6 Aralık 2023 Çarşamba

Hakîkatin Gürültüsü, Bâtılın Dinginliği

 

“De ki: Hak geldi, bâtıl yok oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur” (İsrâ 81).

 

Dingin: Devinmeyen, kımıldamayan, hareketsiz duran, durgun, kımıltısız. Sâkin, taşkınlığı, telâşı olmayan, coşku göstermeyen, durgun, sessiz.

 

Hem genel anlamda tüm Dünyâ insanlarında hem de aslında kendilerine İslâm tarafından ağır sorumluluklar ve görevler yüklenmiş olan müslümanlarda “her-şeyden kaçarak, hiç-bir şeye ve hiç kimseye karışmadan, kavgasız, gürültüsüz-patırtısız, sessiz-sedâsız, bir dinginlik, huzûr ve neşe içinde yaşamak” diyebileceğimiz bir düşünce, istek ve özlem var. Üstelik bunu düşünmeyi ve istemeyi mâsum ve iyi bir düşünce, istek ve “yapılacak en doğru şey” olarak görüyorlar.

 

Peki böyle bir yaşamın Dünyâ’da karşılığı var mı?. Allah bizi “Dünyâ’da böyle yaşasınlar” diye mi yarattı?. Herkes bu şekilde yaşayabilir mi?. İnsanda bir nefsin de bulunduğunu ve şeytanın etkisinde olduğunu düşündüğümüzde sorunsuz bir yaşam mümkün olur mu?. En önemlisi de, böyle bir yaşamın bir anlamı, önemi ve amacı var mıdır?. “Îman ettim” diyerek ve “kıl beşi bil işi” şeklinde bir İslâm olur mu?. Elbette bu soruların hepsinin de cevâbı “hayır!” olacaktır. Çünkü Allah Kur’ân’da şöyle der:

 

“Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?. Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, berâberindeki mü’minlerle; ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır” (Bakara 214).

 

“Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırdetmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Âl-i İmran 142).

 

“İnsanlar, (sâdece) ‘îman ettik’ diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2).

 

Bu âyetlerden sonra şunu söyleyebiliriz ki, “huzûr İslâm’da” sözü aslında “huzûr İslâm’la” şeklinde olmalıdır. Allah’ın huzûruna yüz-akıyla ancak İslâm ile çıkılabilir ve cennetteki o huzûra da ancak İslâm ile ulaşılabilir. İslâm üzere olmak ise, yukarıdaki âyetlerle karşılaşmayı gerektirir. Zîrâ İslâm, uzak-doğu dinleri gibi her-şeyden vazgeçip, bir köşeye çekilip de huzûr içinde yaşamayı kabûl etmez. İsterse bu yaşam, günahsız, lekesiz ve herkesin alkışladığı ve örnek gösterdiği bir yaşam olsun, yine de fark etmez. Peygamberimiz, peygamberlikten önce işte böyle bir insan olmasına rağmen Allah o’nu bu hâl üzere bırakmadı da ona ağır sorumluluklar ve yükler yükledi. Artık ondan sonra hayâtı boyunca yoğun bir uğraş içinde bulundu. Öyle ki, son nefesini vermeden az-önce savaş için bir ordu tertiplemişti. Peygamberimiz bize “güzel bir örnek” olarak gösterildiğine göre, o-hâlde biz de aynı uğraş ve sorumluluklar ile yükümlüyüz demektir. Zâten Kur’ân da insana ağır sorumluluklar yükler ve icâbında malları ve canları ortaya koymayı gerektirir. Bu yüzden insanın huzûr kaçar ve dinginliği bozulur. Evet, huzur İslâm’dadır. İslâm, kişiyi, Dünyâ’daki imtihanı başarıyla bitince âhirette cennete ve huzûra taşır.

 

Modern müslümanlar, “düzeltmek ve ıslah” noktasında, hiç-bir şeyi kırıp-dökmeden, hiç gürültü-patırtı yapmadan bir düzeltmenin olabileceğini zannediyorlar. Oysa insanlık-târihinde yaşanmış (Belki Hz. Yûnus’un ikinci görev yeri ve kavmi istisnâ tutulacak olursa) sessiz-sedâsız ve gürültüsüz-patırtısız yapılmış bir “düzeltme” örneği yoktur. Sapmalardan ve fitne-fesattan kaynaklanan bir zulmün ve şirkin, güzellikle, sessiz-sedâsız, gürültüsüz-patırtısız bertarâf edilip düzelmesi pek mümkün de değildir. Zâten eğer böyle bir şey mümkün olabilseydi bunu yapabilecek olanlar ilk başta, ahlâk timsâli ve tebliğ ve dâvetin önderleri peygamberler olurdu

 

Şu âyet varken sessiz-sedâsız bir müslümanlık nasıl olacaktır?:

 

“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: ‘Rabbimiz, bizi halkı zâlim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir velî (koruyucu sâhib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla’ diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?” (Nîsâ 75).

 

Bu âyet mecbûren sessiz-sedâsız olmayı iptâl edecektir. Çünkü bu âyetin hakkını vermek ve işin gereğini yapmak için harekete geçmek ve biraz gürültü çıkarmak gerekecektir. Bu bağlamda Malcolm X şöyle der: Hayâtımın erken dönemlerinde öğrendim ki eğer bir şeyi istiyorsan, biraz gürültü yapsan iyi olur”.

 

İnsanlar sessiz-sedâsız bir yaşam özlemiyle, apaçık hak yerine bâtılı seçebiliyor ve doğruyu savunmak yerine yanlışı savunabiliyorlar. Kavga-gürültü çıkmasın diye hak yerine bâtılı savunmak ve doğru yerine yanlış tarafta olmak ne kadar doğru bilmiyorum. Bir hakkı açığa çıkarmaktan ve söylemekten, “arada kalmayayım” diye imtinâ ediyor. Fakat bu-arada hak söylenmemiş ve ortaya dökülmemiş oluyor. Kimseyi kızdırmayalım ve kendimizi de sıkıntıya sokmayalım diyerek sürekli olarak doğruyu, hakkı ve gerçeği söylememek yada yapmamak bir çeşit kâfirlik ve münâfıklıktır.    

 

İnsanlık târihi, hak-bâtıl mücâdelesi ve savaşımı târihidir. Bu mücâdele elbette, tartışmaya, kavgaya ve gürültüye neden olacaktır. Çünkü İslâm şunu ister ve emreder: Gökleri, Dünyâ’da tabiatı, hayvanâtı hattâ insanın fizîki yapısını nasıl ki “sâdece O” düzenleyip idâre ediyorsa; insanlar arasındaki sosyâl hayâtı, ekonomiyi ve siyâseti de ‘sâdece O’ belirlesin ve düzenlesin”. Bütün gürültü işte bundan dolayı kopuyor ve kopmalıdır da. Zîrâ sosyâl, kültürel, ekonomik, hukûkî, kânûnî, askerî, siyâsî vs. her alanda Allah’a göre hareket edilmediğinde, Allah hesâba katılmadığı ve işe karıştırılmadığında işe insan karışacak ve ortalığı fitne-fesat kaplayacaktır. Bu da tersinden bir gürültünün ve patırtının ortaya çıkmasına neden olacaktır. Sonuçta da Dünyâ’nın yarısının huzûru adamakıllı kaçacaktır. Böyle olunca bir müslümanın her-şeyden kaçıp dingin ve huzurlu bir yaşaması arzulaması ve özlemesi absürd olacaktır. Zîrâ İslâm Dîni bireysel ve bencil bir din değildir.  

 

Modern insan, “iyi insan olmanın ölçüsü” olarak, “kimseye ve hiç-bir şeye karışmayan ve huzûr ve dingin şekilde yaşayan insanlar”ı târif ediyor. Etliye-sütlüye, iyiye-kötüye, hakka-bâtıla karışmayanlar “iyi insan” olarak görülüyor ve kabûl ediliyor. Fakat iyiliğin ölçüsünü insanlar değil, her-şeyi bilen Allah belirler. Allah iyiliğin târifini şöyle yapmıştır:

 

“Yüzlerinizi doğu’ya ve batı’ya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitab’a ve peygamberlere îman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefâ gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttakî olanlar da bunlardır” (Bakara 177).

 

Yüklenilmesi gereken bir yükü yüklenmekten ve hakîkati omuzlamaktan kaçınan, “huzûrumuz kaçmasın” diyerek doğruyu, hakkı, hakîkati ve gerçeği söylemekten imtinâ eden, gürültünün çıkması gereken yerde gürültü yapmayan ve dinginliği bozup sıkıntı verecek şeyleri yapmayanlar Kur’ân’da sert şekilde uyarılır:

 

“Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir?. Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir; Yada açlık gününde doyurmaktır, yakın olan bir yetimi, veyâ sürünen bir yoksulu. Sonra îman edenlerden, sabrı bir-birlerine tavsiye edenlerden, merhâmeti bir-birlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır (Ashâb-ı Meymene)” (Beled 11-18).

 

Bu âyetler, İslâm’ın, bâtılın dinginliği içinde değil, hakîkatin gürültüsü içinde yaşamanın önemli olduğunu gösterir. Çünkü bu Dünyâ “imtihan dünyâsı”dır ve imtihan kaçınılmazdır. İmtihanın olduğu yerde ise zorlukların olması kaçınılmazdır.

 

Sessiz-sedâsız, dingin ve huzurlu bir yaşamı hayâl edenler ve özleyenler, Dünyâ’da “bulunuyorlar” fakat “yaşamıyorlar” demektir. Çünkü yaşamak, “gürültü çıkartmaktır”. Hakîkati söylemek ve hâkim kılmak, gürültüsüz-patırtısız olacak şey değildir ve hiç-bir zaman da olmamıştır.

 

Bir tanıdığım bana bir gün bir mesaj atmıştı ve mesajında, “Allah hepimizi, depremden, selden, âfetlerden, hastalıktan, kavgadan, belâdan, kötülüklerden” vs. insanın başına yaşamı boyunca mutlakâ gelecek olan ne kadar olumsuz şey varsa sayarak, “Allah bizi bunlardan korusun” demişti. Ben bu duâya âmin demedim. Çünkü bahsedilen şeyler ancak cennette olur. Dünyâ imtihan dünyâsıdır ve imtihandan ve sınanmaktan kaçış yoktur. Bu sayılanlar yaşadığımız müddetçe mutlakâ yavaş-yavaş başımıza gelecektir. Bu yüzden de mesaja, Kur’ân’ın öğrettiği gibi; “Allah bize kaldıramayacağımız yükler yüklemesin” diyerek yanıt verdim.

 

Gürültüden-patırtıdan sonuna kadar kaçmak mümkün değildir. Hiç-bir gürültü olmasa bile kış gelir ve yağmurlu bir günde gök büyük bir gürültüyle ve tüm şehri aydınlatacak bir ışıkla gürleyiverir. Çünkü gök-gürültüsü büyük bir gürültü yapar. Gürlediğinde de insanın dinginliği bozuverir. Aslında bu ses, “rahmet” dediğimiz suyun geliyor olduğunun işâretidir. Hayâtın olmazsa-olmazı olan ve o şırıl-şırıl akan su bile büyük bir gürültü ile birlikte gelmektedir. Allahn rahmeti bile büyük bir gürültü eşliğinde gelirken gürültüden-patırtıdan çok korkarak dinginliğe doğru kaçmak iş değildir. Çünkü böyle bir dünyâda olacak dinginlik, “hakîkatin gürültüsü”ne karşı “bâtılın dinginliği” olacaktır.

 

Bu Dünyâ’da yapılacak şey; ya peygamberlerin yaptığı gibi yoğun bir şekilde ilim, tebliğ ve dâvet ile uğraşıp belli bir süre sonra da icâbında tüm malı ve mülkü ortaya koyarak kâfirle, şirk, küfür ve zulümle çatışıp, vurmak-vurulmak ve şehit veyâ gâzi olmak; yada “bana ne, neme lâzım” diyerek bir deniz kenarında sessizliğin ve dinginliğin huzûruyla kendinden geçmektir. İşte imtihan bunun imtihanıdır. Tercih, iki seçenekten birini seçmektir.

 

Bu-bağlamda, hakîkatin gürültüsünden kaçarak ve uzaklaşarak, televizyon, telefon ve internetin olmadığı ve hiç-bir kötü haber almadığınız sessiz, sâkin, yeşillikler içinde, masmâvi deniz manzarası eşliğinde bir yerde herkesten ve her-şeyden uzak kalabilirsiniz ve dingin bir şekilde yaşayabilirsiniz. Fakat bilin ki bu sessizlik ve dinginlik, “bâtılın sessizliği ve dinginliği” olacaktır.

 

Hakîkatin dinginliği ise ancak cennette olacaktır. O-hâlde mü’minler, Dünyâ’da cenneti anlamsızlaştıracak şekilde yaşayamazlar.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2023

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder