7 Ağustos 2024 Çarşamba

İnat ve İnkâr

 

“Hayır; çünkü o, Bizim âyetlerimize karşı kesin bir inatçıdır” (Müddesir 16).

 

“Hayır; inkâr edenler, (kesintisiz) bir yalanlama içindedirler” (Burûc19)

 

İnat: Bir konuda ayak direme, sonuna değin direnme, diretme, direnim. Birine karşı çıkma, aykırı davranma, karşı düşünce öne sürme, terslik, aykırılık. Arapça nd kökünden gelen inad “inat etme, keyfi veyâ sübjektif olma” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça anad “ısrâr ve inat etti” fiilinin fial vezninde masdarıdır. Bu fiil Arapça ind “taraf, sübjektif görüş” sözcüğünden türetilmiştir.

 

îman etmemenin yâni inkâr etmenin ana-nedeni yeterli bilgiye erişememek anlamında bilgisizlik falan değildir. Meselâ Kur’ân’ın indiği toplumda onu anlama sorunu yoktu fakat “ona inanmama” sorunu vardı. Bunun nedeni ise; inat, tekebbür, taklit, cehâlet ve menfaat gibi sebeplerden kaynaklanıyordu. Bu sorun hâlen devâm ediyor ve sorun hâlen bu söylediklerimizden dolayı ortaya çıkıyor. Dolayısı ile inkârın ana-nedeni “inat”tır.

 

Kâinatta insandan başka inatçı ve dolayısıyla inkârcı bir varlık yoktur. Bunun delili, kâinâtın şaşmaz bir düzen ve nizâm içinde hareket edip durmasıdır. Bir tek insan inat eder ve inat ettiği için in kâr da eder. Aslında îman konusunda inatçı insanlar mecbûren inkârcı olurlar. Çünkü inat etmeye başladığınızda şeytan ve nefs hemen size fısıldamaya başlar ve îman yerine size farklı argümanlar sunarlar ki işte insanın inadını devâm ettirip sürdürmesi bu argümanlar ile olur. Şeytânî argümanlar, insanın “böyle bir seçenek de var” düşüncesiyle inadına kendince bir meşruiyet kazandırır, bu da inadı kuvvetlendirir.     

 

Kör inat, insanı olmadık te’villere götürür. Öyle ki, en olmadık te’viller ve yorumlar bile insana câzip gelmeye başlar. Demek ki inat insanın kâlbini de etkilemeye başlıyor ve zihniyetini değiştirebiliyor. Zihniyet değiştiğindeyse inat nefreti celb ediyor ve inat ve nefret bir-araya geldiklerinde îmâna karşı inatla direnme başlıyor:

 

“…Hayır; onlar, bir azgınlık ve nefret içinde inatla direniyorlar” (Mülk 21).

 

“Keçi gibi inatçı” tâbiri vardır. Peki keçilere inçin inatçı derler?. Keçiler, evcilleştirilen ilk hayvanlardan oldukları hâlde, vahşi yaşamdaki huysuzluklarını ve inatçılıklarını bırakmamışlardır. Keçiler gerçekten de çok sevimli ve inatçı hayvanlardır. Öyle ki, tırmanmaya karar verdikleri an gidemeyecekleri yer neredeyse yok gibidir. “Keçi inadı” ifâdesi, Türkçede son derece inatçı ve kimseyi dinlemeyen bir kişilik özelliğini betimlemek için kullanılır. Bu deyim, genellikle keçilerin inatçı doğası ve kolay-kolay yönlendirilememeleri nedeniyle ortaya çıkmıştır. Keçinin bilinen bu karakteristik özelliği, mecaz anlamda inatçı insanlar için bir benzetme olarak dilimize yerleşmiştir. Keçi inadıyla hareket eden bir kişi, kendi düşüncesinde o kadar sâbit ve kararlıdır ki, başkalarının tavsiyelerini veyâ görüşlerini hiçe sayar ve genellikle kendi bildiğini okumakta ısrâr eder. Bu durum bâzen olumlu bir özellik olarak görülse de, çoğunlukla kişinin başkalarıyla iş-birliği yapma ve uyum sağlama yeteneğinin eksikliğine işâret eder.

 

Bilgelerin dört zaaftan tamâmıyla beri olması gerektiği söylenir: İzzeti-nefs, peşin hüküm, inat ve bencillik. Çünkü inat sınırı aştığında ve kör inat olarak ortaya çıktığında hem bilgeliği hem de amel-eylemi engeller.

 

İnat ve inkâr ancak acı azâbı görünceye yada can köprücük kemiklerine dayandığında son bulur. Lâkin o-anda bunun kişiye bir faydası olmaz. Zîrâ son dakîka îmânı “îman” değildir:

 

O pek acı azâbı görünceye kadar ona inanmazlar” (Şuârâ 201).

 

Hayır; can, köprücük kemiğine gelip dayandığı zaman, ‘son müdâhaleyi yapacak kim’ denir. Artık gerçekten, kendisi de bir ayrılık olduğunu anlamıştır. Ölüm korkusundan ayaklar birbirine dolaştığında; o gün sevk, yalnızca Rabbinedir. Fakat o, ne doğrulamış ne de namaz kılmıştı. Ancak o, yalanlamış ve yüz çevirmişti. Sonra çalım satarak yakınlarına gitmişti. Sen buna müstahaksın, dahasına müstahaksın” (Kıyâmet 26-34).

 

Firavun yıllarca inat edip inkâr ettikten sonra boğulacak duruma gelince:

 

“Biz, İsrâiloğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): ‘İsrâiloğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de müslümanlardanım’ dedi” (Yûnus 90).

 

Fakat Allah ona Kur’ân’da şöyle cevap verir:

 

“Allah’ın (kabûlünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehâlet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabûl eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Nîsâ 17).

 

“Tevbe; (inat ederek) ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: ‘Ben şimdi gerçekten tevbe ettim’ diyenler, ne de kâfir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır” (Nîsâ 18).

 

Görüldüğü gibi inat etmek ve sonuçta inkâr içinde olmak affedilmiyor. Çünkü inat zannedildiği kadar basit ve hafif bir şey değildir. Nasıl olsun ki; inkârın en önemli nedeni inattır. Allah, inat ederek inkârcı olanlar için çarpıcı bir ifade kullanır ve şöyle der:

 

Eğer inkâr edecek olursanız, çocukların saçlarını ânında ağartan bir günde kendinizi nasıl koruyacaksınız?” (Müzzemmil 17)

 

Târih, mü’minlerle, inat nedeniyle inkârcı olmuş olanların mücâdelesinin târihidir. İnat nedeniyle niceleri inkâr bataklığına düşerek kaybetmiştir de ateşi boylamıştır. Unutulmasın ki cehennem, inatçı inkârcılarla dolacaktır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ağustos 2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder