yer “ileri” olmak özelliğini
kaybetmiş olur. Gerileme de öyle; biraz geriye gidildiğinde, orası mecbûren
görece bir gerileme olacaktır, çünkü geriye doğru gidilen yerin başlangıcı olan
“ilerisi” orada durmaktadır. Öyleyse olan nedir?. Şudur: Bir ilerleme ve
gerileme yoktur, bir döngü vardır. Bu döngü, evrende de gözlemlediğimiz
şekilde dâire yada elips bir şekilde, mutlak olarak aynı yere gelinmeyen ve aynı
noktadan tekrar geçilmeyen helezon-vâri bir döngüdür. Bu döngü gibi, Dünyâ’da
da bir döngü vardır ve bu döngü sürecinde insanların ne kadar mutlu-huzurlu-güvenli
bir durumda olduğu yada zulme mâruz kaldığıdır esas önemli olan. Savaşların,
işkencelerin, mazlûmiyetin, feryatların olduğu, 1 milyar insanın aç yaşadığı,
4’te 3’ü su olmasına rağmen insanların susuzluktan öldüğü Dünyâ’da bir “ilerleme”nin
olduğundan mı bahsediliyor?. Bu ne bencil bir düşünce?; neyde ilerlediniz?; hangi
mazlûmiyeti bitirdiniz ki?; hangi hastalığı tedâvi ettiniz meselâ?, (Tıp
dünyâsında kronik bir hastalığın tamâmen tedâvi edildiğinin (şifâ) bir örneği
yoktur), yada hangi savaşı bitirdiniz? vs. vs. Neye ilerleme diyorsunuz siz?;
çirkefliğe mi?; pisliğe mi?; ayyuka çıkan ahlaksızlığa mı?.
Aslında
bilimsel olarak da bir ilerlemenin ve gerilemenin olması mümkün değildir. Termodinamiğin
2. yasası olan entropi kânununa göre, her-şey zamanla bozulmaya doğru gider.
Yâni her-şey zamanla daha kullanışsız bir şekle doğru gider. Bunun nedeni, bir
ilerlemenin yada gerilemenin olması değil, döngünün yıpratıcı özelliğindendir. Fakat
bu bile bir döngü içindeyken, döngü devâm ederken olur. Bir ilerlemenin ve
gerilemenin olup-olmadığı tartışması bile evrensel ve küresel döngü devâm
ederken yapılır-yapılıyor. Şu-an îtibârıyla bir ilerleme yok, bir “döngü” var.
Bu döngüyü, doğallıktan ve normâllikten uzak olan ve insanları mutsuz-huzursuz
eden, fakat birileri tarafından çeşitli kanallarla “varmış gibi gösterilen” bir
“ilerleme” zannediyoruz. Bu döngünün içinde iken entropiye karşı koymanın tek
bir yolu vardır; İslâm-vahiy-Kur’ân merkezli, bilgi-bilinç-eylem-devlet-medeniyet
süreci oluşturup, sonuçta zulmün bitirilmesi, hayâtın güzelleştirilmesi,
medeniyetin her zerrede kendini göstermesi, göklerde olduğu gibi yerde de
muazzam düzenin gerçekleştirilmesi sonucunda her türlü zulmün yok edilip, mutluluk
ve huzûrun yaşandığı bir Dünyâ kurmak. İşte bu ancak; Allah’ın düzenlediği-yarattığı
döngüye katılmakla entropiden en az şekilde etkilenilir ve insanlık bir kez
daha mutluluğa-huzûra kavuşur.
İslâmî gelenekte târih, “sürekli kötüye giden bir
süreç” olarak algılanır ve bu algılama, âhir-zaman peygamberine atfedilen şu
sözün delâletiyle dinsel bir temele dayandırılır: “İnsanların en hayırlısı
benim kuşağım; sonra onları izleyenler; daha sonra onları izleyenlerdir”. Bu
söze göre en hayırsız insanlar, Peygamberimiz’e en uzak zamanlarda
yaşayanlardır. Tabiatıyla, şu-anki fiîlî yaşantıya sahne olan modem dönem de son
derece hayırsız, fitne ve fesadın hüküm-fermâ olduğu bir dönemdir.
Burada hadisin “sağlamlığı”
değil ama “sonucu”, mevcut zaman îtibârıyla doğrudur. Fakat Kur’ân bir
ilerlemeden yada gerilemeden değil, bir döngüden bahseder ve “günleri insanlar
arasında döndürüyoruz” der. O döngü, insanların düşünce, tutum ve davranışlarına
göre sonuç verir. Sürekli olarak ileriye ve sürekli olarak geriye gitme durumu
olmaz. Sürekli olarak döngü vardır ve bu döngü sırasında insanların düşünce vfe
davranışlarına göre iyilik yada kötülük ortaya çıkar. Entropiye göre her-şey
zamanla kullanışsızlığa doğru gider ama bu, maddî şeyler için geçerlidir.
Mânevî olan ise, Allah’a göre olduğunda canlılığını ve gücünü her zamana korur.
Evet; bir
ilerleme yoktur; bir değişim vardır sâdece ve bu değişim-süreci dikkatli
bakılmadığında izlenemeyecek olan bir değişmedir. Zâten bu nedenle de insanları
olumsuz etkilemez. İnsanların bu değişime alışmaları zor olmaz. Çünkü bu
değişimler küçük değişikliklerdir. Dünyâ’da ve kâinatta maddî anlamda büyük
değişimler olmaz zâten. Meselâ dağlar olduğu yerde durur, (Dünyâ ile birlikte
döngüye katılsalar da) bir yere ilerlemez yada gerilemezler; denizler dalgalıdır
ve hareketlidir ama hep aynı yerdedir; hayvanlar için bir ilerleme yada
gerileme yoktur meselâ. Hayvanlar binlerce yıldır aynı şekilde bir ilerleme ya
da gerileme olmadan yaşarlar, sâdece hareketlidirler ve döngüden kaynaklanan
değişimler yaşarlar.
“Dönüşlü olan göğe andolsun” (Târık 11).
Kâinat da,
her zerresiyle bir döngü ve hareket hâlindedir ama bir yere gittiği yoktur, bu
nedenle de bir ilerlemeden yada gerilemeden bahsedilemez. Zâten nereye ilerlenecek
ki?. İlerlenilen yer oraya varıldığında “ilerisi” olmaktan otomatikman
çıkıyor.
Evrenin genişlediği teorisi
de aslında bir yanılsamadır. Atom-altı parçacıklar, Dünyâ, Güneş-Sistemi,
galaksiler, süper kümeler ve en sonunda kâinâtın kendisi de bir döngü
hâlindedir. Varlık, varlığını sürdürmek için hareket etmek ve hareketini de
dönerek yapmak zorundadır çünkü. Evrende meydana gelen tüm değişikliklerin
nedeni “kozmik-döngü”dür.
İşte bu
galaksilerin döngüsü genelde eliptik bir döngüdür. Bu döngü sırasında meselâ x
galaksisi elipsin en ucuna doğru giderken (ilerlerken değil, döngü yaparken),
Samanyolu Galaksisi ise ters uca doğru yol alır ve biz x galaksisini
gözlemlerken onun Samanyolu Galaksisi’nden uzaklaştığını görürüz.
Gözlemlerimizin bâzılarında yıldızların ve galaksilerin uzaklaştığını
gördüğümüz için (çünkü biz tam tersi bir konumda bulunabiliriz) kâinâtın
genişlediğini düşünürüz. Hâlbuki belli bir zaman beklesek, bizden uzaklaştığını
zannettiğimiz galaksilerin bir-süre sonra bize yaklaştıklarını gözlemlemeye
başlayacaktık. Evrende belli bir noktadan sonra kırmızıya kaymaların
gözlenmemesi, oradaki döngülerin yönünün değişmesi sebebiyledir. Çünkü artık
yakınlaşma başlamıştır. Artık kırmızılıklar mâvileşmeye başlayacaktır. Gerçi
yörünge elips değil de tam bir dâire biçiminde de olsa, galaksilerin dönüş
hızlarındaki farklardan dolayı sonuç değişmez. Bu, bütün kâinât materyâlleri
için geçerlidir. Meselâ Halley kuyruklu yıldızı Güneş’in etrafında bir elips
çizer. Büyük bir elips (parabôl). 76 yılda bir dönüşünü tamamlar. Bu döngü
küçük-çaplı bir döngüdür. Genişleme Teorisi, bir ilerlemenin olduğu
zannedildiği için yanlıştır, olan şey bir ilerleme değil, “döngü”dür.
Değişim-döngü
de ancak, göklerde olduğu gibi Allah-Kur’ân merkezli olursa iyi olur. Aksi-hâlde
değişimler zulme döner. Meselâ kentler (şehir değil) de değişiyor ama olumsuz
anlamda. Çünkü fıtrata uygun ve doğal-normâl bir değişim yoktur. Bu nedenle de
insanlar bu kentlerde mutlu-huzurlu değillerdir ve olamazlar da. Bünyamin Zeran:
“İslâm’i temelden meseleye baktığımızda ilericilik ve
gericilik diye bir tanımlamaya rastlayamayız. Bunun yerine kullanılan kavramlar
“ahseni takviym ve esfele safilin”dir. İlericilik ve gericilik kavramı daha çok
maddî dünyânın tanımlamasına girmektedir. (Modernizmde) bireysel ve toplumsal
algıda ileride olmak, salt ekonomik anlamda iyi düzeyde olmak anlamındadır.
Gericilik ise salt maddî anlamda gelir düzeyinin düşüklüğünü ifâde etmez, bunun
yanında modern dogmaların yâni aklın dışında bir kânun koyucu, yaşam belirleyici
birini kabûl etmek anlamına da gelir. Toplumsal anlamda “ilerde olmayı gayr-i
sâfi millî hâsıla” belirlerken, geride olmayı ise; “ilhâmı gökten ve gâipten
almak, yaşadığı hayattan, realiteden almamak” belirler” der.
İlerleme
bir yanılgıdır, “zannetme”dir. Bu yüzden “ilerleme”yi bırakın ve Allah’ın
istediği yönde değişimler yapmaya bakın ki insanların geneli hem zulümden
kurtulsun, hem de mutlu-huzurlu olsunlar. Böylelikle Allah’ın sözü ve murâdı
gerçekleşsin:
“Onlardan öylesi de vardır ki: 'Rabbimiz, bize
Dünyâ’da da iyilik ver, âhirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azâbından koru'
der” (Bakara 201).
Cemil Meriç ilerleme
konusunda şunları söyler:
“Mânevî
dünyâda ağır basan, ‘atâlet kânunu’dur, madde dünyasında olduğu gibi. Toplumda
pek açık değildir bu hakikat. Dikkatimize ilk çarpan, durgunluktan çok
ilerlemedir. Ne var ki bu ilerleyiş ne kâinat çapındadır, ne birden-bire
belirir. Yenilik çok ağır değişmelerin toplamıdır. Dünyâ’da medeniyetle
barbarlık yan-yana yaşamaktadır. Kaldı ki ‘uygarlık’ diye adlandırdığımız
yenileşmeler çok kere cilâdan ibâret. İnsanlar ‘yeni’ olandan nefret ederler.
Hayvanlar da öyle. Çocuklar, kadınlar ve ilkeller değişiklikten daha çok
tedirgin olurlar. Bir nefis müdâfaasıdır yenilik karşıtlığı. Alışkanlıkları
alt-üst eden yenilikler sinir hastalıkları yaratır. Yığın, dâima tutucudur.
Demek ki ‘ilerleyelim’ diye harcanan ânî ve sert gayretler fizyolojiye
aykırıdır. Her terakki, ancak ağır-ağır gerçekleşince kabûl edilebilir. Yoksa
faydasız ve zararlı bir çabadır”.
Modernizm ile birlikte
ortaya çıkan “ilerleme” düşüncesi, “ileride her-şeyin daha iyi olacağı zannı ve
umûdu”dur. Her-şeyin zamanla bozulmaya yâni kullanışsız olmaya doğru gideceğini
söyleyen Termodinamiğin 2. Yasası’na da ters olan “ilerleme” düşüncesi, “döngüden
kaynaklanan hareket”i ilerleme zannediyor. Oysa kâinatta bir ilerleme yoktur ve
olan şey, döngüden kaynaklanan değişim ve dönüşümdür. Bu döngü, evrensel
olandan sosyâl alana kadar olabilen her değişimi ve dönüşümü bünyesinde taşır.
İnsanlar, ilerlediklerini
zannederek ve bunu “din” yaparak, “eski” olandan nefret ediyorlar ve eski
zamanları yok sayıyorlar. Abdurrahman Arslan:
“İnsan ilerleme fikri ile ikibin
yıllık târihte ilk defâ herhangi bir istisnâ yapmadan; kendinden önce yaşamış
insanların ve kendi atalarının bütün yaptıklarını, elde ettikleri bütün
kazanımları, sâhip olduklarını, târihsel tecrübelerini değersiz ve işe yaramaz
bulmuştur” der.
Caner Taslaman, ilerleme konusunda şunları söyler:
“Peygamberlerin gönderildiği
toplumların birbirlerinden farklı özelliklere sâhip olduğunu Kur’ân’ın
anlatımlarından anlıyoruz. Kur’ân, târihin geçmiş dönemlerinde yaşamış bir-çok
toplumun sonrakilerden daha gelişmiş toplumlar olduğuna dikkat çeker. 30-Rûm
Sûresi 9: ‘Onlar kendilerinden daha güçlü idiler, yeryüzünü alt-üst etmişler ve
kendilerinin îmâr ettiğinden daha çok îmâr etmişlerdi. 40-Mü’min Sûresi 82:
Kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmek için yeryüzünü
dolaşmıyorlar mı?. Öncekiler bunlardan daha çoktu, daha güçlüydüler ve yeryüzündeki eserler bakımından daha
üstündüler. Ama kazandıkları şeyler kendilerine hiç-bir şey sağlamadı.
Özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda felsefe, sosyoloji ve târih gibi alanlarda
ortaya çıkan evrimci, doğrusal ilerlemeci târih anlayışlarını ve bunların sonuçlarını
incelediğimizde Kur’ân’da bu ifâdelerin olmasının önemini daha iyi anlarız. Bu
anlayışlara göre târihte yaşayan toplumlar sürekli gelişmektedir; daha sonradan
yaşayan toplumlar daha öncekilerden daha gelişmiştir, daha sonradan gelen
toplumlar ise şimdiki toplumlardan daha gelişmiş olacaklardır. Hâlâ bir-çok
kimsede etkili Comteçu pozitivizm ve Marksçı târih anlayışı gibi felsefi ve
sosyolojik yaklaşımlarda doğrusal târih anlayışından kaynaklı hatâları
görmekteyiz.
16. yüzyıl ve sonrasına bakarak, târihin
bütün dönemlerinde benzer bir gelişme doğrultusu olduğunu sanmak, târihteki
toplumların yanlış anlaşılmasına sebep olan hatâlı bir ön-kabûl olmuştur. Bu
yanlış ön-kabûlle târih değerlendirmesi yapıldığında komik iddiâlar da ortaya
çıkmıştır. Örneğin bir zamanlar Mısırlılarca inşâ edilen piramitleri, onlardan
çok sonra yaşamış bir-çok toplum bile yapabilecek teknolojiye sâhip
olmadığından, bu piramitleri ‘uzaylıların eseri’ tâbir edecek kadar ileri
gidenler olmuştur. Oysa Mısır’daki
inşaat teknolojisinin sonraki bir-çok medeniyetten daha gelişmiş olduğu
gibi bir açıklama, bu durumu îzah etmek için yeterlidir. Kur’ân’ın, geçmiş
kavimlerin bir-çok açıdan sonrakilerden daha üstün olduğunu ifâde etmesine
(bunu destekleyen arkeolojik bulgu sayılamayacak kadar çoktur) de
dikkatlerinizi çekmek istiyorum”.
İlerlemenin motoru olan yenilik
yapma abartıldığında, sekülerizm kaçınılmazdır. Hiç-kimse Allah kadar yenilik oluşturma
ve yapmaya kalkışmamalıdır. Sırıtır çünkü. Hem de bu sözde yenilikler zulme
döner. Aşırı yeniliği Allah yaptığında nîmet, insan yaptığında zulm olur.
Yenilik yapma ameliyesi zamanla katlanarak artar ve sonunda işin içinden
çıkılmaz bir hâl alır. O kadar da yenilik yapmaya gerek yok. İslâm’da “ihtiyaçta
zarûret” fıkhı vardır. Zarûri yenilikler yapılmalıdır sâdece. Doğal ve normâl
olan budur. İlerleme uğruna yapılan aşırı yenilikler doğaya da bir zulüm olur
ki doğa intikâmını çok kötü alır sonra. Doğada ve doğal olanda ilerleme yoktur,
dolayısıyla ilerleme doğal değildir. Doğal olmayınca da doğala ve doğaya aykırı
sonuçlar üretmesi kaçınılmaz olmaktadır. Dünyâ’nın en hızlı ilerleyen ülkesi,
her alanda her türlü aşırılıkların ve sorunların aşırı şekilde yaşandığı
ülkedir.
İlerleme söylemi bir mit
hâline geldi. (mit=söylence durumuna gelmiş kişi
yada ülküsel kavram). Abdurrahman Arslan bu bağlamda şunları söyler:
“İlerleme, his ve inancın/dînin “eski” dünyâsından,
aklın ve ilerlemenin yeni dünyâsına geçiş, diğer bir ifâde ile duygudan
entelektüel alana doğru bir seyir izleyen bir sürecin adı sayılır. Toplumsal
pratiğin ve bütün değerlerin -buna din de dâhildir- aklın ve mantığın temel
ilkeleri üstünde yeniden inşâ edilmesini sağlayacak bu süreç, netîcede onların
basitleştirilmesini ve standartlaştırılmasını sağlamış olacaktır.
“İlerleme sâdece insanın değil, bizzat hayâtın târihin
yeniden inşâsı meselesi olduğundan, geçmiş hayat biçimlerinin mevcut idrak
süzgecinden geçirilmesi mecbûri olmuştur. Bu kabûlün netîcesi olarak dînin
hayâta ilişkin açıklayıcı hükümlerinin aşınmaya uğradığı görülür. İlerleme
anlayışı dîne âit “hurâfelerle” mücâdele edebilmek için bilime ve özellikle
ampirik gözlemin önemine vurgu yaparken, aynı-zamanda da sosyâl disiplinlerin
imkânları ile geçmişin yeniden inşâsı söz-konusu olur.
Yeniden inşâ edilmeye girişilen geçmişin başlangıcı
“taş devri” îcât edilerek belirlenir. Ve insanın serüveni eksik ve kusurlu
dönemlerden, -yine Batı’nın üretimi olan- çağlar içerisinde mükemmelleşip
“ilerleyerek” devâm etmektedir”.
İlerleme fikri
modern-Darwinist bir söylemdir. Evrime göre sürekli bir ilerlemeyle insansılar “insan”
durumuna gelmiştir. Modernitenin bahsettiği ilerlemenin dayanağı ve kökü daha
çok buna dayanır. Hâlbuki İslâm’a göre lineer bir ilerleme aslâ yoktur. Zâten
bu durum kâinatta da câri değildir. Kâinât döngü hâlinde olduğu gibi, insan da
imtihan nedeniyle döngü hâlindedir. Bir zaman ilerler ve bir zaman geriler.
Fakat insan biyolojik olarak, Kur’ân’ın dediği gibi, Allah’ın “ol” demesiyle
bir-anda “ilk kez” yaratılmıştır. Sonraki yaratılışlar zâten bilip gördüğümüz
üremelerdir. Ayhan Küflüoğlu ilerleme hakkında şunları söyler:
“Bir-kaç
yüzyıl öncesine âit bâzı aklî-bilimsel çıkarımların, her ne kadar o zaman için
çok kesin ve doğru olduğuna inanılsa da bugün yanlışlıkları anlaşılmıştır. Bir
yada iki yüzyıl sonra şu-anda elde bulunan bilgi veyâ algılama tarzımızın
geçersizliğinin ortaya çıkmayacağının hiç-bir têminâtı yoktur ve bu durum
‘ilerleme’ inancının bir paradoksudur. İlerleme inancı kısmî ve izâfî algılama
biçimlerine dayanmak mecbûriyetinde kaldığı için ‘muvakkat hakîkatlerle’ günü
kurtarmaktan ve idâre-i maslahattan başka çâresi yoktur. Hayâtın anlamını,
tabiatı, zamânı ve eşyânın özünü idrak noktasında insanlığın ilerlemeden ziyâde
sinüzoidal (dalgalı) bir hareket içinde olduğu söylenebilir. Yâni, vahye muntazır
ve tâbi olunduğunda çıkış ve tekâmül, aksi durumlarda ise iniş ve tefessüh
söz-konusudur. Batı, kendi serüvenine meşrûiyet zemini kazandırabilmek için
çeşitli teoriler uydurur ve bunları alternatifsiz gerçekler olarak bilimsel
kılıfına uygun hâle getirdikten sonra alıcı olmaya dünden meraklı
müşterilerinin hizmetine sunar. Bunlardan bir tânesi de lineer târih
anlayışıdır; buna göre, ilerlemek isteyen tüm toplumlar kaçınılmaz bir şekilde
batı’nın geçtiği yolları ve süreçleri izlemek zorundadır”.
İlerleme fikri, birilerine
göre geride kalanın ilkel görülmesine neden olur. İlerlemede artık eski olan
geçip gitmiş ve bir önemi kalmamıştır. Modernitenin dîni inkâr ve iptâl etmek
istemesinin nedeni budur. Celaleddin Vatandaş, ilerleme hakkında şunları
söyler:
“Spencer ile gelişen Sosyal
Darwinizm, pozitivizm ile Evrim Teorisi’nin eklemlenmiş hâlini temsil
etmektedir. Şöyle ki, Pozitivizm ilerleme fikrini getirmiştir. Evrim Teorisi
de, uyarlanma yeteneğine göre bu ilerleyen çizginin herhangi bir basamağında yer
alınabileceğini iddiâ etmiştir. Dolayısıyla Sosyâl Darwinizm’e göre, toplumlar
ve uygarlıklar ilerleme çizgisinin
farklı noktalarında yer almaktadırlar. Bulunduğu yer, bir toplumun değişen
koşullara ve çevreye uyarlanma gücüne ve yeteneğine bağlıdır. Irk düşüncesinin
gelişmesine katkı sağlayan Sosyal Darwinizm, beyaz ırkı evrim çizgisinin en üst
basamağına yerleştirmiştir. Diğer ırklar da alt basamaklarda kendilerine yer
bulmuşlardır. Bu sıralama da en güçlü ve iyi olan yine beyaz ırk olmaktadır.
İlerleme ve evrim fikirleri ise diğer ırkların geriliğini kanıtlamada birer
dayanaktır sâdece.
Tâğutların konforları ve
hâkimiyetleri “ilerleme” düşüncesine bağlıdır. İlerleme olmadığında yıkılır
giderler. Bu nedenle modern insan sürekli olarak ilerlemeden dolayısıyla
gelişmeden bahseder durur. Modern gelişmeye ve ilerlemeye ayak uyduramayan kişileri
geri, ilkel ve “evrimlerini tamamlamamışlar” olarak görür.
İnsanın maddî ilerlemesi
arttıkça mânevî gerilemesi fazlalaşmaktadır yada Dünyâ’nın yarısı ilerledikçe
diğer yarısı gerilemektedir. İlerleme, birilerini gerilemesidir. O hâlde
ilerleme kimin nereye ilerlemesidir?. Herhâlde batı’nın belli bir yöne doğru
ilerlemesiyle tüm Dünyâ uçuruma doğru ilerlemektedir. Allah’ım!; bu tür “ilerleme”den
bir kurtuluş yolu göster. Aliya İzzetbegoviç ilerleme hakkında şunları söyler:
“Akılcılarla materyâlistler; târihi,
bir bakıma, ‘doğru bir çizgi üzerinde seyreden gelişme’ olarak telâkki ederler.
Bu onların başlıca özelliğidir. Onlara göre, Dünyâ’nın gelişmesi sıfırdan
başlamıştır. Târih de, zik-zaklı hareket etmesine ve ara-sıra geriye doğru
gitmesine rağmen, devamlı bir ilerleme sayılmaktadır. Şimdiki zaman dâima
geçmişe nispetle daha ileri, geleceğe nispetle ise daha geridir. Fakat bu,
insanlığın ‘kültür-târihi’ değil, ‘uygarlık târihi’dir. İnsan ve kültür târihi
ise, sıfırdan başlamaz ve doğru bir çizgi üzerinde de seyretmez. İnsanlık
târihi “semâdaki prolog” ile başlar. ‘Geçmişin kötü olduğuna dâir umûmi kanaat
tekâmül teorisi ile berâber yerleşmiştir’ diyor Bertrand Russell.
Uygarlığın taş devri ve atom devri
vardır, kültürde ise böyle bir gelişme yoktur. Cilâlı taş, uygarlık açısından
bir ilerlemedir, sanat açısından ise bir düşüştür. Eski taş devri sanatı cilâlı
taş devri sanatından binlerce sene daha eski olduğu hâlde ondan daha güçlü ve
daha hakikîdir”.
Evet; bir
ilerleme ve gerileme yoktur; her-şey hareket hâlinde olduğu için bir “değişim
vardır” sâdece ve zâten değişmeyen hiç-bir şey yoktur. Varlığı ayakta tutan
şey, döngüden, hareketten kaynaklanan değişimlerdir. Bu değişimler, -insanların
cüz-i irâdeleriyle yaptıkları hâriç-, mü’mince olan değişimlerdir. Cüz-i irâde
ile yapılan değişimler de mü’minleşince, zulümler bitecek ve Dünyâ cennetin bir
şûbesi (kendisi değil) hâline gelecektir. Bu nedenle mü’minler şu âyeti yeryüzünde
tezâhür ettirmekle mükelleftirler:
“Göklerde ilah O olduğu gibi, yerde de
ilah O’dur. O, hüküm ve hikmet sâhibidir, bilendir” (Zuhrûf 84).
İlerleme denilen şey,
“şeytana yeni âletler vermek” ve “yeni alanlar açmak” demektir.
“Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden
öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler; üstelik onlar kuvvet
bakımından kendilerinden daha güçlüydüler. Göklerde ve yerde Allah’ı âciz
bırakacak hiç-bir şey yoktur. Şüphesiz O, bilendir, güç yetirendir” (Fâtır 44 ve bkz. Meryem 74, Mü’min 21, Ahkâf 26).
“Öncekilere daha çok şeyler
vermiştik” deniyor. Peki kime göre?. Âyetin ilk muhâtaplarına yâni Mekke’lilere
göre. Yâni “Mekke’lilere göre, daha önce yaşamış olanlara daha çok şey
vermiştik” deniyor. Hâlbuki bir “ilerleme” olduğunu ve zamanla ileri doğru
gidildiğini varsaydığımızda, bahsedilen eski kavimlere, onlardan çok daha sonra
yaşayan Mekke’lilerden daha çok şey verilmiş olması, bir ilerlemenin olmadığını
gösteriyor. O hâlde toplumlar bâzen ilerler ve bâzen de gerileyebilir. Bu
nedenle de sürekli bir ilerlemeden bahsedilemez.
İlerleme her-zaman ve
sürekli olarak “iyi yönde ilerleme” olarak görülür, oysa sürekli ilerleme,
varlığın fıtratına aykırıdır. Çünkü sürekli bir ilerleme değil, sürekli bir
döngü vardır. Zâten ilerleme düşüncesi özellikle 2. Dünyâ Savaşı’ndan sonra
çökmüştür ve insanlar modernizm ile kol-kola yürüyen ilerleme fikrini sorgulamaya
başlamışlardır.
Mehmet Akif Çeç, ilerleme
hakkında şunları söyler:
“İlerlemeci
târih görüşünün, her-şeyden önce aydınlanma düşüncesinin seküler ve evrensel
bir târih inşâ etme çabasının bir ürünü olduğunu ifâde etmek gerekir. Tanrıyı
târihin dışına atan ve târihi tanrıdan kopartan aydınlanma
düşüncesinin/modern-bilimin; varlığın, hayâtın, insanın ve evrenin
târihine/menşeine dâir, dînî söylemin yerine ikâme ettiği, târihin en büyük
hurâfesi ve mitolojik öyküsünün adıdır ilerleme. Müslümanların, modernitenin
ürettiği ‘terakki’ ve onunla illiyet-bağı olan ‘geri kalma’ kavramlarını bir
değer olarak okumaları, iki asırdır olan-biteni yanlış temellendirmelerine
sebebiyet veren sâiklerden biri olmuştur. Eğer doğru bir temellendirme
üzerinden yola çıkılabilmiş olunsaydı, ‘İslâm terakkiye mânidir’ diyenlere
karşı yazılan reddiyelerin ilk cümlesi ‘hayır’ diye değil, büyük bir özgüvenle
‘evet’ diye başlayarak devâm ediyor olmalıydı. ‘Evet, çünkü siz, kural-dışı ve
kulvar-dışı bir yola saparak tüm insanlığı felâkete sürükleyecek kadar çok
fazla ileri gittiniz, (haddi aştınız)’.
Âdem-oğlunun
bir peygamberle başlayan târihinin, bugün insanın ve insan aklının
tanrılaştırıldığı bir noktaya evrilmesi, insanlığın bir yükselişe doğru değil
de düşüşe doğru yol aldığının, kökeninden/orijinden uzaklaştığının göstergesi
olarak okunmalıdır. İyiden kötüye, hak’tan bâtıla doğru bir evrim geçirdiğini
iddiâ etmek mümkündür”.
İlerlemede iyilik yönünde
bir istikrâr olmaz. Oysa ilerlemeden çok, istikrâr önemlidir. Çünkü insanlık
istikrâr dönemlerinde mutlu olmuştur daha çok. “İlerleme”de bir “güdüklük”
vardır. Zamânı, târihi, insanı, doğayı düz bir çizgide ilerletmek zulüm olur.
Çünkü insan, doğa, târih ve zaman, doğallığında lineer değildir. Lineer yâni dümdüz
olan bir ilerleme, modern bir zulüm-sistemi oluyor insanlar için; “haz-körlüğü”
yaşayan birileri göremese de.
20. yüzyılda öldürülen insan
sayısı, 21. yüzyıla gelinen zamâna kadar 5.000 yıllık târih boyunca öldürülen
insan sayısından fazladır. Bu durumda nasıl bir ilerlemeden bahsedeceğiz?.
Öldürmenin, yıkımın ilerlemesinden mi?. Modernizmin bahsettiği ve dillere
doladığı ilerleme; yıkımların, cinâyetlerin, ölümlerin, zulümlerin,
feryatların, sömürünün, ahlâksızlığın ve bir-çok çirkefliğin ilerlemesidir.
Bir yazıda şöyle denir: “Bu ilerleme kavramı
kendimizi beğenmişlik ve budalalıktan başka bir şey değildir. Genellikle her
çağdaki bilge kişiler, hep aynı şeyi söylemişlerdir ve dâima büyük çoğunluğu
meydana getiren budalalar da karşıtını söylemişlerdir; bu böyle sürüp
gidecektir. Çünkü, Voltaire’in dediği gibi, Dünyâ’yı ne kadar budalaca ve kötü
olarak bulduysak, yine öyle bırakıp gideceğiz”.
“Yeryüzünde gezip
dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını bir
görsünler. Onlar, kendilerinden (sayıca) daha çoktu ve yeryüzünde kuvvet ve
eserler bakımından daha üstündüler. Fakat kazandıkları şeyler, (azâba karşı)
onlara hiç-bir şey sağlayamadı”
(Mü’min 82).
Âyette de görüldüğü gibi,
târih her zaman “ilerlemeci târih” düşüncesinin zannettiği gibi sürekli ileriye
doğru gitmez ve ilerlemez. Târih, iyiye doğru gidebildiği gibi, kötüye doğru da
gidebilmektedir.
“İslâm terakkiye mânidir” denir.
Peki gerçekten de mâni midir?. Evet; “ilerleme” anlamında terakkiye mânidir. Fakat
“yükselme” anlamında mâni değildir ve tam-aksine insan ancak İslâm ile
yükselir. Çünkü İslâm, Allah’ın kâinâta koyduğu yasalara aykırı bir yapıda
değildir. Kâinâtın yasalarını da, İslâm’ın yasalarını da Allah koymuştur ve
aralarında çelişki olmaz. Kâinatta ilerleme yoktur, “döngü” vardır. İslâm Dîni
de ilerleme denilen şeyi değil, döngüyü savunur. Bu döngü sırasında insanca ve
müslümanca şeyler yapılır yada yapılmaz. Eğer bu döngü sürecinde insanca ve
müslümanca şeyler yapılırsa Allah râzı olur, yapılmazsa Allah râzı olmaz.
İnsanlar bu döngüde iyi şeyler yaptıkları gibi kötü ve çirkin şeylerde
yaparlar. İmtihan budur ve işte bu döngünün içindeyken olur. İlerleme denilen
şey bir yanılsamadır. Şeytanın insanlara uyguladığı bir kandırmacadır.
İnsanlığın ve müslümanlığın en az görüldüğü ve yaşandığı son 200 yıllık sürece
“ilerlemişlik” demek ancak câhillerin inanacağı bir şeydir. İlerleme, -aynen
günümüzde olduğu gibi- insanlığı sonunda rayından çıkarır ve saptırır. “İlerleme”
denilen modernizmde gelinen yer bir sapma olmuştur. Modern insan işte bu sapmanın
kötü sonuçlarını yaşamaktadırlar.
İlerleme düşüncesine göre
ekonomik ilerleme, zenginlerin durumlarına ve arzularına göre olur. Çünkü onlar
zâten “diğerleri”ne göre ileridirler ve ilerlemenin motoru durumundadırlar.
Böylece “çıkarılan kânunlar tam da onların işine yarayacak şekilde olmalı ve devlet,
garibanları değil de zenginleri daha fazla desteklemelidir” düşüncesi açığa
çıkar. Zenginler iyice kalkınsınlar da ilerlemek için yatırım yapsınlar
istenir. Buradan basitçe anlaşılacak olan şey, ilerleme fikrini mutlu azınlığın
çıkardığı ve sürdürdüğüdür.
Bu bağlamda toplumsal
yaşamda rasyonel kararlar verenler, doğru adımlar(!) atanlar ve daha çok
çalışanlar doğal olarak ekonomik açıdan daha iyi bir konumda olacaklardır.
Fakat asında zâten her zaman ekonomik açıdan iyi durumda olanlar çeşitli
avantajlar ve fırsatlar nedeniyle beklenen ve arzulanan adımları atacak ve kararları
verecek adımları atmak için fırsatlara sâhip olurlar. Garibanlar bu fırsatı ya
çok zor bulurlar yada hiç bulamazlar.
İlerlemeci târih anlayışına
göre bütün dinler insanlık târihinin kültür mîrâsıdır. Kültüreldir yâni. O yüzden
“dinler kültüre indirgenmelidir” denir.
2. Dünyâ Savaşı’ndan sonra
insanlık, başına gelen belâdan az da olsa ders alıp modern-seküler sisteme
güvenini kaybederek dînî-mânevî alana yönelme olmuştur. Bu durum “ilerleme”
fikrini çökertmiştir. Aguste Comte’un
“üç hâl kânunu”nda ilerleme; teolojik, metafizik ve pozitivist” aşamalar
şeklindedir. Meydana gelen iki dünyâ savaşı Comte’un “üç hâl kânunu” da çöpe atmıştır. Rodney Stark: “Son üç asırdır devâm eden
‘dînin sonuna yaklaşıldığına’ dâir
beklenti içeren
tezlerin başarısızlığını ‘toprağın bol olsun sekülerleşme’ diyerek îlân eder.
Çünkü 1. ve 2. Dünyâ Savaşı, insanları yoldan çıkararak “ilerleme”yi
durdurmuştur.
“Siz adım-adım
ilerleyeceksiniz” diye çevrilmek istenen İnşikâk 19. âyetinin, batı’nın “ilerlemeci
târih anlayışı” ile alâkası yoktur ve insanın cenin hâlinden ölümüne kadar
geçireceği zamandan bahseder. Zâten “ilerleme” diye bir şey yoktur. Çünkü
ilerlemeden bahsettiğimizde hiç-bir zaman ileriye varılamaz. Çünkü ilerinin bir
ilerisi, ilerinin “ilerisi” olmadığı anlamına gelir. O hâlde ilerleme diye bir
şey yoktur, olan şey ilerleme değil, döngüdür.
Kâinatta “ilerleme” diye bir
şey yoktur. Bu nedenle “ilerleme” doğal da değildir. Kâinattaki doğal işleyiş
“döngü” şeklindedir. İnsan rûhu da doğası da işte bu döngüye uygundur. İlerleme
denilen şey ise şeytânî, nefsî ve tâğûtîdir. Bu yüzden hep zarar verir-veriyor.
İlerledikçe zarar görürsünüz. Zîrâ ilerlemek mutlaka sapmaya ve yanlış yola
girmeye neden olur. Böylece yanlış yolda ilerleyip durursunuz da farkına
varamazsınız. Tâ ki “acı azabı” görünnceye kadar. İlerleme zarar verir ve târih
boyunca zarar vermiştir. Hayra dönük döngü ise insanlar için en hayırlı olandır.
İlerlemede sizin için bâzı yararlar vardır fakat zararları ve günahları daha büyüktür.
Allah “ilerleme”den muhâfaza etsin.
İlerleme kavramı ve düşüncesi modern batı’dan
çıkmıştır. Çünkü batı eskiyi ve geçmişi unutmak istemektedir. Zîrâ batı’nın
geçmişi; yalan, talan, hırsızlık, sömürü ve cinâyetlerle doludur. Bunların
gündeme gelmemesi için, eski olandan nefret eden batı, sürekli olarak hep yeni
olanı ve ileriyi konuşur ve gösterir. Bir yazıda bu konuda şunlar söylenir:
“Batı uygarlığı, eski çağların ve uygarlıkların çökeltisinin bir ürünüdür. Ve
batı’lı için târih can sıkıcı, yalanla dolu ve tehlikeli bir ilgi alanıdır. Hep ileriye bakmayı öğütleyecektir onun için.
Geride bıraktığı çirkinlikleri kimse
görmesin diye. Gelecek ise, pırıltılı bir ütopyadır, yaşanan
anların acılarını gizleyecek..”
Doğada ve doğal olanda bir
ilerleme yoktur. İnsan ise ilerlediğini zanneder; gerileyip dururken..
İlerleme, her türlü doğal ve
ahlâkî engellerin ve de kırmızı çizgilerin çiğnenmesinin bir sonucudur
İlerleme, İslâm’ın, daha doğrusu müslümanların duraklamalarından
dolayı gerilemesinden kaynaklanan sûnî bir algıdır. Çünkü seküler model ilerlemeyle;
İslâmî model ise gerilemeyle eş tutuluyor. Yâni modernite, ilerlediği
düşüncesini dîne-İslâm’a bakarak yapıyor. Din-İslâm, “haddini bilmek” demek
olduğu için, normâl-doğal döngüsünün dışına çıkmadığından dolayı duraklıyor
gibi görünüyor.
İlerleme düşüncesi,
sâbitelerin olmayışının yada sâbitelerin inkâr edilmesinin bir sonucudur. Hiç-bir
sâbiti olmayanların tek kârı “sürekli olarak ilerlemek” olur. Lâkin “ilerleme”,
bir süre sonra sapmayı da mutlakâ yanında getirir.
Şeytan insanları “modernite
bisikleti”ne bindirdi. “Ya sürekli pedal çevirip ilerleyeceksin, yada
düşeceksin” diyor. Böylece “ilerleme” denen şey ortaya çıktı. Hâlbuki bir
ilerleme değil, imtihan nedeniyle olan bir döngü vardır.
İlerleme-ilerleme diye-diye
insanları aşağıların en aşağısına attılar. “En geri”yi özletir oldular.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder