“Geri”; bir şeyin arka
tarafı, “şimdi”den önceki zaman, “daha önceki zaman” anlamlarına gelir. İrticâ, “önceki
yere dönüş” yada gericilik. Arapça rücû kökünden, Fransızca: Réaction, “önceki koşullara
dönüşü isteyen, aşırı tutucu ve ilerlemelere karşıt olan, her-hangi bir
toplumsal yada siyâsi hareket yada ideoloji ve buna bağlı eylemler” anlamına gelir.
Bu terim
batı’da Fransız Devrimi’nde sâbık monarşi rejimine veya onun koşullarına dönüşü
isteyen karşı devrimcileri tanımlamakta kullanılmıştır. Ondokuzuncu yüzyılda
batı’da derebeylikleri ve aristokrasiyi korumayı arzu eden ve sanâyileşme, cumhuriyetçilik, liberâlizm ve sosyâlizm karşıtlarını tanımlamakta kullanılmıştır. Gerici tâbiri
politik anlamda gelişme ve yenileşmelere karşı olan ideolojileri tanımlamak
için aşağılama amacıyla da kullanılır.
Bu kavram, modern
zamanlarda, yâni pozitivist-materyâlist düşüncenin insanlar üzerinde etkisini
gösterdiği zamanlarda çıkmış ve hâlen de etkisini sürdüren bir kavram olarak, “dînî
olan” için kullanılıyor. “Dînî olan şey irticâdır” söylemi hâkim. Dînin “ilerleme”ye
aykırı ve engel olduğu inancı ile dîni karalamak için söylenen bir sözdür
aslında. “Din geriye götürür, dînî olan geriye götürdüğünden, dîne bağlı
olanlar da gericidir ve ilerlemeye karşıdırlar ve de engeldirler” düşüncesi
hâkimdir ve bu nedenle de “mürtecî” olarak tanımlanır dinden yana olanlar. Lâik-seküler-kapitâlist-liberâl-demokratik-konformist-modernist-emperyâl-zâlim
ideolojilerin baskısı ve çeşitli dayatmalarıyla halkın bir kısmı da dîni ve
dindarı “ilerleme”ye bir engel olarak görüyorlar.
Asıl şaşılacak olan şey ise,
İslâmî-dînî-Kur’ânî konularda ciddî bilgileri olanların da bunu aynı-şekilde
kabûl etmeleridir. Aslında irticâ olarak görülen şey büyük ölçüde, “dînin
teorik ve ibâdet yönüyle” ilgili olan yönü değil, “eylem ile ilgili olan yönü”dür.
“Dînin kamusal alanda görülmesi” ile ilgili olan yönüdür. Çünkü din, kamusal
alanda görülmeye ve etki etmeye başladığında, haksızlığı ve adâletsizlikleri ortadan
kaldıracağı için, başta şeytanın uşakları olan tâğutları ve daha sonra da hiyerarşik
olarak, onların güdümünde ve emrinde olanları çok korkutur ve bu nedenle de bu
kişiler, nefslerine ve çıkarlarına uygun olarak düzenledikleri “dinsiz kamusal
alan”ın ellerinden çıkması riskine karşı, “dînî olan”ı karalamak için bâzı kavramlar
geliştirmişlerdir. İşte “irticâ” kavramı da bu nedenle çıkarılmış ve
müslümanlara-inançlılara karşı bir “sopa” olarak kullanılmıştır-kullanıyor. Zâten
Türkiye’de irticâ sözünü en çok gündeme getiren ve gündemde tutmaya çalışanlar,
çok büyük ayrıcalıklar tanınan “kurucu unsurlar” ve onların uşaklığını yapmaları
nedeniyle tatmin edici çıkarlar elde eden “lâik kesim”dir.
Lâik kesim özellikle 80’den
sonra zenginliği muhâfazakâr kesime kaptırmaya başlamış ve günümüzde zenginlik
muhâfazakâr kesimin eline geçmiştir büyük ölçüde. İşte “cumhuriyet zengini”
olan bu kesim, muhâfazakâr kesimi ve dolayısı ile her-hangi bir çıkar elde
etmemiş olan din-merkezli hayat yaşamak isteyenleri, öcüleştirdiği irticâ
kavramıyla suçlamakta ve karalamaktadır. Güyâ ilerlemenin önündeki en büyük
engel, irticânın bayraktarlığını yapan muhâfazakâr kesimdir.
Peki nedir “ilerleme” denen
şey?. Nereye ilerlenecek?. İlerleme diye bir şey mi var?. Neye göre ilerleme?. Eğer
ilerleme “sürekli olan bir ilerleme” ise, ilerleme diye bir şey yoktur. Çünkü
sürekli ilerlenecekse, mevcut zaman yâni şimdiki an, bir sonraki âna göre her
zaman geri, yâni irticâ olacaktır. O hâlde irticâdan-gericilikten kurtulmak
imkânsızdır. Çünkü zaman, hiç durmaksızın akmaya devâm etmektedir. Yâni zamânı
belirleyen evrensel hareket ve döngü devâm etmektedir. O hâlde bir ilerlemeden
değil, bir döngüden bahsetmek gerekir ki sorun, bu döngünün hangi noktasının
daha iyi olduğu karârının neye göre verileceğidir. İşte burada ateist-materyâlist-pozitivist
görüş, görece “nefsin en rahat ettiği zamânı” örnek gösterecektir. İrticâ denen
dînî kesim ise, doğru ve iyi zamânı, “İslâm’ın hayâta en çok hâkim olduğu zamân”ı
gösterecektir.
Mantıksal ve bilimsel olarak
da gerici yâni irticâcı olmak daha mantıklıdır. Çünkü Termodinamiğin İkinci
Yasası olan Entropi Kânunu’na göre -ki en kesin kânundur-, her-şey zamanla
bozulmaya doğru gider. Yâni zamanla her-şey daha kullanışsız olur. Buna göre
her-şey, zamanla daha da kötüleşecektir. O hâlde bir-önceki zaman, şimdiki ve
gelecekteki duruma göre daha kaliteli olacaktır. Çünkü daha az bozulmuştur.
Entropiden daha az etkilenmiştir. Zâten bu durumu hem kendi hayâtımızda ve
bedenimizde, hem de dış-dünyâda da bâriz bir şekle gözlemliyoruz ve bu nedenle
sürekli olarak önceki zamanların özlemlerini çekiyoruz. Meselâ birileri bağlı
bulunduğu ideolojinin en çok hâkim ve etkili olduğu eski zamanları özlüyor.
Yaşı büyük olan kişiler eski zamanlardaki gençlik durumlarını ve hayatlarını
özlerler ki gerçekten de onların zamanlarındaki bir-çok şey şimdikine göre çok
daha iyidir. Dindarlar yâni irticâcılar, peygamberlerinin zamânını özlerler. Hattâ
insanlar eski zamanlardan bahsetmekten çok hoşlanırlar. Anıları konuşmak hem
psikolojik bir terapi olur hem de mutluluk verir. Çoğu kişi geçmişin kaydını
tutar ve “anı defterleri” karalar. Tüm kitaplar irticâ yâni “geri”yle ilgili
kitaplardır. Çünkü geçmişteki duruma göre yazılmışlardır. Hattâ en yeni baskılar
bile “şimdi”ye göre eski zamânın kitaplarıdır. Hattâ imkânsız olmasına rağmen
“acaba zamanda geriye gidilebilir mi” düşünceleri vardır ve bunun için ciddî
çalışmalar-araştırmalar yapılır. Şimdiki zaman birilerini tatmin etmiyor da
geçmişe gitmek istiyor. Bu nedenle de herkes irticâcı-gerici oluyor. O hâlde
gericilikten yâni irticâdan kurtulmanın çâresi yoktur. İrticâ kâinâtın bir
yasasıdır.
İnsanlardaki bu doğal ve normâl
gericilik durumu, belki de en gerideki ilk atalarının (Âdem-Havva) yaşadıkları
yer olan cennet hayâtının genlere işlemesi ve bu genlerin aktarımlarıyla etki
eden gerideki “oraya” olan özlemden doğan bir gericiliktir. Hâlbuki ileride de,
lâyık olanlar oraya yâni cennete gidebileceklerdir. O hâlde “en geri”de
cennette isek ve ileride de cennete gidebileceksek, gerisi ile ilerisi aynı
kapıya çıkıyor demektir. O hâlde gerici kim, ilerici kimdir?. İlerisi ve gerisi
mi vardır?. Neye göre?. Bir sonraki zamâna göre “şimdi” geridir. Bir sonraki zaman
da daha sonraki zamâna göre geridir. Yada “az geri”deki bir zaman, “çok
geri”deki zamâna göre ileridir. O hâlde her zaman bir geri ve ileri durumu
vardır ve buna göre geri ve ileri aynı şeydir. Buradan şu sonuca varılır: Geri ve
ileri diye bir şey yoktur. “An” vardır.
Her-an “anda yaşayanlar”ın
bir-birlerine ilerici-gerici demeleri saçmadır. Doğru ve yanlış düşüncenin, ileri
ve geriye göre değerlendirilmesi yanlıştır. Âna göre değerlendirme yapmak
gerekir ve şu-anda bir şeyin ne kadar iyi yada kötü olduğu, şu-andaki zamâna
göre değerlendirilebilir ancak. Bir düşünce-fikir vs.’nin “şu-andaki sonucunun
iyi mi kötü mü” olduğuna bakılarak ve öncekiyle şimdiki kıyaslanarak doğru bir
değerlendirme yapılabilir.
İslâm’a göre en doğru
değerlendirme, her zamânı ve şartı şekillendiren ve fıtratla çelişmeyen, vahye-Kur’ân’a
göre yapılan değerlendirmedir. Kur’ân tüm zamanların ve “an”ların kitabıdır. İslâm,
tüm Dünyâ’nın mutluluğunu ister. Pozitivist kesime göre ise, “nefsin tatminini
en çok sağlayan şey” doğrudur. Fakat bu düşüncede tüm insanlar aynı tatmine
ulaşamazlar. Çünkü nefsin isteğinin bir sınırı yoktur ve Dünyâ’nın bir sınırı
vardır.
“Nerde o eski Ramazanlar”,
nerde o eski komşuluklar, nerde o eski aşklar-sevgiler vs. hep eskinin daha iyi
olduğunu ifâde eden sözlerdir. Bir keresinde şöyle bir olay olmuştu: İzmir
Karşıyaka ilçesinin çarşısında, çok kalabalık bir anda, tanıdığım “eski Karşıyaka’lı”
esnafın biri, kalabalığa doğru baktı, sokakta yürüyen tüm Türkiye coğrafyasının
insanlarını görünce biraz da rahatsız olarak bir-kaç adım öne çıktı ve tüm
esnaf ona bakarken şöyle dedi: “Bir avuç Karşıyaka’lıydık burda”. Çok da hoş
olmayan bu ifâde ile, eski Karşıyaka’nın çok daha iyi ve hoş olduğunu söylemek
istiyordu.
Evet; geçmişteki her-şey
daha güzeldi. Su-hava-toprak-tohum-meyve-sebze-et-süt-insan-hayvan, araba,
beyaz eşyâ, ev eşyâları, araç-gereç, muhabbetler, dostluklar vs. her-şey daha
güzeldi. Daha kaliteliydi. Zamanla bozuldu-bozuluyor. Çünkü evrensel değerlere
göre değil de kişisel-nefsî çıkarlara göre değerlendirme yapmaya, üretmeye ve
ona göre davranmaya başladı insanlar. İrticâdan vazgeçtiler. Fransız Devrimi
bir “irticâdan vazgeçme” devrimidir. Fakat sonuçları çok ağır oldu-oluyor.
Bundan kurtulmak ve tüm insanların mutluluğu için İslâm’a dönmek zarûridir.
Çünkü İslâm, ideolojiler gibi nefs/çıkar-merkezli değil, vicdan-merkezlidir. İrticâdan
yâni vahiyden vazgeçmek, vicdândan vazgeçmek demektir. Vicdandan vazgeçenler,
doğal olarak vicdansız-şerefsiz-zâlim işler yapmaktan çekinmiyorlar. İnsanlık
târihinde bu şekilde davrananlara Allah isyân etmiştir ve peygamberler ve
vahiyler göndererek bu durumu tersine çevirmek istemiştir. Son Peygamber ve
vahiyle de son noktayı koymuştur. Bu durumu tersine çevirmek için muhtâç olunan
rûh, Kur’ân’ın her âyetinde mündemiçtir. O hâlde haydi irticâya!, yâni
geçmişteki iyi zamanlar gibi iyi zamanlara!. Böyle zamanlara tekrar kavuşmak,
şimdiki zamanlardan yada bu zamânın “şey”lerinden vazgeçmekle başlar. Vaz geçe-geçe
1.400 yıl önceye (geriye) kadar gitmek gerekir.
Çok şükür ki ben gericiyim (irticâ).
Hem de öyle bir gericilik ki bu, 1.400 yıl önceye kadar gidiyor. 1.400 yıl
önceki bu zamâna kısa yoldan, hemen elimin altındaki Kur’ân’a uzanıvermekle
gidebiliyorum.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Ocak 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder