“Allah’ın izni olmaksızın, hiç kimse için îman etme (imkânı) yoktur.
O, akıl erdir(e)meyenlerin üzerine iğrenç bir pislik bırakır” (Yûnus 100).
“Şüphesiz bu (vahiy)
kâlbi olan kimseler için bir uyarıdır” (Kâf 37).
“Aklın yolu birdir” sözü yanlıştır. Çünkü akıl, kuyumcu terâzisi gibi
şaşmaz-yanılmaz bir cevher değildir. Akıl kontrôl edilip yönlendirilmesi
gereken bir şeydir. Aksi-hâlde sapması kaçınılmazdır. Peki akıl ne ile kontrôl
edilip yönlendirilmelidir?. Akıl ancak, ondan daha üstün olan vahiy ile kontrôl
edilip yönlendirilmelidir. Vahyin kontrôlünde ve yönlendirmesinde olmayan akıl
mecbûren şeytanın, nefsin ve tâğutların kontrôlüne girmek zorunda kalacaktır.
Zîrâ üçüncü bir seçenek yoktur.
Evet; aklın yolu “bir” değil “iki”dir. Akıl ya Allah’ın, gaybın ve
vahyin kontrôlünde, yada şeytanın, nefsin ve tâğutların kontrôlü ve
yönlendirmesinde olur. Zâten üçüncü bir seçenek yoktur.
Târih boyunca insanlar aklını şeytan ve nefs yolunda da
kullanmışlardır ama aklın şeytan, nefs ve tâğutların kontrôlü ve
yönlendirmesine yoğun ve kitlesel olarak girmesi modernizm ile birlikte
başlamıştır. Modernler aklı bu şekilde kullanmayı üstün göre-dursun, aklın bu
şekilde kullanılması maddî ve mânevî anlamda insanlığa çok büyük zararlar
vermiştir-vermektedir.
İnsan ne kadar akıllı olursa-olsun, aklını vahye göre kullanmadığında mutlakâ
yanlış sonuçlara ulaşacaktır, ulaşmaktadır. 1. Ve 2. Dünyâ Savaşları’nı
çıkaranlar akıllarını vahiy-merkezli olarak değil eşer-merkezli kullananlardır
ki insanlık târihinin en yıkıcı savaşlarıdır bunlar.
Vahiy-merkezli olmadan aklın kullanılarak
her zaman doğruya ulaşılacağı yanlıştır. Bu aklı kim kullanırsa-kullansın
fark-etmez:
“Çünkü o bir düşündü, ölçtü biçti. Kahrolası, nasıl ölçüp biçti. Sonra
(yine) kahrolası nasıl ölçüp biçti. Sonra bir baktı. Sonra kaşlarını çattı ve
yüzünü ekşitti. Sonra da sırt çevirdi ve büyüklük tasladı (istikbar). Böylece:
‘Bu, yalnızca aktarılarak öğrenilen bir büyüdür’ dedi. ‘Bu, bir beşer sözünden
başkası değildir’ dedi”
(Müddesir 18-25).
Üstün zekâya sâhip bir Arap dâhisi olan Velid bin Muğire, burada
aklını vahiy-merkezli olarak kullanmayıp da nefis-merkezli kullanınca, vahyin
âyetleri belki de kâlbini etkilemiş olsa bile, çıkarına endekslenmiş olan beynini
yâni zekâ ve mantığını etkilemediğinden dolayı, apaçık bir nûr olan âyetler
için, “eskilerin masalları” deyivermişti. Fakat sonunda “eskilerin masalları”
dediği şey onu cehenneme yuvarladı. Çünkü Kur’ân eskilerin masalları değil,
Allah’ın apaçık âyetleridir ve ancak Allah’ın indirebileceği mesajlardan
oluşur. Şeytanın ve insanların böyle âyetler ortaya koyabilmeleri mümkün
değildir:
“De ki: Eğer bütün ins ve
cin (toplulukları), bu Kur’ân’ın bir benzerini getirmek üzere toplansa,
-onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile- bir benzerini getiremezler” (İsrâ 88).
Fakat aklını vahiy-merkezli olarak değil de nefis-merkezli olarak
kullananlara ne kadar delil de getirseniz onu anlamayacak ve kabûl
edemeyeceklerdir:
“İçlerinden seni
dinleyenler vardır; fakat biz onu fıkh-etmelerine engel olmak için kâlplerinin
üstüne kılıflar, kulaklarının içine de ağırlık koyduk. (Onlar) her mûcizeyi
görseler de yine ona inanmazlar. Hattâ sana geldiklerinde seninle tartışırlar;
o kâfirler: ‘Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir’ derler” (En-âm 25).
Akıl ancak madde üzerinde çalışabildiği için mecbûren sınırlı olmak
zorundadır. Çünkü o madde-ötesi alan hakkında vahye dayanmaksızın bir şey
söyleyebilecek çapta ve kapasitede değildir. Bu nedenle gaybın kapısına gelip
dayandığında etkisiz kalır: “Allah sizi
gayb üzerine muttalî kılacak değildir” (Âl-i İmran 179).
Beşerî zihniyete göre aklın yolu birdir ve o
da dünyevî merkezde olandır. Fakat aklı bu şekilde kullanmak “aklı sınırlı
kullanmak” demektir. Bu sınır, insanı tek-boyutlu olarak düşünmek ve kabûl
etmeye neden olduğu için insanı da sınırlamış olur ki bu sınır insanın Dünyâ’ya
bağlanmasına ve mâneviyattan uzaklaşmasına neden oluyor. Modern insanın
bunalımının nedeni budur. İslâm’a göre ise akıldan önce takvâ gelir ve takvâ
akıldan üstün olduğu için aklın takvâlı şekilde kullanılması esastır ve
önemlidir. Zâten cennet de akıl-üstünlüğüne değil, takvâ-üstünlüğüne sâhip
olanlara verilecek olan bir ödüldür:
“Fakat o cennet; biz, kullarımızdan takvâ sâhibi olanları (ona)
vârisçi kılacağız”
(Meryem 63).
Çünkü:
“…Allah katında sizin en üstün (kerîm) olanınız, (ırk, renk, soy,
servet ve akılca üstün olanınız değil) takvâca en ileride olanınızdır.
Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır” (Hucurât 13).
Evet; akıl ya beşerî-dünyevî merkezde yada
vahiy-merkezli olarak ancak iki şekilde kullanılabilir ve ikisinin yolu bir
değildir. Aklın yolu “iki”dir ve insan aklını ya vahiy-merkezli olarak, vahyin
kontrôlünde ve yönlendirmesinde, yada beşer-merkezli olarak, beşerin
kontrôlünde ve yönlendirmesinde kullanabilir.
Elbette akıl önemlidir ve Allah aklını
kullanmayanların üstüne pislik yağacağını söyler. Akıl özellikle Dünyevî alanda
ve amel-eylem aşamasında çok önemlidir. Lâkin akıl en üstün cevher ve
şaşmaz-yanılmaz bir şey değildir. Bu nedenle Allah “en üstün akıllılar”ın değil
de, “îman edip sâlih amel işleyenler”in “mutlu son”a ulaşacaklarını söyler:
“Îman edip sâlih amellerde bulunanlar; ne mutlu onlara. Varılacak
yerin güzel olanı (onlarındır)” (Ra’d 29).
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ağustos 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder