(Fe eyne tezhebûn?. “Hâl böyle iken nereye
gidiyorsunuz?”
(Tekvir 26).
Post-modern
zamanlarda neredeyse her cümleye onunla başlanan “ilerleme” kelimesi, üzerinde
gereğince düşünülmemiş-düşünülmeyen bir “yanılgı-yanılsama” sözcüğüdür. Yanılgıdır,
çünkü insanlar ilerlemenin “nereye” doğru olduğunu hem düşünmüyorlar hem de bunu
sorgulamıyorlar. “Sürü psikolojisi” ile hareket eden post-modern toplumlar,
tağutlar tarafından empoze edilmiş olan bu kelimeye körü-körüne bağlanmışlar ve
gerçekten de bir ilerlemenin olduğunu düşünmekteler. Küresel kapitâlist-liberâl
tüketim kültürünün ürettiği ve dayattığı “ilerleme” kelimesine halk, “tükettiği”
oranda katkı yaptığını düşünüyor. İlerlemeyi, tüketiminin artması olarak
görüyor. Tüketim arttığında, ilerleme var zannediliyor. Zâten tüketim-şekli ve
oranı farklı nedenlerden dolayı azalan kesimler de bir ilerlemenin değil,
gerilemenin olduğunu düşünüyorlar ve söylüyorlar. “Dümeni yerinde” olanlar yada
tüketimlerini borç ile yâni geleceklerini ipotek ederek istedikleri ölçüde
tüketim yapabilenler hızlı bir ilerlemenin olduğunu düşünürken; savaşların-ölümlerin
olduğu, açlıkların-feryatların yaşandığı yerlerdeki insanlar ise tam-aksine,
hızlı bir gerilemenin olduğunu düşünürler. O hâlde ilerleme-gerileme denilen
söz, izâfi-görece bir durumu yansıtıyor demektir. Kubilay Aysevener:
“Târihte bir ilerleme var mıdır?. Bu soru 16. ve 17.
yüzyıllarda doğa-bilimlerindeki büyük gelişmelerin ve teknik yeniliklerin insan
yaşamına sağladığı kolaylıklar göz-önünde tutularak ortaya atılmış bir sorudur.
Toplumların belirli bir durumdan daha iyi bir duruma yükselmiş olmaları,
onları, toplum olarak gelişmekte ve belirli bir yöne doğru ilerlemekte
oldukları inancına itmiştir. Bilimde ve buna bağlı olarak toplumda bir ilerlemenin
olduğuna inanç, Avrupa’da bir slogan olarak yayılmış ve sonunda, târihte de bir
ilerlemenin olduğu inancına yol açmıştır” der.
İlerleme “daha sonra gelen daha
iyidir” düşüncesine dayanır fakat târihte görülen süreç böyle değildir. Tecrübeden
yararlanılarak yapılan hatâlar tekrar yapılmadığı gibi, aynı hatâların yeniden yapıldığı
da gözlenmiştir ve gözlenmektedir. Martin Bernal, “ilerleme”nin oluşumu
hakkında şunları söyler:
“İlerleme” kavramı
Avrupa’da 16. yüzyıldan, yâni insanların artık şeker, kâğıt, matbaa, rüzgâr
değirmenleri, pusula, barut vb. -tümü de Asya’dan getirilmiştir- gibi eskiçağ
insanlarının yoksun olduğu ürünlere ve îcatlara sâhip olduklarını anlamaya
başladıkları zamandan bêri mevcut olmuştur. Fakat 1560’tan 1660’a kadar süren
yıkıcı Din Savaşları sırasında böylesi bir görüşün yayılması hattâ sağlam bir
kök salması bile zordu. Ne var ki, 1670 ile 1770 arasındaki yüzyıl, büyük bir
ekonomik yayılma, bilimsel ve teknik ilerleme yüzyılı olmuş ve bu dönemde
siyâsal iktidar merkezileşmiştir”.
İlerleme hem bir yanılsamadır hem de yanıltıcıdır.
Siyon Protokôlleri’nin 13.sünde: “İlerleme, Tanrı’nın Seçtiği kavim olan biz
Yahudilerden başkası bilmesin diye, gerçeği gizlemeye hizmet eden yanıltıcı bir
kavramdır” denir.
Şöyle bir soru sormak
lâzım: Nereye doğru bir ilerleme, nereye doğru bir gerileme?. Sorgulanmayan
her-şey, körü-körüne kabûl edilmek zorundadır. Peki sorgulanan şeyler nasıl sonuçlanıyor?.
Çok basit bir düşünme sonucunda ilerleme ve gerilemeyle ilgili şöyle bir sonuç
çıkıyor; Eğer bir “ilerleme” varsa, şu-anda gelinen yer en zirve, en son
gelinecek yer olması gerekir. Çünkü böyle olmadığında, ilerleyerek
gelindiği zannedilen mevcut yer, biraz sonra ilerleme devâm edeceğinden, az
sonraki ilerlemeye göre bir-önceki gerileme noktası “geri” kalmış olur ve geri
kalınan yer “ileri” olmak özelliğini kaybetmiş olur. Gerileme de öyle; biraz
geriye gidildiğinde, orası mecbûren görece bir gerileme olacaktır, çünkü geriye
doğru gidilen yerin başlangıcı olan “ilerisi” orada durmaktadır. Öyleyse olan
nedir?. Şudur: Bir ilerleme ve gerileme yoktur, bir döngü vardır. Bu
döngü, evrende de gözlemlediğimiz şekilde dâire yada elips bir şekilde, mutlak
olarak aynı yere gelinmeyen ve aynı noktadan tekrar geçilmeyen helezon-vâri bir
döngüdür. Bu döngü gibi, Dünyâ’da da bir döngü vardır ve bu döngü sürecinde
insanların ne kadar mutlu-huzurlu-güvenli bir durumda olduğu yada zulme mâruz
kaldığıdır esas önemli olan. Savaşların, işkencelerin, mazlûmiyetin, feryatların
olduğu, 1 milyar insanın aç yaşadığı, 4’te 3’ü su olmasına rağmen insanların
susuzluktan öldüğü Dünyâ’da bir “ilerleme”nin olduğundan mı bahsediliyor?. Bu
ne bencil bir düşünce?; neyde ilerlediniz?; hangi mazlûmiyeti bitirdiniz ki?; hangi
hastalığı tedâvi ettiniz meselâ?, (Tıp dünyâsında kronik bir hastalığın tamâmen
tedâvi edildiğinin (şifâ) bir örneği yoktur), yada hangi savaşı bitirdiniz? vs.
vs. Neye ilerleme diyorsunuz siz?; çirkefliğe mi?; pisliğe mi?; ayyuka
çıkan ahlaksızlığa mı?.
Aslında bilimsel
olarak da bir ilerlemenin ve gerilemenin olması mümkün değildir. Termodinamiğin
2. yasası olan entropi kânununa göre, her-şey zamanla bozulmaya doğru gider.
Yâni her-şey zamanla daha kullanışsız bir şekle doğru gider. Bunun nedeni, bir
ilerlemenin yada gerilemenin olması değil, döngünün yıpratıcı özelliğindendir. Fakat
bu bile bir döngü içindeyken, döngü devâm ederken olur. Bir ilerlemenin ve
gerilemenin olup-olmadığı tartışması bile evrensel ve küresel döngü devâm
ederken yapılır-yapılıyor. Şu-an îtibârıyla bir ilerleme yok, bir “döngü” var.
Bu döngüyü, doğallıktan ve normâllikten uzak olan ve insanları mutsuz-huzursuz
eden, fakat birileri tarafından çeşitli kanallarla “varmış gibi gösterilen” bir
“ilerleme” zannediyoruz. Bu döngünün içinde iken entropiye karşı koymanın tek
bir yolu vardır; İslâm-vahiy-Kur’ân merkezli, bilgi-bilinç-eylem-devlet-medeniyet
süreci oluşturup, sonuçta zulmün bitirilmesi, hayâtın güzelleştirilmesi,
medeniyetin her zerrede kendini göstermesi, göklerde olduğu gibi yerde de
muazzam düzenin gerçekleştirilmesi sonucunda her türlü zulmün yok edilip, mutluluk
ve huzûrun yaşandığı bir Dünyâ kurmak. İşte bu ancak; Allah’ın düzenlediği-yarattığı
döngüye katılmakla entropiden en az şekilde etkilenilir ve insanlık bir kez
daha mutluluğa-huzûra kavuşur.
İslâmî
gelenekte târih, “sürekli kötüye giden bir süreç” olarak algılanır ve bu
algılama, âhir-zaman peygamberine atfedilen şu sözün delâletiyle dinsel bir
temele dayandırılır: “İnsanların en hayırlısı benim kuşağım; sonra onları
izleyenler; daha sonra onları izleyenlerdir”. Bu söze göre en hayırsız
insanlar, Peygamberimiz’e en uzak zamanlarda yaşayanlardır. Tabiatıyla, şu-anki
fiîlî yaşantıya sahne olan modem dönem de son derece hayırsız, fitne ve fesadın
hüküm-fermâ olduğu bir dönemdir.
Burada hadisin “sağlamlığı” değil ama “sonucu”,
mevcut zaman îtibârıyla doğrudur. Fakat Kur’ân bir ilerlemeden yada gerilemeden
değil, bir döngüden bahseder ve “günleri insanlar arasında döndürüyoruz” der. O
döngü, insanların düşünce, tutum ve davranışlarına göre sonuç verir. Sürekli olarak
ileriye ve sürekli olarak geriye gitme durumu olmaz. Sürekli olarak döngü
vardır ve bu döngü sırasında insanların düşünce vfe davranışlarına göre iyilik
yada kötülük ortaya çıkar. Entropiye göre her-şey zamanla kullanışsızlığa doğru
gider ama bu, maddî şeyler için geçerlidir. Mânevî olan ise, Allah’a göre
olduğunda canlılığını ve gücünü her zamana korur.
Evet; bir ilerleme
yoktur; bir değişim vardır sâdece ve bu değişim-süreci dikkatli bakılmadığında
izlenemeyecek olan bir değişmedir. Zâten bu nedenle de insanları olumsuz
etkilemez. İnsanların bu değişime alışmaları zor olmaz. Çünkü bu değişimler küçük
değişikliklerdir. Dünyâ’da ve kâinatta maddî anlamda büyük değişimler olmaz
zâten. Meselâ dağlar olduğu yerde durur, (Dünyâ ile birlikte döngüye katılsalar
da) bir yere ilerlemez yada gerilemezler; denizler dalgalıdır ve hareketlidir
ama hep aynı yerdedir; hayvanlar için bir ilerleme yada gerileme yoktur meselâ.
Hayvanlar binlerce yıldır aynı şekilde bir ilerleme ya da gerileme olmadan
yaşarlar, sâdece hareketlidirler ve döngüden kaynaklanan değişimler yaşarlar.
“Dönüşlü
olan göğe andolsun”
(Târık 11).
Kâinat da, her zerresiyle
bir döngü ve hareket hâlindedir ama bir yere gittiği yoktur, bu nedenle de bir
ilerlemeden yada gerilemeden bahsedilemez. Zâten nereye ilerlenecek ki?. İlerlenilen
yer oraya varıldığında “ilerisi” olmaktan otomatikman çıkıyor.
Evrenin genişlediği teorisi de aslında
bir yanılsamadır. Atom-altı parçacıklar, Dünyâ, Güneş-Sistemi, galaksiler,
süper kümeler ve en sonunda kâinâtın kendisi de bir döngü hâlindedir. Varlık,
varlığını sürdürmek için hareket etmek ve hareketini de dönerek yapmak
zorundadır çünkü. Evrende meydana gelen tüm değişikliklerin nedeni “kozmik-döngü”dür.
İşte bu galaksilerin döngüsü genelde
eliptik bir döngüdür. Bu döngü sırasında meselâ x galaksisi elipsin en ucuna
doğru giderken (ilerlerken değil, döngü yaparken), Samanyolu Galaksisi ise ters
uca doğru yol alır ve biz x galaksisini gözlemlerken onun Samanyolu
Galaksisi’nden uzaklaştığını görürüz. Gözlemlerimizin bâzılarında yıldızların
ve galaksilerin uzaklaştığını gördüğümüz için (çünkü biz tam tersi bir konumda
bulunabiliriz) kâinâtın genişlediğini düşünürüz. Hâlbuki belli bir zaman
beklesek, bizden uzaklaştığını zannettiğimiz galaksilerin bir-süre sonra bize
yaklaştıklarını gözlemlemeye başlayacaktık. Evrende belli bir noktadan sonra
kırmızıya kaymaların gözlenmemesi, oradaki döngülerin yönünün değişmesi
sebebiyledir. Çünkü artık yakınlaşma başlamıştır. Artık kırmızılıklar
mâvileşmeye başlayacaktır. Gerçi yörünge elips değil de tam bir dâire biçiminde
de olsa, galaksilerin dönüş hızlarındaki farklardan dolayı sonuç değişmez. Bu,
bütün kâinât materyâlleri için geçerlidir. Meselâ Halley kuyruklu yıldızı
Güneş’in etrafında bir elips çizer. Büyük bir elips (parabôl). 76 yılda bir dönüşünü
tamamlar. Bu döngü küçük-çaplı bir döngüdür. Genişleme Teorisi, bir ilerlemenin
olduğu zannedildiği için yanlıştır, olan şey bir ilerleme değil, “döngü”dür.
Değişim-döngü de ancak,
göklerde olduğu gibi Allah-Kur’ân merkezli olursa iyi olur. Aksi-hâlde
değişimler zulme döner. Meselâ kentler (şehir değil) de değişiyor ama olumsuz
anlamda. Çünkü fıtrata uygun ve doğal-normâl bir değişim yoktur. Bu nedenle de
insanlar bu kentlerde mutlu-huzurlu değillerdir ve olamazlar da. Bünyamin Zeran:
“İslâm’i temelden meseleye baktığımızda ilericilik ve
gericilik diye bir tanımlamaya rastlayamayız. Bunun yerine kullanılan kavramlar
“ahseni takviym ve esfele safilin”dir. İlericilik ve gericilik kavramı daha çok
maddî dünyânın tanımlamasına girmektedir. (Modernizmde) bireysel ve toplumsal
algıda ileride olmak, salt ekonomik anlamda iyi düzeyde olmak anlamındadır.
Gericilik ise salt maddî anlamda gelir düzeyinin düşüklüğünü ifâde etmez, bunun
yanında modern dogmaların yâni aklın dışında bir kânun koyucu, yaşam belirleyici
birini kabûl etmek anlamına da gelir. Toplumsal anlamda “ilerde olmayı gayr-i
sâfi millî hâsıla” belirlerken, geride olmayı ise; “ilhâmı gökten ve gâipten
almak, yaşadığı hayattan, realiteden almamak” belirler” der.
İlerleme bir
yanılgıdır, “zannetme”dir. Bu yüzden “ilerleme”yi bırakın ve Allah’ın istediği
yönde değişimler yapmaya bakın ki insanların geneli hem zulümden kurtulsun, hem
de mutlu-huzurlu olsunlar. Böylelikle Allah’ın sözü ve murâdı gerçekleşsin:
“Onlardan
öylesi de vardır ki: 'Rabbimiz, bize Dünyâ’da da iyilik ver, âhirette de iyilik
(ver) ve bizi ateşin azâbından koru' der” (Bakara 201).
Meryem
Cemile ilerleme ve gelişme hakkında şunları söyler: “Gelişme dogması, ateizm ve
materyalizme dayalı bir efsânedir. Gelişme, bütün hayâtın bağlı olduğu tabî ve
beşerî çevrenin kirletilmesini ve sür’atle tahribini netîce veren bir faaliyete
verilen yanlış bir isimdir. Sanâyileşme ve ekonomik büyüme ile denkleştirilen
kalkınma, Dünyâ’nın tabî kaynaklarının ve servetinin, vahim şekilde yağma
edilmesinden ve hızla tahribinden başka bir şey değildir. Gelişme hiç-bir
gerçek temeli bulunmayan bir canavar ve yanlış bir efsânedir”. Cemil Meriç ise ilerleme
hakkında şöyle der:
“Mânevî dünyâda ağır
basan, ‘atâlet kânunu’dur, madde dünyasında olduğu gibi. Toplumda pek açık
değildir bu hakikat. Dikkatimize ilk çarpan, durgunluktan çok ilerlemedir. Ne
var ki bu ilerleyiş ne kâinat çapındadır, ne birden-bire belirir. Yenilik çok
ağır değişmelerin toplamıdır. Dünyâ’da medeniyetle barbarlık yan-yana
yaşamaktadır. Kaldı ki ‘uygarlık’ diye adlandırdığımız yenileşmeler çok kere
cilâdan ibâret. İnsanlar ‘yeni’ olandan nefret ederler. Hayvanlar da öyle.
Çocuklar, kadınlar ve ilkeller değişiklikten daha çok tedirgin olurlar. Bir
nefis müdâfaasıdır yenilik karşıtlığı. Alışkanlıkları alt-üst eden yenilikler
sinir hastalıkları yaratır. Yığın, dâima tutucudur. Demek ki ‘ilerleyelim’ diye
harcanan ânî ve sert gayretler fizyolojiye aykırıdır. Her terakki, ancak
ağır-ağır gerçekleşince kabûl edilebilir. Yoksa faydasız ve zararlı bir
çabadır”.
Modernizm ile birlikte ortaya çıkan
“ilerleme” düşüncesi, “ileride her-şeyin daha iyi olacağı zannı ve umûdu”dur. Her-şeyin
zamanla bozulmaya yâni kullanışsız olmaya doğru gideceğini söyleyen
Termodinamiğin 2. Yasası’na da ters olan “ilerleme” düşüncesi, “döngüden
kaynaklanan hareket”i ilerleme zannediyor. Oysa kâinatta bir ilerleme yoktur ve
olan şey, döngüden kaynaklanan değişim ve dönüşümdür. Bu döngü, evrensel
olandan sosyâl alana kadar olabilen her değişimi ve dönüşümü bünyesinde taşır.
İnsanlar, ilerlediklerini zannederek
ve bunu “din” yaparak, “eski” olandan nefret ediyorlar ve eski zamanları yok
sayıyorlar. Abdurrahman Arslan:
“İnsan
ilerleme fikri ile ikibin yıllık târihte ilk defâ herhangi bir istisnâ
yapmadan; kendinden önce yaşamış insanların ve kendi atalarının bütün
yaptıklarını, elde ettikleri bütün kazanımları, sâhip olduklarını, târihsel
tecrübelerini değersiz ve işe yaramaz bulmuştur” der.
Caner
Taslaman, ilerleme konusunda şunları söyler:
“Peygamberlerin
gönderildiği toplumların birbirlerinden farklı özelliklere sâhip olduğunu
Kur’ân’ın anlatımlarından anlıyoruz. Kur’ân, târihin geçmiş dönemlerinde
yaşamış bir-çok toplumun sonrakilerden daha gelişmiş toplumlar olduğuna dikkat
çeker. 30-Rûm Sûresi 9: ‘Onlar kendilerinden daha güçlü idiler, yeryüzünü
alt-üst etmişler ve kendilerinin îmâr ettiğinden daha çok îmâr etmişlerdi.
40-Mü’min Sûresi 82: Kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmek
için yeryüzünü dolaşmıyorlar mı?. Öncekiler bunlardan daha çoktu, daha güçlüydüler ve yeryüzündeki eserler bakımından daha
üstündüler. Ama kazandıkları şeyler kendilerine hiç-bir şey sağlamadı.
Özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda felsefe, sosyoloji ve târih gibi alanlarda
ortaya çıkan evrimci, doğrusal ilerlemeci târih anlayışlarını ve bunların
sonuçlarını incelediğimizde Kur’ân’da bu ifâdelerin olmasının önemini daha iyi
anlarız. Bu anlayışlara göre târihte yaşayan toplumlar sürekli gelişmektedir;
daha sonradan yaşayan toplumlar daha öncekilerden daha gelişmiştir, daha
sonradan gelen toplumlar ise şimdiki toplumlardan daha gelişmiş olacaklardır.
Hâlâ bir-çok kimsede etkili Comteçu pozitivizm ve Marksçı târih anlayışı gibi
felsefi ve sosyolojik yaklaşımlarda doğrusal târih anlayışından kaynaklı
hatâları görmekteyiz.
16.
yüzyıl ve sonrasına bakarak, târihin bütün dönemlerinde benzer bir gelişme
doğrultusu olduğunu sanmak, târihteki toplumların yanlış anlaşılmasına sebep
olan hatâlı bir ön-kabûl olmuştur. Bu yanlış ön-kabûlle târih değerlendirmesi
yapıldığında komik iddiâlar da ortaya çıkmıştır. Örneğin bir zamanlar
Mısırlılarca inşâ edilen piramitleri, onlardan çok sonra yaşamış bir-çok toplum
bile yapabilecek teknolojiye sâhip olmadığından, bu piramitleri ‘uzaylıların
eseri’ tâbir edecek kadar ileri gidenler olmuştur. Oysa Mısır’daki inşaat teknolojisinin sonraki bir-çok
medeniyetten daha gelişmiş olduğu gibi bir açıklama, bu durumu îzah etmek için
yeterlidir. Kur’ân’ın, geçmiş kavimlerin bir-çok açıdan sonrakilerden daha
üstün olduğunu ifâde etmesine (bunu destekleyen arkeolojik bulgu sayılamayacak
kadar çoktur) de dikkatlerinizi çekmek istiyorum”.
İlerlemenin motoru olan yenilik yapma abartıldığında,
sekülerizm kaçınılmazdır. Hiç-kimse Allah kadar yenilik oluşturma ve yapmaya
kalkışmamalıdır. Sırıtır çünkü. Hem de bu sözde yenilikler zulme döner. Aşırı
yeniliği Allah yaptığında nîmet, insan yaptığında zulm olur. Yenilik yapma
ameliyesi zamanla katlanarak artar ve sonunda işin içinden çıkılmaz bir hâl
alır. O kadar da yenilik yapmaya gerek yok. İslâm’da “ihtiyaçta zarûret” fıkhı
vardır. Zarûri yenilikler yapılmalıdır sâdece. Doğal ve normâl olan budur.
İlerleme uğruna yapılan aşırı yenilikler doğaya da bir zulüm olur ki doğa
intikâmını çok kötü alır sonra. Doğada ve doğal olanda ilerleme yoktur,
dolayısıyla ilerleme doğal değildir. Doğal olmayınca da doğala ve doğaya aykırı
sonuçlar üretmesi kaçınılmaz olmaktadır. Dünyâ’nın en hızlı ilerleyen ülkesi,
her alanda her türlü aşırılıkların ve sorunların aşırı şekilde yaşandığı
ülkedir.
İlerleme söylemi bir mit hâline geldi.
(mit=söylence durumuna gelmiş kişi yada ülküsel
kavram). Abdurrahman Arslan bu bağlamda şunları söyler:
“İlerleme, his ve inancın/dînin “eski” dünyâsından, aklın
ve ilerlemenin yeni dünyâsına geçiş, diğer bir ifâde ile duygudan entelektüel
alana doğru bir seyir izleyen bir sürecin adı sayılır. Toplumsal pratiğin ve
bütün değerlerin -buna din de dâhildir- aklın ve mantığın temel ilkeleri
üstünde yeniden inşâ edilmesini sağlayacak bu süreç, netîcede onların
basitleştirilmesini ve standartlaştırılmasını sağlamış olacaktır.
“İlerleme sâdece insanın değil, bizzat hayâtın târihin
yeniden inşâsı meselesi olduğundan, geçmiş hayat biçimlerinin mevcut idrak
süzgecinden geçirilmesi mecbûri olmuştur. Bu kabûlün netîcesi olarak dînin
hayâta ilişkin açıklayıcı hükümlerinin aşınmaya uğradığı görülür. İlerleme
anlayışı dîne âit “hurâfelerle” mücâdele edebilmek için bilime ve özellikle
ampirik gözlemin önemine vurgu yaparken, aynı-zamanda da sosyâl disiplinlerin
imkânları ile geçmişin yeniden inşâsı söz-konusu olur.
Yeniden inşâ edilmeye girişilen geçmişin başlangıcı “taş
devri” îcât edilerek belirlenir. Ve insanın serüveni eksik ve kusurlu
dönemlerden, -yine Batı’nın üretimi olan- çağlar içerisinde mükemmelleşip
“ilerleyerek” devâm etmektedir”.
İlerleme fikri modern-Darwinist bir
söylemdir. Evrime göre sürekli bir ilerlemeyle insansılar “insan” durumuna gelmiştir.
Modernitenin bahsettiği ilerlemenin dayanağı ve kökü daha çok buna dayanır. Hâlbuki
İslâm’a göre lineer bir ilerleme aslâ yoktur. Zâten bu durum kâinatta da câri
değildir. Kâinât döngü hâlinde olduğu gibi, insan da imtihan nedeniyle döngü
hâlindedir. Bir zaman ilerler ve bir zaman geriler. Fakat insan biyolojik
olarak, Kur’ân’ın dediği gibi, Allah’ın “ol” demesiyle bir-anda “ilk kez”
yaratılmıştır. Sonraki yaratılışlar zâten bilip gördüğümüz üremelerdir. Ayhan
Küflüoğlu ilerleme hakkında şunları söyler:
“Bir-kaç yüzyıl
öncesine âit bâzı aklî-bilimsel çıkarımların, her ne kadar o zaman için çok
kesin ve doğru olduğuna inanılsa da bugün yanlışlıkları anlaşılmıştır. Bir yada
iki yüzyıl sonra şu-anda elde bulunan bilgi veyâ algılama tarzımızın
geçersizliğinin ortaya çıkmayacağının hiç-bir têminâtı yoktur ve bu durum
‘ilerleme’ inancının bir paradoksudur. İlerleme inancı kısmî ve izâfî algılama
biçimlerine dayanmak mecbûriyetinde kaldığı için ‘muvakkat hakîkatlerle’ günü
kurtarmaktan ve idâre-i maslahattan başka çâresi yoktur. Hayâtın anlamını,
tabiatı, zamânı ve eşyânın özünü idrak noktasında insanlığın ilerlemeden ziyâde
sinüzoidal (dalgalı) bir hareket içinde olduğu söylenebilir. Yâni, vahye
muntazır ve tâbi olunduğunda çıkış ve tekâmül, aksi durumlarda ise iniş ve
tefessüh söz-konusudur. Batı, kendi serüvenine meşrûiyet zemini kazandırabilmek
için çeşitli teoriler uydurur ve bunları alternatifsiz gerçekler olarak
bilimsel kılıfına uygun hâle getirdikten sonra alıcı olmaya dünden meraklı
müşterilerinin hizmetine sunar. Bunlardan bir tânesi de lineer târih
anlayışıdır; buna göre, ilerlemek isteyen tüm toplumlar kaçınılmaz bir şekilde
batı’nın geçtiği yolları ve süreçleri izlemek zorundadır”.
İlerleme fikri, birilerine göre geride
kalanın ilkel görülmesine neden olur. İlerlemede artık eski olan geçip gitmiş
ve bir önemi kalmamıştır. Modernitenin dîni inkâr ve iptâl etmek istemesinin
nedeni budur. Celaleddin Vatandaş, ilerleme hakkında şunları söyler:
“Spencer
ile gelişen Sosyal Darwinizm, pozitivizm ile Evrim Teorisi’nin eklemlenmiş
hâlini temsil etmektedir. Şöyle ki, Pozitivizm ilerleme fikrini getirmiştir.
Evrim Teorisi de, uyarlanma yeteneğine göre bu ilerleyen çizginin herhangi bir
basamağında yer alınabileceğini iddiâ etmiştir. Dolayısıyla Sosyâl Darwinizm’e
göre, toplumlar ve uygarlıklar ilerleme
çizgisinin farklı noktalarında yer almaktadırlar. Bulunduğu yer, bir
toplumun değişen koşullara ve çevreye uyarlanma gücüne ve yeteneğine bağlıdır.
Irk düşüncesinin gelişmesine katkı sağlayan Sosyal Darwinizm, beyaz ırkı evrim
çizgisinin en üst basamağına yerleştirmiştir. Diğer ırklar da alt basamaklarda
kendilerine yer bulmuşlardır. Bu sıralama da en güçlü ve iyi olan yine beyaz
ırk olmaktadır. İlerleme ve evrim fikirleri ise diğer ırkların geriliğini
kanıtlamada birer dayanaktır sâdece.
Tâğutların konforları ve hâkimiyetleri
“ilerleme” düşüncesine bağlıdır. İlerleme olmadığında yıkılır giderler. Bu nedenle
modern insan sürekli olarak ilerlemeden dolayısıyla gelişmeden bahseder durur.
Modern gelişmeye ve ilerlemeye ayak uyduramayan kişileri geri, ilkel ve “evrimlerini
tamamlamamışlar” olarak görür.
İnsanın maddî ilerlemesi arttıkça
mânevî gerilemesi fazlalaşmaktadır yada Dünyâ’nın yarısı ilerledikçe diğer
yarısı gerilemektedir. İlerleme, birilerini gerilemesidir. O hâlde ilerleme
kimin nereye ilerlemesidir?. Herhâlde batı’nın belli bir yöne doğru
ilerlemesiyle tüm Dünyâ uçuruma doğru ilerlemektedir. Allah’ım!; bu tür “ilerleme”den
bir kurtuluş yolu göster. Aliya İzzetbegoviç ilerleme hakkında şunları söyler:
“Akılcılarla
materyâlistler; târihi, bir bakıma, ‘doğru bir çizgi üzerinde seyreden gelişme’
olarak telâkki ederler. Bu onların başlıca özelliğidir. Onlara göre, Dünyâ’nın
gelişmesi sıfırdan başlamıştır. Târih de, zik-zaklı hareket etmesine ve
ara-sıra geriye doğru gitmesine rağmen, devamlı bir ilerleme sayılmaktadır.
Şimdiki zaman dâima geçmişe nispetle daha ileri, geleceğe nispetle ise daha
geridir. Fakat bu, insanlığın ‘kültür-târihi’ değil, ‘uygarlık târihi’dir.
İnsan ve kültür târihi ise, sıfırdan başlamaz ve doğru bir çizgi üzerinde de
seyretmez. İnsanlık târihi “semâdaki prolog” ile başlar. ‘Geçmişin kötü
olduğuna dâir umûmi kanaat tekâmül teorisi ile berâber yerleşmiştir’ diyor
Bertrand Russell.
Uygarlığın
taş devri ve atom devri vardır, kültürde ise böyle bir gelişme yoktur. Cilâlı
taş, uygarlık açısından bir ilerlemedir, sanat açısından ise bir düşüştür. Eski
taş devri sanatı cilâlı taş devri sanatından binlerce sene daha eski olduğu
hâlde ondan daha güçlü ve daha hakikîdir”.
Evet; bir ilerleme ve
gerileme yoktur; her-şey hareket hâlinde olduğu için bir “değişim vardır” sâdece
ve zâten değişmeyen hiç-bir şey yoktur. Varlığı ayakta tutan şey, döngüden,
hareketten kaynaklanan değişimlerdir. Bu değişimler, -insanların cüz-i
irâdeleriyle yaptıkları hâriç-, mü’mince olan değişimlerdir. Cüz-i irâde ile
yapılan değişimler de mü’minleşince, zulümler bitecek ve Dünyâ cennetin bir
şûbesi (kendisi değil) hâline gelecektir. Bu nedenle mü’minler şu âyeti
yeryüzünde tezâhür ettirmekle mükelleftirler:
“Göklerde ilah O olduğu gibi, yerde de
ilah O’dur. O, hüküm ve hikmet sâhibidir, bilendir” (Zuhrûf 84).
İlerleme denilen şey, “şeytana yeni
âletler vermek” ve “yeni alanlar açmak” demektir.
“Yeryüzünde
gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona
uğradıklarını görsünler; üstelik onlar kuvvet bakımından kendilerinden daha
güçlüydüler. Göklerde ve yerde Allah’ı âciz bırakacak hiç-bir şey yoktur.
Şüphesiz O, bilendir, güç yetirendir” (Fâtır
44 ve bkz. Meryem 74, Mü’min 21, Ahkâf 26).
“Öncekilere daha çok şeyler vermiştik”
deniyor. Peki kime göre?. Âyetin ilk muhâtaplarına yâni Mekke’lilere göre. Yâni
“Mekke’lilere göre, daha önce yaşamış olanlara daha çok şey vermiştik” deniyor.
Hâlbuki bir “ilerleme” olduğunu ve zamanla ileri doğru gidildiğini varsaydığımızda,
bahsedilen eski kavimlere, onlardan çok daha sonra yaşayan Mekke’lilerden daha
çok şey verilmiş olması, bir ilerlemenin olmadığını gösteriyor. O hâlde toplumlar
bâzen ilerler ve bâzen de gerileyebilir. Bu nedenle de sürekli bir ilerlemeden
bahsedilemez.
İlerleme her-zaman ve sürekli olarak
“iyi yönde ilerleme” olarak görülür, oysa sürekli ilerleme, varlığın fıtratına aykırıdır.
Çünkü sürekli bir ilerleme değil, sürekli bir döngü vardır. Zâten ilerleme düşüncesi
özellikle 2. Dünyâ Savaşı’ndan sonra çökmüştür ve insanlar modernizm ile
kol-kola yürüyen ilerleme fikrini sorgulamaya başlamışlardır.
Mehmet Akif Çeç, ilerleme hakkında
şunları söyler:
“İlerlemeci târih
görüşünün, her-şeyden önce aydınlanma düşüncesinin seküler ve evrensel bir
târih inşâ etme çabasının bir ürünü olduğunu ifâde etmek gerekir. Tanrıyı
târihin dışına atan ve târihi tanrıdan kopartan aydınlanma
düşüncesinin/modern-bilimin; varlığın, hayâtın, insanın ve evrenin
târihine/menşeine dâir, dînî söylemin yerine ikâme ettiği, târihin en büyük
hurâfesi ve mitolojik öyküsünün adıdır ilerleme. Müslümanların, modernitenin
ürettiği ‘terakki’ ve onunla illiyet-bağı olan ‘geri kalma’ kavramlarını bir
değer olarak okumaları, iki asırdır olan-biteni yanlış temellendirmelerine
sebebiyet veren sâiklerden biri olmuştur. Eğer doğru bir temellendirme
üzerinden yola çıkılabilmiş olunsaydı, ‘İslâm terakkiye mânidir’ diyenlere
karşı yazılan reddiyelerin ilk cümlesi ‘hayır’ diye değil, büyük bir özgüvenle
‘evet’ diye başlayarak devâm ediyor olmalıydı. ‘Evet, çünkü siz, kural-dışı ve
kulvar-dışı bir yola saparak tüm insanlığı felâkete sürükleyecek kadar çok
fazla ileri gittiniz, (haddi aştınız)’.
Âdem-oğlunun bir peygamberle
başlayan târihinin, bugün insanın ve insan aklının tanrılaştırıldığı bir
noktaya evrilmesi, insanlığın bir yükselişe doğru değil de düşüşe doğru yol
aldığının, kökeninden/orijinden uzaklaştığının göstergesi olarak okunmalıdır.
İyiden kötüye, hak’tan bâtıla doğru bir evrim geçirdiğini iddiâ etmek
mümkündür”.
İlerlemede iyilik yönünde bir istikrâr
olmaz. Oysa ilerlemeden çok, istikrâr önemlidir. Çünkü insanlık istikrâr
dönemlerinde mutlu olmuştur daha çok. “İlerleme”de bir “güdüklük” vardır. Zamânı,
târihi, insanı, doğayı düz bir çizgide ilerletmek zulüm olur. Çünkü insan, doğa,
târih ve zaman, doğallığında lineer değildir. Lineer yâni dümdüz olan bir
ilerleme, modern bir zulüm-sistemi oluyor insanlar için; “haz-körlüğü” yaşayan
birileri göremese de.
20. yüzyılda öldürülen insan sayısı,
21. yüzyıla gelinen zamâna kadar 5.000 yıllık târih boyunca öldürülen insan
sayısından fazladır. Bu durumda nasıl bir ilerlemeden bahsedeceğiz?. Öldürmenin,
yıkımın ilerlemesinden mi?. Modernizmin bahsettiği ve dillere doladığı ilerleme;
yıkımların, cinâyetlerin, ölümlerin, zulümlerin, feryatların, sömürünün,
ahlâksızlığın ve bir-çok çirkefliğin ilerlemesidir.
Bir
yazıda şöyle denir: “Bu ilerleme kavramı kendimizi beğenmişlik ve budalalıktan
başka bir şey değildir. Genellikle her çağdaki bilge kişiler, hep aynı şeyi
söylemişlerdir ve dâima büyük çoğunluğu meydana getiren budalalar da karşıtını
söylemişlerdir; bu böyle sürüp gidecektir. Çünkü, Voltaire’in dediği gibi,
Dünyâ’yı ne kadar budalaca ve kötü olarak bulduysak, yine öyle bırakıp
gideceğiz”.
“Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki,
kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını bir görsünler. Onlar,
kendilerinden (sayıca) daha çoktu ve yeryüzünde kuvvet ve eserler bakımından
daha üstündüler. Fakat kazandıkları şeyler, (azâba karşı) onlara hiç-bir şey
sağlayamadı” (Mü’min
82).
Âyette de görüldüğü gibi, târih her
zaman “ilerlemeci târih” düşüncesinin zannettiği gibi sürekli ileriye doğru
gitmez ve ilerlemez. Târih, iyiye doğru gidebildiği gibi, kötüye doğru da
gidebilmektedir.
Mustafa Aydın, ilerleme konusunda
şunları söyler:
“Pozitivizm, aydın
kuşak üzerinde çok etkili olmuştur. O dönemlerde modern kültür İslâm dünyâsının
üzerine amansız bir şekilde abanmıştı. Paradigmaları da henüz yeni idi ve test
edilmemişti. Meselâ ‘ilerleme’ tartışmasız bir ilke idi. Onun için de bu
dönemin aydınları ilerlemeyi tartışamadılar, onu bir veri olarak aldılar ve
İslâm’ı savunurken de onu referans gösterdiler. Bir dönemler bir hayli meşhûr
olan ‘İslâm terakkiye (ilerlemeye) mâni değildir’ sözü böylesi bir ortamın
ürünüdür. Buna göre İslâm ilerlemeyi kabûl ettiği için iyi bir din’dir. Aynı
durum pozitivizm ve diğerleri için söz-konusudur”.
“İslâm terakkiye mâni değildir” denir.
Peki gerçekten de İslâm terakkiye mâni midir, değil midir?. İslâm “ilerleme”
anlamında terakkiye mânidir, fakat “yükselme” anlamında mâni değildir ve
tam-aksine insan ancak İslâm ile yükselir. Çünkü İslâm, Allah’ın kâinâta
koyduğu yasalara aykırı bir yapıda değildir. Kâinâtın yasalarını da, İslâm’ın
yasalarını da Allah koymuştur ve aralarında çelişki olmaz. Kâinatta ilerleme
yoktur, “döngü” vardır. İslâm Dîni de ilerleme denilen şeyi değil, döngüyü
savunur. Bu döngü sırasında insanca ve müslümanca şeyler yapılır yada yapılmaz.
Eğer bu döngü sürecinde insanca ve müslümanca şeyler yapılırsa Allah râzı olur,
yapılmazsa Allah râzı olmaz. İnsanlar bu döngüde iyi şeyler yaptıkları gibi
kötü ve çirkin şeylerde yaparlar. İmtihan budur ve işte bu döngünün içindeyken
olur. İlerleme denilen şey bir yanılsamadır. Şeytanın insanlara uyguladığı bir
kandırmacadır. İnsanlığın ve müslümanlığın en az görüldüğü ve yaşandığı son 200
yıllık sürece “ilerlemişlik” demek ancak câhillerin inanacağı bir şeydir. İlerleme,
-aynen günümüzde olduğu gibi- insanlığı sonunda rayından çıkarır ve saptırır. “İlerleme”
denilen modernizmde gelinen yer bir sapma olmuştur. Modern insan işte bu sapmanın
kötü sonuçlarını yaşamaktadırlar.
İlerleme düşüncesine göre ekonomik
ilerleme, zenginlerin durumlarına ve arzularına göre olur. Çünkü onlar zâten
“diğerleri”ne göre ileridirler ve ilerlemenin motoru durumundadırlar. Böylece
“çıkarılan kânunlar tam da onların işine yarayacak şekilde olmalı ve devlet,
garibanları değil de zenginleri daha fazla desteklemelidir” düşüncesi açığa
çıkar. Zenginler iyice kalkınsınlar da ilerlemek için yatırım yapsınlar
istenir. Buradan basitçe anlaşılacak olan şey, ilerleme fikrini mutlu azınlığın
çıkardığı ve sürdürdüğüdür.
Bu bağlamda toplumsal yaşamda rasyonel
kararlar verenler, doğru adımlar(!) atanlar ve daha çok çalışanlar doğal olarak
ekonomik açıdan daha iyi bir konumda olacaklardır. Fakat asında zâten her zaman
ekonomik açıdan iyi durumda olanlar çeşitli avantajlar ve fırsatlar nedeniyle
beklenen ve arzulanan adımları atacak ve kararları verecek adımları atmak için
fırsatlara sâhip olurlar. Garibanlar bu fırsatı ya çok zor bulurlar yada hiç
bulamazlar.
İlerlemeci târih anlayışına göre bütün
dinler insanlık târihinin kültür mîrâsıdır. Kültüreldir yâni. O yüzden “dinler
kültüre indirgenmelidir” denir.
2. Dünyâ Savaşı’ndan sonra insanlık,
başına gelen belâdan az da olsa ders alıp modern-seküler sisteme güvenini
kaybederek dînî-mânevî alana yönelme olmuştur. Bu durum “ilerleme” fikrini
çökertmiştir. Aguste Comte’un “üç hâl kânunu”nda ilerleme; teolojik,
metafizik ve pozitivist” aşamalar şeklindedir. Meydana gelen iki dünyâ savaşı Comte’un “üç hâl kânunu” da çöpe
atmıştır. Rodney Stark: “Son üç asırdır devâm eden ‘dînin sonuna
yaklaşıldığına’ dâir beklenti
içeren tezlerin başarısızlığını ‘toprağın bol olsun sekülerleşme’
diyerek îlân eder. Çünkü
1. ve 2. Dünyâ Savaşı, insanları yoldan çıkararak “ilerleme”yi durdurmuştur.
“Siz adım-adım ilerleyeceksiniz” diye
çevrilmek istenen İnşikâk 19. âyetinin, batı’nın “ilerlemeci târih anlayışı”
ile alâkası yoktur ve insanın cenin hâlinden ölümüne kadar geçireceği zamandan
bahseder. Zâten “ilerleme” diye bir şey yoktur. Çünkü ilerlemeden
bahsettiğimizde hiç-bir zaman ileriye varılamaz. Çünkü ilerinin bir ilerisi,
ilerinin “ilerisi” olmadığı anlamına gelir. O hâlde ilerleme diye bir şey
yoktur, olan şey ilerleme değil, döngüdür.
Kâinatta; süper-küme denilen galaksi
adaları, galaksiler, yıldızlar, Güneş, Ay ve gezegenler “ilerleme” içinde
değildirler ve düz<enli bir döngü içindedirler. Yine doğada; bitkiler, ağaçlar,
ormanlar, dağlar, denizler, nehirler, göller, taşlar, kayalar ve toprak ilerleme
hâlinde değildir. Hayvanlar da ilerlemezler ve 10.000 yıl önce ne iseler bugün
de aynıdırlar. İnsan dışında vâr olan hiç-bir şey ilerleme hâlinde değildir ve
ilerlememektedir. Dolayısıyla yaratılmış olan hiç-bir şey “modern” değildirler.
Çünkü ilk yaratıldıklarından bêri hiç değişmemişlerdir.
Kâinatta “ilerleme” diye bir şey
yoktur. Bu nedenle “ilerleme” doğal da değildir. Kâinattaki doğal işleyiş
“döngü” şeklindedir. İnsan rûhu da doğası da işte bu döngüye uygundur. İlerleme
denilen şey ise şeytânî, nefsî ve tâğûtîdir. Bu yüzden hep zarar verir-veriyor.
İlerledikçe zarar görürsünüz. Zîrâ ilerlemek mutlaka sapmaya ve yanlış yola
girmeye neden olur. Böylece yanlış yolda ilerleyip durursunuz da farkına
varamazsınız. Tâ ki “acı azabı” görünnceye kadar. İlerleme zarar verir ve târih
boyunca zarar vermiştir. Hayra dönük döngü ise insanlar için en hayırlı olandır.
İlerlemede sizin için bâzı yararlar vardır fakat zararları ve günahları daha
büyüktür. Allah “ilerleme”den muhâfaza etsin.
İlerleme
kavramı ve düşüncesi modern batı’dan çıkmıştır. Çünkü batı eskiyi ve geçmişi
unutmak istemektedir. Zîrâ batı’nın geçmişi; yalan, talan, hırsızlık, sömürü ve
cinâyetlerle doludur. Bunların gündeme gelmemesi için, eski olandan nefret eden
batı, sürekli olarak hep yeni olanı ve ileriyi konuşur ve gösterir. Bir yazıda
bu konuda şunlar söylenir: “Batı uygarlığı, eski çağların ve uygarlıkların çökeltisinin
bir ürünüdür. Ve batı’lı için târih can sıkıcı, yalanla dolu ve tehlikeli bir ilgi
alanıdır. Hep ileriye bakmayı öğütleyecektir
onun için. Geride bıraktığı çirkinlikleri kimse görmesin diye.
Gelecek ise, pırıltılı bir
ütopyadır, yaşanan anların acılarını gizleyecek..”
Doğada ve doğal olanda bir ilerleme
yoktur. İnsan ise ilerlediğini zanneder; gerileyip dururken.
İlerleme, her türlü doğal ve ahlâkî
engellerin ve de kırmızı çizgilerin çiğnenmesinin bir sonucudur
İlerleme
kuramı, ispât edilmiş bir gerçeklik değildir. Modernistlerin temennileri ve
kendilerini avutmaları için kullandıkları bir yalandır sâdece.
M.Ö.
8. yüzyılda yaşamış olan Yunanlı ozan
Hesiodos, insanlık-târihini “ilksel bir Altın Çağ’dan, insanlığın ortadan
kalkacağı bir demir-çağına doğru olan bir gerileme” süreci olarak resmetmiştir.
2.700 yıl sonra ise demir çağından, daha dayanıksız bir malzeme olan “plâstik
çağı”na doğru bir gerileme yaşanmaktadır.
İlerleme düşüncesinde hep, “ilerleyip
durma ama bir türlü nihâî sona gelmeme” durumu vardır. Oysa Allah’ın bir ideâli
ve hedefi vardır. Çaba bu ideâl ve hedef içindir. Fakat imtihan gereğince, bu hedefe varıldığında da döngü
devâm edeceğinden dolayı en ideâl hedeften daha aşağılara doğru bir sapma
yaşanacak ve döngü, sâdece Allah’ın bildiği bir zamâna kadar devâm edecektir.
İnsanlık-târihinde
en büyük kıyımlar, kırımlar ve soykırımlar ilerleme uğruna
yapılmıştır-yapılmaktadır. Çünkü ilerleme her zaman yanında terörü de
taşımıştır. Lewis Namier: “Hitler ve Üçüncü Reich yâni Nazi Devleti, başka hiç-bir
çağın inanmadığı kadar ilerlemeye inanan ve bunun başarılmakta olduğundan emin
olan bir çağın korkunç ve uygunsuz meyvesiydi” der. İnsan bilgisi artma
eğilimindedir ama insanlar bunun bir sonucu olarak daha uygar olmazlar. Her
tür barbarlığa yatkın olmaya devâm ederler ve bilginin artışı onların maddî
koşullarını iyileştirmelerine olanak vermekle birlikte aralarındaki çatışmanın vahşetini
de artırır.
İlerleme,
İslâm’ın, daha doğrusu müslümanların duraklamalarından dolayı gerilemesinden
kaynaklanan sûnî bir algıdır. Çünkü seküler model ilerlemeyle; İslâmî model ise
gerilemeyle eş tutuluyor. Yâni modernite, ilerlediği düşüncesini dîne-İslâm’a
bakarak yapıyor. Din-İslâm, “haddini bilmek” demek olduğu için, normâl-doğal
döngüsünün dışına çıkmadığından dolayı duraklıyor gibi görünüyor.
İlerleme düşüncesi, sâbitelerin
olmayışının yada sâbitelerin inkâr edilmesinin bir sonucudur. Hiç-bir sâbiti
olmayanların tek kârı “sürekli olarak ilerlemek” olur. Lâkin “ilerleme”, bir
süre sonra sapmayı da mutlakâ yanında getirir.
Şeytan insanları “modernite
bisikleti”ne bindirdi. “Ya sürekli pedal çevirip ilerleyeceksin, yada
düşeceksin” diyor. Böylece “ilerleme” denen şey ortaya çıktı. Hâlbuki bir
ilerleme değil, imtihan nedeniyle olan bir döngü vardır.
İlerleme-ilerleme diye-diye insanları
aşağıların en aşağısına attılar. “En geri”yi özletir oldular.
En doğrusunu sâdece
Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ocak 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder