İslâm’da, klâsik İslâm
ön-görüsü olan “eğitime öncelik” düşüncesi benimsemiştir ve bu işe çok önem
verilir. Zâten İslâm’ın ilk sözü ve ilk emri de “oku” değil midir? İlk emri
yerine getirmeyenler diğer emirleri şuurlu bir şekilde nasıl yerine
getirecekler ki? Tâlim Terbiye Kurumu’nun başında Eğitim Vekili ve eğitimle
ilgili diğer hiyerarşik sorumlular vardır. Aslında eğitim konusunda Kur’ân’ın
ve Peygamberimizin belirlediği ana-taslak bu işin hem teorik hem de pratik
kısmını çok kolaylaştırmıştır. Çünkü müslümanlar bu işi yıllar önce en iyi bir
şekilde yapmışlar ve bu konuda Dünyâ’nın efendisi olmuşlardı.
İlk yapılacak olan iş annelerin
bilinçlendirilmeleridir. Çünkü çocuğun eğitimi, doğduğu andan îtibaren başlar.
İlk eğitimi anne üstlenmelidir. Çocuğun okula başlama yaşı olarak 6 yaşı
uygundur. Bu yaşına kadar annesi onu İslâm’i bir bilinçle, dürüst ve erdemli
bir şekilde yetiştirmekle görevlidir. Bu görevi ona devletin vermesi gerekmez.
Bu annenin fıtratında zâten doğal olarak vardır. Tabî ki annenin verdiği bu
eğitim aslında ömrünün sonuna kadar sürer. Annesi tarafından sevgi ve saygı ile
yetiştirilmiş çocuk, bir yıllık “ilk-eğitime hazırlık” döneminden sonra “ilk
eğitim” denen birinci sınıfa kaydedilir. Okulların Eylül ayının ikinci haftası
başlaması, Şubat ayının ilk haftası bir haftalık bir ara verildikten sonra Hazîran
ayının ikinci haftasının sonuna kadar sürmesi genel Dünyâ coğrafyasına uygundur.
İslâm’da istirahat günü, Cuma günü olarak belirlenmelidir. Bu belirleme,
topluca kılınan Cuma namazı dikkate alınarak yapılır.
İslâm ülkesinde çalışma hayâtı
sabahın erken saatlerinde; ortalama 05.00-06.00’ya tekâbül eden sabah namazı
sonrası başlar. Zâten güneş de bu saatlerde doğar. Çalışmanın bitimi ise
ortalama, saat 12.00-13.00’e tekâbül eder ki bu saat öğle namazı saatidir. Bu
farklılıklar yaz-kış gün uzunluğuna göre belirlenir. Aslında çalışma saati,
sabah namazı-öğlen namazı arasıdır. Bu çalışma saatleri aynı-zamanda okul
saatleridir. Okul-öncesi bir yıllık hazırlık dönemi vardır. Bu dönemde çocuklar
üç saatlik bir eğitimle ilk-eğitim okuluna hazırlanırlar. Dört yıllık eğitim
süreci olan ilk-eğitim okulunda yarım saat yemek-ihtiyaç arası verilir, 10’ar
dakîkalık teneffüs araları vermek sûretiyle altı saat de ders yapılır. Derslere
hergün Fâtiha Sûresi okunarak başlanır. Eğitim sisteminde en önemli unsur
eğitmenlerdir. (öğretmenler) Eğitmenler çok iyi eğitim almış kişiler arasından
seçilir ve artı olarak eğitime tâbi tutulurlar. Ahlâk olarak da seçkin kişiler
tercih edilir. Bu meziyetlerle donanmış eğitmenler sıkı bir müfredatla çocukları
yetiştirirler. İslâm ülkesinde erkek ve kız talebeler ayrı okullara giderler.
Kız talebeler için ayrılan okullara hanım eğitmen, erkek talebeler için ayrılan
okullara ise erkek eğitmen atanır.
Talebeler ilk-eğitim
okullarında yatkınlıklarını belli ettiklerinden dolayı, eğitmenleri tarafından
hangi alanda yoğunlaşacakları tespit edilir ve çocukların ilk-eğitim okulunun
son sınıfının ikinci yarısında o alana dikkati çekilir. Bu durum o çocuğun
orta-eğitimdeki okulunu ve alacağı eğitimi belirler. Tabi bu konuda çocuğun
tercihi de önemlidir. Çocuk ille de o konuya zorlanmaz. İsteyerek ve sevdirerek
o alanda ilerlemesi sağlanır. Orta-eğitimde genel derslerinin yanında çocuğun
ilgi-alanı daha yoğun işlenir ve çocuğun o alanda ilerlemesi sağlanır.
Talebenin ilk-eğitim okulunu tamamlayıp 11 yaşına girince başlayan orta-eğitim
okulu dört yıllık sıkı bir eğitim-öğretim döneminden sonra çocuk onbeş yaşına
gelince tamamlanır. Bâzı orta-eğitim okulları mesleğe ağırlık verdiklerinden
dolayı, iki yıllık orta-eğitim dönemini tamamlayan talebeler, iki yıl da
pratik-eğitim okullarında/işyerlerinde işe yatkınlık kazanırlar. Eğitmen-talebe
ilişkisinden çok, usta-çırak ilişkisi hâkimdir bu yerlere. Zâten bundan sonra
da gittikleri bölüme göre hayatları boyunca yapacakları iş, pratik-eğitim gördükleri
alanda olacaktır. Meslekî olmayan okullara giden diğer talebeler ise beş yıl
sürecek olan yüksek-eğitim okuluna devâm ederler. İşte öğrencileri en çok
zorlayacak okul burasıdır. Çünkü bu okullarda tâbiri câizse “beyin” yetişir.
Beş yıllık çok sıkı bir dönemden sonra talebeler eğitimlerini tamamlarlar.
Meslekî okullarda devlet için çok önemli olan bilumum sanat erbâbı yetişirken;
yüksek-eğitim okullarında ise hekimler, hukukçular, mühendisler, siyâsetçiler,
eğitmenler, bilim-adamları vs. yetişir.
İlk ve orta-eğitim
okullarında toplam 5 çeşit ders vardır: Fen, Sosyâl, Matematik, Türkçe ve Din.
Başka ders yoktur. Yüksek-eğitim dönemine kadar bu dersler sıkı bir şekilde
işlenir. Yüksek-eğitim okulları ise: Tıp, Hukuk, Mühendislik, Eğitimcilik, Fen,
Coğrafya, Târih, Siyâset, İlâhiyat/Din, Sosyoloji-Felsefe, Edebiyat-Dil
bölümlerinden oluşan 12 çeşit bölümden meydana gelir. Mühendislik bölümü kendi
içinde: Hava-Su-Toprak-Ateş-Yer olarak formüle edebileceğimiz:
Meteoroloji-Astronomi-Uzay; Deniz ve Su ürünleri; Tarım-Ziraat; Metal-Makine;
Jeoloji-Yerbilim konularına ayrılırken; Fen bölümü ise: Fizik-Kimya-Biyoloji
bölümlerine ayrılır. Ayrıca her bölümde yabancı-dil dersi vardır.
İslâm ülkesinde
yüksek-eğitim okulları da dâhil bir üst okula geçişlerde sınav yapılmaz. Zâten
okulların kontenjan açığı yoktur. Öğrencilerin ortalama başarıları eğitmenler
tarafından değerlendirilerek ve okullarda ara-ara yapılan sınavlardan aldıkları
not-ortalamalarının sonucu dikkate alınarak belli bölümlere direkt olarak
gönderilirler. İslâm ülkesinde tüm okullarda ve tüm sınıflarda din-dersi en
önemli derstir. Çünkü İslâm’da, dînin yetiştiriciliğinden geçmeyen kişilerin
dünyâ-işlerinde yeterli ve ahlâki başarıyı yakalayamayacaklarını düşünülür. Bu
aynı-zamanda iş-hayâtına atılan insanların olası ahlâk-dışı hareketlerini ve
işlerini daha başından kesmeye yönelik bir tutumdur. Diğer gerekli dersler de
yapılır tabî ki. Fen, matematik, sosyal bilgiler, sanat vs. hepsi de önemlidir.
Yabancı dil olarak herkese verilen din-dili olan arapçanın yanında yüksek-eğitim
döneminde farklı dünyâ-dillerinin öğretimi de yapılır. Özellikle yakın komşu ülkelerin
konuştuğu dilleri öğrenirler. İslâm’a göre işinde sâdece başarılı olmak yetmez,
o işi ahlâklı bir şekilde yapmak daha önemlidir. Meselâ bir insan bilgili ve
başarılı bir hekim olabilir belki ama, eğer hastayı maddi-manevi sömürecek
davranışlarda bulunursa, bu, yarardan çok zarar veren bir davranış olacağından
o kişinin başarısı hiç-bir işe yaramaz. Yâni İslâm’a göre ne iş yapılırsa-yapılsın
ahlâklı yapılmalıdır. En başarılı kişi işini ahlâklı yapandır İslâm’a göre.
Şahsiyetli-ahlâklı bir insan yetiştirmek İslâm’ın şiarı olmuştur her zaman.
“Ev-okul sistemi” denen
bir eğitim modeli de vardır İslâm ülkesinde. Bu sistemde talebe ilk-eğitime
hazırlık okulu ve ilk-eğitim okulunun ikinci sınıfından sonra, geri kalan
eğitim sürecini evinden tâkip edebilir. Tabî ki bu hiç okula gitmemek anlamında
değildir. Ara-sıra genel durumun ölçülmesi için yapılan sınavlara katılmak ve
yeni derslerini almak üzere 1,5-2 ayda bir okula uğrarlar. Bundan sonrasında
ise derslerini radyo-video-televizyon ve ders kitaplarından tâkip edebilirler.
Bu sisteme katılan talebelerin anne-babaları çocuğa her konuda yardım
edebilecek kapasitede olan kişilerdir. Bu süreç okul hayâtının sonuna kadar
sürebilir. Eğitimini başarıyla bitirmiş talebeler arasında, ev-okul sistemiyle
eğitim sürecini tamamlamış olanlar da vardır.
İslâm ülkesinde
okulların yaz döneminde tebdile (tâtil değil, tebdil) girmesiyle teorik ve
pratik çalışmalar talebeleri bekler. Yaz eğitim-haneleri tâbir edilen yerlere
gönderilen talebeler, burada genelde din-dersi denilen Kur’ân, Hadis-sünnet,
fıkıh, vs. gibi bilumum İslâm’i eğitim ve öğrenim dersleri görürler. Bu,
hazırlık döneminden yüksek-eğitime kadar her seviyedeki öğrenci için
geçerlidir. Üç aylık yaz döneminin bir-buçuk ayı bu eğitimle geçer. Teorik
eğitimin yanında, yâni sâhifelerdeki kitap okumalarından sonra, sıra kâinat
kitabını okumaya gelir. Talebeler dağ, deniz, çiçek, böcek, bilumum hayvanat
vs. doğa kitabını istidatlarına göre “okurlar”. Bu aynı-zamanda bir tür
terapidir. Birbuçuk ay süren bu eğitim sürecinden sonra talebeler geriye kalan
bir-buçuk aylık dönemlerini de âilelerinin yanında geçirirler. Âilelerinin
yanında “sevgi eğitimi” ve alış-verişi devâm eder.
Evet; İslâm ülkesinde
diğer dünyâ-ülkelerinde görüldüğü gibi yoz bir eğitim (daha doğrusu eğitim
olmayan sâdece öğretim) görülmez. Eğitimcilerin bir telden, talebelerin diğer
bir telden çaldıkları seviyesiz, ahlâksız ve başarısız bir eğitim sistemi
yoktur. Diğer dünyâ-ülkeleri bu yüzden 17-20 yıllık bir eğitim sürecine rağmen
istediği verimi alamaz. İslâm ülkesinde ise eğitim süreci 9-14 yıllık bir
dönemdir ve bu dönem sıkı ve disiplinli bir süreç olduğu için; bilgili,
kişilikli, işinin eri bir şahsiyeti çıkarmaya yeter. İslâm’a göre bir şeyi
bilmek-görmek-duymak, yanında sorumluluğu da getirir. Bu yüzden müslümanlar her
şeyi bilme-görme-duyma ihtirâsına kapılmazlar. Allah’tan hâşâ rol çalmaya
kalkışmazlar. Sorumluluğunu alabilecekleri kadarına tâlip olurlar. İnsanlar
gördükleri ve duydukları olaylar karşısında sorumludurlar çünkü.
İslâm ülkesinde bir
eğitmen bir konuyu gerektiği gibi anlatmadığı için sorgulanabilir. Gerekirse
artı bir eğitime tâbi tutulabilir. Eğitmenlik kutsal bir görev olduğu kadar zor
bir meslektir. Tabî ki eğitmen aynı-zamanda talebeler için çok saygı-değer bir
kişiliktir. Talebeler eğitmenlerine saygı duyarlar ve onları çok severler. Çok
sıkı bir denetim mekanizması işler eğitim sisteminde. Tabi bunun ürünlerini
müslümanlar çok da uzun olmayan bir zaman sonra fazlasıyla görürler.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder