“Yeryüzünde
gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona
uğradıklarını görsünler; üstelik onlar kuvvet bakımından kendilerinden daha
güçlüydüler. Göklerde ve yerde Allah’ı âciz bırakacak hiç-bir şey yoktur. Şüphesiz
O, bilendir, güç yetirendir” (Fâtır).
“Yaratılmış” olmak, âciz olmayı
zorunlu kılar. Âcizlikten müstesnâ olan tek varlık Allah’tır. Ancak Yaratıcı
âciz olmaz. Yaratılan ise “yaratılmış” olduğu için az da olsa acziyet taşır.
O-hâlde acziyet varlığın kaderdir.
Âciz olan ancak “âciz olmayan”a
bağlandığında acziyetten dolayı kendisinde bir eziklik duymaz. Allah’a
bağlanmayan yada O’nu kabûl etmeyenlerin bir acziyet durumunda çağıracakları ve
sığınacakları bir mercî olmaz.
Kanımca varlık içinde en âciz varlık
insandır:
“Allah (ağır
yükleri) sizden hafifletmek ister: (Çünkü) insan zayıf olarak yaratılmıştır” (Nîsâ
28).
İnsan zayıf olarak yaratıldığı gibi, sünnetullah ve imtihan
nedeniyle zorluklar arasında yaratılmıştır:
“Andolsun, biz
insanı bir zorluklar arasında yarattık” (Beled
4).
İnsanın zayıflığı, çevreye ve hayâta
çabuk uyum sağlayamaması ve sürekli olarak birilerinin yardımına ihtiyaç
duyması nedeniyledir. İnsan âciz olarak doğar, âciz olarak yaşar ve âciz olarak
ölür.
Tabi bu sâdece maddî yönden böyledir.
Fakat insan tek-kutuplu bir varlık değildir ve insana has olan bir rûh, kâlp,
akıl, bilgi ve bilinç sâhibidir. Eğer insan bunları kullanmazsa gerçekten
acziyet içinde kalır. Bu saydıklarımız kullanması durumunda ise Dünyâ’yı bile
değiştirebilecek güçte bir varlıktır. Meselâ Peygamberimiz “âlemlere rahmettir”
ve Dünyâ’yı değiştirmiş yada değişimi başlatmıştır. Bunu ise maddî yönden
ziyâde mânevî yönünü kullanarak yapmıştır. İnsan rûhunu, kâlbini, aklını ve
bilincini kullanarak devleşirken, bunları kullanmadığında, sınırlı güce sâhip
olan, üstelik zayıf yaratılışa sâhip olan maddî yönüyle ölmemek için çırpınır
durur. Öyle ki maddî bedenin istekleri ve ihtiyaçları hiç-bir zaman bitmez de
bu ihtiyaçları karşılamak için ömür-boyu didinir durur.
Modern insan, acziyetinin farkında
olmadan, “küçük dağları ben yarattım” havasındadır. Kendini ilah gibi
görmesinin ve elde ettikleriyle övünmesinin arkasında, kendisinden daha âciz
olanları öldürmesi, köleleştirmesi ve sömürmesi vardır. Modern insanın elinde
bir miktar güç biriktirmesinin arkasında, kızıl-derilileri öldürmesi ve mallarını
yağmalaması, kara-derilileri köleleştirmesi ve karın-tokluğuna bile olmayan
şartlarda çalıştırması ve sarı-derilileri de sömürdükçe sömürmesi vardır. Yâni
modern AB ve ABD acziyetten kurtulmayı Allah’a bağlanmakla ve O’na sığınmakla
değil de Dünyâ’yı elde etmekle aşabileceğini düşünmeye başladıktan sonra,
insanların çoğunu acziyet içinde bırakarak belli bir gücü elde edebilmiştir. Bu
gücü elbette insanlık yararına ve Allah rızâsı için değil, şeytanı, nefsi ve
tâğutları râzı etmek için kullanmaktadır. Zâten hırsızlıkla ve yolsuzlukla elde
edilen ancak şeytan yolunda kullanılabilir.
Modernizmin en çok âciz bıraktığı
toplumlar, modernizme meydan okuyan doğulu ve müslüman toplumlardır. Modernizme
karşı bilinçli bir karşı çıkışın arkasında, “rûhen acziyet içinde kalmak”tansa
“madden acziyet içinde kalmayı seçmek” düşüncesi ve inancı vardır. Tabi bu
rûhen acziyet içinde olanların anlayabileceği bir şey değildir.
İnsan,
fakirlik, hastalık, yetim ve öksüzlük, yalnızlık, belki nasipsizlik vs. gibi
nedenlerle kısa bir süreliğine yada bâzen ömür-boyu acziyet içinde kalabilir ve
bundan kurtulamaz da hayat-boyu acziyet içinde yaşamak zorunda kalabilir.
Acziyet içinde yaşamak ne kadar da zordur. Meselâ kas-iskelet sistemi
hastalıkları, felç, körlük, sağırlık, dilsizlik vs. gibi çeşitli eksiklik
durumlarında olan kişiler kendilerini ağır bir şekilde âciz hissederler. Hele
mevcut durumdan kurtulmanın imkansızlığı gerçeği buna tuz-biber eker. Fakat bu
kişiler bile acziyeti bir noktadan sonra kabûl etmeyip, bir de rûh, kâlp ve
bilinç sâhibi olduklarını hatırlayarak yapabileceklerini en azından bunlar
üzerinden yapmayı sürdürebilmelidirler. Böylece acziyeti büyük oranda aşabileceklerdir.
Çünkü bedenen nice acziyet içinde olanlar vardır ki Dünyâ’ya meydan
okuyabilecek cesârete sâhip olabilmektedirler. Nice iri-yarı olan sağlıklı ve
varlıklı kişilerin korkup ürktükleri şeyleri hiç çekinmeden yapabilmektedirler.
Modern insan
kendini “insanlığın gelebileceği en ileri uygarlık seviyesinde göre-dursun,
aslında târih boyunca hiç olmayacak şekilde acziyet içindedir. Öyle ki âciz
olan küçücük bir bebeğe bile bakamamakta ve ondan kurtulmak için çeşitli
çâreler aramış ve bulmuştur. Modern insan bebeklerine de yaşlılarına da bakamıyor
da kreşleri ve huzur-evleri denen huzursuzluk merkezlerini çâre olarak görüyor.
Bu çok büyük bir acziyettir. Modern insan, âciz olanlarla uğraşmak istemiyor.
Zîrâ âcizler kendisine acizliğini hatırlatıyor.
İnsanlar her-şeye
alıştıkları gibi zillete, âcizliğe ve hakârete de alışır. Fakat mü’minler için
bu yasaktır. Çünkü Allah varsa, îman varsa mutlakâ bir imkân ve sığınılacak bir
liman da vardır. İslâm, insanları âcizlikten kurtarmak için vardır. Tüm peygamberler
de insanları âcziyetten kurtarmak ve yol göstermek için gönderilmişlerdir. Tamam,
insan “yaratılmış” olduğu için acziyetten tümüyle kurtulamaz ve bu Allah’a
sığınmak için de bir vesîledir. Fakat insan mutlak anlamda acziyete
düşmemelidir ve acziyetten kurtulmak için Allah’a sığınmalı ve Allah’ın
kendisine verdiği artı özellikleri kullanarak âcizliği yenmelidir. Çünkü insan
ancak madden âcizken mânen de âcziyet içine düşerse kaybeder. İşte o zaman
acziyet içinde yaşamaya başlar.
Acziyetten kurtulmak öyle kerâmetle
yada mûcizeyle falan da olmaz. Bir şeyler yapmak şarttır. Halkın “büyük”
saydığı meşhûr evliyâlar(!), işlerini hep kerâmetle yapmışlardır. Çünkü
kerâmetten başka somut olarak yaptıkları bir şey yoktur. İki taşı üst-üste
koymaktan âciz olanların ünleri, sözde “gösterdikleri kerâmetleri”
nedeniyledir. Oysa kerâmet göstermek bile kerem-ikrâm etmekle olabilecek bir
şeydir. Siz ne kadar cömert ve ikrâm-sâhibi yâni kerâmet ehli olursanız işte o
zaman kerâmet göstermiş olursunuz. Kerâmet göstermek için olağan-üstü değil,
olağan ve mümkün olan bir şeyler yapmak gerekir.
Mûcize ise zâten “aklı âciz bırakan”
demektir. Âciz bırakan bir şeyi yaparak âcizlikten kurtulamazsının. Dolayısıyla
mûcize ve kerâmet denilen şey kişiyi âcizlikten kurtarmaz da daha çok acze
düşürür ve âciz bırakır. Zîrâ mûcizeler, aklın değil, îmânın konusudur.
Acziyet, sürece tâbi olmakla alâkalıdır.
Allah ise sürece tâbi değildir ve bir şeyin olmasını istediğinde o şeye sâdece
“ol” der ve o şey derhâl oluverir. Sicistâni; Allah’ın, yıldızları-göğü-yeri
belli bir süreç içinde yaratması düşüncesini bir acziyet olarak telâkki
etmiştir. Allah için bir “süreç”ten bahsedilemez. Allah “süreç” ile
kayıtlanamaz. Süreç; acziyet sâhibi insan/mahlûk için geçerlidir. Bu nedenle de
bir sürece tâbi olarak ortaya atılan kâinâtın ve insanın yaratılış süreçleri
teorileri (Big-Bang ve Evrim Teorisi), âciz olan insanların âciz kafaları ve
yargılarıyla acziyete yönelik olarak ortaya attıkları zırvalıklardan başkası
değildir. Âcizlikten berî olan Allah, âciz olmadığı için “ol” dediği anda
her-şey bir-anda kendini olmuş buluverir. Âciz olanlar bunu idrâk edemezler.
Evet; tüm yaratılmış varlık gibi insan da bir
yerden sonra mecbûren âcizdir. Bu acziyet hayâtının her noktasında karşısına
çıkar. Fakat bu âcziyetten kurtulmak da mümkündür. Bunun yolu ise “sâdece
Allah’a bağlanmak ve sığınmak” ve Allah’ın insana verdiği artı özellikleri
kullanarak bir ferâsetle ve cüretle adâletsizliğe, eşitsizliğe, haksızlığa,
ahlâksızlığa, küfre, şirke ve zulme bir eleştiri getirmek, îtiraz etmek ve
isyân yükseltmektir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ağustos
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder