7 Ağustos 2024 Çarşamba

Doğru ve Gerçek

 

“Bizi doğru yola (mustakim) ilet” (Fâtiha 6).

 

Gerçek (el-hakku) Rabbinden (gelen)dir. Şu-hâlde sakın kuşkuya kapılanlardan olma!” (Bakara 147).

 

Doğru: “Bir ucundan öteki ucuna, sonuna değin yönü değişmeyen. Yalan olmayan, gerçek olan”.

 

Gerçek: “El ile tutulup göz ile görülecek biçimde tam anlamıyla vâr olan, varlığı hiç-bir biçimde yadsınamayan, bir durum, bir olgu, bir nesne yada bir nitelik olarak vâr olan, kendisi gibi olan, aslına uygun bulunan, yapay olmayan”.

 

Modern-bilim gerçeğin peşinden gider ve onun için “doğru” önemli değildir. Bilim doğruyla ilgilenmez ve gerçeği arar. Çünkü bilim sınırlıdır ve sâdece maddî varlık üzerinde çalışabilir. Bu da sâdece gerçek olanlarla ilgilenmesi yâni sâdece gerçeklerle ilgilenmesi demektir. “Doğru” ise, sâdece maddî olanla ilgili değildir ve çok daha kapsamlıdır. Doğru ve gerçekliğin birlikteliği, “vâr olan her-şey”i ifâde eder.

 

Modern-bilim insanın ihtiyaçlarına tam anlamıyla cevap vermez ve onu sonuna kadar iknâ edemez. Çünkü insan iki boyutlu bir varlıktır ve beden ve rûh olarak tatmin edilmesi gerekir. Bu da gerçeklerin ve doğruların birlikte olmasını gerektirir. “Sâdece gerçek” yada “sâdece doğru” eksik kalır. Doğru olan, sâdece gerçeklerin olması değildir. Doğru, göremediğimiz ama îman ettiğimiz gerçeklerin de bulunduğudur. Doğru, hem madde hem de madde-ötesi hakkında doğrulara ulaşmakla olur. Yoksa madde-ötesini “gerçek” olmadığı için inkâr etmek zinhar doğru değildir.

 

Bir şeyin doğru olması için maddî gerçekliğinin olması zorunlu değildir. Maddî olmayan şeyleri kabûl etmemek çok basit bir şeydir ve tersinde bağnazlıktır. Kanımca madde-ötesi olanı inkâr etmek, en azından felsefî olarak maddî gerçekliği de inkâr etmekle cezâlandırılır. Zîrâ Dünyâ’daki cezâ bir şeyin kendi türünden olur. Felsefede ve hattâ modern-bilimde kuantum ve atom-altı vs. diyerek maddî gerçekliği değiştirip başkalaştıran ve inkâr edenler de vardır. Meselâ Berkeley maddî gerçekliği açıkça inkâr eder.  

 

Doğru, sınırsız olana yöneliktir. Gerçek ise maddî gerçeklik olarak kabûl edildiğinde sınırlanmış olur. Doğru, mutlak olanı da kapsar. Çünkü tek mutlak varlık olarak Allah’ın “tek ilah” olduğu dosdoğru olan şeydir.

 

Bir şey doğru ise “her zaman” doğrudur, “bâzen doğru” olan doğru değildir. Gerçeklik peşinde giden modern-bilime göre ise doğru eskiyince değiştirilir. Meselâ modern-bilimde “yanlışlanabilirlik ilkesi” vardır ve modern-bilimse zamânı geldiğinde bir şey yanlışlanmadığında gerçekliğine ve doğruluğuna şüphe düşer. Modern-bilim ve felsefe mutlak, kesin ve net olana karşı çıkar. Çünkü mutlak, kesin ve net olan bilgi modern-bilimi işsiz bırakır ve bitirir. Modern-bilim bu nedenle doğru ile değil de gerçek ile ilgilenir ama bu gerçeklik de sâdece maddî gerçekliktir. Çünkü modern-bilim madde-ötesi gerçeklikle ve dolayısıyla doğrulukla karşılaşmak istemez. Zîrâ bu durum hem modern-bilimin zırvalıklarını ifşâ eder hem de onu bitirir.  

 

Mutlak bilgi, hem Dünyâ’da hem de âhirette geçerli olan bilgidir. Mutlak bilgi “doğru” olan bilgidir. O-hâlde kâinâta âit olan bilgi mutlak değildir. Vahiy bilgisi bile, -Allah’ın bildirdiği mutlak doğru bilgilerden başka- insanın kâinatta ulaşabileceği en doğru bilgidir?. Mutlak doğru bilgi “Mutlak Olan”dan gelir. O bilgi hem madde-ötesi hem de maddî gerçeklik hakkındaki de en doğru bilgidir. 

 

Modern-bilim, teori ve verilerinin doğruluğunu kanıtlamak için deney gibi şeyleri ortaya koyar ama bu, modern-bilimin verilerinin kesin olduğunu göstermez. Çünkü zâten modern-bilim Allah’tan kopuk olduğu için mutlak ve kesin bilgiyle ilgilenmez de deneyin sonuçlarını kutsar. Oysa deneyi tam kapsamlı şekilde yapmamıştır ve yapamaz da. Modern-bilimin verilerinin doğru olduğunu gösterecek olan tek şey, ortaya konan verilerin, teorilerin vs. “mutlak bilgiye sâhip olan Allah’ın bildirdiklerine ters düşmemesidir ve bu tüm modern alanlarda da böyledir. Tüm alanlarda söylenenlerin doğru olduğunun kanıtlanması için, gerçeklik-ötesi doğruluktan onay alması gerekir.

 

Gerçeklik-ötesi doğruluktan onay almanın yolu ise ya vahye uygunluk ve aykırı olmama, yada amel-eylemde bir çelişkinin, zararın, kötülüğün ve uygunsuzluğun açığa çıkmamasıdır. Bir düşüncenin sağlamasının doğru olarak yapabilmesinin tek-yolu, o düşüncenin amel-eylemde nasıl tezâhür ettiğine-edeceğine göre olabilir ancak. Yoksa bir düşüncenin başka bir düşünceyle doğru olarak sınanması zordur. Zîrâ o düşüncenin de sınanmaya ihtiyâcı vardır. O-hâlde amel ve eylemle sınanmamış düşüncelerin “kesin doğruluğuna” güvenilemez.

 

Felsefe ise gerçekle ilgilenmez ve doğruyu arar ama Allah-merkezli bir düşüncede olmayınca doğruyu bir türlü bulamaz ve aslında bulmak da istemez. Çünkü felsefe de mutlak, kesin ve net olmayandan geçinir. Mutlak, kesin ve net olan, felsefeyi de işsiz bırakır ve bitirir.

 

Her gerçeklik doğru değildir, olamaz. Ortada bir gerçek vardır ama o şeyin olmuş olması doğru olmayabilir Meselâ atom bombası yada güçlü bir bombanın varlığı gerçektir ama öyle bir bombanın olması doğru değildir. Fakat modern-bilim bunu hiç tınlamaz. Çünkü o, gerçekliğin aldığı yeni şeklin işe yarayıp-taramadığıyla ilgilenir. Allah’tan kopuk olduğundan dolayı anlamdan da kopuk ve de ruhsuz olduğu için o gerçeklik nedeniyle yaşanan acıları dert etmez ve umursamaz. Bu durum bir miktar felsefede de vardır. Maddî gerçeklikler nedeniyle ortaya çıkan zararların yaşanması gerektiğini söyleyen yavşaklar vardır.

 

Din ise “Mutlak Doğru Olan”dan gelir. Bu doğrular gerçekleri de ortaya koyar. Sonuçta da mutlak, kesin ve net bilgi ve dolayısıyla amel-eylem gerçekleşir. O-hâlde önemli olan gerçeklerden ziyâde “doğrular”dır. Çünkü gerçeklikleri bile ortaya koyacak olan “doğrular”dır. Tabi sünnetullah ve imtihan gereğince gerçekliklerin olması şarttır çünkü doğrulara da ancak bu gerçeklikler üzerindeyken ulaşılabilir. Zîrâ ne de olsa bizim maddî varlığımız da bir gerçekliktir, maddî gerçeklik. Fakat biz sâdece maddî gerçeklikten ibâret değiliz ve bizim bir rûhumuz dolayısıyla bilincimiz de vardır.

 

Şu davar ki modern-bilim, madde-ötesini de kapsayan “doğruyu” yâni hakîkati inkâr etse de, gerçeğe ulaşmak için gerçek bir varlığı olmayan şeyleri de kıllanır ki bunların doğruluk payları da en azından kesin değildir. Meselâ doğada bir karşılığı yâni gerçek bir varlığı olmayan matematiği kullanır. Oysa matematik sâdece bir kurgudur.

 

Aşırı gerçeklik içinde kalmak iyi bir şey değildir. Çünkü aşırı gerçeklik içinde kalmak ve her-şeyi sâdece maddî gerçeklik olarak kabûl etmek insanı “doğru”dan uzaklaştırır ve sonunda da doğruyu inkâr ettirir. Dînin -yanlış olarak- maddî gerçeklikle ilgilenmediği düşüncesi buradan gelir. Tabi İslâm maddî gerçeklikle ilgilenir ama %51 madde-ötesiyle yâni doğrularla daha çok ilgilenir. Allah işte bu nedenle insanı sürekli olarak doğruya yöneltmek ister ve bunun yolunu da gösterir:

 

“Ve seni yol bilmez iken, doğru yola yöneltip iletmedi mi?” (Duha 7).

 

“Dosdoğru bir yol üzerinde(sin)” (Yâsîn 4).

 

(Sâdece Bana) kulluk edin, doğru yol budur” (Yâsîn.61

 

En doğru söz Allah’ın sözüdür (Kur’ân), en doğru amel ise Peygamber’in amelidir (Sünnet). Bunlar kesin ve net doğrular ve gerçekliklerdir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ağustos 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder