“O
inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta)
göklerle yer bir-biriyle bitişik iken biz onları ayırdık ve her canlı şeyi
sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?” (Enbiyâ 30).
Batılı teorilerin büyüsüne kapılmış olanlar
Enbiyâ 30. âyette “bitişik iken ayırdık-ayırıyoruz” diye çevrilerek anlatılan
olayı, belli bir zamâna (modern zamâna) hasretmekle “farklı bir târihselcilik”
yapıyorlar. Hâlbuki Kur’ân’ın lafzı târihsel olsa da, mesajları evrenseldir ve
her âyeti bize tüm zamanlarda ve mekânlarda hitâp eder. Evet; her gözlem
yerlerle gökleri ayırmak demektir. Bu, çıplak gözle de yapılsa, dev
teleskoplarla da yapılsa fark etmez. Zâten Kur’ân bunu “görmüyorlar mı” yâni
“görüyorsunuz”, “gözlemliyorsunuz ya”, böylece “ayırıyorsunuz” diyerek
söylüyor. Ayırma devâm ediyor yâni.
Modern zamanlardaki “bilime endeksli”
meâl-tefsirciler, bu âyeti, bilimsellikten uzak bir şekilde çeviremiyorlar ve
tefsir edemiyorlar. Bunun nedeni tabî ki bilimin ve modernizmin etkisinde
kalmaktır. Hâlbuki kısa bir araştırma zahmetine katlanıp 1.900’lü yıllara kadar
yapılan tefsirlere bakıldığında, ilgili âyetleri şerh eden tefsircilerin çoğunun
açıklamalarında modern bilimsel teorilerle uzaktan-yakından bir ilişki
kurmadıkları ve 1.900 yılı öncesi tefsircilerin yaptıkları yorumların-meâllerin
yabana atılacak gibi olmadığını görebilirlerdi. Meselâ Fahruddin Er-Râzi
tefsirinde, Enbiyâ 30. âyetin konusu olan kâinâtın yaratılışı ile ilgili -bizce
de isâbetli olan- şöyle bir yorum yapılmıştır:
“Gökler ve yerler ilk-önce karanlıktı. Derken
Allah onları, aydınlatan gündüzü ortaya koymak sûretiyle bir-birinden yarıp
ayırmıştır”.
Bu yorum bizce de uygun bir yorumdur.
Allah âlemleri karanlıkta/ışıksızlıkta yaratmış ve üzerine ışığı (foton
enerjisini) vermekle âlem görünür hâle gelmiş ve hareket etmeye başlamıştır. (Işığın mutlak yokluğu hâli olan zifiri
karanlıkta eşyâyı bir-birinden ayırmak mümkün değildir, her-şey, “tek bir şey”
gibi görünür çünkü).
Kur’ân, ilk vahyedildiği zamandaki insanların bilmediği bir şeyden
bahsetmez. Zâten Enbiyâ 30. âyet de “bilmezler mi?” diyor. Peygamberimize ve
sahabeye diyor. Hani okuma-yazma bile bilmeyen fakat îmanları zirveleşmiş olan
şahısların oluşturduğu mü’minler topluluğuna.
Yukarıdaki tefsirde Fahruddin Er Râzi’nin yorumu da târihseldir
aslında. “İlk yaratılış”ı anlatır. Peki âyetin her çağa söylediği, her çağdaki
ve her seviyedeki kişilerce idrâk edilebileceği yorumu nedir bu âyetin?. Her
insanın gözlemleyebildiği ve seyredebileceği işâreti nedir?.
İlk önce âyeti tekrar verelim:
“O
inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta)
göklerle yer bir-biriyle bitişik iken biz onları ayırdık ve her canlı şeyi
sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?” (Enbiyâ 30).
Mustafa Öztürk bu âyete şöyle bir yorum
yapar:
“Bu âyetteki “enne’s semâvâti ve’l arda kânetâ ratkan
fe-feteknâhümâ” ifâdesi genellikle sanıldığının aksine, kâinâtın yaratılış
aşamasındaki iki farklı duruma değil, yağmurun yağıp-yağmamasına,
dolayısıyla bolluk ve kıtlığa işâret eder. Daha açıkçası, “ratk” kelimesi
gök-yüzünden yağmur yağmaması ve yer-yüzünde kuraklık olması, “fetk” ise
yağmurun yağdırılması ve bu sâyede bolluğa vesîle kılınmasıdır. (Bkz. Tâberi,
Câmiu’l Beyân, IX. 20-21). İkrime, İbn Zeyd tabiûn müfessirlerden gelen ve
Taberî tarafından da tercih edilen bu yorumun aksine, âyetin gerçekte evrenin
oluşum aşamasıyla ilgili bilimsel bir gerçeğe işâret ettiği ileri sürülürse,
Kur’ân’ın nâzil olduğu dönemdeki insanların bu modern bilimsel gerçeği
bildiklerini de kabûl etmek gerekir. Çünkü âyet “evelem yerallezîne keferu (o
kâfirler görmezler mi, bilmezler mi..)” ifâdesiyle başlamaktadır. İlâhi hitâbın
ilk muhâtapları konumundaki insanların evrenin oluşumuyla ilgili modern
bilimsel teorileri bildiğini söylemek abestir. Şu-hâlde, Kur’ân burada
onların bilip-gördüğü bir şeyden söz etmektedir ve bu da yağmurla ilgilidir”
der.
Evet; meâlde parantez içindeki
“başlangıçta” ifâdesi, orijinâl metinde olmadığı için parantez içine
alınmıştır. Orijinâl metinde olmamasına rağmen yapılan bu ilâvede, bilimin
etkisi ve baskısı vardır. Bu ilâve çok yanlıştır, zîrâ âyetin mânâsını
değiştiriyor, bambaşka bir anlam veriyor. Bu nedenle böyle bir ilâve yapılması
ayıptır ve de günahtır.
Âyette “gökler” çoğul gelmesine karşın, “yer”
kelimesi tekil gelmiştir. Bilimsel yoruma göre; sâdece Dünyâ mı göklerden
ayrılmıştır bu sözde ayırma işinde?. Mustafa Öztürk’ün de dediği gibi âyet,
Dünyâ-dışı gök-bilim (uzay) ile ilgili değildir. Gök-bilim ve uzaydan
bahsetmiyor bu âyet. Hattâ bu konuyla, atom-altı parçacık kadar bile bir
alâkası yoktur âyetin. Her yıl defâlarca gözlemlediğimiz bir tabiat olayı ile
ilgilidir..
Enbiyâ
30. âyetin Big-Bang Teorisi ve “ilk-yaratılış” ile atom-altı parçacık kadar,
bir iplikçik (string) kadar bile bir ilgisi yoktur. Yağmurla ilgilidir âyet.
Âyete parantez içinde bir “ilk başta” takdir edilerek, güyâ bilimsel bir
tefsir-meâl şekline sokulmuş ve âyet, “bilimsel bir âyet” yapılmaya
çalışılmıştır.
“Görmüyorlar
mı” denilen sözde; Yılın büyük bir bölümünde her kesimden her insanın
kolaylıkla gözlemleyebileceği ve gözlemlediği olay şudur: Orta Anadolu’da “kırk
ikindi yağmurları” denilen süreçte de hârika bir şekilde izlenir bu âyet.
İlk-başta her yer günlük-güneşliktir. Genelde öğleden sonra başlayan olayda,
ilk önce bulutlar toplanıp gelir ve yoğunlaşır; sonra her taraf kapkara
bulutlarla dolar ve daha bir saat önce masmâvi olan gökyüzü ve
dağlar-bayırlar-tarlalar net bir şekilde görülebilirken, bulutlanmadan sonra
gökler-dağlar ve tarlalar arasında ayrım kalmaz, her yer “tek bir yer” gibi
görünmeye başlar. Göklerle yer bitişik hâle gelir. Yâni “gökler ile yer bir
olur”. Sonra şimşek çakar ve yağmur başlar. Bir sağanak olur ve her yer
ıslanır, sulanır. Kısa bir süre sonra yağmur diner, bulutlar dağılır ve gökler,
dağlar, ovalar, bayırlar, tarlalar netleşir ve aralarındaki sis kalkınca da her
yer net olarak görülmeye başlar. Yâni gökler ile yer ayrılır. Hemen akşamında
ve ertesi gün tâze otlar çıkmış, çaylar-dereler suyla dolmuş, insanlar ve
hayvanlar rahatlamıştır. Her yere bir canlılık gelmiştir. Yâni her-şey sudan
yaratılmıştır. Her-şey yeniden “su”dan yaratılmıştır.
İşte
olay bu kadar basittir. Tüm insanlar bunu gözlemleyebilir. Gerçi şehirlerde
yüksek binâların aralarında oturanlar, binâlar yüzünden ne yağmuru, ne de
yeşillikleri görebiliyorlar ve bu nedenle de bu âyete başlıyorlar bilimsel,
teknik, uzmanlık isteyen yorumlar yapmaya, okumaya. Hâlbuki bir tepe-dağ
başından bu âyeti seyredebilirlerdi. Evet evet; bu âyet, “seyredilebilen bir âyet”tir.
O yüzden “görmezler mi” diyor.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2016
Tek yer var da onlarca gök mü var? Yine tek gök var,tek yer ve tek gök var eğer bana ama göklerin katları var derseniz ben de derim ki yerlerin de katları var. Bana göre bu ayeti yanlış yorumluyorsunuz çünkü her şeyi sudan yarattık da diyor ayet. Eğer sizin yorumunuza bakılırsa o zaman ki insanlara da hitap edecekse bu ayet o zaman ki insanlar her şeyin sudan yaratılma bilgisine sahip midirler? İnsanlar ve hayvanlar rahatlamış diyorsunuz ama ayet yaratmaktan bahsediyor "yaratmak" ve "rahatlamak" iki birbiriyle alakası olmayan kavramlar. O zaman ki insanlara hitap
YanıtlaSiledecekse rahatlamak kelimesi kullanılırdı. Yaratmak değil.
Kurân yeri tekil olarak, gökleri çoğul olarak söylüyor. Atmosfer ve yer katmanları değil mesele.Gök demek, yıldızlar, galaksiler demektir. Yoksa boşluk olan şey değil. Her şeyi sudan yarattık denmiyor; tüm canlıları sudan yarattık deniyor: (ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy=canlı). Yâni sâdece canlılar sudan yaratılmışlardır. Kurana bakılmadığından, halkın geneli, sâdece canlıları değil de, canlı-cansız tüm varlığın sudan yaratıldığını zannediyor. Bu yanlıştır. Sâdece canlı varlıklar sudan yaratılmıştır. Canlıların sudan yaratıldığını Hz. Âdemden beri tüm insanlar biliyor zâten. Su hayattır. Suyla canına can gelir tüm canlı varlığın. Yâni suyla yeniden yaratılırlar. Suyla canına can gelen insanlar, hayvanlar ve hattâ bitkiler, rahatlamış yâni yaratılmış oluyorlar. Yaratılma bu şekilde sürüyor. Yaratmak her-an yaratmaktır. Beden yeme-içme ile sürekli yaratılıyor. Yeme-içme, yağmurun bir sonucudur yâni suyun sonucudur. Her-şey sudan yaratılıp duruyor her dâim. Yaratma bir kere olan bir şey değildir, her-an yaratılma vardır.
YanıtlaSil