“Hırsız erkek ve hırsız
kadının, (çalıp) kazandıklarına bir karşılık, Allah’tan, ‘tekrarı önleyen bir
cezâ’ olmak üzere ellerini kesin. Allah üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet
sâhibidir” (Mâide 38).
“Şüphesiz insan çok
hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır” (Meâric 19).
Hırs, maddeyle yâni
dünyevî-beşerî şeylerle alâkalıdır ve sınırsızlığı ifâde eder. Eğer hırstan söz
ediliyorsa bir sınırsızlıktan bahsediliyor demektir. Çünkü hırsın tatmin olup
da durabileceği bir yer yoktur. Hırs: “Şiddetli ve bencil istek, arzu ve tutku”
demektir. Hırslı insanın gözünü ancak bir parça toprak doyurur. İslâm ise,
hırsı sınırlar yada yok edip, îmânı ve takvâyı yanî sorumluluk bilincini ve
Allah korkusunu öne çıkarır. Mü’minler, din ve Dünyâ konusunda hırsla değil,
îman ve takvâ ile hareket eder. Bu nedenle bir İslâm devletinde, hırsızlığa
verilen cezânın da etkisiyle hırsızlık pek görülmez.
Hırsızlığın
nedeni aslında hırstır. Hırslı olmayanlar hırsızlık yap(a)mazlar. Fakat hırslı
kişi hırsızlık yaparak da olsa hırslı olduğu şeyi elde etmek için hırsızlık dâhil
her-şeyi yapabilir. Hırs, sınırsız bir duygudur. Hırs kişiyi hırsızlığa iter ve
hırs zâten ancak hırsızlıkla yatıştırılabilir. Çünkü emek, hırsı azaltır. Zîrâ
emek, bir şeyi elde etmenin bir sınırı olduğunu öğretir. Emek ile ancak belli
bir miktardaki şeye sâhip olabilirsiniz. Bu da emek veren kişiyi hırstan uzak
tutar yada aşırı hırslı olmasını engeller. Bu nedenle emek veren kişi hırsızlık
da yapmaz.
Hırslı
kişiler hayırsız kişilerdir. Zâten hırsız kelimesini ortaya çıkaran köklerden
birinin de “hayr-sız” olduğu söylenir. Türkçe sözlükte hırsız, “başkasının
malını çalan kimse, uğru” olarak tanımlanır. Târihi ve Etimolojik Türkiye
Türkçesi Lügati’nde ise hırsız sözcüğüne, “kânun dinlemeyen, âsi, yaramaz,
hayırsız, eşkıyâ, başkasının malını çalan, mal gasp eden” şeklinde karşılık
verilerek “ḫayr+sız” şeklinde sözcüğün kökenine dâir bir değerlendirmede
bulunulmuştur. Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü’nde hırsız sözcüğü için, “Kırgız
(bir Türk topluluğu)-dan kırgız-hırsız (Kırgızların ılgarcı, saldırıcı, alıp
kaçıcı olmalarından) k-h dönüşümü ve ır (utanma, sıkılma) bundan “ırsız”
(utanmaz, sıkılmaz, saygısız) türemiş olarak kabûl edip sözün kökü kır/hır-ır
bağlantısı içine alınmıştır. kalıyor.” Türkçe sözlükte hırsız sözcüğüyle
bağlantılı olabilecek hırlı sözcüğü de yer almakta ve “işinde doğru, uslu, iyi
(kimse)” anlamı verilmiştir. Bir kimsenin ahlâkı, kişiliği hakkında kuşku
duyulduğunda kullanılan biz söz olarak kır + sız olarak, “yüzü görünmeyen,
görünüşü olmayan” şeklinde düşünmek hem fonetik hem de semantik açıdan
mümkündür.
Fakat
aslında hırsızlığı ortaya çıkaran temel neden “hırs”tır. Hırsını
dizginleyemeyenler mutlakâ bir çeşit hırsızlık yaparlar.
Modernizm bir hırsızlık
uygarlığıdır. Modernizm-merkezli hemen her-şey, bir yalanın ve hırsızlığın
üzerine kurulmuştur. Modernizm, hırsızlık ve kandırmacanın profesyonelleşmiş
hâlidir. Modern akıl çağı, hırsızlıkla başlamıştır. Rönesans, reform,
aydınlanma, sanâyileşme ve modernizm süreçleri hırsızlığa dayanır. Bu
hırsızlığı ortaya çıkaran şey ise hırstır. Daha önce Haçlı Seferleri’ni
yaptıran şey de hırs idi. Peki hırs nasıl ortaya çıkar ve fazlalaşır?. Hırs,
dünyevîleşmekle ortaya çıkar. Her türlü nîmetin bolca verileceği cennet
düşüncesi yâni âhiret inancı ve bilinci, imtihanın ve sorumluluk sâhibi olmanın
zorluğu nedeniyle azalınca ve kaybolunca “Dünyâ’yı cennete çevirme” düşüncesi
ortaya çıkmaya başlar ve insan, dünyevîleşme arzusu ve tutkusuyla hırs yapar.
Bu hırs bir-şekilde tatmin edilmelidir. Fakat hırs emek ile tatmin edilebilecek
bir şey olmadığı için hırsızlığı ortaya çıkarır yada hırsızlığı arttırır.
İşte batı
ve batı’lı insan, âhiret bilinci ve inancından uzaklaşmanın sonunda dünyevîleşince
ve hırs yapınca, bu yoğun hırs nedeniyle mecbûren yapacağı şey olan hırsızlığa
yönelmiş ve Amerika’da kırmızı derililer olan kızılderilileri öldürmüş,
altınlarını, gümüşlerini ve mallarını çalmış, Afrika’da siyah derili olan
zencileri köle edinerek ve emeklerini çalarak sömürmüş ve sömüremediğinde
öldürmüş, uzak-doğuda ise sarı derili olan çekik gözlü insanları sömürgeye tâbi
tutarak emeklerini çalmış, topraklarını ellerinden almıştır. Yâni hırsın vermiş
olduğu aşırı istek, arzu ve tutku ile hırsızlığın her türlüsünü yapmıştır.
Fakat bu durum onun hırsını yatıştırmadığı gibi daha da fazlalaştırmıştır. Bu,
hırsızlığın da artmasına neden olmuştur-oluyor.
Üzerlerine azap gelen
kavimlerin işledikleri günahların tümü ve daha fazlası şu-an modern dünyâda
modern insan tarafından hırsla işlenen günahlardır. Helâk olan kavimler hep
hırslarının kurbânı olmuştur. Şirk ve küfür bile, hırsızlığı örtmek ve başka
şeylere dikkat çekerek perdelemenin bir sonucudur.
Hırsızlık, mağdur tarafı
büyük sıkıntılara mâruz bırakabilmekte ve bu nedenle de insanların psikolojileri
bozulabilmektedir. Sâdece maddî değil, psikolojik ve mânevî sorunlar da ortaya
çıkarmaktadır. Bu nedenle İslâm hırsızlığa “elin kesilmesi” şeklinde hem ferdi
ve toplumsal olarak hırsızlığı bitirecek yada en minimum seviyeye indirecek,
hem de mağdur taraf -hırsızı eğer affetmemişse- adâletin yerine geldiğini görünce
yüreği soğuyacak ve adâletin sağlamış olduğu güveni ve huzûru duyacaktır. Bu
nedenle âyette hırsızlığa verilen cezâ olan el kesmenin “en etkili ve ideâl
cezâ”” olduğu söylenir. Lâkin; İslâm’da “altyapı” hazırlanmadan emirler
indirilmez ve kişiyi suçtan uzak tutacak ortam ve koşulular hazırlanmadıkça
cezâlar da uygulanmaz yada ilk başta telkin ve öğüt devreye girer. Çünkü İslâm’da,
seküler sistemlerde olduğu gibi, kişiyi hem kışkırtarak ve çâresiz bırakarak
hırsa ve hırsızlığa yöneltmek hem de cezâ vermek yoktur. Adam açlıktan dolayı
hırsızlık yaptıysa cezâ veril(e)mez ve hattâ bu cezâ onun patronuna yada
hırsızlık yapan kişinin yaşadığı bölgedeki insanlara kesilir. Çünkü İslâm’da
herkes birbirinden sorumludur. İslâm’da komşusu açken tok yatmak olmaz. Fakat
iş ortamı, öğüt verme ve tüm imkânlar sağlanmasına rağmen bir hırsızlık
olmuşsa, hırsızın eli kesilir. Hele ki çalınan şey “kamu malı” ise yâni meselâ
açık bir yolsuzluk yapılmışsa cezânın uygulanması tartışılmaz bile.
Kur’ân’daki cezâlar, Kur’ân’ın
tüm zamanlarda uygulanmasını emrettiği cezâlardır ve suç sâbit ise ve mağdur,
suçluyu bir şekilde affetmemişse cezâların uygulanması kesinlikle gerçekleşir
ve cezâlar “en kısa zamanda” uygulanır. Tabî ki bu cezâların olmazsa-olmazı, bu
cezâları açıkça anayasasına yazmış ve zâten anayasası Kur’ân olan bir İslâm Devleti’nin
olması-bulunması şartıdır. Aksi-hâlde; lâik-seküler-demokratik devletlerde ve
sistemlerde bu cezâlar “vahye göre” uygulanmaz ve hattâ bâzen ve bâzı kişiler
için hiç uygulan(a)maz. Zenginler, makam-mevki sâhipleri, ünlü kişiler ve
hatır-gönül sâhipleri bir-şekilde bu cezâlardan genelde muaf tutulurlar ve bu
muâfiyet bir şekilde hasır-altı edilir. Gerçi herkesin görüp-bilip durduğu
şeyler ve kişiler için de açıkça ayrımcılıklar yapılabiliyor. Bu adâletsizliğe
istediğiniz kadar îtirâz ve isyân etseniz de bir şey çıkmaz. Zîrâ beşerî
sistemlerde kânun koyucu olan Allah değildir ve bâzıları için ayrımcılığa sâhip
olan yürürlükteki kânunları, o yolsuzluğu yapanlar ve onlara göz yumanlar hep
birlikte çıkarmıştır. Bunlar kendi aleyhlerine olacak kânunlar çıkaracak
değiller ya!. Niye çıkarsınlar ki?. Oysa İslâm’da kim olursa-olsun, eğer mağdur
tarafından affedilme yoksa, o kişiye kesinlikle had uygulanır. Peygamberimiz
meselâ hırsızlık için; “hırsızlığı kızım Fâtıma da yapsa elini keserim” demiştir.
Yine bir sözünde Peygamberimiz: “Sizden önceki kavimlerin helâk olmasının
nedeni, bir suçu zengin ve soylu(!) olanlar işlediğinde affedilmesi, ama fakirler-garibanlar
işlediğinde cezâlandırılmasıydı” der.
İşte günümüzde de Dünyâ’nın
tüm doğal zenginlikleri ve hammaddeleri, bir avuç küresel sermâyedar hırslı ve
şerefsiz âileler ve insanlar tarafından hırsızlıkla sömürülmektedir. Tabi
bunlar da yine eski sömürgenler gibi hırsızlıklarını modern küfür ve şirk ile
perdelemektedirler. Böyle olduğu için de sömürülen insanlar, yapılan hırsızlığı
fark edememekte ve bu nedenle de hırsını ilah edinmiş olan bu hırsızların hırsızlık
taktiklerini câhilce övmekte ve onlara imrenerek onlar gibi hırslı ve hırsız
olmayı düşlemektedirler. İslâmî sistem hâricinde lâik-seküler demokrasi,
kapitâlist-liberâl özgürlükçü küresel adâletsiz ekonomi düşüncesi ve
uygulaması, adâletten, ahlâktan ve îzandan yoksun ideoloji, felsefe ve
düşünceler ve de modern olan ne varsa hepsi de, bahsettiğim şerefsiz aşırı
hırslı hırsızların hırslarını tatmin edebilmek için yaptıkları hırsızlıkları
örtme ve bunlar üzerinden yaptıkları hırsızlıkları sürdürme yöntemleridir.
Aptal, ahmak, câhil ve din düşmanı insanlar da, hırsızların ortaya çıkardığı bu
Allahsız din, düşünce, ideoloji ve izmlere meftûn ve râm olmakla ve bunları
savunmakla bu şerefsiz hırsızlara çanak tutmuş oluyorlar. Allah bu şerefsiz
hırsızlara şöyle der:
“Malı ‘bir yığma tutkusu
ve hırsıyla’ seviyorsunuz” (Fecr
20).
“Sonra da o hırsla daha
da arttırmamı umar” (Müddesir 15).
Hırs ve
hırsızlık bulaşıcıdır. Hırsızların yanında bulunursanız ve onlara destek
olursanız size de hırsızlık bulaşmaya başlar. Çünkü it ile yatan pireyle kalkar.
Hırs ve hırsızlık
ile ilişkili şeyler yaparsanız hırs ve hırsızlık size hoş görünmeye başlar.
Hırslı olmanın bedeli,
hırslı kişinin hedefine ulaşamadığında ve bir umut kalmadığında kısa sürede
tükenmesi ve ölmesidir. Hırslı insanlar bir umut kalmadığında çabucak soluverirler.
Maddî hırslar mânevi
değerleri blôke etmişse, “insanlar insanlığından çıkmış” demektir.
En büyük sefillik, nefsin
peşinden hırsla koşmaktır.
Hırsızlar
berâber olduğu insanların bir süre sonra kimyâsını bozar ve onları da kendilerine
benzetirler.
Hırsın panzehiri, takvâ ve ölüm
korkusudur.
Tüm
hırsızları hayâli “büyük hırsız” olabilmektir, böyle bir hırsları vardır. Çünkü
hırsızlıkla kazanılan para kişiyi bir türlü iknâ ve tatmin etmez de daha
fazlasını isteyip durur. Hem büyük hırsız olunca artık “hırsız” diye değil, “büyük
yatırımcı”, “hayırsever”, “iş-insanı”, “demokrasi kahramânı” vs. olarak bilinir
ve böyle anılırsınız.
Dünyâ şu-anda, “hırs”ın
kuşatması altındadır. Dünyâ’yı dibine kadar yaşama hırsı, âhiret şüphesinden
kaynaklanır.
İktidâra yaklaştıkça “iştah”
artar. İştah arttıkça “hırs” artar, hırs arttıkça “din” azalır, diz azalınca
ise kişiyi hırsızlık yapmaktan alıkoyacak bir şey kalmaz.
Batı gibi zengin olmak ve
refah içinde yaşamak istiyorsanız; hırsızlık, sömürü ve köle ticâreti yapmanız
gerekir.
Dünyâ’ya istikâmet veren
modern-bilim ve teknoloji, “hırsızlık”ın yanlış olduğunu dinden bağımsız olarak
delillendiremez.
İnsanlar, resmî olan hırsa
ve hırsızlığa göz yumuyor.
Demokrasi bir “hırs
kavgası”dır. Hırsızlığa karşı bir şey dememe ideolojisidir. Çünkü demokrasilerde
hırsızları insanlar kendisi seçer. Kendisi seçtiği için yapılan hırsızlıklara
bire şey diyemez, yada “çalsın ama az çalsın” gibi ahmakça sözler söyler.
İslâm’ın hâkim ve iktidâr
olmadığı ülkeler, “kleptokrasi” (hırsızlık) rejimi ile yönetilir.
Kapitâlizm
çok çalışıp üretenlerin değil, şeytânî zekâya sâhip hırslı hırsızların
sistemidir.
Hırsızlar, çaldıklarıyla
zenginleşince, malını çaldıkları kişilerin fakirlikleriyle alay ederler. Kur’ân
bunları ifşâ ederek şöyle der:
“Hayır; aksine, siz
yetime ikrâm etmiyorsunuz. Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik
etmiyorsunuz. Mîrâsı, sınır tanımaz (helâl-haram aldırmaz) bir tarzda
yiyorsunuz. Malı ‘bir yığma tutkusu ve hırsıyla’ seviyorsunuz” (Fecr 17-20).
“Bırak onları; yesinler,
yararlansınlar, boş ümit oyalasın onları; yakında bilecekler” (Hicr 3).
“Demiri pas, insanı hırs
bitirir” derler. Hırsın panzehiri ise takvâdır. Takvânın olduğu yerde hırs ve
hırsızlık olmaz.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder