Kur’ân-ı Kerîm'de, Allah'ın yer ve
gökleri, daha önce mevcut olan benzerlerine göre değil, tamâmıyla, eş ve
benzerleri olmadan yoktan yarattığı ifâde edilmiştir. İlgili âyet şöyledir:
“O
(Allah), gökleri ve yeri benzersiz yaratandır. O bir şeyi diledi mi ona sâdece;
“ol” der, o da hemen oluverir" (En-âm 101).
Aşama-aşama
yaratılışı savunanların en çok baş-vurduğu örnek, tohum örneğidir. Tohumun
yavaş-yavaş çatlayıp topraktan çıktığı ve zamanla koca bir ağaç hâline geldiği
örneği mebzul miktarda verilen bir örnektir. Tohumun yarılmasıyla ağaçlar-bitkiler
çıkıyor tamam; ama ilk başta tohum nasıl yaratılmıştır? İlk tohum nasıl
yaratılmıştır? Tohumun ilk başta nasıl yaratıldığını idrâk edebilir miyiz?
İdrâk edemeyiz, çünkü aklımız buna ermez. Biz buna sâdece “benzersiz bir
yaratılışla yaratılmıştır” diyebiliriz.
Zihin, aşamalı
süreçleri pek sevmez. Çünkü o her zaman “birden” sezer ve anlar. Kâinâta bakar
ve onun hakkındaki bilgiyi birden/âniden sezer ve anlar. Aşamalı durumlarda
zihin karışır ve kesin bilgiye ulaşamaz.
İhsan Eliaçık:
“İnsanoğlu hep bir ve
bütün olanı arıyor. Bu bakışı kaybederse zihni dağılıyor, bakışı paramparça
olup düşünemez hâle geliyor” der.
Allah, bütün Dünyâ’daki ve
evrendeki cansız varlıklar dediğimiz (Cansız olup-olmadığı tartışılır, Canlılık
denilen şey, atomların hareketleri ise, cansızlar da aslında canlıdırlar. Çünkü
onların atomları da sürekli hareket hâlindedir) galaksilerden yıldızlara, yıldız
sistemlerinden gezegenlere kadar bütün maddeyi ve canlılığı bir-anda
yaratmış olamaz mı? Allah bir âyetinde; “O,
bir şeyin olmasını dilediğinde yalnızca ol der ve o şey hemen oluverir” der. Şimdi soralım; neden bir evrenin oluşması
için bir Big-Bang sürecine ve canlılığın oluşması için bir evrim sürecine gerek
olsun? Allah, yukarıdaki âyette söylediği gibi: Bir şeye “ol” deyince o şey
hemen oluveriyor; dikkat edilirse “hemen oluverir” diyor, “olmaya başlar” vs.
gibi bir kelime kullanmıyor. Ayrıca âyetlerde; “Allah her şeyi altı günde
yaratmıştır” denir. Îtiraz ederek buradaki yevm/gün kelimesini “altı evre”,
“altı zaman” vs. olarak anlamanın bir gereği de yoktur. (“Altı evre” sözünü ne kadar da
seviyorlar. Bunu Zerdüştlükten alıyorlar gâliba. Zerdüştilikte, Dünyâ’nın "altı
evre"den oluştuğuna inanılır). Sâmi dillerinde 7, 70, 700 sayıları
çokluğu ifâde eder. Kur’ân’da Allah’ın, “yedi günde” yâni “çok zamanda” değil
de “altı günde yarattım” demesi mânidardır. Altı günü özellikle anması
önemlidir. En basit mantık olarak; “yevm”
kelimesinden türeyen “yevmiye”, “bir gün”ü ifâde eder. Yeni bir mânâ yüklemek için lafız bir kenara atılamaz. “Vahyin
maksadı, nassın lafız ve mânâsına aykırı olmamalıdır” sözünü unutmamak gerekir.
Meselâ; “oruç tutun” lafzına oruç
tutmaktan başka bir mânâ veremeyeceğimiz gibi. Mustafa İslamoğlu meâl-tefsirinde;
“Altı gün” gaybî bir konudur, te’vil edilse de olur, te’vil edilmese de
olur” der; tabi te’vil edilmezse bizim söylediğimiz gibi olur. Lâkin “altı-gün”
sözü belirsiz bir söz değildir ki yorumlansın. 6 gün diyor, 7 gün dese
diyeceğim ki: “tamam, 7 gün” çokluktan kinâyedir, bu nedenle de uzun zamânı
ifâde eder”. Binaenaleyh, Allah bütün
canlı ve cansız varlıklara, Dünyâ’ya ve evrene, bildiğimiz ve bilmediğimiz her
şeye “ol” demiş ve her şey bir-anda oluvermiştir. Yâni evren hemen-hemen
şimdiki şekliyle bir-anda yaratılmıştır.
Kur’ân’da “3 gün”, “10 gün”, “40 gün” vs. ve
“6 gün” ibâreleri var. Bu âyetlerde geçen “yevm”/”gün” kelimeleri aynı şekilde
yazılmış. Peki neden “6 gün” hâricindekileri te’vil etmiyorlar da “6 günü”
sonsuz tefsir ve te’villere vuruyorlar? El cevap: Modern/seküler/laik/Allah’sız
bilimin etkisinden ve dayatmasından dolayı. “Evet, altı günde yaratılmıştır”
diyemiyorlar. (“Altı zaman”, “altı devir” vs. gibi saçmalıklara sığınıyorlar.
Çünkü bilim 13-15 milyar yıllardan bahsediyor. Bu sayıya ters düşmek
istemiyorlar. O yüzden de “yevm”=”gün” kelimesinin canını çıkarırcasına
tefsir/te’vil ediyorlar.
Bu konuda Şehit Seyyid Kutub şöyle der:
Bâzı âyetleri pozitif bilimlerin
verilerine göre yorumlamak diye bir zorunluluğumuz yoktur. Çünkü beşeri
bilimler tüm evreni kuşatamamıştır ki biz de kesin olarak "İşte Kur’ân-ı
Kerim bunu demek istiyor" diyelim. Ne var ki insanoğlu kesin olarak
evrenin yapısını bütünüyle öğrenmediği sürece böyle bir şey söyleyemeyiz .. Bu
ise uzak, hem de çok uzak bir temennidir.
“Ve nitekim, Mûsa'ya âyetlerimizi
gönderip kendisine: “Halkını kopkoyu karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara
Allah'ın Günleri'ni hatırlat!” diye (emrettik)” (İbrâhim 5).
Âyette de
görüldüğü gibi Allah, günlerin çokluğundan bahsedeceği zaman “günler”
kelimesini kullanıyor. İşte bu âyet, tek bir günü değil, birden fazla günleri
ifâde eder. Belirleyici rakam verilmemiştir çünkü.
Aslında
problem, “yekûn” kelimesinin ne anlama geldiğidir. Nîsâ 85. âyete bakarsak
“yekûn” kelimesinin iki kez geçtiğini görürüz. Burada bu kelimeye; “tüm” =
“tümü” anlamı verilmiştir. Zâten Türkçe’de bu kelimeyi biz; “top-yekün” olarak
da kullanırız ve bu da “toplam”, “tamâmı”, hepsi” vs. anlamlarına gelir.
“Yekûn” toplam/total olan/bütünsel demektir. Allah;
“kün fe yekûn” demekle, “ol” dedi ve hepsi birden, âniden ortaya çıktı” demek
istemiştir. Yâni “yekûn” kelimesi bir süreçten bahsetmiyor. Bahsedilen
“yekûn”ün anlamı “tamâmı”dır. Tabî ki, bir şeyin tamâmından bahsedildiği yerde
o şeyin tamamlandığından da bahsedilmiş olur. Bu da âni bir oluşum ve vâr
etmeyi gerektirir. Âni bir oluşumun olduğu yerde ise, bir süreçten yada
aşamadan bahsetmemiz yersiz olur. Zâten “kün” kelimesinin türevleri olan
kelimeler de varlığın tamâmına vurgu yaparlar:
Kain: Olan. Vâr
olan. Bulunan. Mevcut; Tekvin: Vâr etmek. Meydana getirmek. Yaratmak; Kevn:
Hudus, varlık, vâr olmak, vücud, âlem, kâinât, mevcûdiyet. Kâinât “tamâmı”
olduğu için, “kün” de tamâmına işâret eder.
Allah’ın
irâdesi mutlak bir irâdedir. “Kün fe yekûn”deki irâde, mutlak bir irâde olduğu
için, o şey artık derhâl olmak zorundadır. “Kün” emri ortaya konduğunda,
kâinât, tanzim edilmiş ve düzene girmiş bir şekilde ortada beliriverir.
Mutlak-İrâde’den
çıkan bir söz olduğu için, kâinât mükemmel bir düzen içindedir. Mükemmel bir
düzende ise, bir eksiklikten ve tamamlanmamışlıktan bahsedilemez. Seyyid Kutub
bu konuda şöyler der:
“Tüm varlık mükemmel anlamda parçaları
îmâl olunmuş bir birlik meydana getirir ve yaratılışı, düzeni ve amacıyla
birlikte tam bir uyum içinde bulunur; zîrâ tüm varlık doğrudan-doğruya mükemmel
ve mutlak olan bir irâde sebebiyle vârolduğu için bu uyumu göstermektedir”.
Her varlık
orijinal şeklinde bir-kez yaratılır ve bir daha tekrârı olmaz. Çünkü yaratmada
tekrar yoktur. Zîra yaratma bizzat
“yeni” olmayı ifâde eder.
Allah işini tam
yapar. Tam yapmak tamamlamak demektir.
“Doğrusu o azap onlara ansızın gelecek de
kendilerini dondura-kalacaktır; artık ne geri çevrilmesine güçleri yetecek, ne
de kendilerine mühlet verilecektir” (Enbiyâ 40).
“Yer ayaklarının altından kayıp
param-parça olduğu gün her şey son-sürattir. İşte bu akıl-sır ermez bir
toplanıştır” (Kâf 44).
Âyette de
belirtildiği gibi “son saat” ansızın gerçekleşecek bir olaydır. Başlaması ve
bitmesi anlık bir olaydır. Kur’ân-ı Kerim bunu (Yûsuf 107, Hac 55, Şuârâ 202,
Ankebût 53, Yâsin 49, Zümer 55, Zuhruf 66, Muhammed 18, En-am 31, 44, A’raf
187) âyetlerinde farklı vurgularla anlatır. Geliş ve gidiş arasında fark
yoktur, sâdece aynı-şeyin ters olarak tekrarlanmasıdır. Başlangıç ve bitiş
arasında da “olma” yönünden fark yoktur, bir-anda başlar ve bir-anda biter.
Meselâ bir-anda koşmaya başlarsın ve bir-anda durursun. Bir şeyin bitişinin
nasıl olduğu, o şeyin başlangıcının nasıl olduğunu da anlatır. İşte bunun
gibi; “bitiş ansızın olacağı gibi, başlangıç da ansızın olmuştur”. Allah
zımnen; “işte başlayış da böyle ansızın olmuştu” demek istemiştir. Bu “ansızın
olma”nın bir işâreti ve bir kanıtı da olamaz. Buna kanıt aramak abesle
iştigaldir. Mustafa İslamoğlu’nun deyimiyle; “ansızın gelenin işâreti
olmaz”.
Lütfi Bergen:
“Hakîkati biz bulamayız, o ansızın ve yalnızca bize mahsus
verilendir” der.
“Saatin (kıyâmetin) ne zaman demir atacağını
(gerçekleşeceğini) sorarlar. De ki: Onun ilmi yalnızca Rabbimin katındadır.
Onun süresini O'ndan başkası açıklayamaz. O, göklerde ve yerde ağırlaştı. O,
size apansız bir gelişten başkası değildir. Sanki ondan tümüyle
haberdarmışsın gibi sana sorarlar. De ki: Onun ilmi yalnızca Allah'ın
katındadır. Ancak insanların çoğu bilmezler (A’raf 187). Kıyâmetin ne zaman kopacağını ancak Allah
bilir. Bu yüzden ansızın gelecektir. İşte bunun gibi; yaratılışın ne zaman
başladığını da sâdece Allah bilir, çünkü ansızın başlamıştır.
Bir teoriye
göre (Big Chill) evrendeki yıldızların entropi yasasından dolayı enerjileri
sürekli azalmakta olduğundan, evrendeki soğuma artmaktadır, (“ısı ölümü”). Bu
soğuma mutlak soğumaya (-273,15 derece) ulaştığında hareket duracak ve her şey
bir-anda kendi içine ve sıfıra doğru çökecektir. Çünkü uzaydaki yıldızların
oluşumunu sağlayan gaz stoklarının yıldızların yeniden oluşumunu mümkün
kılamayacak şekilde bir gün bitecektir.
Kur’ân’da
âhiret için mutlak anlamda bilgi verilmez. Aklımız ermez çünkü. İşte bunun
gibi; “evvel” için de mutlak bilgi verilmez. Her şey bir-anda olmuştur. Bir-anda;
yâni aynı-anda. Her şey aynı-anda olmaya da devâm eder zâten.
Aynı-anda/bir-anda olma mecbûriyeti kendini hücrede ve hücre-altında
da gösterir. Saadettin Merdin’in yazısında konuyla ilgili şu açıklamalar
vardır:
“Basit
mikrop, virüs ya da hücre henüz kendi-kendini çoğaltamaz. RNA’ya, enzimlere
ihtiyâcı vardır. DNA ile enzimler arasında çok sıkı bir ilişki vardır. DNA;
yalnız bir-takım enzimlerin yardımı ile eşlenebilirken, bu enzimlerin sentezi
de ancak DNA’daki bilgilerle gerçekleşir. Bu yüzden eşleşmenin meydana
gelebilmesi için ikisinin de aynı-anda mevcut olması gerekir. Ayrıca bu ilk
hücre/canlının DNA’sı çift kat olmalı ki, üreyebilsin. Ayrıca bu esnâda önemli
DNA ve proteinlerin ve diğer önemli moleküllerin bir-takım zarlarla, kılıflarla
korunması da gerekir. Bu özel zarla korunan moleküller kendilerini
kopyalayamazsa, hücre bölünemezse tesâdüflerle buraya kadar getirilen ilkel
canlı ânında mevtâ olur. Hadi sil baştan. Oysa hayâtın oluşması için tek bir
şansı vardır. Evrim asla tekrarlanamaz. Bir kere kayboldu mu, en başa dönmek
zorunda kalırsınız. Yine oluşan ilk hücreden ânında diğer farklı yeni
hücreler/canlılar yaratılmaz ise, ilk hücre a-normâl çoğalarak, Dünyâ’daki tüm
besini kısa bir sürede tüketip, ne kendisinin, ne de kendisinden sonra
yaratılacak olan canlıların tüketebileceği besin kalır. Çünkü evrim sonsuz
genişleyen, yepyeni çeşitliliğin târihidir. Yâni; ilk canlının peşinden, diğer
farklı canlıların ardarda yaratılması lâzımdır!.
Allah’ın
kâinatı ilk başta nasıl yarattığını mı soruyoruz? Eğer öyleyse ağaçların,
çiçeklerin, hayvanların, yıldızların ve tabi ki insanın her gün nasıl
yaratıldığına bakmakla bu sorunun cevabını bulabiliriz.
Aslında yaratıklar arasında yaratılması
yüce Allah'a zor gelen her-hangi bir varlık yoktur. Ancak karşılaştırma
insanların ölçülerine göre yapılıyor. Çünkü insanların değer ölçülerine göre
yeniden yapmak, ilk kez yapmaktan daha kolaydır. Yoksa yüce Allah'ın gücüne
oranla ilk kez yapmak yeniden yapmak gibidir, yeniden yapmak da ilk kez yapmak
gibidir. Bu işlem için sâdece yüce Allah'ın irâdesinin yönelmesi ve “ol” sözü
yeterlidir. “O da oluverdi”. Kâinat,
her-an “ol” sözüne muhataptır, “her-an” yeniden yaratılır. Zâten “kün
feyekün” sözündeki “fa” bağlacı çabukluk
ifâde eder. “Fe” edatı, kendisindeki sonraki cümleyi, önceki cümleye bağlar ve bağımsız olarak kullanılmaz,
çünkü bağımsız cümleler bağlaçlarla
başlamaz. Yâni “ol der, çabucak oluverir” anlamına gelir.
Hattâ “fa”
bağlacı çabukluk ifâde ettiği için “ol der olur” diye çevirmek yanlıştır. “Ol
dedi, oldu” ya da “Ol” der, hemen/derhâl tamâmı olur” diye çevirmek gerekir.
Bir örnek:
“Mûsa onların hayvanlarını suladı, sonra gölgeye çekildi;
“Rabb’im, doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım” dedi” (Kasas 24).
Seyyid
Kutub bu âyeti şu şekilde tefsir ediyor:
“Biz Hz. Mûsa ile -selâm
üzerine olsun- birlikte duâ sahnesine dalmışken, âyetlerin akışı kurtuluş
sahnesini göstermede acele ediyor. Bu amaçla duâya verilen cevâbın ne kadar
çabuk geldiğini vurgulamak için, âyette çabukluk ifâde eden “fa” bağlacı
kullanılıyor. Sanki gök koşuyor ve yalvaran bu yabancı kâlbin duâsına cevap
veriyor”.
“Fa” bağlacı
çabukluk ifâde eder ve iki şey arasında kopmaz bir bağdan bahseder. Bu bağ
kesintisiz bir bağdır. “Kün fe yekün”
derken de, burada kullanılan “fa” bağlacı çabukluk ifâde eder ve “kün” ve
“yekün” arasında “fa” bağlacı çabukluk oluşturacağından dolayı iki kelime
arasında bir ayrılığın olmadığını anlarız. “kün” ve “yekün” arasında kopmaz bir
bağ vardır ve bu bağ “kopmaz” olduğu için ikisi arasında küçük de olsa bir
ayrılıktan bahsedilemez. Bir ayrılıktan bahsedilemeyeceği için her-hangi bir
zamandan da bahsedilemez. İşte bu yüzden; “ol der ve olmaya başlar” gibi bir
tercüme yapılamaz. Ancak “ol der ve o şey ânında olur” diye bir tercüme
yapılabilir. Zâten “Kâne” fiili geniş-zamandan çok geçmiş-zaman için
kullanılır.
“Ol” deyince “olmaya
başlıyor”muş.. İyi de, onu ben de yapıyorum: Bir tohum ekiyorum ve “ol”
diyorum, başlıyor oluşmaya/olmaya. Oluşum sürecine giriyor yâni. Hemen olmuyor.
Aşağıdaki
âyetler de “fa” bağlacının “çabukluk”, “ânındalık” ifâde ettiğini gösterir:
“Fe elkâ asâhu fe izâ hiye
su’bânun mubîn (mubînun)”. “Böylelikle (Mûsa) âsâsını fırlatınca, ânında
apaçık bir ejderha oluverdi” (A’raf 107).
“Ve neze’a yedehu fe
izâ hiye beydâu lin nâzırîn (nâzırîne)”. “(Bir de) Elini sıyırdı, o
da ânında bakanlara bembeyaz (görünüverdi)” (A’raf 108).
“Fe ehazethumur
recfetu fe asbehû fî dârihim câsimîn(câsimîne)”. “Bu-arada âni bir
yer-sarsıntısına tutuldular da oldukları yerde yığılıp kalıverdiler” (A’raf 91).
“Müjdeci gelip de onu (gömleği) onun yüzüne sürdüğü
zaman, derhâl (fe-rtedde=hemen geri
döndü) gözü görür olarak (sağlığına)
dönüverdi. Yâkub: Ben size demedim mi? Allah'ın izniyle sizin bilmediklerinizi
bilirim” (Yûsuf 96). Buradaki “fe” hemen/derhâl
anlamındadır. Çabukluk ifâde eder çünkü.
“O ki yaratıp düzene koyandır (halâka fe sevvâ) ” (Âlâ 2). Yarattı ve sonra düzenledi
diyenler var. Ellezî halâka fe sevvâ: “yarattı ve anında düzene koydu”
demektir. “Fe” “hemen yaptı” demektir. Arasında
zaman yoktur.
“Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ nûdiye lis salâti
min yevmil cumuati fes’av (fe is’av) ilâ zikrillâhi ve zerûl
bey’a, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn” Cum’a 9. âyette “fe” çabukluk
ifâde eder ve “hemen koşun” anlamına gelir.
Zemahşerî,
Keşşaf”ında şöyle demektedir: “Nun” ve “fa” harfi ile başlayan fiiller geçip
gitmek ve sona ermek anlamlarına gelir”.
Görüldüğü
gibi Hz. Mûsa âsâyı atınca
âsâ ejderha hâline gelmek için oluş-sürecine girmemiş, hemen/ânında/bir-anda
ejderha oluvermiştir. Eli bir-anda bembeyaz kesilivermiştir. Yer-sarsıntısı
ânında başlayıvermiştir. “Oluş-sürecine girme” yok, “bir-anda/ânında/hemen
olma” durumları var buralarda. Aksi takdirde Hz. Mûsa’yı yetenekli bir
sihirbaz/ilizyonist yaparsınız. Bu tarz bakış-açıları pozitivist bakış-açılarıdır.
Hâlbuki burada a-normâl/para-normâl bir olay/mûcize vardır.
Kâinât Allah’ın
bir vahyidir. Vahiy, “süratli ve gizli bir şekilde bildirimde bulunmak”
anlamındadır. Allah âyetlerden oluşan vahyini nasıl süratli bir şekilde gönderiyorsa,
kâinâttan meydana gelen vahyini (kâinat vahyi) de süratli bir şekilde bir-anda
gönderir/yaratır. Allah’ın insan ile iletişim kurmasını ifâde eder vahiy. Allah
kâinâtı vahyederek de insanlarla ilişki kurmuştur.
“Ey insanlar! Sizin
yaratılmanız ve tekrar dirilmeniz tek bir kişinin yaratılması ve tekrar
diriltilmesi gibidir. Şüphesiz Allah, işitendir, Görendir” (Lokman 28).
Seyyid Kutub bu âyeti yorumlarken..
“Dilemenin salt yaratılacak nesneye yönelimi ile yaratmayı
gerçekleştiren irâde açısından bir veya birden fazla nesnenin yaratılması
aynıdır. O ferdin yaratılmasında sınırlı bir emek harcamadığı gibi, her ferdin
yaratılmasında emek yinelemez de. Ona göre bir-tek kişinin yaratılması ile
milyonların yaratılması ve bir ferdin diriltilmesi ile milyonların diriltilmesi
birdir. Yaratma işi bir “kelime” dilemedir sâdece, "Bir şey dilediği zaman
O'nun buyruğu sâdece o şeye ol demektir, o da hemen olur” (Yâsin 82) der.
“..Gerçekten, senin Rabbinin katında bir
gün, sizin saymakta olduğunuz bin yıl gibidir” (Hac 47).
Bu âyete göre;
Allah’ın katında geçen “bize göre bir gün” yâni “24 saat”, (Kur’ân bize göre
konuştuğu için, bir günü 24 saat olarak aldım) bizim katımızda geçen “bin
yıl”a, yâni 24x365x1000= 8.760.000 (sekiz milyon yedi yüz altmış bin) saate
eşit olur. Şimdi bu değerleri, yâni 8.760.000 saati 24 saate indirgersek,
yapacağımız işlemden sonra ulaşacağımız rakam “14.20 sâlise” olacaktır. 14.20
sâliseyi de Allah kâinatı 6 günde yarattığı için 6 ile çarparsak, elde
edeceğimiz rakam; “14.20x6=85.2 sâlise” = ”1.25 sâniye” olacaktır. Bu ise
(Allahuâlem) Allah’ın kâinatı yaratma süresidir. 1.25 sâniye, Allah’ın “kün”
emri için yada “izin verme”si için yeterli ve ideâl bir süredir. Zâten “kudreti
sonsuz” bir yaratıcı için bundan daha fazla bir süre düşünülemez. Allah,
ortalama 1.25 sâniyelik bir süre içinde “ol” demiş ve her şey bir-anda kendini
“olmuş” buluvermiştir. En doğrusunu Allah bilir.


Şekil A: Yaratılıştan Önce Şekil B:
Yaratılıştan Sonra
Yukarıdaki şekillerde kâinâtın “yok durumu” ile “var durumu”
gösteriliyor. İşte bu iki durum arasında (Allah-u âlem) yukarıda yaptığımız
hesap sonucu en fazla 1.25 sâniyelik bir süreç geçmiştir. “Yokluktan varlığa
çıkarma/yaratma” işte böyle olur. Yok iken bir-anda vâr olur.
Allah, işini “ihsan” ile yapar. İhsân, “yaptığı işi en iyi biçimde ve noksansız
yapma”ya denir. Allah
güzeldir. Bu nedenle yarattıkları da güzel olur. Tamamlanmamış yapı eksik olacağından dolayı “güzel” değildir,
çirkindir. Allah, güzel olmayan bir şey yaratmaz. Zulüm
“bir şeyi yerli-yerine
koymamak” demektir.
Allah âdildir
(zulmün tersi), bir
şeyi en ideâl olandan bir-önceki
(ideâl olmayan) yerine
koymamıştır hiç-bir zaman.
Zîrâ o zaman “zulm” olmuş olurdu. Fakat Allah’ın zulmetme ihtimâli yoktur. Tamamlanmamış yapı
“tam bir hakîkat” değildir, yarım hakîkat ise “muazzam bir yalandır”. Eksik (tamamlanmamış) olana göre genel bir
yorum yapılamaz. Hattâ yapılan hiç-bir yorum tutarlı olamaz.
Allah’ın
yarattıkları/yaptıkları, “hamde değer” işlerdir. Tamamlanmamış bir yapıya hamd
etmek akıllıca olmasa gerek. Allah, “hamde değer” olmayan bir şey yaratmaz.
Evrim Teorisini
yıkan en büyük etken, Darwin’in de endişe ettiği ara-türlerin yâni ucûbe
varlıkların yokluğudur. O ucûbeler hiç gözlemlenemez. Neden?; çünkü canlılar
orijinâl olarak, oldukları gibi bir-anda yaratılmıştır. Evrim Teorisi kabûl
edildiğinde denizden karaya çıkış sürecinde bir-sürü ara-formun olduğu kabûl
edilir. Fakat bir tâne bile bulunamamıştır. İzleri bile görülmez. Evrendeki
yıldız-gezegenlerin “ara-form”ları da gözlemlenemez ve açıklanamaz. Yâhu
evrendeki bu “ara-form”ların yâni süper-hâllerinden bir-önceki ucûbe hâllerinin
hiçbir izi-tozu yok mu? Evrendeki sistemlerin de ara-formları yâni ucûbe
hâlleri hiç-bir zaman olmamıştır. Neden?; çünkü onlar da orijinâl olarak,
oldukları gibi, bulundukları yerde bir-anda yaratılmışlardır. Peki nasıl
yaratılmışlardır? Böyle kibirli ve terbiyesizce bir açıklama yapmaktan
Allah’a sığınırım..
Bir-anda olan
şeyler insanın aklını başından alır. O yüzden anlam verilemez.
“Hiç kuşkusuz Allah'ın
gücü her şeye yeter” (Nâhl ..77).
Seyyid Kutub bu âyeti şöyle yorumluyor…
“Haddi-hesâbı olmayan onca yaratıkların ve kalabalıkların
dirilişi, canlandırılışı, toplanması, hesâba çekilmesi ve eylemlerine uygun bir
biçimde ödüllendirilmesi veya cezâlandırılması... Bütün bunların hepsi bir şeye
“ol” deyince oluveren ilâhi kudret için kolay ve basit işlerdir. Bunları, ancak
beşeri ölçüleri esas alarak ölçen, insan gözüyle onlara bakıp, insâni
kriterlerle onları değerlendirmeye çalışanlar, çok zor ve dehşet verici
akıl-almaz bir iş olarak değerlendirebilirler... İşte onlar bu ölçüleri esas
aldıkları için yanlış düşünüyor ve yanlış değerlendiriyorlar!”.
Mevdûdi kâinâtın meydana
gelmesi konusunda şöyle der:
“Allah'ın kudreti o
kadar büyüktür ki, bir şeyi murâd etmesi ve meydana gelmesi aynı-anda olur.
O, bir şey dilesin de meydana gelmesin, böyle bir olgu tasavvur edilemez”.
Tâbir-i
câizse, Allah’ın evreni düşünmesi, onu yaratması demektir. Allah ilk önce
düşünüp sonra yaratmaz, düşünmesi ile dilemesi ve yaratması aynı şey olduğu
için, aynı-anda olur.
“İkisine
birden gelin dedik, ikisi birden: “isteyerek geldik” dediler” (Fussilet 11) âyeti, göklerin ve yerin
aynı-anda şekillenişinden bahsediyor.
Seyyid Kutub bu konuda:
“Yaratılış “ol”
kelimesinde sembolleşen ilâhi irâdenin yönelişinden başka bir şey gerektirmez.
Bu irâde gerçekleşir-gerçekleşmez, vâroluş tamamlanır, hemen oluverir. Allah'ın yasasını sürekli tekrâr olunan ve alışa-geldikleri
şeylere göre değerlendirenlerin anlayamayacağı bir şeydir bu” der.
Seyyid Kutub, Allah’ın
yaratması konusunda da şunları söylüyor:
“Yaratma konusunda yüce Allah için ne “zorluk” ve ne
de “kolaylık” söz-konusu değildir. O'nun küçük-büyük, önemli-önemsiz her
varlığı yaratma yöntemi aynıdır. Yaratmayı dilediği varlığa sâdece “ol” der, o
da hemen oluverir. Demek ki, Allah’ın dilemesi ve yaratması aynı şeydir. Yâni
bir şeyi “dilediği” anda, o şey yaratılmış ve meydana gelmiş olur”.
Allah’ın ilmi,
irâdesi, kudreti ve yaratması aynı şeydir. Aralarında fâsıla ve ardıl yoktur.
“Süreç” yaratılmışa göredir. Allah’a göre süreç olmaz, sürece bağlı değildir
Allah. Aksi hâlde kudretinde bir (hâşâ) eksilme gözükecektir.
İhsan Eliaçık:
”Şu hâlde Allah, bir şeyin olmasını
dilemezden önce düşünüp-taşınıp plân yapmamaktadır. İlâhi proje/ilâhi senaryo
vs. diye bir şey söz-konusu değildir. O bir şeyin olmasını dilediğinde yaptığı
şey ona sâdece “ol” demekten ibârettir. Bu durumda o şey hemen oluş hâlinde
varlığa bürünür, yâni kelamcıların diliyle Allah’ın irâdesi, bilgisi ve
yaratması bir ve aynı şeydir. Bir cümledeki kelimelerin ardı-ardına dizildiği
gibi aralarında fâsıla yoktur. Allah’ın ezeli planı olmuş-bitmiş, noktası
konulmuş bir kader değil, olsa-olsa olmakta olan, oluş hâlinde olandır” der.
Evet;
Allah’ın bir şeyi aşama-aşama yapması
ona bir proje, bir plân atfetmektir ki, Allah plâna göre hareket etmez, bir
şeye göre hareket etmez.
Kavlî âyetler fiîli
âyetleri anlatır. Allah’ın kavliyle yâni sözüyle, fiîli yâni eylemi aynı
şeydir. “Ol” demesiyle olması aynı şeydir. O yüzden “ol” deyince oluverir. “Ol”
deyince o şey meydana çıkıverir.
Allah'ın
yaratma eylemini tamamlaması için bir zaman-aralığına ihtiyâcı yoktur. Öyle ki,
“O bir şeyin olmasını istediği zaman,
yalnızca ona ‘Ol!’ der ve (o şey) oluverir”.
Nazzam’a göre
yaratılış, Allah’ın doğrudan-doğruya bütün canlı ve cansız varlık türlerini kendi
içinden çıkaracak şekilde bir-anda vâr etmesidir.
Bir-anda
yaratılmayı kanıtlayan bir örnek verelim:
Bir-anda
yaratılma, maddenin temel yapı-taşında çok net bir şekilde görülür; Bilim,
maddeyi oluşturan atomların parçacık düzeyinde nasıl vâr-olduğunu anlatırken; o
parçacığın, bir-önceki alt-parçacığının hareketinde meydana gelen bir-takım
değişmeler sonucunda oluştuğunu söyler. Yâni, küçük bir parçacık, her-hangi bir
hareketle (çarpışma, bölünme, birleşme, yavaşlama, hızlanma vs. gibi)
alt-parçacıkken, üst-parçacığa dönüşür. Bu süreç, atomların oluşumuna, daha
sonra da molekül aşamasına kadar gider. Süreci tersten işleterek meselâ şöyle
diyelim; Molekül, atomlardan; atomlar, elektron-proton-nötrondan; bu
parçacıklar kuarklardan; kuarklar da spin/strings (iplikçikler) in değişimleri sonucu oluşur. Diyelim ki bilim ileride
daha da bir alt-parçacık buldu. (bilimin parçacık düzeyinde “buldu”-“bulundu”
dediği sözde-parçacıkların çoğu, ya da belli bir seviyeden (atomdan) aşağısı,
aslında matematiksel bir “bulma”dır. Atom-altı parçacıklar,
birer isimlendirmeden başka bir şey değildir. Bunlar detektörlerin algıladığı çeşitli sinyâller ve
alanlardır. “Matematiksel nesneler”dir bunlar). En sonunda maddenin en temel yapı-taşı bulunduğunda, bu
parçacık için hangi alt-parçacığın değişimi sonucu, aşama-aşama oluştuğunu
söyleyecekler? Çünkü daha-temel bir parçacık yok. Mevcut en temel parçacık,
neyin sonucunda oluşmuştur? Oraya nereden gelmiştir?
İşte biz de
diyoruz ki; o parçacık oraya “yokluk” tan bir mûcize eseri bir-anda gelmiştir.
Lâkin bizim söylemek istediğimiz bir şey daha var ki aslında onu söylemeye
çalışıyoruz: Bir alt-parçacığı olmayan temel-parçacık bir-anda ortaya çıkar.
Çünkü, aşamadan geçecek bir alt-parçacığı yoktur.
İşte bir mûcize
eseri bir-anda ortaya çıkan bu temel parçacık, bir üst-parçacığı oluşturmak
için değişimini bir-anda yapar. Bir-anda stringleri oluşturur. Bu stringler
bir-anda kuarkları, kuarklar bir-anda atom-altı diğer parçacıkları, bu
parçacıklar bir-anda atomları, atomlar bir-anda molekülleri ve moleküller de
bir-anda organizmaları ortaya çıkarır. Bu organizmaların toplamı da bir-anda
mevcut varlığı ortaya çıkarmıştır. Yâni demek istiyoruz ki; maddenin en temel
yapı-taşı olan parçacık bir-anda ortaya çıkmışsa ve aslında madde denilen şey o
parçacık ise, madde de bir-anda ortaya çıkmıştır. Maddenin en temel yapı-taşı
olan parçacığın bir-anda ortaya çıkması, maddenin de bir-anda ortaya çıkması
demektir. Denizin damlası denizle aynı-anda yaratılmıştır. Çünkü
kâinâtta her şey bir-anda olur. Bu söylediklerimizi dayandırdığımız âyet: “Hepinizin yaratılması ve
diriltilmesi, O’nun için bir tek canın yaratılması ve diriltilmesi
gibidir. Kuşkusuz Allah her şeyi işitir, her şeyi târifsiz bilir” (Lokman 28) âyetidir.
Râzî'ye göre;
“Parçalanamayan en küçük madde (cüz
lâ-yetecezza), bölünemeyen en küçük zaman-birimi içinde, bir defâda yaratılmış
olması lâzımdır. Böyle olmazsa bölünemeyen parçacık da bölünme kabûl etmek
gerekir ki bu imkânsızdır. Allah âlemin tümünü tek bir defâda yaratmaya
kâdirdir ve fakat O buna karşılık âlemi tedricî bir şekilde yaratmaya da
kâdirdir.
En küçük nesne eğer bir defâda değil de peyder-pey
yaratılmış olsaydı, onda bölünme de tabî olacak ve her gelişme ve ilâveyi ilk
parçacıktan ayırmak mümkün olacaktır. Eğer en küçük zaman-birimi olan “an”
bölünemiyorsa, ondan ortaya çıkan madde de bölünemeyecektir. Kanaatimce bu
noktada madde ile zaman aynı şey olmakta, madde tam zamâna eşit bulunmaktadır.
Şöyle bir şey deniyor:
“Big Bang’den sonra açığa çıkan protonlar ile anti-protonlar ve nötronlar ile
anti-nötronlar bir-birini yok eder. Canlılığın oluşabilmesi için proton
sayısının anti-protonlardan ve nötron sayısının anti-nötronlardan çok olması
gerekiyordu ve öyle olmuştur”. Peki bu fazla olan proton ve nötronların
çiftleri yok mu? Çünkü Allah, çifti olmayan bir şey yaratmamıştır. Çiftleri
varsa zâten yok olmalıydılar. Bir müslüman için bunu es geçmek olmaz. Bir
parçacığın “anti”sinin olmaması düşünülemez. Bu nedenle de “anti”siz fazla bir
parçacığın varlığından bahsedilemez. Bu söylem, anlatılan masaldaki bir boşluğu
mecbûren doldurmak için uydurulmuş bir sözdür. Bu sorun böyle mantıksız bir söz
ederek değil, yaratılışın bir-anda yaratılma ile başladığını kabûl ederek
çözülebilir. (Tabi biz bu delîli inançlı kesim için yapıyoruz. Zâten bu yazıyı
da onlar için yazdık).
İnsanın
bir-anda yaratılmayı anlayamamasının nedeni, bir-anda yaratılma olayının basit
bir olay olmasıdır. Allah’ın yaratması Allah için basittir çünkü. İnsan basit
olayları anlayamaz. Anlayabilmesi için o şeyin terkibî (mürekkep) hâlde
olması/bulunması lâzım.
Deniz-suyu
neden tuzludur? “İgneous kayaları”; nehirlerin denizlere tuz taşıması; deniz
dibindeki kaynaklar vs. gibi cevaplar verilse de aslında tam olarak cevâbı
bilinmiyor. Yapılan açıklamalar tatmin edici değil. Açıklama yapmak için
yapılmış açıklamalardır sâdece. Bir açıklaması yok/olamaz. Bir sebebi yok
çünkü. Deniz, Allah tarafından bir-anda tuzlu olarak yaratılmıştır. İşte cevap
budur!.
Bilim-adamlarına
göre denizler yaklaşık 50 katrilyon (50.000.000.000.000.000) ton çözülmüş tuz
içermektedir. Eğer denizlerdeki tuz ayrıştırılıp toprağın üstüne serpilseydi
tüm Dünyâ 166 metre yüksekliğinde bir katmanla kaplanırdı.
“Biz çürüyüp dağılmış kemikler olduğumuz
zaman mı? Derler ki: “Şu durumda, zarârına bir dönüştür bu”. Oysa bu,
yalnızca tek bir haykırıştır. Birden-bire kendilerini mahşerde buluverirler” (Nâziat 11-14).
İşte Allah’ın
yaratması böyle âniden/bir-anda olur.
Evrendeki ve
Dünyâ’daki bütün hareketler aynı-anda olmaktadır. Şu-sâniye îtibâriyle bütün
hareketler olmaktadır. Aynı-anda..
Peki; “yine
Big-Bang yada benzeri bir süreçle oldu, fakat bu süreç 13.7 (yada 13.8) milyar
yıl değil, “1 sâniye” sürmüş olsa” denilirse.. İşte o zaman durum değişir.
Çünkü maddeler kararsız durumda kalmadan bulundukları yerde “1 sâniyede”
belirivereceklerinden, sorun kalmayacaktır. Sorun uzun-zaman sorunu. Zâten biz
de kâinâtın yaratılması 1.25 sâniye sürmüştür diyoruz. Allahuâlem.
“Bir şey yok
iken nasıl bir-anda olur, bunun bir örneği var mı” diye sorulursa; “Göz
kapatıldığında yokluk, açıldığında da varlık olur” deriz. Her-an bir-anda
yaratılmanın örneğidir bu.
“Bir-anda olan
bir şey görebiliyor musunuz” diyorlar. Atom-altı boyutta bütün herşey bir-anda
olur. Aslında her-şey bir-anda olmaların sonuçlarıdır. “Ama bunlar gözlemlenebilen
şeyler değil” deniyorsa; o hâlde biz de, aslında gözlemlemeyi hiç-bir zaman
istemeyeceğimiz bir şey söyleyelim: Depremler! Tüm depremler bir-anda olur. Benzer
olaylar olan heyelânlar da.. Aslında yangınlar da birden çıkarlar. Etrafı
sarması zaman alır sâdece. Seller bir birikmenin sonucu olsa da bir-anda
gelirler. Meselâ belli bir enerjinin bir-anda hiç yoktan ortaya çıkması ve
bir-anda kaybolması mümkündür. Vahiy de bir-anda gelir, kıyâmet de bir-anda
kopar. Ölüm ansızın gelir/olur. Diriliş, kabirlerden kalkış da bir-anda olur: “Sonra sizi yerden bir (kere) çağırma
ile çağırdığı zaman, hemencecik siz (bir de bakarsınız ki) çıkarılmışsınız” (Rum 25).
Yapılan
bir araştırmada gözlemlenen bir olay şu şekilde anlatılır:
“7,7
kilometre derinliğinde uzaktan kumandalı cihazlarla yapılan taramada
“Pseudoliparis amblystomopsis” adı verilen balıklar tespit edildi. Okyanusun karanlık derinliklerinde yaşamlarını sürdüren bu
balıkların boylarının 30 santimetre olduğu belirtildi. Balıkların okyanusun bu kadar derinliğinde
ve karanlıkta enerjilerini korumak için hareketsiz olması beklenirken, bunların
son derece hareketli olduğunu gözlemleyen bilim-adamları, bunun şaşırtıcı bir
durum olduğunu bildirdi. Faâl bir şekilde yüzen ve beslenen balıkların 17 tâne
olmasını ise bilim-adamları, balıkların bir âile olabileceği şeklinde
değerlendirdi.
Balıkların titreşimler
sâyesinde karanlıkta yolunu ve yiyeceğini bulabildiğini belirten
bilim-adamları, bu tür balıkların yüzeye çıkartıldıklarında yaşama
şanslarının azaldığına dikkat çekti. Aberdeen Üniversitesinden bilim-adamı
Monty Priede, keşfettikleri bu derin su balıklarının “umulmayacak kadar
şirin olduğunu” ifâde etti. Bu-güne kadar hiç kimsenin bu kadar derinliğe
bakmadığını ve bu kadar derinlikte neyle karşılaşılacağının bilinmediğini
belirten aynı üniversiteden bilim-adamı Alan Jamieson da, bu balıkları görmenin
kendileri için bir onur olduğunu söyledi. En derinde yaşayan balık rekoru,
1970’te Porto Riko açıklarında 8 kilometreden fazla derinlikte bulunan
“Abyssobrotula galatheae” türünün olmuştu. Ancak balık, su yüzeyine
ulaştırıldığında yaşamıyordu”.
Denizin belli derinliğinde yaşayan ve adına
genel olarak “derinlik balıkları” denen canlılar var ve bunlar denizin belli
bir üst-seviyesinde (az derinlikte) yaşayamıyorlar. O hâlde o canlılar oraya
bir zaman-sürecinde gitmiş olamazlar. Oraya aşama-aşama inmiş olamazlar. Bulundukları
yerde yaratılmış olmaları gerekir. Orada evrimle/mutasyonla da oluşamazlar. Çünkü suyun altına belli bir
derinlikten sonra hiç Güneş-ışığı girmez, yâni mutasyonun ana-kaynağı/nedeni
ortadan kalkar. Bu, tüm canlıların ve kâinâttaki her-şeyin bulundukları yerde
ve bir-anda yaratıldıklarının göstergelerinden biridir.
“Her
şeyden de iki çift yarattık, olur ki inceden-inceye düşünürsünüz” (Zâriyat 49).
Şimdi şöyle bir soru sormak lâzım; Bir
şeyin çiftinin olmadığı bir zaman var mıydı?. Yoktu. Çünkü ilk çift
aynı-anda ve bir-anda yaratılmıştır.
"Eğer kâfir olursanız, çocukların
saçlarını ânında ağartan o günün dehşetinden paçayı nasıl kurtaracaksınız?"
(Müzzemmil 17).
“Bir-anda
olmaz” diyenler; bu âyet “bir-anda/bir-günde olma”nın delili değil mi? Allah'ın
sözü kesinlikle yerine gelir, havada kalmaz, mutlaka gerçekleşir. O her
istediğini yapar. O'nun dilediği hemen oluverir.
“Çocukların
saçlarını ânında ağartan”.. cümlesinde “ânında” kelimesini koymamız gerekir.
Yoksa saçların aşama-aşama zamanla ağarması bize niye ilginç gelsin ki? İlginç
olan bir-anda ağarmasıdır.
“Biz de Mûsa'ya: 'Asanı fırlat' diye
vahyettik. (O da fırlatınca) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını
toplayıp yutuyor” (A’raf
117).
Âyette
belirtildiği gibi; Hz. Mûsa, yere bırakır-bırakmaz Asa’nın birden yılan
olduğunu görüyor. Hattâ yerdeki yılanı eline aldığında da yılan birden Asa’ya
dönüveriyor. Yine başka bir mûcize olarak; Hz. Mûsa, elini koynuna
sokup-çıkardığı anda eli bembeyaz olur. İşte bütün bunlar, bir-anda oluveren
şeylerdir.
Allah’ın kâinâtı yaratışını Seyyid Kutub, edebi bir
dille şöyle anlatıyor:
“Harikalar yaratan fırça, evrenin görkemli sahnelerini
çizmeye başlıyor. Bir-dokunuşta gökler canlanıveriyor... Diğer bir dokunuşta
yerler... Bir-kaç çizgi de yer sahnelerinden, hayâtın gizli kalan yönlerinden
çiziliyor...”
“Bizim emrimiz, bir göz kırpma gibi
yalnızca 'bir keredir” (Kamer
50) âyetini de:
“Yüce Allah'ın bu duyarlı plânının ve
ön-tasarlayıcılığının yanı-sıra, sınırsız gücü vardır ve sınırsız güç, en büyük
gelişmeleri, en basit işâretlerle gerçekleştirir. “Bizim buyruğumuz
göz-kırpması kadar kısacık sürede gerçekleşen bir tek sözdür”.
Bir tek işâretle yada tek bir sözle her iş
gerçekleşiverir. Söz-konusu iş büyük olmuş-küçük olmuş fark etmez. Zâten
aslında “büyük” ve “küçük” diye bir-şey yoktur. Bunlar insanoğlunun nesnelere
ilişkin değer yargılarıdır. Ayrıca ortada “zaman” diye bir olgu da yoktur. “Zaman”
denen şey insanların üzerinde yaşadıkları küçük gezegenin dönüşünden
kaynaklanan “insanlara özgü” bir kavramdır. Yüce Allah'ın hesâbında bu sınırlı
kavramların yeri yoktur.
Birden-bire bu görkemli
varlık meydana gelir. Birden-bire değişir, başkalaşır. Yüce Allah dileyince
birden-bire yok-oluverir. O birden-bire bütün canlıları yaratır. Birden-bire
onları oraya-buraya dağıtır. Birden-bire onları ölümün soğuk kucağına atar.
Birden-bire onları şu yada bu biçimde yeniden diriltir. Birden-bire bütün canlıları
yeniden canlandırır. Birden-bire onları bir-araya toplayarak hesâba çeker.
Evet birden-bire. Her-hangi bir emek, bir
çaba harcaması gerekmez. Zamâna da ihtiyâcı yok. Sınırsız güç bu tek sözde,
plân bu tek sözün yanında. Bu tek sözün yanında her iş plânlı ve her-şey
kolaydır.
“Târih boyunca
gelip-geçen bütün ilâhi mesaj yalanlayıcılarının yok edilmeleri de bir tek söz sonucunda,
birden-bire olmuştur” diyerek yorumluyor.
Kâinâtta
her-şey, yâni kâinâtın kendisi de her-an yeni bir yaratılış hâlindedir. Bu yeni
yaratılışlar “ânında” olur. Bu, ilk yaratılışta da böyleydi, şimdi de böyle,
bundan sonra da böyle olacaktır/oluyor.
Kâinât her an,
bir-anda varolur ve bir-anda yok olur.
Hâki Demir:
“Yok-oluş, vâr-oluş sürecinin durmasıdır.
Varlık, var-olma imkân ve iktidârını kaybettiğinde yok olur. Yok-oluş sürecine
girmez. Zîra böyle bir süreç yoktur. Yok-oluş âni bir vakâdır ve aslâ vâroluşun
zıddı değildir” der.
Bu konuda ise
Seyyid Kutub şöyle diyor…
“İlk-yaratma ile tekrar yaratma genel
anlamda, ilk yaratılışı ve âhiretteki dirilişi çağrıştırmakla birlikte bunlar,
gecenin ve gündüzün her ânında sürekli meydana gelen iki olaydır. Her-an bir
ilk yaratılış ve vâr-etme söz-konusudur. Her-an bir tekrar diriliş, çürüyen ve
ölenin yeniden dirilişi söz-konusudur. Evren bütünü ile sürekli bir yenilenme
ve sürekli bir çürüme içindedir”.
Kur’ân, canlıların/insanın ilk-yaratılışını; zâten gözlemlediğimiz
yaratılışlar hâriç, hiç-bir yerde bir aşamadan-süreçten bahsetmez.
“(Hz. İsa’yı) İsrâiloğullarına elçi kılacak”.
(O, İsrâiloğullarına şöyle diyecek:) “Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir
âyetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine
üfürürüm, o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir” ... (Âl-i İmrân 49).
İşte söylemek
istediğimiz bu; Allah bütün her şeyi taslak hâlinde cansız bir şekilde yaratıp,
yukarıdaki âyette yapıldığı gibi içine üfleyince hareket başlamıştır. Her şey
deverân etmeye başlamıştır; galaksiler, Güneş Sistemi, Dünyâ, insanlar vs.
kısaca bütün kâinât. Allah’ın yaratması bunu gerektirir. Böylece mükemmel bir
dizayn ortaya çıkmıştır. Bir sistemin bulunduğu yerin ve yapısının muazzamlığı
başka türlü açıklanamaz. Allah’ın “ruh üflemesi” her şeyin hayâtiyet bulup
harekete geçmesidir. Tabî ki bu bir-anda olur.
Peki Allah “ol”
kelimesini neye söylemiştir? Ortada “ol” kelimesi söylenecek maddesel bir şey
var mı? Yok. Peki bu “ol” kelimesi/emri kime/neye söylenmiştir? “Âyân-ı sâbite”
denilen eşyânın mâhiyetine; eşyânın İlm-i İlâhi’deki hâline; felsefe
dilindeki “ide”lere söylenmiştir “ol” kelimesi. (Aslında tam olarak böyle
olmamakla berâber başka türlü anlatacak bir ifâde bulamadım. Yâni sâdece
anlatım için bu kavramları kullandım. Yoksa bu kavramlar uydurmadır, aslı
yoktur. H.G.) Allah bütün eşyânın/varlıkların aslı olan âyân-ı sabite’ye “ol”
demiş ve bütün varlık bir-anda ortaya çıkmıştır. Yâni eşyâ tasavvurdan/kuvveden
fiile çıkmıştır. Ortaya çıkan varlıklara/kâinâta Rûh’unu üfleyince de varlıklar
hayâtiyet bulmuş ve hareket başlamıştır. Zâten “ol” sözü el-an devâm eder. Yâni
Allah, “anda” yaratmayı her-an yapar.
Evet; “ol” der,
her-şey harekete geçer. Bütün kâinâtın harekete geçmesi de böyle olmuştur.
Şimdi de bir kısım âyetler verelim ve üzerinde bâzı
tahliller yapalım...
“Kitap'ta Meryem'i de
zikret. Hani o, âilesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekilmişti.
Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti.
Böylece ona rûhumuz (Cibril'i) göndermiştik, ona düzgün bir beşer kılığında
görünmüştü. Demişti ki: 'Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah) a sığınırım.
Eğer takva sâhibiysen (bana yaklaşma). Demişti ki: 'Ben, yalnızca Rabbinden
(gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için
(buradayım). O: Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiç bir beşer
dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken dedi. İşte böyle” dedi.
Rabbin, dedi ki: -Bu benim için kolaydır. Onu insanlara bir âyet ve bizden bir
rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır). Ve iş de olup bitmişti. (Hükme
bağlanmış bir iştir bu). Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere
çekildi” (Meryem 16-22).
“İmran'ın kızı Meryem'i de. Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece
Biz ona rûhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik
etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı” (Tahrîm 12).
“Hani Melekler, dediler ki:
Meryem, doğrusu Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı
Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, Dünyâ’da ve âhirette seçkin, onurlu, saygındır ve
(Allah'a) yakın kılınanlardandır. Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla
konuşacaktır. Ve O Salihlerdendir. Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken nasıl
bir çocuğum olabilir? dedi. “(Bu) Böyledir” dedi: “Allah neyi dilerse yaratır.
Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona ‘ol’ der, o da hemen oluverir” (Âl-i İmran 45-47).
Bu âyetler ışığında bir karşılaştırma yapıp, yaratılmanın bir-anda
başladığına şöyle bir delil sunabiliriz;
a) Big-Bang’e
göre yaratılma: Big-Bang sürecine göre süreç; sıkışmış olan bir enerjinin
patlaması, sonra patlayan enerjinin boşlukta yol alarak dağılması ve sonunda
bir karar yerinde kalarak oluşmaya başlaması şeklinde gerçekleşir.
b) Allah’ın
(cc) yaratması: Âyetlerde de anlatıldığına göre Hz. Îsâ’nın yaratılmasında
süreç; Hz. Meryem’in bir erkekle ilişkiye girmeden ve ilişkinin doğal sonucu olan
“patlama” olmadan, patlamanın ürünleri olan spermlerin yumurta istikâmetinde
yol almadan ve spermin yumurta içine girme zahmetine katlanmadan kendini
bir-anda yumurtanın içinde bulması ve Hz. Meryem’in bir-anda hâmile kalması
olarak gerçekleşir. Buradaki sebep sâdece Cibril adlı melektir. (Meleklere
cinsiyet atfedilemez).
Neml Sûresi, Belkıs’ın tahtı meselesinde de;
“Süleyman: “Ey önde gelenler, onlar bana
teslim olmuş (müslüman)lar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana
getirebilir?” dedi. Cinlerden ifrit: Sen daha makâmından kalkmadan onu sana
getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sâhibim
dedi. Yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: Ben, (gözünü açıp kapamadan)
onu sana getirebilirim. Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette
görünce dedi ki: “Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa
nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağan-üstü olay
gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük
ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiç bir şeye ve kimseye ihtiyâcı
olmayan)dır, Kerim olandır” (Neml 38-40).
Belkıs’ın
tahtını getirme olayı, bir-anda olmuş bir olaydır. Bu bir-anda olma olayı,
görüldüğü gibi Kur’ân’da çok net bir şekilde anlatılıyor. Cinlerden bir ifrit,
Belkıs’ın tahtını, hem de çok uzun bir mesâfeden bir-anda getirebiliyorsa;
Allah kâinâtı bir-anda haydi-haydi yaratır. Belkıs’ın tahtını getirme olayı
aşama-aşama olmadıysa ve buna bir mü’minin şaşmaması gerekiyorsa, Allah’ın kâinâtı
bir-anda yaratmasına neden şaşacak? Tahtın bir-anda getirilmesi olayını âmenna
kabûl eden biri, tahtın yavaş-yavaş gidip getirilmesinde bir olağan-üstülük
olmadığından buna îtiraz edecek olan mü’min, Allah’ın kâinâtı bir-anda
yaratmasını neden kabûl etmiyor/edemiyor? El cevap: Yanlış ön-bilgiden dolayı.
Sonuç: Görüldüğü gibi
Allah’ın yaratmasında, işlemesi gereken süreçlerin işlemesine gerek kalmıyor.
Her şey bir-anda mûcize olarak olması gereken yerde beliriyor.
İşte kâinât da böyle
yaratılmıştır. Başta Dünyâ olmak üzere bütün evren materyâli kendini olması
gereken yerde buluvermiştir. Tıpkı Hz. Meryem’in hâmile kalması olayında olduğu
gibi. Allah’a göre ikisi arasında fark yoktur. İnsana göre de olmamalıdır.
“Kur’ân’da yaratılış “sümme” ifâdesiyle
yavaş-yavaş anlatılıyor” diyenlere, “bir-anda yaratma”nın, anlatılabilmesi ve
tasavvur edebilmesi için bu anlatım biçiminin tabî ki uzatarak/genişleterek
anlatılması gerektiğini söyleyeceğiz. Bu, Allah’ın anlatım sanatıdır. Ayrıca
“sümme” sâdece “sonra” anlamına değil, “ve” anlamına da gelir.
Gerçek ise son
derece basittir; “Allah sâdece “ol” der ve o şey hemen oluverir”. “Kün” der
“mekân” olur. Maddeleriyle berâber. Zaman da başlamıştır artık. “Nasıl olur”?
diye sorarsan; “gözlerin yorgun olarak sana geri döner”.
“Kambriyen
patlamasında canlılar mevcut yapılarıyla bir-anda ortaya çıkmışlardır” denir.
İşte bunun gibi; tüm kâinât da bir-anda mevcut yapıları mükemmel bir şekilde
oluşmuş olarak vâroldu.
Düşünsenize...
Big-Bang Teorisi’ne göre başta Güneş olmak üzere yıldızlar, ay ve diğer
gezegenler, atmosfer, bulutlar, masmâvi gök-yüzü, dağlar, kırlar, ağaçlar,
çiçekler, denizler, hayvanlar vs. her şey 15 milyar yıl boyunca insansız olarak
varlıklarını sürdürmüşler! Yâni insan bu kâinâta 11.59.59.59…’da gelmiş. Eğer
bu süreç insansız olarak geçmişse, boşuna geçmiş bir süreç değil midir? İnsansız
hayat ve kâinât, anlamsız hayat ve kâinâttır. Anlamsız iş yapmak Allah’a göre
değildir. O’na yakışmaz da.
Allah bu gibi
boş işler yapmaktan münezzehtir.
Seneca:
“Gerçek, gecikmeyi sevmez” der.
Allah, varlığı
yokluktan yaratmıştır. Yokken var etmiştir. İşte bu yokluğun varlığa dönüşmesi
bir-anda olur. Aksi hâlde; “yokluktan varlığa çıkış arasında ne vardı?” diye
abes bir soru sorulacaktır. “O süreçte ne oldu” sorusu ortaya çıkar. İnsanın bu
süreçte ne olduğunu bilmesi imkânsızdır. Böyle bir sürecin olup-olmadığı
meçhûldür. Allah için gereksizdir.
İnsan için Tin
Sûresi 4. âyette “en güzel sûrette
yarattım” deniyor. Mülk Sûresi 3. âyette de: “O, biri diğeriyle 'tam bir uyum’ (mutâbakat) içinde yedi gök yaratmış
olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiç bir 'çelişki ve uygunsuzluk’
(tefâvüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; her-hangi bir çatlaklık
(bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?” denir. Demek ki Allah, sâdece
insanı değil, tüm âlemi süper-uygun bir biçimde yaratmıştır. Allah Hâllâk
olduğundan dolayı her-an yaratır. İşte, yarattığı her-andaki her şey de
süper-uygunluk hâlindedir. Hiç-bir zaman süper-uygunsuz bir durumda
olmamıştır/bulunmamıştır. Evet; “indirgenemez komplekslik”te olmayan hiç-bir
şey yoktur kâinâtta.
Dünyâ ve bütün
kâinât mübârektir. Allah’ın yarattığından dolayı mübarektir. Mübâreklik en
mükemmel hâlden önce “az-mübârek” hâlde hiç olmamıştır.
Çeşitli
çalgılardan oluşan senfoni, bütün çalgılardan gelen seslerin uyumundan oluşur.
Bu çalgıların birinden cırtlak bir ses çıkarsa o zaman senfoni, senfoni
olmaktan çıkar. Kâinât da işte böyledir. Süper senfoni. Bu “süper”liğin
oluşması için bir-anda yaratılması gerekir.
Aşağıdaki âyetler “bir-anda yaratılma”
düşüncesini destekler mâhiyettedir:
“Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin)
yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse ona yalnızca “ol” der, o da hemen
oluverir” (Bakara 117).
“İstediğimiz zaman her-hangi bir şey için
sözümüz, ona yalnızca “ol” demekten ibarettir; o da hemen oluverir”
(Nahl 40).
“Allah'ın çocuk edinmesi olacak şey
değil. O yücedir. Bir işin olmasına karar verirse, ancak ona: “ol” der, o da, hemen
oluverir” (Meryem-35).
“Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken
nasıl bir çocuğum olabilir?” dedi. “(Bu) Böyledir” dedi: “Allah neyi dilerse
yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona “ol” der, o da hemen oluverir” (Âl-i İmrân 47).
“Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri
yalnızca: “ol” demesidir; o da hemen oluverir” (Yâsin 82).
“Dirilten ve öldüren O'dur. Bir işin
olmasına hükmetti mi, ona yalnızca: “ol” der, o da hemen oluverir” (Mü’min 68).
Evet; bir
soluğun, bir nefesin ürünüyüz. Ve her şey o kadar yeni ki…
“Bizim emrimiz, bir göz kırpma gibi yalnızca
'bir keredir. (Âyetin
farklı bir meâlinde): Bizim (bir şeyi)
takdir etmemiz ve (onun meydana gelmesi) göz-kırpması gibi bir anlık bir
(fiil)dir” (Kamer 50).
Nahl 40 ve
77’ye göre kâinât, bir ‘KÜN’ emri ile bir-anda başlamıştır ve bir ‘HÜN’ emri
ile bir-anda yok olacaktır. Bu ne zaman olacak? Termodinamik denge
gerçekleştiğinde. Ya da Allah zamanla mukayyet olmadığı için O’nun bildiği ve
irâde ettiği bir anda.
“Ya evren
geriye kapanmadan sürekli genişleyecek ve ısı ölümüyle Büyük Donma (Big Chill)
süreci yaşanacaktır, ya da genişleme belli bir seviyeye geldikten sonra
çekim-gücü geriye kapanmayı başlatacak ve Büyük Çöküş (Big Crunch)
yaşanacaktır” denir. Genişlemeyi kabûl etmediğimiz için “Büyük Çöküş” sürecini
tasvip etmiyoruz ama entropiden dolayı “Büyük Donma” olasıdır. Büyük Donma
teorisi “son saat” için söylenen “göz açıp-kapamak kadar kısa oluşuyla da
örtüşür. Yâni kâinât mutlak-soğukluğa ulaştığı anda, bir-anda kendi içine
çökerek yok olur. Bu çöküş için sürece gerek yoktur. Göz açıp-kapamak kadar
kısa bir süredir.
Kâinâtın nasıl
yaratıldığını Allah’tan başka kimse bilemez. Çünkü kimse bu yaratılışa şâhit
olmadı. Ayrıca bir-anda yaratılmanın nasıllığından da söz edilemez.
Bilim-adamları kâinâtı mutlak olarak bilemezler. Zâten bilmek de istemezlerdi,
çünkü bu, bilimin sonu olurdu ve bilim-adamlarını işsiz bırakırdı.
Kuantum
teorisine göre her şey yokken bir-anda/âniden varolmuştur. Çünkü kuantlar
yokken bir-anda beliriveriyor.
Asr-ı Saadet
döneminde de ilk-yaratılışla ve bir-anda yaratılışla ilgili tartışmalar
yapılmış ve yaratılışın nasıl olduğuna ilişkin düşünceler ortaya konmuştur:
Mutezile âlimlerinden Nazzâm’a göre Allah Teâlâ; insan, hayvan, mâden bitki vs.
bütün mahlûkâtı şu-an bulundukları hâl üzere bir defâda yaratmıştır. Meselâ tüm
mâdenler zamanla değil, oldukları yere aynı-zamanda bizzat konmuştur. Doğa, ilk
yaratıldığında da aynı özelliklere sâhipti. Meselâ deniz ilk yaratıldığında da
tuzluydu. “Deniz-suyu neden tuzludur? Hiç öyle kayalardan/taşlardan muhabbeti
yapmayın. Deniz, Allah tuzlu yarattığı için tuzludur. Petrol, demir vs. de ilk
yaratılışta vardı zâten.
Din, bir şeyin
çabuk yapılmasını emretmez deniliyor. Hâlbuki Peygamber efendimiz: "İşçinin
ücretini alın-teri kurumadan verin” der. Kuşkusuz ki Peygamberimiz bu düşünceyi
Allah’tan öğrendi. Allah, bir şeyin hemen yapılmasını telkin etti
Peygamberimize. “İşçinin hakkını yavaş-yavaş değil, hemen ver” denmiştir.
Kimyâ biliminin tanıklığıyla da,
maddenin başlangıcının yavaş-yavaş ya da aşamalı olmadığı, aksine birden-bire
olduğu ortaya çıkmaktadır.
Dünyâ’da ve
evrende de bir-çok kez bir-anda yaratılmanın öreklerini görüyoruz. Meselâ en
basit olarak: Su yerden bir-anda kaynar. Su, yerde yokken bir-anda görünüverir.
Kâinâtta her
şey, “altın oran” denilen ve 1,618 olarak belirlenen bir ölçüyle orantılanmıştır.
Kâinâttaki her şey bu oranla uyumludur. Evrende bulunan her şey bu orana göre
yaratılmış ve orantılanmıştır. İki yıldız arası, iki galaksi arası, iki insan
kolu arası vs. her şey bu orana uygundur. Bu, tüm kâinâtın aynı “EL” tarafından
ve bir-anda yaratıldığının delilidir. Aksi hâlde aşamalı yaratılışta mecbûren bir-sürü
orantısızlıklar çıkacaktı.
Evrenin düzeninde meydana
gelecek -kıl payı kadar da olsa- bir sarsıntıda bozulacak olan evrenin,
aşama-aşama, kademe-kademe meydana geldiğine inanmak...
İnsan, basitten
mükemmele doğru değil, mükemmelden basite doğru bir seyir izlemiştir/izliyor.
Entropi bunun delîlidir. Bir-anda kemâl hâlde yaratıldıkları için tüm varlık da
böyledir.
Kâinâtın
kaderi, bir-anda açığa çıkmaktır. Bir-anda açığa çıkan şeyde sebep-sonuç
ilişkisi aranmaz.
Bir süreçle
yaratılma kendine göre basittir. Açıklanabilen şey kendine göre basittir zâten.
Ez-azından açıklanınca basitleşir. Fakat bir-anda yaratılmada bir ihtişâm
vardır.
Kâinâtın fıtratı, “birden” yaratılmayı gerektirir. “Her şey
bir-anda yaratılmıştır” derken, aslında buna sâdece görünen evreni değil,
görünmeyen âlemi de katabiliriz. Cenneti, cehennemi…
“Elbette göklerin ve yerin yaratılması,
insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ancak insanların çoğu bilmezler” (Mü’min 57). Bu yüzden insanın “küçük
aklı” “büyük” olanı kuşatamayacağı için anlamaya kâdir değildir.
Allah; yapacağını bir-anda yapar. Çünkü şanına bu yakışır.
Allah, bir-anda
yaratır, sonra da örneklere göre tekrâr eder.
Olmak,
zamânında (bir-anda) olmaktır.
Allah bu
kâinâtı spontane bir şekilde bir-anda ortaya çıkarmıştır.
Bu kâinâtın
bir-anda yaratılmış olduğu, ampirik değil apriorik olarak bellidir.
Kâinâtın
“ilk-yaratılma”sı evrim ile değil, devrim ile olmuştur.
Bir bebek dile
gelse, ön-yargısız olduğu için (modern bilim ön-yargısı), evrenin bir-anda vâr
olduğunu söylerdi.
Allah evreni
yaratırken melekleri kullanmıştır. Melekler emredileni ânında yaparlar.
İlk-yaratılış
bir-anda olan yaratılıştır. “Bir-anda olma”ya aklımız ermez. Bu “olma”yı
anlayamayız, anlamlandıramayız ve anlatamayız. Sâdece hissedebiliriz.
İsmail Râci
Faruki:
“Ortada insanoğlunun idrâkinin
kavrayamadığı ve sezinleyemediği bir “sonsuzluk” vardır. İnsanoğlu bu
derinlikteki sonsuzluğu yakalayamadığı için anlaşılması ve îzah edilmesi de
olanak dışıdır” der.
Bir şey yokken, yâni olmamış
hâldeyken olması/olmuş hâle gelmesi bir-anda olur. Zâten “arada” ne olacak ki.
“Ol” dedi bir
kere var oldu cihan, “olma” dese mahvolur ol dem heman.
“Gerçek şu ki, benim Rabbim, olmasını
istediği şeyi akıl-sır yetmez yollarla gerçekleştirir” (Yûsuf 100).
Vâr-oluşçuluğa göre de (tabî ki de tartışılabilir) vâr-oluş özden önce gelir. Yâni bir şey vâr olur ve sonra o varlığın vâr-oluş sürecine ve nasıllığına yorumlar yapılır. Bilim-adamlarının yaptığı budur. Hâlbuki gerçekte
kâinatın varlığı ve yorumu aynı-anda yaratılmıştır. Kâinat, yorumunu içinde taşır. Yorum, kâinâtın içinde mündemiç olarak bulunur.
Netîcede
bilim, olmuş olanın üzerinden konuşuyor, olacak
olanın üzerine konuşamaz ve zâten konuşsa aynı
şeyleri söyleyemezdi.
Allah için şüphesiz ki imkânlar
söz-konusu değildir. Allah’ın bir şeyi yaratması için bâzı şartların oluşması
gerekmez.
Vücûdumuzda her sâniye yâni bir-anda milyon tâne hücrenin
vârolabiliyorken; her sâniye yâni bir-anda milyar tâne molekül üreyebiliyorken;
vücûdumuzda her sâniye yâni bir-anda 3 milyon kere milyon (3X1012) hemoglobin
üretilebiliyorken; her sâniye yâni bir-anda milyarlarca parçacığın yok olduğu
ve milyarlarca trilyonlarca varlığın ortaya çıktığına şaşılmıyorken, kâinâtın
bir sâniyede yâni bir-anda ortaya çıkışına niye şaşılıyor ki?
“İnsan
aceleden yaratıldı. Size âyetlerimi yakında
göstereceğim. Artık hemen acele etmeyin” (Enbiyâ 37).
Allah
yaratmayı acele yâni vakit geçirmeden yapar. Vakitli-zamanla yapmak insana
mahsustur. Allah ilk-yaratmayı acele olarak bir-anda yaptıktan sonra “sonraki
yaratma” dediğimiz türetmeyi akışına bırakarak yaratmaktadır. Allah; “Size
âyetlerimi, yaratışlarımı yavaş-yavaş göstereceğim. Bu nedenle de artık
acele etmeyin, acele yaratmalar beklemeyin” diyor.
Bir-anda
yaratılma mantıksız ve saçma değildir. Allah bu şekilde yaratmıştır. Esas
önemli olan şey ve bilinmesi mümkün olmayan şey, Allah’ın kâinâtı bir-anda
nasıl yarattığıdır. Bir-anda yarattığını anlayabiliriz fakat bir-anda nasıl
yarattığını anlayamayız. Bu bizim ulaşamayacağımız, idrâk edemeyeceğimiz bir
bilgidir.
“Bir-anda
yaratılma” yada “aşama-aşama yaratılma”; işte bütün mesele bu..
Şâirin dediği
gibi: “Bir örtü gibi birden açar Dünyâ’yı; Sonra birden toplayandır ortalığı”…
(Sezâi Karakoç)
BİRDEN-BİRE
Her şey
birden-bire oldu.
Birden-bire vurdu
gün ışığı yere,
Gökyüzü
birden-bire oldu;
Mâvi birden-bire.
Her şey
birden-bire oldu;
Birden-bire
tütmeye başladı duman topraktan;
Filiz birden-bire
oldu, tomurcuk birden-bire.
Yemiş birden-bire
oldu.
Birden-bire,
Birden-bire;
Her-şey
birden-bire oldu.
Kız birden-bire,
oğlan birden-bire;
Yollar, kırlar,
kediler, insanlar...
Aşk birden-bire
oldu.
Sevinç
birden-bire.
01. 04. 1950
Orhan VELİ
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ocak 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder