7 Ağustos 2024 Çarşamba

Bana Amelini Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim

 

“Asra andolsun; Gerçekten insan, ziyandadır. Ancak îman edip sâlih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka” (Asr 1-3).

 

Akıl “bağ kuran” olarak her-şeyle bağ kurabilir. Eğer vahyin kontrôlü ve yönlendirmesinde değilse aklın her-şeyle bağ kurması kaçınılmazdır. Bu nedenle de insan akıl yönüyle değil, amel-eylem yönüyle gerçek anlamda tanınabilir. Tabi amel-eylem İslâm-merkezli olunca Allah’ın râzı olduğu amel ve eylem olunca ki hele bu amel ve eylem vahiy-merkezli olarak inşâ olmuş olan akılla yapılıyorsa kemâle erer ki Allah da insanları işte böyle bir amel eyleme yönlendirir.

 

Davranışlarda ve amel-eylemde üçüncü bir şık yoktur ve amel-eylemde ya îman edenler gibi yada inkâr edenler gibi davranışlarda bulunursunuz ve ikisinden birine göre yaşarsınız ki bu sizin aslında ne ve kim olduğunuzu ortaya apaçık şekilde koyar. Hakîkat davranışlarla ortaya konulduktan sonra siz istediğiniz iddiâyı savunun yine de değişen bir şey olmayacaktır. Çünkü insanlar sizin davranışlara bakacağı gibi, Allah da değerlendirmede amel-eyleminize bakar.

 

Hani “cephede kazandık ama masada kaybettik” sözü var ya; Müslümanlar, dindarlar ve bir dîne bağlı olanlar için bu her alanda böyledir. İlmî alanda da böyledir. Dîne bağlılık akıldan ve ilimden ziyâde amele-eyleme bağlılıktır. İnsan, amel-eylemi bırakıp da modernizmin bir dayatması olarak ve amelden koparak bilgiyi merkeze alması ile amel-eyleme alan kalmayınca geriye bilgi ve ilim kalmıştır. Dindarlar elbette işin lafazanlığını yapmayı hem sevmezler hem de sonuç alınamayacak olan ve her yöne çekilip esnetilebilecek olan bilgiyle sınırlı ölçüde ilgilenirler. Diğerleri ise amel-eylem ile değil de bilgi ile ilgilendikleri için çoğunluğun yaptığı beyin fırtınalarıyla ortaya çıkan zırvalıklara meyletmezler. Mesele budur.

 

İlminiz ve amel-eyleminiz arasında bir çelişki olmazsa siz ilminiz ile de tanınırsınız. Fakat ne ve kim olduğunuz ilimden ziyâde amel-eyleminiz ile açığa çıkar. “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” sözü vardır. Bu sözde “bir kişinin aklının seviyesi yaptığı işte görünür” anlamındadır. Zîrâ laf ve söz üzerine yorum yapılabilir ama amel ve eylemin yorumu olmaz ve amel ve eylem ne ise odur. O-hâlde insan hem insanlar hem de Allah açısından söylediklerinize göre değil, yaptıklarınıza göre değerlendirilir.

 

Yaşam-şekliniz ve yaptıklarınız şüphe kaldırmaz, ne yapıyorsanız osonuzdur çünkü rôl yapmak da sürekli olacak bir şey değildir. Küpün içinde ne olduğu, “sızdırdıklarına göre” anlaşılır, yoksa küpün üstünde, içeriği hakkında yazılan şeye bakılarak değil.

 

Söz ve laf eğilip-bükülebilen bir şeydir, lafı istediğiniz gibi çevirebilirsiniz. Dürüstlük lafa bakılarak anlaşılamaz ve kabûl edilmez, amel-eylem, hele sürekli yapılan davranışlar insanın tanınmasını sağlayan asıl görüntülerdir.

 

Söylem ve eylemler birbirlerini tuttuklarında ise her-şey netleşir ve bir kişinin ne olduğu apaçık şekilde ortaya çıkar ve insanın ne olduğu belli olur. Zâten bir kişi yaptığı şeyi sürekli yapıyorsa o kişiye o şeye inanıp-inanmadığı bile sorulmaz, ama söylemine rağmen söylemine uygun davranmıyorsa ondan herkes şüphe eder.

 

Agnostikler “biz teist değiliz ama ateist de değiliz, çünkü tanrının var yada yok olduğunu bilemeyeceğimizi söylüyoruz” derler. Böylece iki taraftan da olmadıklarını söylerler. Fakat davranışta tesitler gibi değil de ateistler gibi yaşıyorlar ve davranıyorlar. Hâlbuki emin değilseniz ve “ikisi de olabilir” diyorsanız, o zaman düzenli olmasa ve ara-sıra da olsa teistler gibi en azından bâzı ibâdetleri yapmanız gerekir. Fakat böyle yapmıyorlar ve tam da ateistler gibi yaşıyorlar. Lâkin ben sizin lafınıza niye güveneyim ki!. Ben sizin ne olduğunuzu anlamak için amel, eylem ve davranışlarınıza bakarım. Çünkü insanın ne olduğu lafına değil, amel-eylemine bakılarak ortaya çıkar ve anlaşılır. Amel ve eylem ya îmâna göre yada îmansızlığa göre olur, üçüncü bir seçenek yoktur. Peki agnostiklere soralım; “bilemeyiz” diyerek üçüncü bir ihtimâl ortaya atıyorsunuz da, niçin amel, eylem ve davranış olarak üçüncü bir şıkınız yok?. Olamaz da ondan. Çünkü amel-eylemde üçüncü bir şık yoktur. Zîrâ amel-eylem yoruma açık değildir ve neyse odur. Bu nedenle de amel-eyleminiz sizin ne olduğunuzu gösterir. O-hâlde bana amel-eyleminizi söyleyin, sizin kim olduğunuzu söyleyeyim.

 

Demek ki pratik hayatta agnostisizm geçersizdir. Çünkü o bir iş-güzarlıktır ve sâdece laf-ebeliği yapmak için kullanılabilir. Bir türlü iknâ ve tatmin olamayan ve bir türlü îman etmeye yanaşmayanların sarıldığı bir safsatadan başka bir şey değildir. Agnostikler bildiğiniz ateistlerdir. Çünkü ateist gibi yaşamaktadırlar.

 

“Protagoras’a göre her insan, başka bir insan olduğu için ve kimse Dünyâ’ya aynı perspektiften bakmadığı, aynı kişi olmadığı için, her insan kendi doğrusunu tecrübe eder. Dolayısıyla, ortada ne kadar çok insan varsa, o kadar çok doğru ve yanlış vardır” derler. Fakat amel-eylemde iş değişir. Amel ve eylemde herkesin farklı bir amel-eylemi olmaz. Çünkü amel-eylem o kadar da çeşitlenemez. Zâten amelin yorumu olmaz, çünkü hem tek başına hem de toplu olarak aynı amel işlenebilir. Meselâ cemaatle kılanların hepsinin değişik görüşü olabilir ama yaptıkları şeyler aynı yada benzer olduğu için herkesin görüşü birbirlerinden tam zıt olacak şekilde ayrı olamaz.

 

Söz uçar yazı kalır” derler fakat söz uçup gittiği gibi yazı da yanıp gidebilir. Fakat amel-eyleme bir şey olmaz. Çünkü ameli eylem ve davranışlarınız kalıcıdır ve bu nedenle de Allah sizi amel-eyleminize göre değerlendirip hesâbınızı da ona göre yapacaktır. Siz ölmüş olsanız bile yaptıklarınızı yapmamış olamazsınız. Düşünceleriniz, fikirleriniz, söylemleriniz, yazdıklarınız vs. hepsi yok olur ve unutulur gider ama yaptıklarınız kalıcıdır. Bu en azından Allah için böyledir. Gün gelir bildiklerinizi bilmez durumuna düşebilirsiniz, fakat hiç-bir zaman yaptıklarınızı yapmamış durumuna düşemezsiniz.

 

Hayâtında hiç limon görmemiş ama limon hakkında bir milyon tâne kitap okumuş kişinin limon hakkındaki bilgisi, herhangi birinin limonu bir kere yalaması kadar olamaz. Hakîkî ve kesin bilgi limonu bir kere yalayıvermekle kazanılırken, hiç limon görmemiş yada hiç limon yalamamış bir kişi, bir milyon tâne kitap bilgisine sâhip olunsa da o bilgiyi kazanılamaz. Çünkü limonu yalamak, onun hakkında bilgi-sâhibi olmaktan üstündür. Zîrâ amel, bilmeden ve ilimden üstündür. Tek bir amel-eylem, milyonlarca boş lafa bedeldir.

 

Kur’ân Arapça ve herkesin anlayabileceği kolaylıkta bir kitaptır ama zekâ seviyesinde problem olan yada daha düşük anlayışa sâhip olanlar için ortada bir adaletsizlik ve dezavantaj olmaz. yoktur. Çünkü İslâm Dîni’nin bir Peygamberi vardır ve o, dîni hayatta uygulamakla ve “güzel örneklik”i ortaya koymakla görevlidir. Peygamberimiz, Kur’ân’ın “en güzle örneklik” dediği şekilde Kur’ân’ı hayatta uygulamış ve hâkim kılmıştır ki, amel-eylem olarak bu uygulama herkes için aynıdır. O-hâlde akıl-zekâ seviyesi düşük olanlar, eğer “güzel örneklik” denilen Sünnet’e uyuyorlarsa ve ona göre amel ve eylemde bulunuyorlarsa, o kişi İslâm’ı en şekilde yaşamış olacağı için bir sorun kalmaz. Çünkü ilim de amel-eylem ortaya koymak için vardır. Zâten amel ve eylemin, ilmin pratiği yapıldığı için  ilim kazandırma özelliği de vardır ama, ilmin amele-eyleme yöneltme yönü olsa da bu çok fazla olmaz. İşte bu nedenle İslâm târihinde Kur’ân’dan ziyâde Sünnet’e uymak yaygınlaşmıştır. Çünkü insanların çoğunun ilim yoluna düşmesi hem mümkün değildir hem de çoğu insan buna yatkın değildir. Sünnet, tam da “Kur’ân’a göre bir yaşayış” olduğu için ortada bir sorun görülmemiştir. Tabi “sünnet” diyerek uydurulan bir-çok herze de olmuştur.   

 

İslâm söze karşı îmânı ve sâlih ameli ortaya koyarlar. Mekke müşriklerinin o kadar dalga geçmelerine ve mantık yürütmelerine karşı yapılan şey polemiğe girmektense amel-eylem ortaya koymak olmuştur. Sonunda müslümanlar gün geçtikçe büyürken, müşrikler ise zayıflayıp gitmiştir. İşte şimdi de sorun budur. Müslümanlar amel-eylemden koparak bilgi alanına geçiyorlar yada çekiliyorlar fakat bu alanda hem azınlık oldular hem de ortama geç girdikleri için zayıf kalmaktadırlar. Hâlbuki amel-eyleme dönülse ve ahlâk, adâlet ve hakîkat ikâme edilse her-şey bambaşka olabilecektir.

 

Öyle bilgiç-bilgiç konuşanlara bakıp da onlara çok da imrenmeyin. Eğer bildikleri ile amel etmiyorlarsa söylediklerinin çok da bir anlamı ve önemi yoktur. Çünkü bilgilerinin sağlaması henüz yapılmamıştır. Bilginin sağlaması ise ancak amel ve eylem ile yapılabilir. Kur’ân böyleleri için şöyle der.

 

“Onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) sanki onlar (sütun gibi) dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler. (Bu dayanıksızlıklarından dolayı da) her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakının. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar” (Münâfikûn 4).

 

Neden “kütük gibidirler” diyor?. Çünkü amale-eyleme dönmeyen şeyin ancak odun kadar değeri olur.

 

Bir önermenin “pratikte geçerli” olmasıyla, “teoride geçerli” olması arasında fark vardır. Teoride geçerli olan pratikte  geçerli olmayabilir. Bu nedenle Allah amel, eylem ve davranışlarımıza balar.

 

Bilenlerle bilmeyenler bir olmaz ve bilmek ve ilim elbette çok ön emlidir. Fakat amel ilimden üstündür. Çünkü kişinin ve bir fikrin ne olduğu ancak amel-eyleme döndüğünde ve davranış olarak gözüktüğünde belli olur. Demek ki insanı tanımanın en doğru ve kesin yolu, o kişinin lafına değil de amel, eylem ve davranışlarına bakarak anlaşılabilir.

 

O-hâlde bana amelini söyle ki, sana kim olduğunu söyleyeyim. 

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ağustos 2024

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1 yorum:

  1. Rahman ve Rahim olan Allâh’ın adıyla
    Ey iman sahipleri! Allah'a ve âhıret gününe inanmadığı halde, insanlara riya için malını infak eden kişi gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve eza etmek suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak varken tepesine şiddetli bir yağmur inip kendisini cascavlak bırakmış yalçın bir kayanın haline benzer. Böyleleri, kazandıklarından hiç bir şey elde edemezler. Allah, küfre sapan bir topluluğu doğruya ve güzele kılavuzlamaz.
    ( 2 - BAKARA 286/264. Ayet )
    Ebû Ümâme el-Bâhilî"nin naklettiğine göre, bir adam Hz. Peygamber"e (sav) geldi (ve bazı sorular sordu)... Sonra Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Allah sadece samimi bir şekilde ve kendi rızası gözetilerek yapılan amelleri kabul eder.”

    (Nesâî, Cihâd, 24)

    YanıtlaSil