“Hayır; çünkü
o, Bizim âyetlerimize karşı kesin bir inatçıdır” (Müddesir 16).
“Hayır; inkâr
edenler, (kesintisiz) bir yalanlama içindedirler” (Burûc19)
İnat: Bir konuda ayak direme, sonuna değin direnme, diretme,
direnim. Birine karşı çıkma, aykırı davranma, karşı düşünce öne sürme, terslik,
aykırılık. Arapça nd kökünden gelen inad “inat etme, keyfi veyâ sübjektif olma”
sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça anad “ısrâr ve inat etti” fiilinin fial
vezninde masdarıdır. Bu fiil Arapça ind “taraf, sübjektif görüş” sözcüğünden
türetilmiştir.
îman
etmemenin yâni inkâr etmenin ana-nedeni yeterli bilgiye erişememek anlamında bilgisizlik
falan değildir. Meselâ Kur’ân’ın
indiği toplumda onu anlama sorunu yoktu fakat “ona inanmama” sorunu vardı.
Bunun nedeni ise; inat, tekebbür, taklit, cehâlet ve menfaat gibi sebeplerden
kaynaklanıyordu. Bu sorun hâlen devâm ediyor ve sorun hâlen bu
söylediklerimizden dolayı ortaya çıkıyor. Dolayısı ile inkârın ana-nedeni
“inat”tır.
Kâinatta
insandan başka inatçı ve dolayısıyla inkârcı bir varlık yoktur. Bunun delili,
kâinâtın şaşmaz bir düzen ve nizâm içinde hareket edip durmasıdır. Bir tek
insan inat eder ve inat ettiği için in kâr da eder. Aslında îman konusunda
inatçı insanlar mecbûren inkârcı olurlar. Çünkü inat etmeye başladığınızda
şeytan ve nefs hemen size fısıldamaya başlar ve îman yerine size farklı
argümanlar sunarlar ki işte insanın inadını devâm ettirip sürdürmesi bu
argümanlar ile olur. Şeytânî argümanlar, insanın “böyle bir seçenek de var”
düşüncesiyle inadına kendince bir meşruiyet kazandırır, bu da inadı
kuvvetlendirir.
Kör inat, insanı olmadık te’villere götürür.
Öyle ki, en olmadık te’viller ve yorumlar bile insana câzip gelmeye başlar.
Demek ki inat insanın kâlbini de etkilemeye başlıyor ve zihniyetini
değiştirebiliyor. Zihniyet değiştiğindeyse inat nefreti celb ediyor ve inat ve
nefret bir-araya geldiklerinde îmâna karşı inatla direnme başlıyor:
“…Hayır; onlar, bir azgınlık ve nefret
içinde inatla direniyorlar” (Mülk
21).
“Keçi gibi inatçı” tâbiri vardır. Peki
keçilere inçin inatçı derler?. Keçiler, evcilleştirilen ilk hayvanlardan
oldukları hâlde, vahşi yaşamdaki huysuzluklarını ve inatçılıklarını
bırakmamışlardır. Keçiler gerçekten de çok sevimli ve inatçı hayvanlardır. Öyle
ki, tırmanmaya karar verdikleri an gidemeyecekleri yer neredeyse yok gibidir.
“Keçi inadı” ifâdesi, Türkçede son derece inatçı ve kimseyi dinlemeyen bir
kişilik özelliğini betimlemek için kullanılır. Bu deyim, genellikle keçilerin
inatçı doğası ve kolay-kolay yönlendirilememeleri nedeniyle ortaya çıkmıştır.
Keçinin bilinen bu karakteristik özelliği, mecaz anlamda inatçı insanlar için
bir benzetme olarak dilimize yerleşmiştir. Keçi inadıyla hareket eden bir kişi,
kendi düşüncesinde o kadar sâbit ve kararlıdır ki, başkalarının tavsiyelerini
veyâ görüşlerini hiçe sayar ve genellikle kendi bildiğini okumakta ısrâr eder.
Bu durum bâzen olumlu bir özellik olarak görülse de, çoğunlukla kişinin
başkalarıyla iş-birliği yapma ve uyum sağlama yeteneğinin eksikliğine işâret
eder.
Bilgelerin dört zaaftan tamâmıyla beri olması
gerektiği söylenir: İzzeti-nefs, peşin hüküm, inat ve bencillik. Çünkü inat
sınırı aştığında ve kör inat olarak ortaya çıktığında hem bilgeliği hem de
amel-eylemi engeller.
İnat ve inkâr ancak acı azâbı görünceye yada
can köprücük kemiklerine dayandığında son bulur. Lâkin o-anda bunun kişiye bir
faydası olmaz. Zîrâ son dakîka îmânı “îman” değildir:
“O pek acı azâbı görünceye kadar ona
inanmazlar” (Şuârâ 201).
“Hayır; can, köprücük kemiğine gelip dayandığı
zaman, ‘son
müdâhaleyi yapacak kim’ denir. Artık gerçekten, kendisi de bir ayrılık olduğunu anlamıştır. Ölüm korkusundan
ayaklar birbirine dolaştığında; o gün sevk, yalnızca Rabbinedir. Fakat o, ne
doğrulamış ne de namaz kılmıştı. Ancak o, yalanlamış ve yüz çevirmişti. Sonra çalım satarak yakınlarına
gitmişti. Sen buna müstahaksın, dahasına müstahaksın” (Kıyâmet 26-34).
Firavun yıllarca inat edip inkâr
ettikten sonra boğulacak duruma gelince:
“Biz,
İsrâiloğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve
düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun):
‘İsrâiloğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım
ve ben de müslümanlardanım’ dedi” (Yûnus
90).
Fakat Allah ona Kur’ân’da şöyle cevap
verir:
“Allah’ın
(kabûlünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehâlet nedeniyle kötülük yapanların,
sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini
kabûl eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Nîsâ 17).
“Tevbe;
(inat ederek) ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan
birine ölüm çatınca: ‘Ben şimdi gerçekten tevbe ettim’ diyenler, ne de kâfir
olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır” (Nîsâ
18).
Görüldüğü gibi inat etmek ve sonuçta inkâr
içinde olmak affedilmiyor. Çünkü inat zannedildiği kadar basit ve hafif bir şey
değildir. Nasıl olsun ki; inkârın en önemli nedeni inattır. Allah, inat ederek
inkârcı olanlar için çarpıcı bir ifade kullanır ve şöyle der:
“Eğer
inkâr edecek olursanız, çocukların saçlarını ânında ağartan bir günde kendinizi
nasıl koruyacaksınız?”
(Müzzemmil 17)
Târih, mü’minlerle, inat nedeniyle inkârcı
olmuş olanların mücâdelesinin târihidir. İnat nedeniyle niceleri inkâr
bataklığına düşerek kaybetmiştir de ateşi boylamıştır. Unutulmasın ki cehennem,
inatçı inkârcılarla dolacaktır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ağustos 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder