“Yer-yüzünde olanların çoğunluğuna uyacak
olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar
ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler” (En-am 116).
Şirk nedir?.
Allah’tan başka birilerinin, herkesin malı olan ülkenin kaynakları vesilesiyle
istediği gibi güç kullanma; bu güç vesîlesiyle kânun/kural/hüküm/yasa
koyma; iktidardakilerin bu yasalarla
devşirdikleri “tanrısal güç”le toplumu aslında “keyfî”ne göre yönetme
isteğidir. Bu yasalar en nihâyetinde bir-kaç kişinin ön-yargılarına,
fikirlerine, düşüncelerine, isteklerine, ideolojisine ve en önemlisi de
çıkarlarına göre düzenledikleri yasalardır. Yaptıkları şey sâdece bâzı küçük
kurallar üzerine olsa pek sorun yok. Meselâ trafik, güvenlik, sağlık, ekonomi,
adâlet vs. gibi düzenlemeler. Kânunları Kur’ân-merkezli ana-yasaya aykırı
olmayacak şekilde yapmaları gerekir ki, insanlar “keyfî” yasalarla/kurallarla
yönetilmekten ve bu sebeple de zulme uğramaktan kurtulsun. Aksi-takdirde, başa
kim/kimler geliyorsa o kurucu-kadronun, hattâ kurucu-kadronun başındaki kişinin
keyfine göre kânunlar/yasalar çıkmaması imkânsızdır. Öyle ki bu keyfî yasalar o
kişinin o günkü genel durumuyla bile ilgili olabiliyor. O kişi o günkü rûh-hâline
göre öneriler sunuyor ve “baskın lîder” olduğu için bunlar büyük oranda kabûl
ediliyor. Adamın o gün huysuzluğu üzerindeyse ve çıkacak/değişecek yasa da bu
huysuzluğa göre düzenlendiyse, vatandaş bu huysuzluğa kurbân oluyor ve bedelini
bâzen de çok ağır ödüyor. Bekleyelim ki keyfi tekrar yerine gelsin ve birazcık
olsun merhâmeti kaldıysa o merhâmet içinde tekrar depreşsin de yasayı halk
lehine değiştirsinler. Bunu beklemek gerçekten enâyiliktir. Çünkü böyle-böyle
ömür geçip gidiyor ve insanlar sıkıntılı bir hayattan sonra huzûru ancak kara-toprakta
buluyor. Zâten tüm umudunu yitirdiği için kara-toprağa kavuşmadan önce bunu
arzulamaya başlıyor.
Peki bu zulüm
nasıl ortadan kalkar?. İşte bunun tek bir yolu var: Başlıkta yazdığımız âyet
dikkate alındığı ve o âyete göre davranıldığı zaman.. Bir “çokluk yönetimi”
olan demokrasiye îtiraz edildiğinde.. Bu îtiraz aktif şekilde bir “İslâm’i
devrim” ile olmuyorsa, oy vermeyerek yapılabilir. Aksi-hâlde sürekli farklı
keyiflere göre hareket etmekten ve bu nedenle de zulme uğramaktan
kurtulamayacağız.
Özellikle
2. dünyâ-savaşından sonra Dünyâ, İngiliz yönetiminden ABD yönetimine geçince ve
kapitâlizm kendini tüm gücüyle empoze edince ve Türkiye’de de Özal ile başlayan
Amerikan güdümlü siyâset kabûl edilince müslümanlarda bir değişme oldu. Bu
değişim RP döneminde farklı bir kulvara girdiyse de, RP de bu sisteme bir
ucundan adapte oldu. Zâten farklı yönelişinin cezâsı 28 Şubat süreciyle çok
ağır bir şekilde verildi. İşte müslümanları teslim olmaya zorlayan asıl etken
budur. 28 Şubat süreci müslümanları öyle bir korkuttu ki, artık yukarıda
bahsettiğimiz bu zâlim ideolojilere/sistemlere tâbir-i câizse rükû ve hattâ
secde etmeye başladılar. İşte bu alçalışın gerçek nedeni âhiret bilincinin ve
imânının zayıflaması, azalması, dikkate alınmaması ve neredeyse yitirilmesinden
dolayıdır. Yâni müslümanlar artık dünyevileştiler ve bunu sorun etmemeye
başladılar. Allah’tan, Peygamberden, Kur’ân’dan, hak-hakîkat; adâlet-eşitlikten
çok-çok daha fazla, Dünyâ’yı, modernizmi, konformizmi, liberâlizmi, kapitâlizmi,
demokrasiyi sevmeye hattâ âşık olmaya başladılar. Öyle ki laf bile
ettirmiyorlar bu tağûti sistemlere. Kur’ân-merkezli okuma/çalışma yaptıklarını
zannedenler bile aslında kapitâlist-liberâl-demokratik ideolojilerin ve
bunların ülkedeki uzantıları olan “partilerin düşünceleri ve çıkarları merkezli”
bir anlayışa kapıldılar. Çünkü kendi çıkar ve konfor anlayışları ile bu
partilerin çıkar ve konfor anlayışları
aynıdır. Günümüz Türkiye’sinde bu tarz siyâset yapan iktidardaki parti AKP’dir.
Aslında
bu partiler de gelip-geçicidirler. Zamânında Özal’ı şakşaklayan ve ondan daha büyüğünü
görmeyenler bir-süre sonra aynı yalakalığı Erbakan’a, en nihâyetinde de aynı
şakşaklığı ve …lığı Erdoğan’a yaptılar/yapıyorlar. Erdoğan da Allah’ın kaderine
yakalanarak zamânın yok etmesine uğrayacaktır. Asıl sorun bu parti lîderlerinin
de izinden gittiği laik/seküler/kapitâlist/neo-liberâlist/konformist/modernist/emperyalist
zulüm düzeninin devâm ediyor olmasıdır. Bataklık burasıdır. Diğerleri bu
bataklıktan beslenen değersiz “sinekler”dir ve bunlar aslında yoksulun
yoksulluğunun sürmesine; zenginin ise servetlerini sürekli arttırmasına sebep
oluyorlar. Zâten demokrasinin çıkış nedeni de budur. Demokrasi ve onun eylem
şekli olan “oy verme” vesîlesiyle aslında istedikleri lîderi başa getirerek ve
düzenlerini sürdürerek garibanın, eleştirenin ve isyankârın sesini kesmek
istiyorlar. Diyorlar ki: “Halkın irâdesiyle geldik buraya. Bizi eleştirmeye
hakkınız yok”. Fakat ey müslümanlar! şunu iyi bilin ki yaptığınız şey, yoruma
bile gerek duyulmayan Kur’ân âyetlerine aykırıdır. Oy kullanarak bir şirkin
peşine düşmüş durumdasınız. Özellikle de “sözde Kur’ân-merkezli bir hayat ve
anlayış peşinden koşanlar”; şu âyetler sizi hem bu Dünyâ’da hem de âhirette
mahkûm edecektir:
“Yer-yüzünde olanların çoğunluğuna uyacak
olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar
ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler” (En-am 116).
“Sana indirilene ve senden önce
indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi?. Bunlar, tağut’un
önünde muhâkeme olmayı istemektedirler; oysa onu reddetmekle emrolunmuşlardır.
Şeytan onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister” (Nîsâ 60).
Şuârâ 103, 121,
139, 158, 190. âyetlerinde de “çoğunluk”un olumsuzluğundan bahsedilir.
Demokrasi bir “çoğunluk yönetimi”dir. 100 kişilik bir ortamda 49 kişi istemese
bile 51 kişinin istemesi o şeyin kabûl edilmesine yol açar. Çoğunluk ne derse o
olur. İsterse o şey yanlış/çirkin/ayıp/günah ve hattâ şerefsizce olsun. Artık
bir-fazla çoğunluğu yakalamış olanlar insanların kaderlerini belirlemeye
kalkarak hâşâ ilahlaşırlar. İnsanların ne yiyip-içeceğine, ne giyeceğine,
nerede oturacağına kısaca tüm hayâtına onlar karar verir. Verdikleri kararlar
keyfî kararlardır. Fıtrata uygun olmayan zulümâne kararlardır çoğu. Bir-şey iyi
iken bir-anda kötüleştirebilirler. Halkın lehine olan bir-şeyi bir-anda
değiştirerek halkın a-leyhine çevirebilirler ve kimse hesap da soramaz. Hesap
sorsa da yanıt alamaz. Artık beklesin ki bir 4-5 sene geçsin de bunlara oy
vermesin. Hâlbuki kullandığı oyu da kendi serbest irâdesiyle vermemiştir ve
vermeyecektir. Alttan-alta çeşitli kanallarla ona dayatılır kime oy vereceği.
Demokrasi,
keyfî olduğu ve insan aklı kapasitesi kadar bir gücü olduğundan tutarsızdır ve
tutarsız olmaya mahkûmdur. Bugün dediğini yarın değiştirir ve hattâ inkâr eder.
Bir kânun bugün “en iyi kânun” olarak görülebilirken, yarın insanlık-dışı
olarak kabûl edilebilir. Bir istatistiğe göre Türkiye’de adliyelerde verilen
100 karardan 62’si, değiştirilip düzeltilmiştir. Yâni bir tutarlılık yoktur,
olamaz da.
“Çoğulculuk”
yanlıları en çok şu olayı örnek göstererek İslâm’da
çoğulculuk-çoğunlukçuluk-demokrasi olduğunu savunurlar:
“Peygamber,
sayıca ve silahça kendilerinden üstün olan Kureyş’li düşmanlarını açık bir
alanda karşılamayıp, Medîne’nin surları içinde kalarak yapılacak hücumlara
karşılık savunma yapmayı daha doğru buluyordu. Bir-kısım sahabe, Hz. Muhammed’in
bu görüşünü destekliyordu. Fakat çoğunluğun Medîne’nin dışına çıkmak
görüşünde ısrâr ettiklerini görünce Peygamber de -bu görüşü doğru
bulmamasına rağmen- onların görüşlerini kabûl etti”.
Peki
sonuçta ne oldu?. 70 şehit. Peygamberin ferâsetine güvenmeyip de o kadar üstüne
gidildiğinde ne olacağının örneğidir bu. Hem de Kur’ânî uyarıya rağmen:
“Allah ve
Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için o
işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne isyân
ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır” (Ahzâb 36).
Demek
ki şûrâ; açık Kur’ân âyeti ile belirlenmiş bir hükmün olmadığı durumlarda
geçerlidir. Peygamber zâten “ileri gelenler” ile bir görüşme-danışma yâni şûrâ
yapıp da vermişti savunmada kalma karârını. Şûrâ, halkın tümünün direkt olarak
görüşünün alındığı değil, kademeli olarak alındığı sistemdir. Halkın genel
düşünüş ve görüşünün, hızlı bir şekilde süzüle-süzüle “yüce şûrâ”ya kadar gelip
bir sonuca varılması şeklidir. Yoksa “çoğunluk böyle istiyor, bu nedenle böyle
olacak” şeklinde değildir. Muhammed Esed, Hz. Ebu Bekir zamânındaki şûrâ
sisteminden (nedense günümüze uygun olmadığını söyleyerek) şöyle bahseder:
“İlk halife Hz.
Ebu Bekir, şûrâ ile ilgili âyetin hükmü gereğince yönetim işlerinde kendisine
yardımcı olacak bir meclisin varlığının kendisi için zorunlu olduğunu görünce,
şeriatın direkt olarak karşı durmadığı ve arap toplumunun çok eskiden koyduğu
bir geleneği uygulamaya yöneldi. Bu da kabîlenin kendi adına başkanlarının
söz söyleme yetkisinin tanınmış olmasıydı. Bu bakımdan Hz. Ebu Bekir’in
Şûrâ Meclisi, kabîle reisleri ve boy temsilcilerinden oluşuyordu. Zamânının
şartlarına göre bu büyük halifenin yetkisini bu şekilde kullanması, şüphesiz ki
doğru idi. Buna göre kabîle reislerinin ve boy temsilcilerinin -gerçekte kânunî
bir madde ile tespit edilmemiş olmakla birlikte ve fakat pratikte- başkanlık
ettikleri toplulukları temsil etmek hakları vardı. Meselâ, Kureyş’ten önemli
konularda Zühreoğulları’nın lîderinin veya Ensar’dan Evs kabîlesinin reisinin
ortaya koyduğu görüş, her iki kabîlenin tümünün görüşünü tam anlamıyla dile
getiriyordu. Söz-gelişi halifenin meclisini teşkil etmek için genel seçimde
ısrâr ettiğini düşünelim. Yine ümmetin temsilcisi olarak bizzat bu lîderler
gelecekti”.
Peki bu durum şimdi niçin bize uzak ve uygulanamaz geliyor?.
Allah toplumları kabîle olarak ayırdığını söylemesine rağmen, modernizmin,
toplumları “çekirdek âile” seviyesine kadar düşürdüğü ve artık bireysel
yaşamların bile ayyuka çıktığı zamanlarda tabî ki modern insana ters gelecektir
bu sistem. Yâni, bahsettiğimiz şûrâ sisteminin ters ve yanlış gelmesinin
nedeni, aslında mevcut sistemin ters ve yanlış olmasındandır. Bunun da delîli,
Dünyâ’nın hâl-i pür melâlidir. “Çoğunluk”un beğenisi ve benimsemesi, hakkı hak
olmaktan, bâtılı da bâtıl olmaktan çıkarmaz.
Onların iş ve yönetimleri
aralarında şûrâ iledir.
(Şûra 38). Demokrasi ile şûrâ zinhar aynı şey değildir. Demokraside sonsuz
görüşler vardır ve hiç-bir zaman bir uzlaşma sağlanamaz. Çoğunluğun görüşü
hâkim olur. Şûrâ’da ise halkın tamâmının rızâsı ve kabûlüyle olan bir uzlaşma yürürlüktedir.
Demokrasiyi halk içindeki câhiller ve …ler severken, şûrâ’yı halk içindeki
câhiller ve …ler sevmez.
Şûrâ;
demokrasi gibi donuk, hareketsiz bir sistem değildir. Demokrasilerde 4-5 yılda
bir aktiflik var ve bu aktiflik de özgür irâde ile olan bir aktiflik değil,
dayatılan adaylardan birini seçmeye zorlanmaktır. Şûrâ’da ise dinamik,
hareketli bir yapı vardır. Her-an tartışılabilir uygulamalar, düzenlemeler
yapılır. Meselâ kısas durumunda karârı vermek halka âittir. Onu affedecek mi
yoksa ölümüne mi hükmedecek?, bunu ölenin yakını belirler, devlet keyfine göre
belirleyemez. Demokrasi çok mekanik, şûrâ ise canlı, rûh içeren bir yapıdır.
Vahiy-merkezli
görüş-birliğidir şûrâ. Asıl olan budur. Artık bu görüş-birliğine varıldıktan
sonra Allah’a tevekkül edilmelidir:
“...Ve toplumu
ilgilendiren her konuda onlarla müşâvere et; sonra bir hareket tarzına karar
verince de Allah’a güven...” (Âl-i İmran 159)
Demokrasi
% 49’a karşı % 51’i için bölücüdür ve daha başta tevhide aykırıdır. Tevhide
aykırı olduğu için İslâm’a aykırıdır, İslâm’ın özüne aykırıdır. Fırkalara
ayrılmanın başladığı yer tüm insanlık târihinde budur. Kur’ân, Enbiyâ 159, Rûm
32, Mü’minûn 53-54’te “sakın fırkalaşmayın, yoksa perişân olursunuz” der.
Demokrasi, fırkalaşmanın modern adıdır. Karşıdaki %49 size ânında düşman olur. Kur’ân
buna müşriklik der: “Gönülden katıksız bağlılar” olarak, O’na yönelin ve
O’ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın. Onlardan
ki, dinlerini parçalayıp hizipler/fırkalar hâline geldiler. Her hizip kendi
elindekiyle sevinip övünür” (Rûm 31-32).
Demokraside alınan kararlar
keyfe/akla/çıkara dayanabilirken, Şûrâ’da, Kur’ân’a dayanmak zorundadır. Mesele
budur zâten. Şûrâ’dan Kur’ân-merkezli bir karar çıkabilir ancak. Kur’ân’a
aykırı olmayan örfe de izin verilmiştir tabi.
Demokrasi anti-tevhid
içerikli bir ideoloji/şirktir.
Demokrasi, “batının istediği demokrasi”dir. Aksi-hâlde Mısır’da İhvân-ı
Müslimin’in demokrasi yoluyla kazandığı iktidâra katlanabilirlerdi. Kendi
anlayışlarındaki demokrasi dışındaki demokrasilerden ne derece nefret
ettikleri, Rabiatü’l-Adeviye meydanında bir günde 3 bin 533 şehid. (11 bin 520
yaralı) edilmesine ses çıkarmamalarından bellidir. Demokrasi, “nerden baksan
tutarsızlık, nerden baksan ahmakça”dır.. İler-tutar bir yanı da yoktur..
Demokrasilere
anayasa dayanmaz. İslâm’da, şûrâ’da ise anayasa değişmez. Çünkü Allah’ın kânunlarında
değişiklik olmaz. Anayasa Kur’ân’dır.
Demokrasi bir
ahlâk da içermez. Demokrasiler iyileri seçebileceği gibi kötüleri de,
hırsızları seçebileceği gibi kâtilleri de seçebilir, Bush’u, Sarkozi’yi, Blair’i
gibi nice …leri de seçebilir. 20. yüzyıldaki büyük kâtilleri hep demokrasiler seçti.
1. ve 2. Dünyâ savaşları, demokrasinin eylemi olan oy kullanma ile yapılan
seçimlerden sonra başa gelenlerin (Hitler, Mussolini, Franco vd.) çıkardığı
savaşlardır. Bu iki savaşta ölen insan sayısı, insanlık târihindeki savaşlarda
ölen insan sayılarından daha fazladır. Görüldüğü gibi demokrasi, çok kötü
kararlara da imzâ atabilir. Ahlâksız kararlara ve kurallara.
Kur’ân’da demokrasiye işâret
eden âyet yoktur ama anti-demokrasiye işâret eden âyetler bir hayli çoktur:
“Hüküm vermek yalnızca Allah’a âittir” (Yûsuf 40).
“İyi biliniz ki yaratma ve emir O’nundur. Âlemlerin
Rabbi olan Allah ne yücedir” (A’raf
54).
“İhtilâfa düştüğünüz her meselede hüküm verecek olan
Allah’tır” (Şûrâ 10)
“Yalnız Allah’ın hükmüne dâvet edildiğiniz zaman
kabûl etmiyorsunuz. Fakat şirk unsuru olan başka hükümler bahis konusu olunca
kabûl ediyorsunuz. Oysaki hüküm yalnız her-şeye gücü yeten Allah’ındır” (Mü’min 12).
İslâm’da
teokrasi yoktur ve hiç-bir zaman da olmadı ki demokrasi olsun. Neo-demokrasi,
teokrasiye bir tepki olarak çıkmıştır ortaya.
Çürük bir metottur
demokrasi. Alparslan Kuytul:
“Çürük sistemler sağlam
adamlar çıkarmaz” der.
Târihte
demokrasinin çözmüş olduğu bir zulüm-örneği yoktur. Zâten İslâm’dan başka “sorun-çözücü”
bir sistem yoktur. Aksine sürekli yeni sorunlar üretir tağûti sistemler. Sorunlar,
onları yaratanların mantığı (demokrasi) ile çözülemez. Yüzyılı aşkın bir süredir demokrasiyi kötü sonuçları
ile tecrübe ettik ve gördük ki insanları mutlu edecek bir ideoloji değildir.
Sâdece demokrasiyi ortaya çıkaran “mutlu-azınlığı” mutlu ediyor ve zâten onlar
tarafından bu sebeple kurulmuştur. Değiştirelim bu zâlim düzeni artık. Bunun için
de, oy kullanmayalım.
“De ki: ‘Ey mutlak egemenlik sâhibi
Allah’ım!. Sen egemenliği dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın; dilediğini
yüceltirsin, dilediğini alçaltırsın. Bütün iyilikler Senin elindedir. Doğrusu,
Sen istediğini yapmaya kâdirsin” (Âl-i İmran 26).
Âyetin
söylediği gibi; hâkimiyet, Allah’ın elindedir. Hâkimiyeti vekâleten elinde
tutanlar, o hâkimiyeti ancak Allah’ın istediği doğrultuda sürdürebilirler.
Demokrasilerde yönetimde olanlar genelde yaşlılardan oluşur ki, bu
yaşlılar artık “ölüme yaklaşmış” olduklarından, yapılması gerekenleri yapmayıp,
gürültüsüz-patırtısız işlerle oyalanırlar, yâni “eski”yi sürdürürler ki, bu
çoğu-zaman ya zararlı sonuçlar getirir yada sâdece birilerini rahatlatır.
Siyâseti pasifleştirir. Oysa gençler daha hareketli, daha ataktırlar. Ölçülü
hareket ettiklerinde başarılı işler yapabilirler.
Demokrasilerde
başa en takvâlı olan yada en takvâlı olanlardan birinin geçmesi düşüncesi
yoktur. Takvâya değil, başka şeytâni ölçülere bakılır.
Demokrasi ve laiklik, dîni dünyâ-hayâtından soyutlamaktır ki bu,
dîni yok etmek demektir. Bu ise küfrün en büyüğüdür.
Demokrasi,
insan-merkezli bakış-açısına sâhiptir ve bu bakış-çeşitliği insanların
sayısıncadır. Şûrâ’da ise, din/fıtrat-merkezli bir bakış-açısı vardır ve ortak
bir görüşte birleşmek kolaydır bu nedenle. Çünkü insanların tamâmı İslâm
fıtratı üzere yaratılmıştır.
Demokrasi bir puttur. Putları insanlar yapar, yine insanlar tapar,
sıkıştığında da yer onları. Meclis ise, helâlin haram, haramın da helâl
kılındığı yerdir. Bunları yapanlar kendilerini ilah îlan etmiş demektir. (Adiy
bin Hatem rivâyeti). Bu, meclistekilere oy vererek onların helâli haram, haramı
da helâl yapmalarını onaylamak, onları ilahlaştırmak ya da ilahlıklarını
onaylamak demektir. “Yuh olsun size ve
Allah’tan başka taptıklarınıza!. Siz, aklınızı kullanmaz mısınız?” (Enbiyâ
67).
Laiklik ve demokrasi bir dindir. Laik ve demokratik olduğunu îlân eden
tüm devletler aslında teokratik devletlerdir ve yöneticileri de ruhbanlardır. İslâm’dan
başka tüm dinlerde ruhbanlık vardır.
20. yüzyılın
ve insanlık târihinin en büyük trajedilerinin yaşandığı 1. ve 2. Dünyâ savaşları,
en çok insan kaybının yaşandığı savaşlardır. Ve bu savaşları çıkaranlar
demokrasiyle iş-başına gelmiş olanlardır.
Târihte demokrasinin çözmüş olduğu bir zulüm-örneği yoktur. Zâten
sözde-iyilikle çözülmüş (biri hâriç) zulüm örneği de yoktur:
“Keşke
söz-konusu yıkıma uğramış şehirlerden her-hangi biri îman etseydi de, îmânının
yararını görseydi!. Yalnız Yûnus’un soydaşları hâriç” (Yûnus 98).
Demokrasi
bir “kendi-kendine yetme sistemi”dir. Kur’ân “İnsan
mutlakâ azar, kendi-kendisine yettiğini zannettiğinde” (A’lâk 6-7) der.
Sürekli
değişebilen kuralların olması, “sağlam bir kuralın olmaması” anlamına gelir.
Değişmeyen kurallar ise bir tek “din”de vardır ki bu da Allah indinde tek din
olan İslâm dîninin kurallarıdır. Çatısını vahyin belirlediği bu kurallar ise
demokrasi ile taban-tabana ters kurallardır. Allah ile insanların koyduğu
kurallar arasında, Allah ile insan kadar fark vardır.
Demokrasi,
tüm insanlara demokrat bir düşünme şekli dayatan baskıcı bir yönetim şeklidir. Timurtaş
(Uçar) Hoca:
“Kralın kânunlarına Allah’ın kânunları diyen
şerefsizdir, nâmusuzdur” der..
Demokrasi
“halk için” değildir. “Belli bir kesim” içindir. Ali Şeriati:
“Halkın, yâni
toplumun büyük çoğunluğunun da, toplumun geleceğini belirlemede payı olduğunu
kabûl eden akımlar vardır. Fakat, antik ve çağdaş biçimleriyle demokrasi de
dâhil olmak üzere hiç-bir düşünce-akımı, toplumsal gelişme ve değişmede
kitlelerin temel etken olduğunu kabûl etmemektedir. Demokratik düşünce
akımları, en iyi yönetim biçiminin, halkın yönetime katılması olduğuna
inanmaktadırlar; ama Atina demokrasisinden günümüze kadar bu akımların hiç-biri
halk-yığınlarının toplumsal değişikliğin ve kalkınmanın belirleyicisi olduğunu
kabûl etmemiştir. Öyleyse, en demokrat sosyologlar bile bir-yandan halkın
seçimlerde oy kullanarak yönetime katılmasının en iyi devlet ve toplum-düzeni
olduğunu ileri sürerken; öte-yandan “halk”ı toplumsal değişikliğin ve
gelişmenin temel etkeni olarak kabûl etmeye yanaşmamaktadırlar” der.
“Seçme”den
ziyâde, “seçmeme” durumu önemlidir. Seçmeyenler neden
seçmediklerini-onaylamadıklarını söyleyecekler. Toplumun yaklaşık yarısının
seçmediği birini iş-başına getirmek de ne demek?. Toplum anında bölünüverir.
Çünkü “o kişiyi” seçenler olduğu gibi seçmeyenler de olacaktır. O hâlde îtirâzı
olanlar yada îtirâzı olanların temsilcilerinin ne dediği-istediği dinlenecek,
zâten danışma-şûrâ bu demek. Modern demokrasilerde ise seçmeyenlere “neden
seçmiyorsun” diyen yok. “Seçmezsen seçme” deniyor zımnen. O hâlde demokrasi
ruhsuz bir sistemdir.
Evet;
demokrasi, “kırk satır mı kırk katır mı” (iki olumsuzluktan birini seçmek)
meselesidir.
Medine vesîkası bir koalisyon ve demokrasi değildir. Çünkü 23.
maddede “sorunlar Allah ve Peygamberine götürülecek” denilir: Madde 23: “Üzerinde ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şey, Allah’a ve
Muhammed’e götürülecektir”.
Demokrasinin Batı tarafından konmuş kuralları vardır ve bu kuralların
dışındaki bir demokrasi zâten kabûl edilmez. Bu nedenle bahsedilen demokrasi “Batı
demokrasisi”dir.
Dediğimiz gibi; cumhuriyet ve onun
eylem-şekli olan demokrasi, burjuvanın, zenginliklerini korumak için sözde
halka da oy kullandırarak halkı da iknâ etmek için uydurduğu ve kurduğu bir
sistemdir. Böylece herkes oy verdiği için artık îtiraz edemeyecekler. Ki halk bu
oyu, kendilerine gösterilenlere (daha doğrusu dayatılanlara) vermek zorunda.
Adayı halk belirlemiyor hiç-bir zaman. Kimseyi ve hiç-bir partiyi istediğimiz zaman
değiştiremiyoruz. Bir-kere oy kullandığında artık 4-5 yıl bekliyorsun
değiştirmek için. Demokrasilerde halkın (gerçek irâdesi olmayan) görüşüne 4-5
yılda bir baş-vuruluyor. Bu demokratik sistemde zenginler refahlarını sürekli
arttırırken, demokrasiyi ayakta tutan oyu kullanan halk ise sürekli yerinde
sayarak sonsuz umutlara kapılıp duruyor. Durumu hiç-bir zaman değişmiyor.
Bünyamin
Zeran:
“Demokrasi, halkın, “değişimi kendisinin yönettiğini zannettiği” bir
oyundur”
der.
Seçilmek
isteyenler ne kadar da çok hırslı. Ah! bir seçilebilse.. Bu hırs sözde İslâm’i
duyarlılığa sâhip olanlarda da var. Oysa Peygamberimiz bu konuda farklı tutum
takınıyordu ve şöyle diyordu:
“Devlet
kademelerinde görev almak için istekte bulunma!. İstekte bulunduğundan dolayı
bir görev sana verilecek olursa, o görevle sen, baş-başa bırakılırsın. Eğer
istemeden sana verilirse, o görevde sana yardım olunur” (Buhâri ve Müslim,
Abdurrahman b. Semure’den rivâyet edilmiştir).
Sahabelerden
birisi herhangi bir bölgeye kendisini vâli olarak görevlendirmesini isteyince
Resûlullah şu cevâbı vermiştir:
“Vallâhi
biz, bu işi isteyeni, bu işe hırs göstereni bu işin başına getirmeyiz” (Buhâri
ve Müslim, Ebu Mûsa’dan rivâyet edilmiştir).
Gece, en son
kıldığımız namaz, yatsıdan sonra vitir namazıdır. Onun da en son rekâtında
okuduğumuz kunut duâsı. Bu duâda “ve nahleu ve netrukü men yefcuruk” diye Allah’a
söz veriyoruz. Yâni diyoruz ki: “(Ey Allah’ım!) Biz Sana isyân eden (fâsıklık,
fâcirlik yapan) kişiyi (yönetimden, lîderlikten) hâl edip al-aşağı ederiz, onu
kendi hâline terk ederiz. Nahlau (hâl ederiz) derken kullandığımız “hâl”
kelimesi, “ehl-i hal’ ve’l-akd” denilen yöneticiyi azletme ve yeni bir yönetici
atama konusunda ehil olan şahısların yaptığı iştir. Yöneticiyi makamından
indirmeye, alaşağı etmeye “hâl” etme denir. Ve netrukü: Terk ederiz, onu
yardım(cı)sız bırakır, onunla ilişkilerimizi keseriz, ona destek olmayız, onu
inkâr ederiz. İşte, bizim namazımız bile tâğutlara bir ültimatom ve onlara karşı
nasıl tavır takınacağımıza dâir bir ahid ve söz verme, bir siyâsi bilinçtir.
“Ve nahleu ve
netrukü men yefcuruk” diyoruz. “Sana isyân eden, fâsıklık yapan kişileri “hâl”
ederiz, makamlarından al-aşağı edip indiririz ve onlara yardım etmeyerek kendi
hâllerine bırakırız”. Böyle söz veriyor, geceyi bu sözle kapatıyoruz. İsyân
eden, fâcirlik ve fâsıklık yapan kişileri makamlarından indirme sözü veriyoruz
da, ya milyonlarca insanı cehenneme doğru sürükleyen, onların şirke girmesine,
Allah’a isyân etmesine sebep olan ve hattâ bunu dayatan tâğutlara karşı ne
yapmamız gerektiğini düşünmek zorunda değil miyiz?.
Kur’ân/sünnet-merkezli
yaşamama ve Kur’ân’a aykırı kânunlarla yönetilmeye râzı olma nedeni şu âyetle
belirlenmiştir:
“Dediler ki: ‘Eğer seninle birlikte hidâyete uyacak
olursak, yerimizden (yurdumuzdan ve konumumuzdan) çekilip-kopartılırız. Oysa
biz onları, kendi katımızdan bir rızık olarak her-şeyin ürününün aktarılıp
toplandığı, güvenli bir harem’de yerleşik kılmadık mı?. Fakat onların çoğu
bilmiyorlar” (Kasas 57).
İslâm,
o günkü Dünyâ devletlerine bakarak her-hangi bir kânun/kural almamıştır. Böyle
bir şey olmuş olsaydı, o şeyin alındığı devlet “iyi devlet” olacağından,
tamâmen o devlet kopya edilirdi. Mesela Yunan demokrasisine bakarak demokratik
yönetim getirilmemiştir Medîne’ye.
Demokrasi
hakkındaki bâzı sözler:
“Eğer oy vermek bir şey
değiştirseydi yasaklanırdı” Emma Goldman.
“Demokrasi
oy vermek değil, oyların sayılmasıdır” Tom
Stoppard.
“Demokrasi iki-yüzlülüktür; Eğer demokrasi özgürlükse,
neden bizim insanlarımız özgür değil?. Eğer demokrasi adâletse neden biz
adâlete sâhip değiliz?. Eğer demokrasi eşitlikse neden biz eşitliğe sâhip
değiliz?” Malcom X.
“Kelimenin tam anlamıyla gerçek bir
demokrasi hiç-bir zaman vâr-olmadı ve vâr-olmayacaktır” Jean Jacques Rousseau.
“Demokrasinin kötü olan bir yönü, çoğunluğun tiranlığına
dönüşmesidir” Lord Acton.
“Bütün despotizmler içerisinde
demokrasi, en az dayanıklısı olmakla birlikte en kötüsüdür” Fisher Ames.
“Çoğunluğun azınlık tarafından yönetimi tiranlıktır;
azınlığın çoğunluk tarafından yönetimi de tiranlıktır. Her iki durumda da “senin
istediğin gibi değil, bizim istediğimiz gibi yapacaksın” kuralı geçerlidir”
Herbert Spencer.
“Bireysel çıkar değil, asıl
grup-çıkarı tehlikelidir” Friedrich A. von Hayek.
“Hiç-bir şey çıkar-gruplarının
etkisinden daha tehlikeli değildir” Jean Jacques Rousseau.
“Kânunları zenginlerin çıkarı için
yapıyorsunuz” Euripides.
“Parlamentonun kapıları fakirlere
kapalıdır” Ovid.
“Demokrasi konusundaki eleştirilerin nedeni, devletin
çoğunluğun üzerinde anlaşmış olduğu kararlara hizmet ettiği düşüncesi değildir,
asıl îtiraz çoğunluğun, holdinglerin ve çeşitli çıkar-gruplarının isteklerine
hizmet etmek zorunda kalmasıdır” Friedrich A. von Hayek.
“Demokrasi keyfi güçten başka bir şey
değildir” Pierre Joseph Proudhon.
“Demokrasi gizli bir aristokrasidir” Pierre-Joseph Proudhon.
“Demokrasi despotizme dönüşür”
Eflatun.
“Demokrasi despotizmdir. Genel
irâdenin onaylamadığı bir yürütme oluşturur” Immanuel Kant.
“Demokrasi despotizmin en ileri
şeklidir” Aristo.
“Demokratik kurumların özgürlüğü ve
medeniyeti er ya da geç mahvedeceği konusunda iknâ olmuş bulunmaktayım” Thomas Babington Macaulay.
“Karşı-karşıya kaldığınız
aşılması zor sorunları, mevcut düşünce yapınızla çözemezsiniz. Çünkü bu
sorunlar, mevcut düşünce yapınızın ürünüdürler” Einstein.
“Demokrasi
câhil kitlelerin egemen olduğu bir yönetim şekline dönüşebilir” Aristo.
“Demokrasi,
bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur.
Devâm edilirse demagoglar türer. Demagoglardan da diktatörler çıkar” Platon.
“Demokrasilerde
önce oyunuzu kullanırsınız, sonra emrederler, diktatörlükte oy kullanmanıza
gerek kalmaz” Charles Bukowski.
“Demokraside,
yüz bin tâne fakir sandığa gider, sandıktan bir tâne zengin çıkar” Ali Şeriati.
“Politikacıların
anladığı şekliyle demokrasi bir yönetme biçimidir; yâni insanlara, kendi
istediklerini yaptıkları sanısıyla lîderlerin istediklerini yaptırma
yöntemidir. Böylece, devlet eğitimi belirli bir eğilime yönelmiştir. Bu
eğitim gençlere toplumdaki kurumlara saygılı olmalarını, egemen güçleri işin
özüne ilişkin olarak eleştirmekten sakınmalarını, başka uluslara kuşku ve
nefretle bakmalarını elinden geldiğince öğretir” Bertrand Russell.
“Özgürlük
ve Demokrasi kelimelerini sürekli duyduğunuz dakika şüphe edin. Gerçekten özgür
memleketlerde kimse size özgür olduğunuzu sürekli vurgulamaz” Jacque Fresco.
“Avrupa,
gerileme hâlinde olan bir âlemdir. Demokrasi, devletin gerilemiş biçimidir”
Nietzsche.
“Ver oyunu, gör oyunu!” “Kim
daha oy alıyor/oyalıyor?” “Oy, oy!” diye halktan rey dilenenler, iş-başına
geçtiklerinde halkı “of, of!” diye inletirler. Buna rağmen oyun devâm eder”
Ahmet Kalkan.
“Demokrasi, üzerine
parfüm sıkılmış bir leştir” (Şarkıcı Nima Allameh).
Demokrasilerde
oy vererek yapılan değişme, bir “patron değişmesi”dir. Patron değişse de sistem
olduğu gibi kalır yada modernleştirilir.
Demokrasi
foseptik çukurunda gül yetiştirmeye benzer.
Demokrasi,
bırakın İslâm’i hükümlerin hâkim olmasını, İslâm’i hükümlerin mahkûm edilmesi
ameliyesidir.
Demokratik
partilerin tümü hizbuş-şeytandır, karşısında ise ancak hizbullah olabilir.
Demokrasi de bir aristokratlar yönetimidir. Aristokratlar (parayla
soy kazananlar) çoğalınca böyle bir yola baş-vurulmuştur.
Demokrasinin iyi yanları varsa İslâm bunu zâten şûrâ içinde eritmiştir.
Bu nedenle Voltaire şûrâ’nın bâzı özelliklerini Osmanlı devlet yönetimi içinde
görünce şöyle der: “Türk devleti bir demokrasidir”.
Demokrasi, Allah’ın egemenliğine karşı, halkın egemenliğini ortaya
koymaktır. Allah’ın mutlak hükümranlığına karşı, halkın mutlak hükümranlığıdır.
Demokrasi, Allah’ın kânunlarına karşı halkın kânunlarıdır. Fakat insanların
çıkaracağı kânunlar Şeytan’ın kânunları olacaktır. Çünkü insan nefsine uygun
olarak düşünür ve iş yapar.
Demokrasi için oy kullanan “inananlar” müşriktir.
Bir de müslümanlar şirke varan şöyle bir yanlışa kapılıyorlar; “İslâm’ı
demokrasi üzerinden ortaya koymak ve güyâ yaşamak”. Bunun için de demokrasiyi
savunuyorlar. Bu büyük bir tâvizdir ve bu tâviz diğer tâvizlerin de verilmesine
neden olacak ve inancı laçkalaştıracaktır. Peygamberimiz bu nedenle müşriklere
hiç-bir tâviz vermeyerek meşhur; “Bir elime Güneş’i, diğer elime Ay’ı verseniz
dâvamdan vazgeçmem ve sizin önerilerinize uymam” sözünü söylemiştir.
Şu âyetler demokrasiyi yerin dibine geçirir:
“Bu-gün size dîninizi kemâle
erdirdim; üzerinizdeki nîmetimi tamamladım ve İslâm’ı sizin için uygun gördüm” (Mâide 3).
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle
buyuruyor: “Size, sarıldığınız müddetçe asla
sapıtmayacağınız iki tâne esas bıraktım: Allah’ın kitabı ve O’nun gönderdiği Peygamberin
sünneti” (Hakim Müstedrek, 289).
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere
itaat edin ve sizden olan emir sâhiplerine itaat edin. Herhangi bir hususta
anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve âhiret gününe gerçekten îman etmiş
iseniz, bu anlaşmazlığı Allah’a ve Resûlü’ne arz edin. Bu daha iyidir; sonuç
bakımından da daha güzeldir”
(Nîsâ 59). Âlimlerin de belirttiği
gibi Allah’a arz etmek, kitabına arz etmektir. Peygambere arz etmek ise,
sünnetine arz etmek demektir. Allah (azze ve
celle) şöyle buyurmuştur:
“Hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şeyin
hükmü Allah’a âittir”
(Şûrâ 10).
“Sonra, seni din konusunda bir
şeriat ve düzen-sâhibi kıldık. Sen ona uy ve bilmeyenlerin arzularına uyma” (Câsiye 18).
“İşte bu benim dosdoğru yolum.
Artık O’na uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça-parça edip O’nun
yolundan ayırır. İşte size bunları Allah, kendisinden sakınasınız diye emretti” (En-am 153).
“De
ki: “Pis ile temiz bir olmaz, pis olanın çokluğu ilgini çekse bile. O hâlde ey
temiz özü, düşünür beyni olanlar, Allah’a sığının ki, kurtuluşa eresiniz!” (Mâide
100).
“Sana vahyedilene sımsıkı sarıl.
Zîrâ sen doğru yol üzeresin” (Zuhrûf 43).
“Eğer onlar sizin îman ettiğiniz gibi îman
ederlerse muhakkak ki doğru yolu bulmuşlardır. Ancak eğer yüz çevirirlerse
muhakkak ki onlar derin bir ayrılığa düşmüş olurlar. Allah onlara karşı sana
yeter. O, hakkıyla işiten ve hakkıyla bilendir” (Bakara 137).
Allah’ın
hükümlerinin yerine başka hükümlerle hükmedilmesini destekleyenler yoldan
çıkmışlardır (fâsık). Bu kişiler insanların büyük çoğunluğunu oluşturur:
“Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; onların
arzularına uyma ve seni Allah’ın sana indirdiği şeylerden uzaklaştırmalarından
sakın. Eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah onları bâzı günahlarından dolayı bir
belâya çarptırmak istemektedir. Muhakkak ki insanların çoğu fasıktırlar” (Mâide, 49).
“Onların çoğunluğu zandan başkasına
uymaz. Gerçekten zan ise, haktan hiç-bir şeyi sağlayamaz. Şüphesiz Allah,
onların işlemekte olduklarını bilendir” (Yûnus 36).
“Allah hak ile hükmeder. Oysa O’nu
bırakıp taptıkları hiç-bir şeye hükmedemezler. Şüphesiz Allah işitendir,
görendir” (Mü’min 20).
“Sizin Allah dışındaki taptıklarınız, Allah’ın
kendileri hakkında hiç-bir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın koyduğu
isimlerden başka bir şey değildir. Hüküm yalnızca Allah’a âittir. O, yalnızca
kendisine ibâdet edilmesini emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat
insanların çoğu bilmezler”
(Yûsuf 40).
“Allah ve Resûlü bir konu hakkında hüküm verdikleri
zaman, mü’min bir erkeğin veya mü’min bir kadının kendi isteklerine göre seçme
hakkı yoktur. Artık kim Allah’a ve Resûlü’ne isyân ederse derin sapıklıkla
sapıtmıştır” (Ahzâb 36).
“Ey Âdemoğulları!. Ben size Şeytan’a kulluk
etmeyin; çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır. Ve bana kulluk edin; bu benim
dosdoğru yolumdur demedim mi?”
(Yâsîn 60).
“De ki: Allah’ın size indirdiği rızkın bir bölümünü
helâl kılıp bir bölümünü de haram kıldınız. De ki: Allah mı size izin verdi
yoksa ona iftirâ mı atıyorsunuz?” (Yûnus 59).
“Yoksa onların, Allah’ın dîninde yasaklamış olduğu
bir şeyi meşrû kılacak ortakları mı vardır” (Şûrâ 21).
Şu
hadis de mânidardır:
“Abdullah bin Mes’ud (radıyallahu
anhu) şöyle rivâyet etmiştir: “Bir-gün Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bize
bir çizgi çizdi. Ve “bu, insanı Allah-u Teâlâ’nın rızâsına kavuşturacak olan
doğru yoldur, dedi. Sonra, bu çizginin sağına ve soluna ayrı-ayrı çizgiler
çizdi ve bu yolların her-birinin başında o yola çağıran bir şeytan durur,
buyurdu. Sonra; “İşte bu benim dosdoğru yolum; artık ona
uyun” âyetini okudu” (İ. Ahmed müsnedinde 4142 ve 4437 nolu
hadis.)
Ali Şeriati:
“Hükmetmeyen İslâm, İslâm olmadığı gibi, İslâm’ı hükmettirmeyenler
de müslüman değillerdir.
İnsanlık,
liberâlizme vararak, kurtuluşunun anahtarı diye, teokrasi yerine demokrasiyi
kabûl etti. Bu kez, demokrasinin teokrasi kadar aldatıcı olduğu, zâlim bir
kapitâlizmin tuzağına düştü. Liberâlizm, yalnızca, saldırı ve yağmalamada
bir-birleriyle yarışan atlılara hürriyetin tanındığı bir arena olarak kendini
gösterdi” der.
Hz. Muaz Allah Resûlü’ne (s.a.v.) sorar:
“Başımızdaki âmirler şâyet senin sünnetine, senin getirdiğin emir ve hükümlere uymazlarsa, bize ne
emredersin?” suâline cevâben Allah Resûlü: “Allah’a itaat etmeyene itaat yoktur” diye buyurur.
Modern
müslüman, papaz tarafından değil ama, imam tarafından vaftiz olmaya râzı olan
müslümandır. Müslümanlar yönetimin müslüman-mü’min olup-olmadığına bakmıyorlar,
yönetenin müslüman (!) olmasına bakıyorlar.
Basit bir iş yapan iki ortak bile bir iş üzerinde anlaşamazken, devletin yönetiminde
yüzlerce ortağın (parlamento) anlaşabileceğini düşünmek safdillik olur.
Bunların anlaşamamazlığının cezâsını halk çekecektir.
Îtikâdi olan şeyler için bile oylama yapıyorlar. Baş-örtüsü, içki,
kumar, zîna vs. bunların olup-olmaması yada devâm edip-etmeyeceğini belirlemek
için. Allah’ın yasakladığı bir-şeyin uygulanması için oylama yapılıyor ve yasağı
ortadan kaldırıyorlar. Allah’ın zâten emretmiş olduğu bir şeyin uygulanması
için mecliste oylama yapılıyor ve bunu “uygun” görüp yasallaştırıyorlar. Allah’ın
o şeyi uygun görüp emretmiş olmasını yeterli görmüyorlar. Böylelikle Allah’ın
kesin emirlerini “tartışılır” duruma sokuyorlar.
“Onlar hâlâ
câhiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü
Allah’tan daha güzel olan kimdir?” (Mâide 50).
“Allah’tan
başka bir hakem mi arıyayım?. Oysa O, size Kitabı açıklanmış olarak indirmiştir.
Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak
indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu hâlde, sakın kuşkuya kapılanlardan
olma!”
(En-âm 114).
“Siz
yalnızca zannın peşinden gidiyorsunuz ve sürü psikolojisiyle hareket ediyorsunuz”
(En-âm148).
Peki neyden yana olmalıyız?. Âit olduğumuz toplum da bir fırka
olmayacak mı?. Allah buna “fırka” değil “hizip” diyor ve bu hizbi şu şekilde
överek târif ediyor:
“Kim
Allah’ı, Resûlü’nü ve îman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip
gelecek olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır (hizbullah)” (Mâide
56).
Demokrasi, yer-yüzünde
“Rabliği Allah’a
vermeme” sistemidir.
“De
ki; “Ben sizin keyfî arzularınıza uymam; uyarsam sapıtmış,
doğru yolda
gidenlerden olmamış olurum” (En-âm 56).
Demokrasinin
eylemi olan oy kullanmak küfürdür ve küfür, çok da uzak olmayan bir zaman sonra mutlakâ zulme dönüşür.
Unutmayın ki, ABD, Batı ve İsrâil’in ve “zenginler”in
gösterdikler adaylara oy veriyorsunuz. O adaylara oy vermek zorundasınız. Bu,
sizin irâdeniz değildir.
Allah gelip-geçici şeylerle
oyalanmayı ve oyalananları sevmez. Bu nedenle Hz. İbrâhim: “Ben gelip-geçenleri (kaybolup batanları) sevmem” (En-âm 76) der.
Peygamberimize peygamberlik
gelmeden önceki Mekke ve arap-yarımadası toplumunun yönetim-şekli, “halk
idâresi” yâni demokrasi idi (kabîle demokrasisi) ve Allah bu yönetim şeklinin
üzerine, bu yönetim-şeklini yıkmak için Peygamber gönderdi. Çünkü o yönetim
şekli zulüm-sistemiydi ve mazlumları çoğaltıyordu. Peygamber de bu duruma isyân
ediyor ve kendini Hira’ya atıyordu. Tâ ki Cebrâil gelene kadar..
Allah’ın
sistemini yâni dîni olan İslâm’ı seçtikten sonra, paralel dinler
(demokrasi-liberâlizm) için seçim yapmak ve bu uğurda oy kullanmak şirktir. Bâtıla
verilecek her oy, şirke verilen bir destektir. 1 oy 1 oy değildir, 1 oy, 1
şirktir.
Demokrasi
paralel bir dindir. Şükrü Hüseyinoğlu:
“Bir yanda
modern hurâfelerle canhıraş mücâdele ederken, aslında onların müslüman
toplumların bünyesinde yer etmesinin de kaynağını oluşturan geleneksel hurâfeleri,
atalar kültünü, Kur’ân’a rağmen din anlayışlarını mesele etmeyen, siyâsal
uyanış çağrısını Kur’ân’a dönüş çağrısıyla bütünleştirmeyen yaklaşımlar; diğer
yanda ise geleneksel hurâfelere karşı amansız şekilde mücâdele verirken,
netîcede toplumların bilinçsizliğini ve itaatkârlıklarını dâim kılmak için bu
geleneksel hurâfelerin de hâmiliğini yapan çağdaş Firavunlara, tağûti düzenlere
karşı herhangi bir sözü, duruşu olmayanlar yanlış yapmaktadırlar” der.
Demokrasi,
“işe Allah’ı karıştırmayan” bir sistemdir. Fakat bu; “Allah’ı adâlete de
karıştırmamak” demektir ki, Allah’tan bağımsız bir adâlet arayışı ahmaklıktır.
Allah’sızlık, hükümde, yürütmede Allah’ın hesâba katılmaması demektir. Allah
hesâba katılmadan oluşan bir adâlet, Allah’sız bir adâlet olur ki, adâletsizlikten
başka bir sonuç vermez.
Demokrasi
bir batak(lık)tır. Demokrasi yolunda gittikçe daha fazla batarsınız. Hiç-bir zaman
da o bataklıktan kurtulamazsınız. Hattâ demokratik ülkelerde bir sorun/kriz
çıktığında, bu sorunun çâresi olarak “daha fazla demokrasi” söylemleri başlar
ve bu söylemlerin sonu gelmez. Sonuçta bir yaraya merhem de olunmaz, çünkü daha
fazla da olsa demokrasi bir çâre değildir. Bu durum aynen; kronik hasta olan
birinin hastalığının artması/alevlenmesi durumunda daha fazla ilacın önerilmesi
ve uygulanması gibidir. Fakat bu tutum bir tedâvi değildir. Hastalığı daha
fazla derinleştirmektir. Hiç-bir zaman şifâ bulunmaz ve sürekli arttırılarak
ilaç kullanılmaya devâm edilir. Tâa ki Azrâil görünene kadar..
Ali
Kaçar demokrasi için şunları söyler:
“Demokrasi
düşüncesinin Avrupa’da gündeme ge(tiri)liş nedeni, kilisenin, din-adamlarının
ve kralların halk üzerinde, ilâhî bir hak olarak din adına kurdukları baskıyla,
zorla ve acımasızca devâm ettirdikleri dinsel ve otoriter yönetimleridir.
İşte demokrasiyi
savunanlar, egemenliğin/hâkîmiyetin halkın hakkı olduğu iddiasıyla, vâr olan bu
baskıcı ve dinsel totaliter yönetimlere karşı çıkmakla işe başlamışlardır. Bu
anlayış, bu-günkü anlamıyla, 1789 Fransız İhtilâli’nden sonra batılı ülkelerde
kabûl görmeye ve dolayısıyla da yayılmaya başlamıştır. Demokrasinin
yayılmasıyla halklar üzerinde kilisenin ve din-adamlarının baskısı azalmışsa
da, bu defâ da halkın üzerinde başka bir gücün; bir avuç sermâyedar/kapitâlistin
baskısı artmaya başlamıştır.
Jean Jacques
Rousseau; “Doğrusunu söylemek lâzımsa” diyor, “İnsanlar kendi-kendilerine
kânun yapamazlar. Bize kânunlar verecek ilahlar lâzım.” Teokrasiyi de
eleştirirken “Toplum Sözleşmesi”nde şöyle bir ifâde kullanıyor: “Yalnız,
Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ortaya çıkardığı, ortaya koyduğu teokratik
sistem, bu eleştirilere mâruz kalmaktan uzaktır. Onun kurduğu sistem, bizim
teokrasiye yöneltmiş olduğumuz eleştirilerin bir-çoğuna muhâtap olmaz”.
Ancak, gerek batılı
ülkelerde ve gerekse içinde yaşadığımız ülkede demokratik
uygulamalara/pratiklere baktığımızda, demokrasinin -herhâlde- en gerçekçi
tanımı şöyle yapılabilir: “Küçük bir azınlığın -elitist, jakobenist azgın bir
azınlığın- çoğunluğu yönettiği bir yönetim şekli”.
İbn
Hâldun, Mukaddimesi’nde, hâkimiyeti “kişinin elinin üzerinde veya elinin
üstünde; elinden yukarıda bir başka elin olmamasıdır” şeklinde tanımlamaktadır.
Demokrasilerde
ise, hâkimiyet hakkı sâdece halka âit olduğu iddia edildiğine göre, bundan,
halkın irâdesinin üzerinde hiç-bir şekilde ve hiç-bir zaman başka bir
otoritenin/gücün kabûl edilmeyeceği anlaşılmaktadır. Yâni demokrasilerde halkın
irâdesi, otoritenin/gücün yegâne kaynağı olduğu gibi, teşrînin de yegâne
kaynağı olduğu kabûl edilmektedir. Bu ise, halkın ilahlaştırılması anlamına
gelmektedir.
“Ben müslüman’ım”
diyen bir kimsenin demokrasiyi benimsemesi mümkün değildir. Çünkü tanımından da
anlaşılacağı üzere, demokrasi halkın irâdesini ilahlaştıran bir din iken, İslâm
ise, ilâhi vahyi esas alan bir dindir”.
Seyyid Kutub
“Hiç şüphesiz
câhiliye câhiliyedir, İslâm da İslâm. Aralarında derin farklar vardır. Tek çâre
bütünüyle câhiliyeden sıyrılmak ve yine bütünüyle İslâm’a girmektir. Tek yol, içindeki
bütün özellikleri ile câhiliyyeden ayrılmak ve bütün özellikleri ile İslâm’a
göç etmektir. Düşüncede, sistemde ve uygulamada tamâmen ayrı. Bu ortak
noktalarda buluşmaya aslâ müsâde etmeyen bir ayrılıktır. Yardımlaşmayı imkânsız
kılan bir farklılıktır. Ne zaman câhiliyye taraftarları bütünü ile câhiliyyeden
İslâm’a geçerlerse, o zaman sona erer. Yama yapmak yok. Orta yolda çözüm
arama yok. Yolun ortasında buluşma yok. Câhiliye istediği kadar İslâm
kılığına bürünsün. İstediği kadar İslâm’ın adını kullansın” der.
Ahmet
Kalkan:
“Onların arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet” denilmektedir. Onlarla berâber olunduğunda ise
Allah’ın emri ile hükmedilmeyecektir. Çünkü müşrikler Allah’ın
emriyle hükmetmezler. Dolayısıyla
onların yönetimine iştirâk eden, hidâyete değil; müşriklerin
hevâsına uymak
gibi yönetim ortaklığını üstlenmiştir.
“Sonra seni bu dinden bir şeriat üzerine kıldık. Ona
uy. Bilmeyenlerin
hevâlarına uyma” (Câsiye 18). Biliyoruz ki, bu âyet Mekke’de
nâzil olduğunda daha Kur’ân-ı Kerim
tamamlanmamıştı. Burada Resûlullah’a emredilen; uyması gereken şeriat, tevhide dâvet, inzâr ve tebliğ idi. Bunun
yanında güzel ahlâk, mazlumlara yardım, sıla-i rahim, namaz ve tasadduk gibi
ibâdetler başlıca esaslardı. Ancak, tevhid tüm berraklığı ve aydınlığı ile
gelmiş; hak,
bâtıldan ayrılmıştı. Artık îmanla şirkin ne olduğunu îman edenler anlamışlardı”
der.
Şunu
da söyleyelim ki demokrasi üzerinden
İslâm’a ulaşılamaz. Bu yolla ancak demokrasiye
destek olunmuş olur. Râsim
Özdenören:
“Kurulu
düzenin partilerinden İslâm’î bir
dönüşümü beklemek onun yapısal özelliğine aykırıdır. Üzerine ayak basılan zemin
eğer demokratik bir
ortamı ifâde ediyorsa, demokratik
bir ortamın iyileştirilmesinden doğacak sonuç ancak demokrasinin iyileştirilmesini sonuçlar. Eğer İslâm’î bir ortamın oluşturulması amaçlanıyorsa, bu, İslâm’ın öngördüğü yöntemle gerçekleştirilebilir. Demokrasinin
kolaylıklarından yararlanarak ulaşılabilecek her sonuç demokrasinin mülâhazat hânesine bir artı olarak kaydolur” der.
Mesut
Karaşahan:
“Seni demokrat yapacaklar ve insanlığın üzerine çöken sömürü, kapitâlizm, emperyâlizm, zulüm ve vahşet kâbusundan uyanmanı istemeyecekler. Senin tevhid inancın,
ahlâkın, dengeli ve mütevâzı yaşayış tarzın insanlık için bir
fırsat, bir şans, bir ümit ve kurtuluş kapısı olmasın diye çaba gösterecekler. Halkın irâdesi, bir-gün senin
sâyende Hakkın irâdesine bütünüyle aykırı tecelli ettiğinde, seni demokrat
îlân edecekler. Bu kâbus gerçek olmadan hakîkatlere uyanmalısın!” der.
Demokrasi
bir ideolojik işgâl aracıdır. İşgâlin meşrûlaşması için ön-kabûl olarak ortaya atılmıştır.
Bir şey %99 hak, %1 şirk olsa, o şey yine şirk olur:
“Andolsun,
sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): “Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz
amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrâna uğrayanlardan olacaksın” (Zümer
65).
“Ey
Rabbim!. Benim
toplumum bu Kur’ân’ı devre-dışı tuttular” (Furkân 30).
“Eleysallâhu bi ahkemil
hâkimîn”. Allah
hükmedenlerin hâkimi değil midir? (Tin 8).
Allah’ın kurallarını-kânunlarını yok sayanlar ve görmezden
gelenler iflah olmazlar.
Evet; Demokrasi bir ideolojidir. Şûrâ ise bir ibâdet.
Demokrasi,
en âdi şirk şeklidir.
Demokrasi “halkın
kendi-kendini yönetmesi” değil, “halkın kendi-kendini yok etmesi”dir.
Son pişmanlığın âyeti ise şudur: “Ey Rabbimiz!. Doğrusu biz, efendilerimize, beylerimize ve
büyüklerimize itaat ettik de onlar bizi dalâlete (yanlış ve sapık yola)
götürdüler. Ey Rabbimiz!. Onlara azâbın iki katını ver. Ve onları büyük bir
lânet ile lânetle (rahmetinden uzaklaştır)” (Ahzab 67-68).
Evet;
Demokrasi, “efendilerin yönetimi”dir. Demokrasinin pratik yönü olan oy verme
ise, kölelerin efendilerini seçtikleri bir karnavaldır. Demokrasideki “hak”, “kölelerin,
mevcut efendilerden birini seçme hakkı”dır.
Yazımızı
“Basra’lı Ömer’in Mektubu” ile bitirelim:
Îrak
savaşında babası ve annesi ölen ve kendisinin de bacakları kopan müslüman bir
çocuğun, Îrak savaşını yöneten Tommy Franks’a yazdığı şiir.
“Ben
Basra’dan Ömer. Belki haberin yoktur diye yazıyorum Franks; Önce demokrasi
yağdı göklerden. Sonra özgürlük geçti üstümüzden, palet palet... Ve insan-hakları
namlularından. Yüzü maskeli adamların. Sâniyede bilmem kaç bin adet. Demokrasi
bizim eve de isâbet etti. Bir-gün sonra anladım ayaklarımın koptuğunu. Babamın
vücûduna tam on sekiz adet “insan hakları” saymışlar. Annem zâten yoktu. Ben
doğarken ilaç yokluğundan ölmüş. Ambargo falan dediler ya, anlamadım; çocuk
aklı işte. Sen daha iyi bilirsin...Sizde barış böyle midir Franks?. İnsan
hakları, çocukları yetim ve ayaksız bırakır mı orada da?. Ya demokrasi?. Güpegündüz
pazara düşer mi?. Ve zenginlik...İnsanları korkudan uykusuz bırakır mı?. Ve
kuşlar gökyüzünü terk eder mi orada da?. Babamla söylediğim son duâ
dilimde. Ayaklarım hastânede. Ve giymeye kıyamadığım ayakkabılar elimde
kaldı... Çocuğun var mı Franks?. Al...Çocuğuna götür onları. Bir işe yarasın. Kim
bilir, baktıkça belki beni hatırlarsın. Bu nasıl demokrasi?. Düştüğü yeri
yaktı. Merhâmet hür dünyâya bu kadar mı ırak’tı?”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder