26 Ocak 2016 Salı

İlerleme Yanılgısı

 

(Fe eyne tezhebûn?. “Hâl böyle iken nereye gidiyorsunuz?” (Tekvir 26).

 

Post-modern zamanlarda neredeyse her cümleye onunla başlanan “ilerleme” kelimesi, üzerinde gereğince düşünülmemiş-düşünülmeyen bir “yanılgı-yanılsama” sözcüğüdür. Yanılgıdır, çünkü insanlar ilerlemenin “nereye” doğru olduğunu hem düşünmüyorlar hem de bunu sorgulamıyorlar. “Sürü psikolojisi” ile hareket eden post-modern toplumlar, tağutlar tarafından empoze edilmiş olan bu kelimeye körü-körüne bağlanmışlar ve gerçekten de bir ilerlemenin olduğunu düşünmekteler. Küresel kapitâlist-liberâl tüketim kültürünün ürettiği ve dayattığı “ilerleme” kelimesine halk, “tükettiği” oranda katkı yaptığını düşünüyor. İlerlemeyi, tüketiminin artması olarak görüyor. Tüketim arttığında, ilerleme var zannediliyor. Zâten tüketim-şekli ve oranı farklı nedenlerden dolayı azalan kesimler de bir ilerlemenin değil, gerilemenin olduğunu düşünüyorlar ve söylüyorlar. “Dümeni yerinde” olanlar yada tüketimlerini borç ile yâni geleceklerini ipotek ederek istedikleri ölçüde tüketim yapabilenler hızlı bir ilerlemenin olduğunu düşünürken; savaşların-ölümlerin olduğu, açlıkların-feryatların yaşandığı yerlerdeki insanlar ise tam-aksine, hızlı bir gerilemenin olduğunu düşünürler. O hâlde ilerleme-gerileme denilen söz, izâfi-görece bir durumu yansıtıyor demektir. Kubilay Aysevener:

 

“Târihte bir ilerleme var mıdır?. Bu soru 16. ve 17. yüzyıllarda doğa-bilimlerindeki büyük gelişmelerin ve teknik yeniliklerin insan yaşamına sağladığı kolaylıklar göz-önünde tutularak ortaya atılmış bir sorudur. Toplumların belirli bir durumdan daha iyi bir duruma yükselmiş olmaları, onları, toplum olarak gelişmekte ve belirli bir yöne doğru ilerlemekte oldukları inancına itmiştir. Bilimde ve buna bağlı olarak toplumda bir ilerlemenin olduğuna inanç, Avrupa’da bir slogan olarak yayılmış ve sonunda, târihte de bir ilerlemenin olduğu inancına yol açmıştır” der.

 

İlerleme “daha sonra gelen daha iyidir” düşüncesine dayanır fakat târihte görülen süreç böyle değildir. Tecrübeden yararlanılarak yapılan hatâlar tekrar yapılmadığı gibi, aynı hatâların yeniden yapıldığı da gözlenmiştir ve gözlenmektedir. Martin Bernal, “ilerleme”nin oluşumu hakkında şunları söyler:

 

“İlerleme” kavramı Avrupa’da 16. yüzyıldan, yâni insanların artık şeker, kâğıt, matbaa, rüzgâr değirmenleri, pusula, barut vb. -tümü de Asya’dan getirilmiştir- gibi eskiçağ insanlarının yoksun olduğu ürünlere ve îcatlara sâhip olduklarını anlamaya başladıkları zamandan bêri mevcut olmuştur. Fakat 1560’tan 1660’a kadar süren yıkıcı Din Savaşları sırasında böylesi bir görüşün yayılması hattâ sağlam bir kök salması bile zordu. Ne var ki, 1670 ile 1770 arasındaki yüzyıl, büyük bir ekonomik yayılma, bilimsel ve teknik ilerleme yüzyılı olmuş ve bu dönemde siyâsal iktidar merkezileşmiştir”.

 

İlerleme hem bir yanılsamadır hem de yanıltıcıdır. Siyon Protokôlleri’nin 13.sünde: “İlerleme, Tanrı’nın Seçtiği kavim olan biz Yahudilerden başkası bilmesin diye, gerçeği gizlemeye hizmet eden yanıltıcı bir kavramdır” denir.

 

Şöyle bir soru sormak lâzım: Nereye doğru bir ilerleme, nereye doğru bir gerileme?. Sorgulanmayan her-şey, körü-körüne kabûl edilmek zorundadır. Peki sorgulanan şeyler nasıl sonuçlanıyor?. Çok basit bir düşünme sonucunda ilerleme ve gerilemeyle ilgili şöyle bir sonuç çıkıyor; Eğer bir “ilerleme” varsa, şu-anda gelinen yer en zirve, en son gelinecek yer olması gerekir. Çünkü böyle olmadığında, ilerleyerek gelindiği zannedilen mevcut yer, biraz sonra ilerleme devâm edeceğinden, az sonraki ilerlemeye göre bir-önceki gerileme noktası “geri” kalmış olur ve geri kalınan yer “ileri” olmak özelliğini kaybetmiş olur. Gerileme de öyle; biraz geriye gidildiğinde, orası mecbûren görece bir gerileme olacaktır, çünkü geriye doğru gidilen yerin başlangıcı olan “ilerisi” orada durmaktadır. Öyleyse olan nedir?. Şudur: Bir ilerleme ve gerileme yoktur, bir döngü vardır. Bu döngü, evrende de gözlemlediğimiz şekilde dâire yada elips bir şekilde, mutlak olarak aynı yere gelinmeyen ve aynı noktadan tekrar geçilmeyen helezon-vâri bir döngüdür. Bu döngü gibi, Dünyâ’da da bir döngü vardır ve bu döngü sürecinde insanların ne kadar mutlu-huzurlu-güvenli bir durumda olduğu yada zulme mâruz kaldığıdır esas önemli olan. Savaşların, işkencelerin, mazlûmiyetin, feryatların olduğu, 1 milyar insanın aç yaşadığı, 4’te 3’ü su olmasına rağmen insanların susuzluktan öldüğü Dünyâ’da bir “ilerleme”nin olduğundan mı bahsediliyor?. Bu ne bencil bir düşünce?; neyde ilerlediniz?; hangi mazlûmiyeti bitirdiniz ki?; hangi hastalığı tedâvi ettiniz meselâ?, (Tıp dünyâsında kronik bir hastalığın tamâmen tedâvi edildiğinin (şifâ) bir örneği yoktur), yada hangi savaşı bitirdiniz? vs. vs. Neye ilerleme diyorsunuz siz?; çirkefliğe mi?; pisliğe mi?; ayyuka çıkan ahlaksızlığa mı?.

 

Aslında bilimsel olarak da bir ilerlemenin ve gerilemenin olması mümkün değildir. Termodinamiğin 2. yasası olan entropi kânununa göre, her-şey zamanla bozulmaya doğru gider. Yâni her-şey zamanla daha kullanışsız bir şekle doğru gider. Bunun nedeni, bir ilerlemenin yada gerilemenin olması değil, döngünün yıpratıcı özelliğindendir. Fakat bu bile bir döngü içindeyken, döngü devâm ederken olur. Bir ilerlemenin ve gerilemenin olup-olmadığı tartışması bile evrensel ve küresel döngü devâm ederken yapılır-yapılıyor. Şu-an îtibârıyla bir ilerleme yok, bir “döngü” var. Bu döngüyü, doğallıktan ve normâllikten uzak olan ve insanları mutsuz-huzursuz eden, fakat birileri tarafından çeşitli kanallarla “varmış gibi gösterilen” bir “ilerleme” zannediyoruz. Bu döngünün içinde iken entropiye karşı koymanın tek bir yolu vardır; İslâm-vahiy-Kur’ân merkezli, bilgi-bilinç-eylem-devlet-medeniyet süreci oluşturup, sonuçta zulmün bitirilmesi, hayâtın güzelleştirilmesi, medeniyetin her zerrede kendini göstermesi, göklerde olduğu gibi yerde de muazzam düzenin gerçekleştirilmesi sonucunda her türlü zulmün yok edilip, mutluluk ve huzûrun yaşandığı bir Dünyâ kurmak. İşte bu ancak; Allah’ın düzenlediği-yarattığı döngüye katılmakla entropiden en az şekilde etkilenilir ve insanlık bir kez daha mutluluğa-huzûra kavuşur.

 

İslâmî gelenekte târih, “sürekli kötüye giden bir süreç” olarak algılanır ve bu algılama, âhir-zaman peygamberine atfedilen şu sözün delâletiyle dinsel bir temele dayandırılır: “İnsanların en hayırlısı benim kuşağım; sonra onları izleyenler; daha sonra onları izleyenlerdir”. Bu söze göre en hayırsız insanlar, Peygamberimiz’e en uzak zamanlarda yaşayanlardır. Tabiatıyla, şu-anki fiîlî yaşantıya sahne olan modem dönem de son derece hayırsız, fitne ve fesadın hüküm-fermâ olduğu bir dönemdir.

 

Burada hadisin “sağlamlığı” değil ama “sonucu”, mevcut zaman îtibârıyla doğrudur. Fakat Kur’ân bir ilerlemeden yada gerilemeden değil, bir döngüden bahseder ve “günleri insanlar arasında döndürüyoruz” der. O döngü, insanların düşünce, tutum ve davranışlarına göre sonuç verir. Sürekli olarak ileriye ve sürekli olarak geriye gitme durumu olmaz. Sürekli olarak döngü vardır ve bu döngü sırasında insanların düşünce vfe davranışlarına göre iyilik yada kötülük ortaya çıkar. Entropiye göre her-şey zamanla kullanışsızlığa doğru gider ama bu, maddî şeyler için geçerlidir. Mânevî olan ise, Allah’a göre olduğunda canlılığını ve gücünü her zamana korur.

 

Evet; bir ilerleme yoktur; bir değişim vardır sâdece ve bu değişim-süreci dikkatli bakılmadığında izlenemeyecek olan bir değişmedir. Zâten bu nedenle de insanları olumsuz etkilemez. İnsanların bu değişime alışmaları zor olmaz. Çünkü bu değişimler küçük değişikliklerdir. Dünyâ’da ve kâinatta maddî anlamda büyük değişimler olmaz zâten. Meselâ dağlar olduğu yerde durur, (Dünyâ ile birlikte döngüye katılsalar da) bir yere ilerlemez yada gerilemezler; denizler dalgalıdır ve hareketlidir ama hep aynı yerdedir; hayvanlar için bir ilerleme yada gerileme yoktur meselâ. Hayvanlar binlerce yıldır aynı şekilde bir ilerleme ya da gerileme olmadan yaşarlar, sâdece hareketlidirler ve döngüden kaynaklanan değişimler yaşarlar.

 

“Dönüşlü olan göğe andolsun” (Târık 11).

 

Kâinat da, her zerresiyle bir döngü ve hareket hâlindedir ama bir yere gittiği yoktur, bu nedenle de bir ilerlemeden yada gerilemeden bahsedilemez. Zâten nereye ilerlenecek ki?. İlerlenilen yer oraya varıldığında “ilerisi” olmaktan otomatikman çıkıyor.

 

Evrenin genişlediği teorisi de aslında bir yanılsamadır. Atom-altı parçacıklar, Dünyâ, Güneş-Sistemi, galaksiler, süper kümeler ve en sonunda kâinâtın kendisi de bir döngü hâlindedir. Varlık, varlığını sürdürmek için hareket etmek ve hareketini de dönerek yapmak zorundadır çünkü. Evrende meydana gelen tüm değişikliklerin nedeni “kozmik-döngü”dür.

 

İşte bu galaksilerin döngüsü genelde eliptik bir döngüdür. Bu döngü sırasında meselâ x galaksisi elipsin en ucuna doğru giderken (ilerlerken değil, döngü yaparken), Samanyolu Galaksisi ise ters uca doğru yol alır ve biz x galaksisini gözlemlerken onun Samanyolu Galaksisi’nden uzaklaştığını görürüz. Gözlemlerimizin bâzılarında yıldızların ve galaksilerin uzaklaştığını gördüğümüz için (çünkü biz tam tersi bir konumda bulunabiliriz) kâinâtın genişlediğini düşünürüz. Hâlbuki belli bir zaman beklesek, bizden uzaklaştığını zannettiğimiz galaksilerin bir-süre sonra bize yaklaştıklarını gözlemlemeye başlayacaktık. Evrende belli bir noktadan sonra kırmızıya kaymaların gözlenmemesi, oradaki döngülerin yönünün değişmesi sebebiyledir. Çünkü artık yakınlaşma başlamıştır. Artık kırmızılıklar mâvileşmeye başlayacaktır. Gerçi yörünge elips değil de tam bir dâire biçiminde de olsa, galaksilerin dönüş hızlarındaki farklardan dolayı sonuç değişmez. Bu, bütün kâinât materyâlleri için geçerlidir. Meselâ Halley kuyruklu yıldızı Güneş’in etrafında bir elips çizer. Büyük bir elips (parabôl). 76 yılda bir dönüşünü tamamlar. Bu döngü küçük-çaplı bir döngüdür. Genişleme Teorisi, bir ilerlemenin olduğu zannedildiği için yanlıştır, olan şey bir ilerleme değil, “döngü”dür.

 

Değişim-döngü de ancak, göklerde olduğu gibi Allah-Kur’ân merkezli olursa iyi olur. Aksi-hâlde değişimler zulme döner. Meselâ kentler (şehir değil) de değişiyor ama olumsuz anlamda. Çünkü fıtrata uygun ve doğal-normâl bir değişim yoktur. Bu nedenle de insanlar bu kentlerde mutlu-huzurlu değillerdir ve olamazlar da. Bünyamin Zeran:

 

“İslâm’i temelden meseleye baktığımızda ilericilik ve gericilik diye bir tanımlamaya rastlayamayız. Bunun yerine kullanılan kavramlar “ahseni takviym ve esfele safilin”dir. İlericilik ve gericilik kavramı daha çok maddî dünyânın tanımlamasına girmektedir. (Modernizmde) bireysel ve toplumsal algıda ileride olmak, salt ekonomik anlamda iyi düzeyde olmak anlamındadır. Gericilik ise salt maddî anlamda gelir düzeyinin düşüklüğünü ifâde etmez, bunun yanında modern dogmaların yâni aklın dışında bir kânun koyucu, yaşam belirleyici birini kabûl etmek anlamına da gelir. Toplumsal anlamda “ilerde olmayı gayr-i sâfi millî hâsıla” belirlerken, geride olmayı ise; “ilhâmı gökten ve gâipten almak, yaşadığı hayattan, realiteden almamak” belirler” der.

 

İlerleme bir yanılgıdır, “zannetme”dir. Bu yüzden “ilerleme”yi bırakın ve Allah’ın istediği yönde değişimler yapmaya bakın ki insanların geneli hem zulümden kurtulsun, hem de mutlu-huzurlu olsunlar. Böylelikle Allah’ın sözü ve murâdı gerçekleşsin:

 

“Onlardan öylesi de vardır ki: 'Rabbimiz, bize Dünyâ’da da iyilik ver, âhirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azâbından koru' der” (Bakara 201).

 

Meryem Cemile ilerleme ve gelişme hakkında şunları söyler: “Gelişme dogması, ateizm ve materyalizme dayalı bir efsânedir. Gelişme, bütün hayâtın bağlı olduğu tabî ve beşerî çevrenin kirletilmesini ve sür’atle tahribini netîce veren bir faaliyete verilen yanlış bir isimdir. Sanâyileşme ve ekonomik büyüme ile denkleştirilen kalkınma, Dünyâ’nın tabî kaynaklarının ve servetinin, vahim şekilde yağma edilmesinden ve hızla tahribinden başka bir şey değildir. Gelişme hiç-bir gerçek temeli bulunmayan bir canavar ve yanlış bir efsânedir”. Cemil Meriç ise ilerleme hakkında şöyle der:

 

“Mânevî dünyâda ağır basan, ‘atâlet kânunu’dur, madde dünyasında olduğu gibi. Toplumda pek açık değildir bu hakikat. Dikkatimize ilk çarpan, durgunluktan çok ilerlemedir. Ne var ki bu ilerleyiş ne kâinat çapındadır, ne birden-bire belirir. Yenilik çok ağır değişmelerin toplamıdır. Dünyâ’da medeniyetle barbarlık yan-yana yaşamaktadır. Kaldı ki ‘uygarlık’ diye adlandırdığımız yenileşmeler çok kere cilâdan ibâret. İnsanlar ‘yeni’ olandan nefret ederler. Hayvanlar da öyle. Çocuklar, kadınlar ve ilkeller değişiklikten daha çok tedirgin olurlar. Bir nefis müdâfaasıdır yenilik karşıtlığı. Alışkanlıkları alt-üst eden yenilikler sinir hastalıkları yaratır. Yığın, dâima tutucudur. Demek ki ‘ilerleyelim’ diye harcanan ânî ve sert gayretler fizyolojiye aykırıdır. Her terakki, ancak ağır-ağır gerçekleşince kabûl edilebilir. Yoksa faydasız ve zararlı bir çabadır”.

 

Modernizm ile birlikte ortaya çıkan “ilerleme” düşüncesi, “ileride her-şeyin daha iyi olacağı zannı ve umûdu”dur. Her-şeyin zamanla bozulmaya yâni kullanışsız olmaya doğru gideceğini söyleyen Termodinamiğin 2. Yasası’na da ters olan “ilerleme” düşüncesi, “döngüden kaynaklanan hareket”i ilerleme zannediyor. Oysa kâinatta bir ilerleme yoktur ve olan şey, döngüden kaynaklanan değişim ve dönüşümdür. Bu döngü, evrensel olandan sosyâl alana kadar olabilen her değişimi ve dönüşümü bünyesinde taşır.

 

İnsanlar, ilerlediklerini zannederek ve bunu “din” yaparak, “eski” olandan nefret ediyorlar ve eski zamanları yok sayıyorlar. Abdurrahman Arslan:

 

“İnsan ilerleme fikri ile ikibin yıllık târihte ilk defâ herhangi bir istisnâ yapmadan; kendinden önce yaşamış insanların ve kendi atalarının bütün yaptıklarını, elde ettikleri bütün kazanımları, sâhip olduklarını, târihsel tecrübelerini değersiz ve işe yaramaz bulmuştur” der.

 

Caner Taslaman, ilerleme konusunda şunları söyler:

 

“Peygamberlerin gönderildiği toplumların birbirlerinden farklı özelliklere sâhip olduğunu Kur’ân’ın anlatımlarından anlıyoruz. Kur’ân, târihin geçmiş dönemlerinde yaşamış bir-çok toplumun sonrakilerden daha gelişmiş toplumlar olduğuna dikkat çeker. 30-Rûm Sûresi 9: ‘Onlar kendilerinden daha güçlü idiler, yeryüzünü alt-üst etmişler ve kendilerinin îmâr ettiğinden daha çok îmâr etmişlerdi. 40-Mü’min Sûresi 82: Kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmek için yeryüzünü dolaşmıyorlar mı?. Öncekiler bunlardan daha çoktu, daha güçlüydüler  ve yeryüzündeki eserler bakımından daha üstündüler. Ama kazandıkları şeyler kendilerine hiç-bir şey sağlamadı. Özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda felsefe, sosyoloji ve târih gibi alanlarda ortaya çıkan evrimci, doğrusal ilerlemeci târih anlayışlarını ve bunların sonuçlarını incelediğimizde Kur’ân’da bu ifâdelerin olmasının önemini daha iyi anlarız. Bu anlayışlara göre târihte yaşayan toplumlar sürekli gelişmektedir; daha sonradan yaşayan toplumlar daha öncekilerden daha gelişmiştir, daha sonradan gelen toplumlar ise şimdiki toplumlardan daha gelişmiş olacaklardır. Hâlâ bir-çok kimsede etkili Comteçu pozitivizm ve Marksçı târih anlayışı gibi felsefi ve sosyolojik yaklaşımlarda doğrusal târih anlayışından kaynaklı hatâları görmekteyiz.

 

16. yüzyıl ve sonrasına bakarak, târihin bütün dönemlerinde benzer bir gelişme doğrultusu olduğunu sanmak, târihteki toplumların yanlış anlaşılmasına sebep olan hatâlı bir ön-kabûl olmuştur. Bu yanlış ön-kabûlle târih değerlendirmesi yapıldığında komik iddiâlar da ortaya çıkmıştır. Örneğin bir zamanlar Mısırlılarca inşâ edilen piramitleri, onlardan çok sonra yaşamış bir-çok toplum bile yapabilecek teknolojiye sâhip olmadığından, bu piramitleri ‘uzaylıların eseri’ tâbir edecek kadar ileri gidenler olmuştur. Oysa Mısır’daki  inşaat teknolojisinin sonraki bir-çok medeniyetten daha gelişmiş olduğu gibi bir açıklama, bu durumu îzah etmek için yeterlidir. Kur’ân’ın, geçmiş kavimlerin bir-çok açıdan sonrakilerden daha üstün olduğunu ifâde etmesine (bunu destekleyen arkeolojik bulgu sayılamayacak kadar çoktur) de dikkatlerinizi çekmek istiyorum”.

 

İlerlemenin motoru olan yenilik yapma abartıldığında, sekülerizm kaçınılmazdır. Hiç-kimse Allah kadar yenilik oluşturma ve yapmaya kalkışmamalıdır. Sırıtır çünkü. Hem de bu sözde yenilikler zulme döner. Aşırı yeniliği Allah yaptığında nîmet, insan yaptığında zulm olur. Yenilik yapma ameliyesi zamanla katlanarak artar ve sonunda işin içinden çıkılmaz bir hâl alır. O kadar da yenilik yapmaya gerek yok. İslâm’da “ihtiyaçta zarûret” fıkhı vardır. Zarûri yenilikler yapılmalıdır sâdece. Doğal ve normâl olan budur. İlerleme uğruna yapılan aşırı yenilikler doğaya da bir zulüm olur ki doğa intikâmını çok kötü alır sonra. Doğada ve doğal olanda ilerleme yoktur, dolayısıyla ilerleme doğal değildir. Doğal olmayınca da doğala ve doğaya aykırı sonuçlar üretmesi kaçınılmaz olmaktadır. Dünyâ’nın en hızlı ilerleyen ülkesi, her alanda her türlü aşırılıkların ve sorunların aşırı şekilde yaşandığı ülkedir.

 

İlerleme söylemi bir mit hâline geldi. (mit=söylence durumuna gelmiş kişi yada ülküsel kavram). Abdurrahman Arslan bu bağlamda şunları söyler:

 

“İlerleme, his ve inancın/dînin “eski” dünyâsından, aklın ve ilerlemenin yeni dünyâsına geçiş, diğer bir ifâde ile duygudan entelektüel alana doğru bir seyir izleyen bir sürecin adı sayılır. Toplumsal pratiğin ve bütün değerlerin -buna din de dâhildir- aklın ve mantığın temel ilkeleri üstünde yeniden inşâ edilmesini sağlayacak bu süreç, netîcede onların basitleştirilmesini ve standartlaştırılmasını sağlamış olacaktır.

 

“İlerleme sâdece insanın değil, bizzat hayâtın târihin yeniden inşâsı meselesi olduğundan, geçmiş hayat biçimlerinin mevcut idrak süzgecinden geçirilmesi mecbûri olmuştur. Bu kabûlün netîcesi olarak dînin hayâta ilişkin açıklayıcı hükümlerinin aşınmaya uğradığı görülür. İlerleme anlayışı dîne âit “hurâfelerle” mücâdele edebilmek için bilime ve özellikle ampirik gözlemin önemine vurgu yaparken, aynı-zamanda da sosyâl disiplinlerin imkânları ile geçmişin yeniden inşâsı söz-konusu olur.

 

Yeniden inşâ edilmeye girişilen geçmişin başlangıcı “taş devri” îcât edilerek belirlenir. Ve insanın serüveni eksik ve kusurlu dönemlerden, -yine Batı’nın üretimi olan- çağlar içerisinde mükemmelleşip “ilerleyerek” devâm etmektedir”.

 

İlerleme fikri modern-Darwinist bir söylemdir. Evrime göre sürekli bir ilerlemeyle insansılar “insan” durumuna gelmiştir. Modernitenin bahsettiği ilerlemenin dayanağı ve kökü daha çok buna dayanır. Hâlbuki İslâm’a göre lineer bir ilerleme aslâ yoktur. Zâten bu durum kâinatta da câri değildir. Kâinât döngü hâlinde olduğu gibi, insan da imtihan nedeniyle döngü hâlindedir. Bir zaman ilerler ve bir zaman geriler. Fakat insan biyolojik olarak, Kur’ân’ın dediği gibi, Allah’ın “ol” demesiyle bir-anda “ilk kez” yaratılmıştır. Sonraki yaratılışlar zâten bilip gördüğümüz üremelerdir. Ayhan Küflüoğlu ilerleme hakkında şunları söyler:

 

“Bir-kaç yüzyıl öncesine âit bâzı aklî-bilimsel çıkarımların, her ne kadar o zaman için çok kesin ve doğru olduğuna inanılsa da bugün yanlışlıkları anlaşılmıştır. Bir yada iki yüzyıl sonra şu-anda elde bulunan bilgi veyâ algılama tarzımızın geçersizliğinin ortaya çıkmayacağının hiç-bir têminâtı yoktur ve bu durum ‘ilerleme’ inancının bir paradoksudur. İlerleme inancı kısmî ve izâfî algılama biçimlerine dayanmak mecbûriyetinde kaldığı için ‘muvakkat hakîkatlerle’ günü kurtarmaktan ve idâre-i maslahattan başka çâresi yoktur. Hayâtın anlamını, tabiatı, zamânı ve eşyânın özünü idrak noktasında insanlığın ilerlemeden ziyâde sinüzoidal (dalgalı) bir hareket içinde olduğu söylenebilir. Yâni, vahye muntazır ve tâbi olunduğunda çıkış ve tekâmül, aksi durumlarda ise iniş ve tefessüh söz-konusudur. Batı, kendi serüvenine meşrûiyet zemini kazandırabilmek için çeşitli teoriler uydurur ve bunları alternatifsiz gerçekler olarak bilimsel kılıfına uygun hâle getirdikten sonra alıcı olmaya dünden meraklı müşterilerinin hizmetine sunar. Bunlardan bir tânesi de lineer târih anlayışıdır; buna göre, ilerlemek isteyen tüm toplumlar kaçınılmaz bir şekilde batı’nın geçtiği yolları ve süreçleri izlemek zorundadır”.

 

İlerleme fikri, birilerine göre geride kalanın ilkel görülmesine neden olur. İlerlemede artık eski olan geçip gitmiş ve bir önemi kalmamıştır. Modernitenin dîni inkâr ve iptâl etmek istemesinin nedeni budur. Celaleddin Vatandaş, ilerleme hakkında şunları söyler:

 

“Spencer ile gelişen Sosyal Darwinizm, pozitivizm ile Evrim Teorisi’nin eklemlenmiş hâlini temsil etmektedir. Şöyle ki, Pozitivizm ilerleme fikrini getirmiştir. Evrim Teorisi de, uyarlanma yeteneğine göre bu ilerleyen çizginin herhangi bir basamağında yer alınabileceğini iddiâ etmiştir. Dolayısıyla Sosyâl Darwinizm’e göre, toplumlar ve uygarlıklar ilerleme  çizgisinin farklı noktalarında yer almaktadırlar. Bulunduğu yer, bir toplumun değişen koşullara ve çevreye uyarlanma gücüne ve yeteneğine bağlıdır. Irk düşüncesinin gelişmesine katkı sağlayan Sosyal Darwinizm, beyaz ırkı evrim çizgisinin en üst basamağına yerleştirmiştir. Diğer ırklar da alt basamaklarda kendilerine yer bulmuşlardır. Bu sıralama da en güçlü ve iyi olan yine beyaz ırk olmaktadır. İlerleme ve evrim fikirleri ise diğer ırkların geriliğini kanıtlamada birer dayanaktır sâdece.

 

Tâğutların konforları ve hâkimiyetleri “ilerleme” düşüncesine bağlıdır. İlerleme olmadığında yıkılır giderler. Bu nedenle modern insan sürekli olarak ilerlemeden dolayısıyla gelişmeden bahseder durur. Modern gelişmeye ve ilerlemeye ayak uyduramayan kişileri geri, ilkel ve “evrimlerini tamamlamamışlar” olarak görür.

 

İnsanın maddî ilerlemesi arttıkça mânevî gerilemesi fazlalaşmaktadır yada Dünyâ’nın yarısı ilerledikçe diğer yarısı gerilemektedir. İlerleme, birilerini gerilemesidir. O hâlde ilerleme kimin nereye ilerlemesidir?. Herhâlde batı’nın belli bir yöne doğru ilerlemesiyle tüm Dünyâ uçuruma doğru ilerlemektedir. Allah’ım!; bu tür “ilerleme”den bir kurtuluş yolu göster. Aliya İzzetbegoviç ilerleme hakkında şunları söyler:

 

“Akılcılarla materyâlistler; târihi, bir bakıma, ‘doğru bir çizgi üzerinde seyreden gelişme’ olarak telâkki ederler. Bu onların başlıca özelliğidir. Onlara göre, Dünyâ’nın gelişmesi sıfırdan başlamıştır. Târih de, zik-zaklı hareket etmesine ve ara-sıra geriye doğru gitmesine rağmen, devamlı bir ilerleme sayılmaktadır. Şimdiki zaman dâima geçmişe nispetle daha ileri, geleceğe nispetle ise daha geridir. Fakat bu, insanlığın ‘kültür-târihi’ değil, ‘uygarlık târihi’dir. İnsan ve kültür târihi ise, sıfırdan başlamaz ve doğru bir çizgi üzerinde de seyretmez. İnsanlık târihi “semâdaki prolog” ile başlar. ‘Geçmişin kötü olduğuna dâir umûmi kanaat tekâmül teorisi ile berâber yerleşmiştir’ diyor Bertrand Russell.

 

Uygarlığın taş devri ve atom devri vardır, kültürde ise böyle bir gelişme yoktur. Cilâlı taş, uygarlık açısından bir ilerlemedir, sanat açısından ise bir düşüştür. Eski taş devri sanatı cilâlı taş devri sanatından binlerce sene daha eski olduğu hâlde ondan daha güçlü ve daha hakikîdir”.

 

Evet; bir ilerleme ve gerileme yoktur; her-şey hareket hâlinde olduğu için bir “değişim vardır” sâdece ve zâten değişmeyen hiç-bir şey yoktur. Varlığı ayakta tutan şey, döngüden, hareketten kaynaklanan değişimlerdir. Bu değişimler, -insanların cüz-i irâdeleriyle yaptıkları hâriç-, mü’mince olan değişimlerdir. Cüz-i irâde ile yapılan değişimler de mü’minleşince, zulümler bitecek ve Dünyâ cennetin bir şûbesi (kendisi değil) hâline gelecektir. Bu nedenle mü’minler şu âyeti yeryüzünde tezâhür ettirmekle mükelleftirler:

 

Göklerde ilah O olduğu gibi, yerde de ilah O’dur. O, hüküm ve hikmet sâhibidir, bilendir” (Zuhrûf 84).

 

İlerleme denilen şey, “şeytana yeni âletler vermek” ve “yeni alanlar açmak” demektir.

 

“Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler; üstelik onlar kuvvet bakımından kendilerinden daha güçlüydüler. Göklerde ve yerde Allah’ı âciz bırakacak hiç-bir şey yoktur. Şüphesiz O, bilendir, güç yetirendir” (Fâtır 44 ve bkz. Meryem 74, Mü’min 21, Ahkâf 26).

 

“Öncekilere daha çok şeyler vermiştik” deniyor. Peki kime göre?. Âyetin ilk muhâtaplarına yâni Mekke’lilere göre. Yâni “Mekke’lilere göre, daha önce yaşamış olanlara daha çok şey vermiştik” deniyor. Hâlbuki bir “ilerleme” olduğunu ve zamanla ileri doğru gidildiğini varsaydığımızda, bahsedilen eski kavimlere, onlardan çok daha sonra yaşayan Mekke’lilerden daha çok şey verilmiş olması, bir ilerlemenin olmadığını gösteriyor. O hâlde toplumlar bâzen ilerler ve bâzen de gerileyebilir. Bu nedenle de sürekli bir ilerlemeden bahsedilemez.  

 

İlerleme her-zaman ve sürekli olarak “iyi yönde ilerleme” olarak görülür, oysa sürekli ilerleme, varlığın fıtratına aykırıdır. Çünkü sürekli bir ilerleme değil, sürekli bir döngü vardır. Zâten ilerleme düşüncesi özellikle 2. Dünyâ Savaşı’ndan sonra çökmüştür ve insanlar modernizm ile kol-kola yürüyen ilerleme fikrini sorgulamaya başlamışlardır.

 

Mehmet Akif Çeç, ilerleme hakkında şunları söyler:

 

“İlerlemeci târih görüşünün, her-şeyden önce aydınlanma düşüncesinin seküler ve evrensel bir târih inşâ etme çabasının bir ürünü olduğunu ifâde etmek gerekir. Tanrıyı târihin dışına atan ve târihi tanrıdan kopartan aydınlanma düşüncesinin/modern-bilimin; varlığın, hayâtın, insanın ve evrenin târihine/menşeine dâir, dînî söylemin yerine ikâme ettiği, târihin en büyük hurâfesi ve mitolojik öyküsünün adıdır ilerleme. Müslümanların, modernitenin ürettiği ‘terakki’ ve onunla illiyet-bağı olan ‘geri kalma’ kavramlarını bir değer olarak okumaları, iki asırdır olan-biteni yanlış temellendirmelerine sebebiyet veren sâiklerden biri olmuştur. Eğer doğru bir temellendirme üzerinden yola çıkılabilmiş olunsaydı, ‘İslâm terakkiye mânidir’ diyenlere karşı yazılan reddiyelerin ilk cümlesi ‘hayır’ diye değil, büyük bir özgüvenle ‘evet’ diye başlayarak devâm ediyor olmalıydı. ‘Evet, çünkü siz, kural-dışı ve kulvar-dışı bir yola saparak tüm insanlığı felâkete sürükleyecek kadar çok fazla ileri gittiniz, (haddi aştınız)’.

 

Âdem-oğlunun bir peygamberle başlayan târihinin, bugün insanın ve insan aklının tanrılaştırıldığı bir noktaya evrilmesi, insanlığın bir yükselişe doğru değil de düşüşe doğru yol aldığının, kökeninden/orijinden uzaklaştığının göstergesi olarak okunmalıdır. İyiden kötüye, hak’tan bâtıla doğru bir evrim geçirdiğini iddiâ etmek mümkündür”.

 

İlerlemede iyilik yönünde bir istikrâr olmaz. Oysa ilerlemeden çok, istikrâr önemlidir. Çünkü insanlık istikrâr dönemlerinde mutlu olmuştur daha çok. “İlerleme”de bir “güdüklük” vardır. Zamânı, târihi, insanı, doğayı düz bir çizgide ilerletmek zulüm olur. Çünkü insan, doğa, târih ve zaman, doğallığında lineer değildir. Lineer yâni dümdüz olan bir ilerleme, modern bir zulüm-sistemi oluyor insanlar için; “haz-körlüğü” yaşayan birileri göremese de.

 

20. yüzyılda öldürülen insan sayısı, 21. yüzyıla gelinen zamâna kadar 5.000 yıllık târih boyunca öldürülen insan sayısından fazladır. Bu durumda nasıl bir ilerlemeden bahsedeceğiz?. Öldürmenin, yıkımın ilerlemesinden mi?. Modernizmin bahsettiği ve dillere doladığı ilerleme; yıkımların, cinâyetlerin, ölümlerin, zulümlerin, feryatların, sömürünün, ahlâksızlığın ve bir-çok çirkefliğin ilerlemesidir.

 

Bir yazıda şöyle denir: “Bu ilerleme kavramı kendimizi beğenmişlik ve budalalıktan başka bir şey değildir. Genellikle her çağdaki bilge kişiler, hep aynı şeyi söylemişlerdir ve dâima büyük çoğunluğu meydana getiren budalalar da karşıtını söylemişlerdir; bu böyle sürüp gidecektir. Çünkü, Voltaire’in dediği gibi, Dünyâ’yı ne kadar budalaca ve kötü olarak bulduysak, yine öyle bırakıp gideceğiz”.

 

“Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını bir görsünler. Onlar, kendilerinden (sayıca) daha çoktu ve yeryüzünde kuvvet ve eserler bakımından daha üstündüler. Fakat kazandıkları şeyler, (azâba karşı) onlara hiç-bir şey sağlayamadı” (Mü’min 82).

 

Âyette de görüldüğü gibi, târih her zaman “ilerlemeci târih” düşüncesinin zannettiği gibi sürekli ileriye doğru gitmez ve ilerlemez. Târih, iyiye doğru gidebildiği gibi, kötüye doğru da gidebilmektedir. 

 

Mustafa Aydın, ilerleme konusunda şunları söyler:

 

“Pozitivizm, aydın kuşak üzerinde çok etkili olmuştur. O dönemlerde modern kültür İslâm dünyâsının üzerine amansız bir şekilde abanmıştı. Paradigmaları da henüz yeni idi ve test edilmemişti. Meselâ ‘ilerleme’ tartışmasız bir ilke idi. Onun için de bu dönemin aydınları ilerlemeyi tartışamadılar, onu bir veri olarak aldılar ve İslâm’ı savunurken de onu referans gösterdiler. Bir dönemler bir hayli meşhûr olan ‘İslâm terakkiye (ilerlemeye) mâni değildir’ sözü böylesi bir ortamın ürünüdür. Buna göre İslâm ilerlemeyi kabûl ettiği için iyi bir din’dir. Aynı durum pozitivizm ve diğerleri için söz-konusudur”.

 

“İslâm terakkiye mâni değildir” denir. Peki gerçekten de İslâm terakkiye mâni midir, değil midir?. İslâm “ilerleme” anlamında terakkiye mânidir, fakat “yükselme” anlamında mâni değildir ve tam-aksine insan ancak İslâm ile yükselir. Çünkü İslâm, Allah’ın kâinâta koyduğu yasalara aykırı bir yapıda değildir. Kâinâtın yasalarını da, İslâm’ın yasalarını da Allah koymuştur ve aralarında çelişki olmaz. Kâinatta ilerleme yoktur, “döngü” vardır. İslâm Dîni de ilerleme denilen şeyi değil, döngüyü savunur. Bu döngü sırasında insanca ve müslümanca şeyler yapılır yada yapılmaz. Eğer bu döngü sürecinde insanca ve müslümanca şeyler yapılırsa Allah râzı olur, yapılmazsa Allah râzı olmaz. İnsanlar bu döngüde iyi şeyler yaptıkları gibi kötü ve çirkin şeylerde yaparlar. İmtihan budur ve işte bu döngünün içindeyken olur. İlerleme denilen şey bir yanılsamadır. Şeytanın insanlara uyguladığı bir kandırmacadır. İnsanlığın ve müslümanlığın en az görüldüğü ve yaşandığı son 200 yıllık sürece “ilerlemişlik” demek ancak câhillerin inanacağı bir şeydir. İlerleme, -aynen günümüzde olduğu gibi- insanlığı sonunda rayından çıkarır ve saptırır. “İlerleme” denilen modernizmde gelinen yer bir sapma olmuştur. Modern insan işte bu sapmanın kötü sonuçlarını yaşamaktadırlar.

 

İlerleme düşüncesine göre ekonomik ilerleme, zenginlerin durumlarına ve arzularına göre olur. Çünkü onlar zâten “diğerleri”ne göre ileridirler ve ilerlemenin motoru durumundadırlar. Böylece “çıkarılan kânunlar tam da onların işine yarayacak şekilde olmalı ve devlet, garibanları değil de zenginleri daha fazla desteklemelidir” düşüncesi açığa çıkar. Zenginler iyice kalkınsınlar da ilerlemek için yatırım yapsınlar istenir. Buradan basitçe anlaşılacak olan şey, ilerleme fikrini mutlu azınlığın çıkardığı ve sürdürdüğüdür.

 

Bu bağlamda toplumsal yaşamda rasyonel kararlar verenler, doğru adımlar(!) atanlar ve daha çok çalışanlar doğal olarak ekonomik açıdan daha iyi bir konumda olacaklardır. Fakat asında zâten her zaman ekonomik açıdan iyi durumda olanlar çeşitli avantajlar ve fırsatlar nedeniyle beklenen ve arzulanan adımları atacak ve kararları verecek adımları atmak için fırsatlara sâhip olurlar. Garibanlar bu fırsatı ya çok zor bulurlar yada hiç bulamazlar.

 

İlerlemeci târih anlayışına göre bütün dinler insanlık târihinin kültür mîrâsıdır. Kültüreldir yâni. O yüzden “dinler kültüre indirgenmelidir” denir. 

 

2. Dünyâ Savaşı’ndan sonra insanlık, başına gelen belâdan az da olsa ders alıp modern-seküler sisteme güvenini kaybederek dînî-mânevî alana yönelme olmuştur. Bu durum “ilerleme” fikrini çökertmiştir. Aguste Comte’un “üç hâl kânunu”nda ilerleme; teolojik, metafizik ve pozitivist” aşamalar şeklindedir. Meydana gelen iki dünyâ savaşı Comte’un “üç hâl kânunu” da çöpe atmıştır. Rodney Stark: “Son üç asırdır devâm eden ‘dînin sonuna yaklaşıldığına’ dâir beklenti içeren tezlerin başarısızlığını ‘toprağın bol olsun sekülerleşme’ diyerek îlân eder. Çünkü 1. ve 2. Dünyâ Savaşı, insanları yoldan çıkararak “ilerleme”yi durdurmuştur.

 

“Siz adım-adım ilerleyeceksiniz” diye çevrilmek istenen İnşikâk 19. âyetinin, batı’nın “ilerlemeci târih anlayışı” ile alâkası yoktur ve insanın cenin hâlinden ölümüne kadar geçireceği zamandan bahseder. Zâten “ilerleme” diye bir şey yoktur. Çünkü ilerlemeden bahsettiğimizde hiç-bir zaman ileriye varılamaz. Çünkü ilerinin bir ilerisi, ilerinin “ilerisi” olmadığı anlamına gelir. O hâlde ilerleme diye bir şey yoktur, olan şey ilerleme değil, döngüdür.

 

Kâinatta; süper-küme denilen galaksi adaları, galaksiler, yıldızlar, Güneş, Ay ve gezegenler “ilerleme” içinde değildirler ve düz<enli bir döngü içindedirler. Yine doğada; bitkiler, ağaçlar, ormanlar, dağlar, denizler, nehirler, göller, taşlar, kayalar ve toprak ilerleme hâlinde değildir. Hayvanlar da ilerlemezler ve 10.000 yıl önce ne iseler bugün de aynıdırlar. İnsan dışında vâr olan hiç-bir şey ilerleme hâlinde değildir ve ilerlememektedir. Dolayısıyla yaratılmış olan hiç-bir şey “modern” değildirler. Çünkü ilk yaratıldıklarından bêri hiç değişmemişlerdir.  

 

Kâinatta “ilerleme” diye bir şey yoktur. Bu nedenle “ilerleme” doğal da değildir. Kâinattaki doğal işleyiş “döngü” şeklindedir. İnsan rûhu da doğası da işte bu döngüye uygundur. İlerleme denilen şey ise şeytânî, nefsî ve tâğûtîdir. Bu yüzden hep zarar verir-veriyor. İlerledikçe zarar görürsünüz. Zîrâ ilerlemek mutlaka sapmaya ve yanlış yola girmeye neden olur. Böylece yanlış yolda ilerleyip durursunuz da farkına varamazsınız. Tâ ki “acı azabı” görünnceye kadar. İlerleme zarar verir ve târih boyunca zarar vermiştir. Hayra dönük döngü ise insanlar için en hayırlı olandır. İlerlemede sizin için bâzı yararlar vardır fakat zararları ve günahları daha büyüktür. Allah “ilerleme”den muhâfaza etsin.

 

İlerleme kavramı ve düşüncesi modern batı’dan çıkmıştır. Çünkü batı eskiyi ve geçmişi unutmak istemektedir. Zîrâ batı’nın geçmişi; yalan, talan, hırsızlık, sömürü ve cinâyetlerle doludur. Bunların gündeme gelmemesi için, eski olandan nefret eden batı, sürekli olarak hep yeni olanı ve ileriyi konuşur ve gösterir. Bir yazıda bu konuda şunlar söylenir: “Batı uygarlığı, eski çağların ve uygarlıkların çökeltisinin bir ürünüdür. Ve batı’lı için târih can sıkıcı, yalanla dolu ve tehlikeli bir ilgi alanıdır. Hep ileriye bakmayı öğütleyecektir onun için. Geride bıraktığı çirkinlikleri kimse görmesin diye. Gelecek ise, pırıltılı bir ütopyadır, yaşanan anların acılarını gizleyecek..”

 

Doğada ve doğal olanda bir ilerleme yoktur. İnsan ise ilerlediğini zanneder; gerileyip dururken.

 

İlerleme, her türlü doğal ve ahlâkî engellerin ve de kırmızı çizgilerin çiğnenmesinin bir sonucudur

 

İlerleme kuramı, ispât edilmiş bir gerçeklik değildir. Modernistlerin temennileri ve kendilerini avutmaları için kullandıkları bir yalandır sâdece.

 

M.Ö. 8. yüzyılda  yaşamış olan Yunanlı ozan Hesiodos, insanlık-târihini “ilksel bir Altın Çağ’dan, insanlığın ortadan kalkacağı bir demir-çağına doğru olan bir gerileme” süreci olarak resmetmiştir. 2.700 yıl sonra ise demir çağından, daha dayanıksız bir malzeme olan “plâstik çağı”na doğru bir gerileme yaşanmaktadır.

 

İlerleme düşüncesinde hep, “ilerleyip durma ama bir türlü nihâî sona gelmeme” durumu vardır. Oysa Allah’ın bir ideâli ve hedefi vardır. Çaba bu ideâl ve hedef içindir. Fakat imtihan  gereğince, bu hedefe varıldığında da döngü devâm edeceğinden dolayı en ideâl hedeften daha aşağılara doğru bir sapma yaşanacak ve döngü, sâdece Allah’ın bildiği bir zamâna kadar devâm edecektir.

 

İnsanlık-târihinde en büyük kıyımlar, kırımlar ve soykırımlar ilerleme uğruna yapılmıştır-yapılmaktadır. Çünkü ilerleme her zaman yanında terörü de taşımıştır. Lewis Namier: “Hitler ve Üçüncü Reich yâni Nazi Devleti, başka hiç-bir çağın inanmadığı kadar ilerlemeye inanan ve bunun başarılmakta olduğundan emin olan bir çağın korkunç ve uygunsuz meyvesiydi” der. İnsan bilgisi artma eğilimindedir ama insanlar bunun bir sonucu olarak daha uygar olmazlar. Her tür barbarlığa yatkın olmaya devâm ederler ve bilginin artışı onların maddî koşullarını iyileştirmelerine olanak vermekle birlikte aralarındaki çatışmanın vahşetini de artırır.

 

İlerleme, İslâm’ın, daha doğrusu müslümanların duraklamalarından dolayı gerilemesinden kaynaklanan sûnî bir algıdır. Çünkü seküler model ilerlemeyle; İslâmî model ise gerilemeyle eş tutuluyor. Yâni modernite, ilerlediği düşüncesini dîne-İslâm’a bakarak yapıyor. Din-İslâm, “haddini bilmek” demek olduğu için, normâl-doğal döngüsünün dışına çıkmadığından dolayı duraklıyor gibi görünüyor.

 

İlerleme düşüncesi, sâbitelerin olmayışının yada sâbitelerin inkâr edilmesinin bir sonucudur. Hiç-bir sâbiti olmayanların tek kârı “sürekli olarak ilerlemek” olur. Lâkin “ilerleme”, bir süre sonra sapmayı da mutlakâ yanında getirir.

 

Şeytan insanları “modernite bisikleti”ne bindirdi. “Ya sürekli pedal çevirip ilerleyeceksin, yada düşeceksin” diyor. Böylece “ilerleme” denen şey ortaya çıktı. Hâlbuki bir ilerleme değil, imtihan nedeniyle olan bir döngü vardır.

 

İlerleme-ilerleme diye-diye insanları aşağıların en aşağısına attılar. “En geri”yi özletir oldular.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ocak 2016

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder