“Bizi doğru
yola (mustakim) ilet” (Fâtiha
6).
“Gerçek (el-hakku) Rabbinden (gelen)dir. Şu-hâlde sakın kuşkuya kapılanlardan olma!”
(Bakara 147).
Doğru: “Bir ucundan öteki ucuna, sonuna değin yönü değişmeyen. Yalan
olmayan, gerçek olan”.
Gerçek: “El ile tutulup göz ile görülecek biçimde tam
anlamıyla vâr olan, varlığı hiç-bir biçimde yadsınamayan, bir durum, bir olgu,
bir nesne yada bir nitelik olarak vâr olan, kendisi gibi olan, aslına uygun
bulunan, yapay olmayan”.
Modern-bilim gerçeğin peşinden gider
ve onun için “doğru” önemli değildir. Bilim
doğruyla ilgilenmez ve gerçeği arar. Çünkü bilim sınırlıdır ve sâdece maddî
varlık üzerinde çalışabilir. Bu da sâdece gerçek olanlarla ilgilenmesi yâni
sâdece gerçeklerle ilgilenmesi demektir. “Doğru” ise, sâdece maddî olanla
ilgili değildir ve çok daha kapsamlıdır. Doğru ve gerçekliğin birlikteliği,
“vâr olan her-şey”i ifâde eder.
Modern-bilim insanın ihtiyaçlarına tam anlamıyla cevap
vermez ve onu sonuna kadar iknâ edemez. Çünkü insan iki boyutlu bir varlıktır
ve beden ve rûh olarak tatmin edilmesi gerekir. Bu da gerçeklerin ve doğruların
birlikte olmasını gerektirir. “Sâdece gerçek” yada “sâdece doğru” eksik kalır.
Doğru olan, sâdece gerçeklerin olması değildir. Doğru, göremediğimiz ama îman
ettiğimiz gerçeklerin de bulunduğudur. Doğru, hem madde hem de madde-ötesi
hakkında doğrulara ulaşmakla olur. Yoksa madde-ötesini “gerçek” olmadığı için
inkâr etmek zinhar doğru değildir.
Bir şeyin doğru olması için maddî gerçekliğinin olması
zorunlu değildir. Maddî olmayan şeyleri kabûl etmemek çok basit bir şeydir ve
tersinde bağnazlıktır. Kanımca madde-ötesi olanı inkâr etmek, en azından felsefî
olarak maddî gerçekliği de inkâr etmekle cezâlandırılır. Zîrâ Dünyâ’daki cezâ
bir şeyin kendi türünden olur. Felsefede ve hattâ modern-bilimde kuantum ve
atom-altı vs. diyerek maddî gerçekliği değiştirip başkalaştıran ve inkâr edenler
de vardır. Meselâ Berkeley maddî gerçekliği açıkça inkâr eder.
Doğru, sınırsız olana yöneliktir. Gerçek ise
maddî gerçeklik olarak kabûl edildiğinde sınırlanmış olur. Doğru, mutlak olanı
da kapsar. Çünkü tek mutlak varlık olarak Allah’ın “tek ilah” olduğu dosdoğru
olan şeydir.
Bir şey doğru ise “her zaman” doğrudur,
“bâzen doğru” olan doğru değildir. Gerçeklik peşinde giden modern-bilime göre
ise doğru eskiyince değiştirilir. Meselâ modern-bilimde “yanlışlanabilirlik
ilkesi” vardır ve modern-bilimse zamânı geldiğinde bir şey yanlışlanmadığında
gerçekliğine ve doğruluğuna şüphe düşer. Modern-bilim ve felsefe mutlak, kesin
ve net olana karşı çıkar. Çünkü mutlak, kesin ve net olan bilgi modern-bilimi
işsiz bırakır ve bitirir. Modern-bilim bu nedenle doğru ile değil de gerçek ile
ilgilenir ama bu gerçeklik de sâdece maddî gerçekliktir. Çünkü modern-bilim
madde-ötesi gerçeklikle ve dolayısıyla doğrulukla karşılaşmak istemez. Zîrâ bu
durum hem modern-bilimin zırvalıklarını ifşâ eder hem de onu bitirir.
Mutlak bilgi, hem Dünyâ’da
hem de âhirette geçerli olan bilgidir. Mutlak bilgi “doğru” olan bilgidir. O-hâlde
kâinâta âit olan bilgi mutlak değildir. Vahiy bilgisi bile, -Allah’ın
bildirdiği mutlak doğru bilgilerden başka- insanın kâinatta ulaşabileceği en
doğru bilgidir?. Mutlak doğru bilgi “Mutlak Olan”dan gelir. O bilgi hem
madde-ötesi hem de maddî gerçeklik hakkındaki de en doğru bilgidir.
Modern-bilim, teori ve verilerinin doğruluğunu
kanıtlamak için deney gibi şeyleri ortaya koyar ama bu, modern-bilimin
verilerinin kesin olduğunu göstermez. Çünkü zâten modern-bilim Allah’tan kopuk
olduğu için mutlak ve kesin bilgiyle ilgilenmez de deneyin sonuçlarını kutsar.
Oysa deneyi tam kapsamlı şekilde yapmamıştır ve yapamaz da. Modern-bilimin verilerinin
doğru olduğunu gösterecek olan tek şey, ortaya konan verilerin, teorilerin vs.
“mutlak bilgiye sâhip olan Allah’ın bildirdiklerine ters düşmemesidir ve bu tüm
modern alanlarda da böyledir. Tüm alanlarda söylenenlerin doğru olduğunun
kanıtlanması için, gerçeklik-ötesi doğruluktan onay alması gerekir.
Gerçeklik-ötesi doğruluktan onay almanın yolu
ise ya vahye uygunluk ve aykırı olmama, yada amel-eylemde bir çelişkinin,
zararın, kötülüğün ve uygunsuzluğun açığa çıkmamasıdır. Bir düşüncenin
sağlamasının doğru olarak yapabilmesinin tek-yolu, o düşüncenin amel-eylemde
nasıl tezâhür ettiğine-edeceğine göre olabilir ancak. Yoksa bir düşüncenin
başka bir düşünceyle doğru olarak sınanması zordur. Zîrâ o düşüncenin de
sınanmaya ihtiyâcı vardır. O-hâlde amel ve
eylemle sınanmamış düşüncelerin “kesin doğruluğuna” güvenilemez.
Felsefe ise gerçekle ilgilenmez ve doğruyu arar ama Allah-merkezli
bir düşüncede olmayınca doğruyu bir türlü bulamaz ve aslında bulmak da istemez.
Çünkü felsefe de mutlak, kesin ve net olmayandan geçinir. Mutlak, kesin ve net
olan, felsefeyi de işsiz bırakır ve bitirir.
Her gerçeklik doğru değildir, olamaz. Ortada bir gerçek
vardır ama o şeyin olmuş olması doğru olmayabilir Meselâ atom bombası yada
güçlü bir bombanın varlığı gerçektir ama öyle bir bombanın olması doğru değildir.
Fakat modern-bilim bunu hiç tınlamaz. Çünkü o, gerçekliğin aldığı yeni şeklin
işe yarayıp-taramadığıyla ilgilenir. Allah’tan kopuk olduğundan dolayı anlamdan
da kopuk ve de ruhsuz olduğu için o gerçeklik nedeniyle yaşanan acıları dert
etmez ve umursamaz. Bu durum bir miktar felsefede de vardır. Maddî gerçeklikler
nedeniyle ortaya çıkan zararların yaşanması gerektiğini söyleyen yavşaklar
vardır.
Din ise “Mutlak Doğru Olan”dan gelir. Bu doğrular
gerçekleri de ortaya koyar. Sonuçta da mutlak, kesin ve net bilgi ve
dolayısıyla amel-eylem gerçekleşir. O-hâlde önemli olan gerçeklerden ziyâde
“doğrular”dır. Çünkü gerçeklikleri bile ortaya koyacak olan “doğrular”dır. Tabi
sünnetullah ve imtihan gereğince gerçekliklerin olması şarttır çünkü doğrulara
da ancak bu gerçeklikler üzerindeyken ulaşılabilir. Zîrâ ne de olsa bizim maddî
varlığımız da bir gerçekliktir, maddî gerçeklik. Fakat biz sâdece maddî
gerçeklikten ibâret değiliz ve bizim bir rûhumuz dolayısıyla bilincimiz de
vardır.
Şu davar ki modern-bilim, madde-ötesini de kapsayan
“doğruyu” yâni hakîkati inkâr etse de, gerçeğe ulaşmak için gerçek bir varlığı
olmayan şeyleri de kıllanır ki bunların doğruluk payları da en azından kesin
değildir. Meselâ doğada bir karşılığı yâni gerçek bir varlığı olmayan matematiği
kullanır. Oysa matematik sâdece bir kurgudur.
Aşırı gerçeklik içinde kalmak iyi bir şey
değildir. Çünkü aşırı gerçeklik içinde kalmak ve her-şeyi sâdece maddî
gerçeklik olarak kabûl etmek insanı “doğru”dan uzaklaştırır ve sonunda da
doğruyu inkâr ettirir. Dînin -yanlış olarak- maddî gerçeklikle ilgilenmediği
düşüncesi buradan gelir. Tabi İslâm maddî gerçeklikle ilgilenir ama %51
madde-ötesiyle yâni doğrularla daha çok ilgilenir. Allah işte bu nedenle insanı
sürekli olarak doğruya yöneltmek ister ve bunun yolunu da gösterir:
“Ve seni yol
bilmez iken, doğru yola yöneltip iletmedi mi?” (Duha
7).
“Dosdoğru bir
yol üzerinde(sin)” (Yâsîn 4).
(Sâdece Bana)
kulluk edin, doğru yol budur” (Yâsîn.61
En doğru söz Allah’ın
sözüdür (Kur’ân), en doğru amel ise Peygamber’in amelidir (Sünnet). Bunlar
kesin ve net doğrular ve gerçekliklerdir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ağustos 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder