30 Ocak 2016 Cumartesi

Müslümanların Gündem Sorunu


“Andolsun, kendilerine kitap verilenlere her âyeti (delîli) getirsen, yine onlar senin kıblene uymaz; sen de onların kıblelerine uyacak değilsin. Onlardan bir kısmı, bir kısmının kıblesine (bile) uymaz. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların hevâ (istek ve tutku)larına uyacak olursan, o zaman gerçekten zâlimlerden olursun (Bakara 145).

Medya, bir “gündem belirleme” aracıdır. Medyanın sâhipleri ise, belirledikleri gündem üzerinden, hem maddî çıkarlar elde etmek, hem de Dünyâ’nın yönetimine katılmak isterler ki bu konuda hemen her zaman da başarılı olurlar. Gündemi belirleyenler, gündeme göre hareket eden insanları arkalarına almışlar demektir çünkü. İnsanlar ise gündeme göre hareket ederler. Çünkü insanların çoğunluğu, “gündem belirleyecek” kapasitede değildirler ve zâten buna dirâyetleri ve güçleri de yoktur. Bu nedenle de belirlenen gündemlerin oyuncağı olurlar ve deverân böylece sürüp gider.

Gündemi belirleyenler, Dünyâ’nın siyâsetini, ekonomisini, hâl ve hareketini belirliyorlar ve halk da buna göre hareket ediyor. Aslında tâğut-merkezli insanların gündem belirlemesi, bir nevî “kader belirleme” oluyor ki, bu belirleme, %99.99 gündemi belirleyenlerin çıkarına göre olduğu için, halkın aleyhinedir. Fakat gündemi belirleyenler her zaman “kurnazlardan” oluştuğu için, bu kurnazlar, halkı da küstürmeyecek ve bir isyâna sürüklemeyecek oranda belirler gündemi ve siyâseti (kânunları). Fakat bu durum, halkın ne kadar tüketeceği, ne kadar üreteceği, ne zaman okula gideceği, ne kadar okuyabileceği (çünkü asgâri ücretlinin çocuğunun -eğer cins bir kafaya sâhip değilse- nereye kadar okuyabileceği bellidir), ne zaman evleneceği, kaç çocuk yapacağı (hattâ eşiyle ne kadar sürede bir ilişkiye gireceği), ne yiyeceği, ne içeceği, ne giyeceği vs. belirlemeyi değiştirmez. Gündem bu nedenle nitelik olarak değişmez ve nicelik olarak hep aynı kalır.   

Aslında gündem oluşturmak, “siyâset oluşturmak” demektir ve oluşturulan insan-merkezli bu siyâset, alınan kararların toplumda nasıl yankı bulacağını ölçmek ve siyâseti-kânunları ona göre belirleyerek Dünyâ’yı yönetenlerin, insanların tepkilerini kontrôl altında tutmak için yaptıkları bir çeşit yozlaştırma şeklidir. Halkın genelini yozlaştırırlar ki kendi çıkar ve haz-merkezli hayatları sürüp gitsin. Bu kontrôl altında tutma şekli her dönemde farklı olmuştur. İletişim çağı denilen modern zamanlarda ise bu kontrôl seviyesi çok artmış ve insanların kontrôl edilmedikleri bir yanları kalmamıştır. Hattâ öyle bir duruma gelinmiştir ki, (a)sosyâl-medya ile birlikte insanlar her-şeylerini isteyerek ve severek açıkladıkları ve her yerde paylaştıkları için, baştakilerin, insanları kontrôl etmeleri için özel bir çaba sarf-etmelerine gerek kalmamıştır. Ne ilginçtir ki modern insan, ahtapot gibi kollarla kontrôl edilmekten hoşlanmaktadır, haz almaktadır, orgazm olmaktadır ve sosyâl-medya denilen ortamlarda “tâkipçi” denilen kişiler tarafından tâkibinin yapılması bir üstünlük, bir gurur-kaynağı sayılmaktadır. Sosyâl-medya fenomeni olmak bir ayrıcalık olarak görülmektedir ve insanlar, kişilerin değerini “tâkipçileri” oranında ölçmektedirler. Yâni ne kadar tâkipçin varsa, o kadar değerin oluyor ve o derece “sanal tatmin”e ulaşabiliyorsun. Sanal gündemin ölçüsü budur. Artık yönetenlerin bu şekilde kolayca kontrôl edebildikleri insanlar için gündem belirlemesi işten bile değildir. Artık, kendi çıkarlarına, halkın ise aleyhine olan istedikleri gündemi bağıra-bağıra, göstere-göstere belirleyebilmektedirler. İnsanlar ise buna ses çıkar(a)mamaktadır. Çünkü belirlenen gündemler kendi isteklerine ve zevklerine göre çıkarıldığı için istekleriyle ve alışkanlıklarıyla uyumludur.

Eskiden baştakiler, çıkarılacak kânunları-yasaları, çığırtkanların davul çalarak ve yüksek sesle yaptıkları duyurularla halka bildirirlerdi. Bu şekilde gündemi belirlerlerdi.  Böylece bu duyurular halk arasında dilden-dile aktarılıp duyurulur ve mecbûren halk tarafından değerlendirmeye tâbi tutulurdu. Halk bunu mecbûren konuşup değerlendirirdi ve hoşnut kalmadıkları yönler açığa çıkardı. Bu bir çeşit eleştiri idi. Yöneticiler de çoğu-zaman bu eleştiriyi göz-önüne almak mecbûriyetinde kalırlardı. Tabi bu durum istedikleri kânunları çıkararak istedikleri gündemi belirlemek isteyen yöneticiler için istenmeyen bir durumdu ve bu nedenle de “sıkıntı” oluyordu.

Fakat artık gündemler medya aracılığı kolayca belirleniyor ve insanlar sosyâl-medya aracılığı ile her isteklerini-özlemlerini-arzularını-açıklarını neredeyse hiç-bir gizlilik kalmaksızın açıklayınca, yöneticiler de insanların bu genel isteklerine ve durumlarına bakarak ve çözümleme yaparak siyâset ve gündem belirliyorlar. Tabi birileri de buna göre üretim yapıyor. Yâni artık yöneticilik yapmak kolay hâle geldi. “Halk sorunu” ortadan kalktı. Çünkü gündem artık, halkın genel durumuna göre belirleniyor ama bu gündem yine halkın isteyerek medya aracılığı ile bile-isteye ve seve-seve açıkladıklarıyla netleşiyor. Bir, “sebep-sonuç ve sonuç sebep” durumu çıkıyor ortaya. İnsanlar birilerinin yaptığına ürettiğine göre düşünüyor ve ihtiyaç duyuyor ve ihtiyaç duyduğu şey bir-şekilde üretiliyor. İnsanlar böylece hem belirleyen hem de belirlenen oluyor ki, demokrasi denen melânet aslında budur.

Teknoloji insanların durumlarını belirlemede en büyük araç. Küresel sermâyedarlar Dünyâ tüketimini hem özendiriyorlar, hem belirliyorlar hem de insanlara belirletiyorlar. Yâni insanlar gündemin hem belirleyicisi (öznesi) hem de nesnesi oluyorlar. Fakat, bu belirleme sonuçta insanların faydasına değil, sermâyedarların faydasına olan bir belirlemedir.

Tüm belirlenimler açıkça ortada artık. Birileri de bu belirtilere göre hem siyâseti hem de üretimi-tüketimi belirliyorlar. Tüketimi üretime göre, üretimi de tüketime göre düzenleyebiliyorlar. Ve böylece “üretim-tüketim”i belirliyorlar. Neyin tüketileceğini ve ne kadar tüketileceğini belirliyorlar. Bunu teknolojilerle ve insanları tutsak ettikleri bankaların “çıktılarıyla (dekont) kolayca kontrôl edebiliyorlar. Ergün Diler:

“Bir çift gözle Dünyâ’yı gözleyen adamlar, yâni Baronlar, kim nereye, ne harcar, ne kadar harcar, ne kadar elektrik yakar, ne kadar su içer, ne kadar doğalgaz kullanır, arabasıyla ne kadar kilometre yapar, çocuklarına nereden alış-veriş yapar, nereden yedirir-içirir, özel zevkleri nelerdir, sevgilisine ne alır, doğum günlerini nasıl kutlar gibi onlarca sorunun cevabını VİSA ve MAESTRO ile bulurlar! Yâni kredi-kartları Dünyâ’da hiç-bir istihbarat şirketinin ulaşamayacağı, erişemeyeceği ve toplayamayacağı bilgileri bir araya getirir ve biriktirir! (Hattâ kredi-kartlarının dokümanlarına bakarak karı-koca arasındaki ilişki sayısını bile kontrol edebiliyorlar kondom kullanımına bakarak. Kişinin ana-babasının bile bilmediği harcamaları biliyorlar. H.G.)

Dünyâ’nın en güzel arşividir!. İstediğiniz kadar geriye gidersiniz. Türkler dedelerinin dedesini bilmezken, bu adamlar attığımız her adımı ve şeceremizi bilirler. Kimin paraya ne kadar ihtiyâcı olduğu bilgisi bunlar için ayrıca önemlidir, para ile açarlar her kapıyı... Herkesin gizli bilançoları bunların elindedir. Her ülkede, daha doğrusu önem verdikleri yerlerde, patronlar yaratırlar. Bizde de vardır”der.

Tek-dünyâlı olan, yâni âhireti hesâba katmayan dünyâ-insanlarının nefs-merkezli hazza oynamalarını anlayabiliriz. Onlar Dünyâ’yı cennet gibi yaşamak isterler ve bunu hedeflerler. Bu nedenle tüm bu anlattıklarımız onlar için anlamsız ve önemsiz olabilir (Gerçi onlar da fıtratlarına aykırı davrandıklarından sorumludurlar ve müslümanlar buna duyarsız kalamazlar). Peki müslümanlara ne oluyor?. Onlar da mı şeytanın emrindeki tâğutların gündemine göre hareket edecekler?. O zaman müslümanlığın ne ayrıcalığı olacak ve farkı kalacak?. Tabi modern zamanlarda olduğu gibi, dîni vicdanlara hapsedip “sâdece zihinde yaşamak” düşüncesi benimsenirse (lâiklik) böyle olması normâldir.

Müslümanlar tâğutların belirlediği gündemleri sıkı-sıkıya tâkip ediyor. İslâm’a ters olarak ne zaman okula başlayacağından tutun, ne zaman çalışmaya başlayacağına, askerliği ne zaman ne kadar süre yapacağına, ne zaman evleneceğine, kaç çocuk yapacağına, ne zaman emekli olacağına, ne yiyeceğine, ne içeceğine, ne giyeceğine, neyi konuşacağına, nasıl davranacağına, insan ilişkilerine, evlerine, işlerine, tavırlarına, âile ilişkilerine, eğlencesine, eş seçimine, zevklerine, vaktini nasıl geçireceğine ve hattâ mâneviyatını nasıl, ne kadar, hangi doğrultuda belirleyeceğine tâğutlar karar veriyor. Onlar, gündemi belirleyerek yapıyor bunları. Bu nedenle de gündemi belirliyor ve dolayısı ile Dünyâ’yı da onlar kontrôl ediyor. Müslümanların gündemini ve hayâtını Kur’ân ve sünnet belirleyeceğine, tâğutlar belirliyor. Yâni nefs belirliyor, şeytan belirliyor. Müslümanların bu gündemlere hiç-bir îtirazları yok, îtirâz edecek çapları, dirâyetleri ve donanımları da yok. Tam bir kontrôl altındalar zîrâ. Ahtapot gibi sarılıp kuşatılmışlar ve hattâ bu belirlenimden ve kuşatmadan zevk almaya başlamışlardır. Tecâvüzcüsüne aşık olan kadın gibi olmuşlar (Stockholm Sendromu). İsyân edip savaş açmaları gereken mercileri-ürünleri-düşünceleri baş-tâcı etmişler ve ayakta alkışlıyorlar, sımsıkı sarılmışlar tâğutların belirlemelerine. Tapıyorlar âdeta. Domuz gibi hiç-bir şeyini ayırmadan kabûl ediyorlar ve tüketip sindiriyorlar. Atasoy Müftüoğlu:

“Şunun bilinmesi gerekiyor: Biz şu-anda kendi yolumuzda değil, kolonyalistlerin bizim için açtıkları yollarda yürüyoruz” der.

Oysa Allah Kur’ân’da şöyle der:

“Ey îman edenler, sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışırlar, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sînelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size âyetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz” (Âl-i İmran 118).

Halbuki müslümanların gündemini Kur’ân belirler. Teorisini Kur’ân’ın belirlediği gündemin eylemini ve hareket metodunu da yine teorik olarak Kur’ân belirlerken, pratik olarak da “sünnet” belirler. Sünnet, Kur’ân’ın pratiğidir çünkü. Kur’ân bir “belirleme kitabı”dır, “gündem kitabı”dır. Mü’min, Kur’ân’ın gündemine göre hareket eden kişidir. Müslüman, tâğutun gündemine karşı İslâm’ın gündemine uyan kişidir. Kur’ân kendi gündeminden başka gündemlere kapılmalara karşı uyarır inananları ve bir-çok yerde nasıl davranmaları gerektiğini gösterir:

“Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin. Bu durumda, biz sana, hayâtında kat-kat, ölümün de kat-kat (acısını) tattırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın” (İsrâ 74-75).

“Onlar, senin kendilerine yaranmanı (uzlaşmanı) arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı. Şunların hiç-birine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık, alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan), hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkâr, zorba-saygısız, sonra da kulağı kesik; mal (servet) ve çocuklar sâhibi oldu diye, ona âyetlerimiz okunduğu zaman: '(bunlar) eskilerin uydurma masallarıdır' diyen” (Kalem 9-15).

“De ki: Ey kâfirler!. Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma siz tapacak değilsiniz. Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dîniniz size, benim dînim bana” (Kâfirûn Sûresi).

Kur’ân ne zaman yiyip-içmeyi bırakacağımız ve neleri yiyip içeceğimizi belirler:

“Ramazan ayı... İnsanlar için hidâyet olan ve doğru yolu ve (hak ile bâtılı bir-birinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’ân onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şâhid olursa (erişirse) artık onu tutsun. Kim hasta yada yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidâyete) ulaştırmasına karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz” (Bakara 185).

“De ki: Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiç-bir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin, yoksulluk-endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. -sizin de, onların da rızıklarını biz vermekteyiz-. Çirkin-kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında, Allah’ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki akıl erdirirsiniz” (En-âm 151).

Ne yapmamız gerektiğini söyler:

“Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; mâruf (iyi ve İslâm’a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a îman edersiniz. Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden îman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır” (Âl-i İmran 110).

Davranışlarımızı, hâl-hareketlerimizi belirler:

“Ey oğlum, namazı dosdoğru kıl, ma’rufu emret, münkerden sakındır ve sana isâbet eden (musîbetler)e karşı sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir. İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir” (Lokman 17-19).

Ramazan Yılmaz:

“Beşerî, küfür sistemlerinin belirlediği kurallara uymak, onların gündemine göre hareket etmektir. Çünkü kânunları, yasaları ve kuralları onlar denetleyecek, insanların bu kurallara göre hareket edip-etmediklerini kontrôl edeceklerdir. Bu durumda, onların yasalarına göre hareket edenler ister-istemez göz-önünde bulundurarak davranışlarını onlara göre düzenleyeceklerdir.

Beşerî-tâğûti sistemlerin kurallarına göre hareket etmek hem zillettir hem de sünnetullahtaki dâvet metodunu terk etmektir ki bu sapıklık ve yüce Allah’a isyândır. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar devâm eden tevhid-şirk mücâdelesinde tüm risâlet önderleri ve onları tâkip eden tevhid erleri, kendi dönemlerinde kendi gündemlerini belirlemiş, müşrikleri ve azgınlığı yol edinen zorbalar onların gündemine göre hareket etmişlerdir.

Tevhîdi mücâdelede gündemi mutlakâ mü’minler belirlemeli, muhâtapları mü’minlerin belirledikleri gündem içerisinde kendilerine konum belirlemelidirler. Gündemi müşriklerin belirlediği bir ortamda tevhîdi esaslara dâvetin başarılı olması ve insanlara ulaştırılması mümkün değildir, bu nedenle Hz. Muhammed müşriklerin tekliflerine sıcak bakmamış ve ânında ret etmiştir” der.

Evet; Kur’ân bir gündem kitabıdır ve gündemi tüm zamanlar ve mekânlar için belirlenmiştir. Müslümanlar-mü’minler buna uymakla mükelleftirler. Kur’ân’a uymadıkları en küçük bir noktada bile şeytanın-tâğutların direktiflerine uymaya başlarlar. Peygamberimiz müşriklerin belirleyeceği hiç-bir gündemi kabûl etmemiş ve hiç-bir gündeme uymamıştır. Çok câzip gibi duran teklifleri bile tersleyerek bakın nasıl geri çevirmiştir:

 Müşrikler Peygamberimiz (s.a.v)’e şu teklifi yapıyorlar; “Ya Muhammed! Seni Arap Yarımadası’nın reisi yapalım, Kâbe’nin anahtarlarını sana verelim, seni en zenginimiz yapalım, kızlarımızın en güzelini sana verelim, sen yine peygamberliğini yap ama bizim ilahlarımıza, putlarımıza laf deme, sâdece biraz tâviz ver”. Peygamberimiz (s.a.v)  başkanlığı, gücü, zenginliği, akraba bağlarını elimde bulundurursam birazcık tâviz versek de İslâmiyet’i daha çabuk yayarız, işlerimizi daha rahat hâllederiz demedi. “Bir elime Güneş’i bir elime Ay’ı verseniz de, aslâ dâvamdan vazgeçmem, tâviz vermem” buyurdu.

Yine müslümanların bir kısmı; şeyhlerini, efendilerini rableştirerek onların tam da dediği gibi hareket ediyorlar. Onların belirlediği gündemlere göre yaşıyorlar ki bu tutum İslâm’a aykırıdır. Allah’ı-Kur’ân’ı-Peygamberi değil de şeyhleri, efendileri, hocaları, tâğutları dinlemek ve onların istediği gibi hareket etmek yâni yaşamak, onları “veli edinmek” demektir:

“Onlar, Allah’ın berisinden bilginlerini ve din-adamlarını, bir de Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler. Oysa ki, hepsi ancak bir ilaha ibâdet etmekle emrolunmuşlardı ki, O’ndan başka hiç-bir ilah yoktur; O, onların ortak koştukları her-şeyden münezzehtir” (Tevbe  31).

Bu âyeti duyan Adiy ibni Hatem îtirâz etmişti; “ben de bir hristiyanım fakat biz ahbar ve ruhbanlarımızı Rab edinmiyor ve onlara ibâdet etmiyoruz” demişti. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu: Allah’ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını da haram kıldıklarında onların dediklerini kabûl etmiyor musunuz?. Adiy ibni Hatem “evet, kabûl ediyoruz, çünkü onlar dînî konularda yetkili kişilerdir” dedi. Bunun üzerine Resûlullah: “İşte bu onları Rab edinme değil de nedir?” buyurdu.

Rab; “hüküm koyucu” demektir. Hüküm yalnız Yüce Allah’ındır, Yüce Rabbimiz dinde, ulûhiyette, rubûbiyette, hükümde, ibâdette ve hükümranlıkta hiç-bir kimsenin ortaklığını kabûl etmez.

“Allah'ın dışında başka veliler (belirleyiciler, gündem oluşturanlar) edinenlerin örneği, kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir bilselerdi” (Ankebût 41).

Son söz: Gündem belirleyen, gündemi belirlenenden üstündür. Gündem belirleyenlerin en hayırlısı ise Allah’tır.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ocak 2016


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder