21 Aralık 2023 Perşembe

Hırs-ızlık Üzerine

 

“Hırsız erkek ve hırsız kadının, (çalıp) kazandıklarına bir karşılık, Allah’tan, ‘tekrarı önleyen bir cezâ’ olmak üzere ellerini kesin. Allah üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Mâide 38).

 

“Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır” (Meâric 19).

 

Hırs, maddeyle yâni dünyevî-beşerî şeylerle alâkalıdır ve sınırsızlığı ifâde eder. Eğer hırstan söz ediliyorsa bir sınırsızlıktan bahsediliyor demektir. Çünkü hırsın tatmin olup da durabileceği bir yer yoktur. Hırs: “Şiddetli ve bencil istek, arzu ve tutku” demektir. Hırslı insanın gözünü ancak bir parça toprak doyurur. İslâm ise, hırsı sınırlar yada yok edip, îmânı ve takvâyı yanî sorumluluk bilincini ve Allah korkusunu öne çıkarır. Mü’minler, din ve Dünyâ konusunda hırsla değil, îman ve takvâ ile hareket eder. Bu nedenle bir İslâm devletinde, hırsızlığa verilen cezânın da etkisiyle hırsızlık pek görülmez.

 

Hırsızlığın nedeni aslında hırstır. Hırslı olmayanlar hırsızlık yap(a)mazlar. Fakat hırslı kişi hırsızlık yaparak da olsa hırslı olduğu şeyi elde etmek için hırsızlık dâhil her-şeyi yapabilir. Hırs, sınırsız bir duygudur. Hırs kişiyi hırsızlığa iter ve hırs zâten ancak hırsızlıkla yatıştırılabilir. Çünkü emek, hırsı azaltır. Zîrâ emek, bir şeyi elde etmenin bir sınırı olduğunu öğretir. Emek ile ancak belli bir miktardaki şeye sâhip olabilirsiniz. Bu da emek veren kişiyi hırstan uzak tutar yada aşırı hırslı olmasını engeller. Bu nedenle emek veren kişi hırsızlık da yapmaz.

 

Hırslı kişiler hayırsız kişilerdir. Zâten hırsız kelimesini ortaya çıkaran köklerden birinin de “hayr-sız” olduğu söylenir. Türkçe sözlükte hırsız, “başkasının malını çalan kimse, uğru” olarak tanımlanır. Târihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lügati’nde ise hırsız sözcüğüne, “kânun dinlemeyen, âsi, yaramaz, hayırsız, eşkıyâ, başkasının malını çalan, mal gasp eden” şeklinde karşılık verilerek “ḫayr+sız” şeklinde sözcüğün kökenine dâir bir değerlendirmede bulunulmuştur. Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü’nde hırsız sözcüğü için, “Kırgız (bir Türk topluluğu)-dan kırgız-hırsız (Kırgızların ılgarcı, saldırıcı, alıp kaçıcı olmalarından) k-h dönüşümü ve ır (utanma, sıkılma) bundan “ırsız” (utanmaz, sıkılmaz, saygısız) türemiş olarak kabûl edip sözün kökü kır/hır-ır bağlantısı içine alınmıştır. kalıyor.” Türkçe sözlükte hırsız sözcüğüyle bağlantılı olabilecek hırlı sözcüğü de yer almakta ve “işinde doğru, uslu, iyi (kimse)” anlamı verilmiştir. Bir kimsenin ahlâkı, kişiliği hakkında kuşku duyulduğunda kullanılan biz söz olarak kır + sız olarak, “yüzü görünmeyen, görünüşü olmayan” şeklinde düşünmek hem fonetik hem de semantik açıdan mümkündür.

 

Fakat aslında hırsızlığı ortaya çıkaran temel neden “hırs”tır. Hırsını dizginleyemeyenler mutlakâ bir çeşit hırsızlık yaparlar.   

 

Modernizm bir hırsızlık uygarlığıdır. Modernizm-merkezli hemen her-şey, bir yalanın ve hırsızlığın üzerine kurulmuştur. Modernizm, hırsızlık ve kandırmacanın profesyonelleşmiş hâlidir. Modern akıl çağı, hırsızlıkla başlamıştır. Rönesans, reform, aydınlanma, sanâyileşme ve modernizm süreçleri hırsızlığa dayanır. Bu hırsızlığı ortaya çıkaran şey ise hırstır. Daha önce Haçlı Seferleri’ni yaptıran şey de hırs idi. Peki hırs nasıl ortaya çıkar ve fazlalaşır?. Hırs, dünyevîleşmekle ortaya çıkar. Her türlü nîmetin bolca verileceği cennet düşüncesi yâni âhiret inancı ve bilinci, imtihanın ve sorumluluk sâhibi olmanın zorluğu nedeniyle azalınca ve kaybolunca “Dünyâ’yı cennete çevirme” düşüncesi ortaya çıkmaya başlar ve insan, dünyevîleşme arzusu ve tutkusuyla hırs yapar. Bu hırs bir-şekilde tatmin edilmelidir. Fakat hırs emek ile tatmin edilebilecek bir şey olmadığı için hırsızlığı ortaya çıkarır yada hırsızlığı arttırır.

 

İşte batı ve batı’lı insan, âhiret bilinci ve inancından uzaklaşmanın sonunda dünyevîleşince ve hırs yapınca, bu yoğun hırs nedeniyle mecbûren yapacağı şey olan hırsızlığa yönelmiş ve Amerika’da kırmızı derililer olan kızılderilileri öldürmüş, altınlarını, gümüşlerini ve mallarını çalmış, Afrika’da siyah derili olan zencileri köle edinerek ve emeklerini çalarak sömürmüş ve sömüremediğinde öldürmüş, uzak-doğuda ise sarı derili olan çekik gözlü insanları sömürgeye tâbi tutarak emeklerini çalmış, topraklarını ellerinden almıştır. Yâni hırsın vermiş olduğu aşırı istek, arzu ve tutku ile hırsızlığın her türlüsünü yapmıştır. Fakat bu durum onun hırsını yatıştırmadığı gibi daha da fazlalaştırmıştır. Bu, hırsızlığın da artmasına neden olmuştur-oluyor.

 

Üzerlerine azap gelen kavimlerin işledikleri günahların tümü ve daha fazlası şu-an modern dünyâda modern insan tarafından hırsla işlenen günahlardır. Helâk olan kavimler hep hırslarının kurbânı olmuştur. Şirk ve küfür bile, hırsızlığı örtmek ve başka şeylere dikkat çekerek perdelemenin bir sonucudur. 

 

Hırsızlık, mağdur tarafı büyük sıkıntılara mâruz bırakabilmekte ve bu nedenle de insanların psikolojileri bozulabilmektedir. Sâdece maddî değil, psikolojik ve mânevî sorunlar da ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle İslâm hırsızlığa “elin kesilmesi” şeklinde hem ferdi ve toplumsal olarak hırsızlığı bitirecek yada en minimum seviyeye indirecek, hem de mağdur taraf -hırsızı eğer affetmemişse- adâletin yerine geldiğini görünce yüreği soğuyacak ve adâletin sağlamış olduğu güveni ve huzûru duyacaktır. Bu nedenle âyette hırsızlığa verilen cezâ olan el kesmenin “en etkili ve ideâl cezâ”” olduğu söylenir. Lâkin; İslâm’da “altyapı” hazırlanmadan emirler indirilmez ve kişiyi suçtan uzak tutacak ortam ve koşulular hazırlanmadıkça cezâlar da uygulanmaz yada ilk başta telkin ve öğüt devreye girer. Çünkü İslâm’da, seküler sistemlerde olduğu gibi, kişiyi hem kışkırtarak ve çâresiz bırakarak hırsa ve hırsızlığa yöneltmek hem de cezâ vermek yoktur. Adam açlıktan dolayı hırsızlık yaptıysa cezâ veril(e)mez ve hattâ bu cezâ onun patronuna yada hırsızlık yapan kişinin yaşadığı bölgedeki insanlara kesilir. Çünkü İslâm’da herkes birbirinden sorumludur. İslâm’da komşusu açken tok yatmak olmaz. Fakat iş ortamı, öğüt verme ve tüm imkânlar sağlanmasına rağmen bir hırsızlık olmuşsa, hırsızın eli kesilir. Hele ki çalınan şey “kamu malı” ise yâni meselâ açık bir yolsuzluk yapılmışsa cezânın uygulanması tartışılmaz bile.

 

Kur’ân’daki cezâlar, Kur’ân’ın tüm zamanlarda uygulanmasını emrettiği cezâlardır ve suç sâbit ise ve mağdur, suçluyu bir şekilde affetmemişse cezâların uygulanması kesinlikle gerçekleşir ve cezâlar “en kısa zamanda” uygulanır. Tabî ki bu cezâların olmazsa-olmazı, bu cezâları açıkça anayasasına yazmış ve zâten anayasası Kur’ân olan bir İslâm Devleti’nin olması-bulunması şartıdır. Aksi-hâlde; lâik-seküler-demokratik devletlerde ve sistemlerde bu cezâlar “vahye göre” uygulanmaz ve hattâ bâzen ve bâzı kişiler için hiç uygulan(a)maz. Zenginler, makam-mevki sâhipleri, ünlü kişiler ve hatır-gönül sâhipleri bir-şekilde bu cezâlardan genelde muaf tutulurlar ve bu muâfiyet bir şekilde hasır-altı edilir. Gerçi herkesin görüp-bilip durduğu şeyler ve kişiler için de açıkça ayrımcılıklar yapılabiliyor. Bu adâletsizliğe istediğiniz kadar îtirâz ve isyân etseniz de bir şey çıkmaz. Zîrâ beşerî sistemlerde kânun koyucu olan Allah değildir ve bâzıları için ayrımcılığa sâhip olan yürürlükteki kânunları, o yolsuzluğu yapanlar ve onlara göz yumanlar hep birlikte çıkarmıştır. Bunlar kendi aleyhlerine olacak kânunlar çıkaracak değiller ya!. Niye çıkarsınlar ki?. Oysa İslâm’da kim olursa-olsun, eğer mağdur tarafından affedilme yoksa, o kişiye kesinlikle had uygulanır. Peygamberimiz meselâ hırsızlık için; “hırsızlığı kızım Fâtıma da yapsa elini keserim” demiştir. Yine bir sözünde Peygamberimiz: “Sizden önceki kavimlerin helâk olmasının nedeni, bir suçu zengin ve soylu(!) olanlar işlediğinde affedilmesi, ama fakirler-garibanlar işlediğinde cezâlandırılmasıydı” der.

 

İşte günümüzde de Dünyâ’nın tüm doğal zenginlikleri ve hammaddeleri, bir avuç küresel sermâyedar hırslı ve şerefsiz âileler ve insanlar tarafından hırsızlıkla sömürülmektedir. Tabi bunlar da yine eski sömürgenler gibi hırsızlıklarını modern küfür ve şirk ile perdelemektedirler. Böyle olduğu için de sömürülen insanlar, yapılan hırsızlığı fark edememekte ve bu nedenle de hırsını ilah edinmiş olan bu hırsızların hırsızlık taktiklerini câhilce övmekte ve onlara imrenerek onlar gibi hırslı ve hırsız olmayı düşlemektedirler. İslâmî sistem hâricinde lâik-seküler demokrasi, kapitâlist-liberâl özgürlükçü küresel adâletsiz ekonomi düşüncesi ve uygulaması, adâletten, ahlâktan ve îzandan yoksun ideoloji, felsefe ve düşünceler ve de modern olan ne varsa hepsi de, bahsettiğim şerefsiz aşırı hırslı hırsızların hırslarını tatmin edebilmek için yaptıkları hırsızlıkları örtme ve bunlar üzerinden yaptıkları hırsızlıkları sürdürme yöntemleridir. Aptal, ahmak, câhil ve din düşmanı insanlar da, hırsızların ortaya çıkardığı bu Allahsız din, düşünce, ideoloji ve izmlere meftûn ve râm olmakla ve bunları savunmakla bu şerefsiz hırsızlara çanak tutmuş oluyorlar. Allah bu şerefsiz hırsızlara şöyle der:   

 

“Malı ‘bir yığma tutkusu ve hırsıyla’ seviyorsunuz” (Fecr 20).

 

“Sonra da o hırsla daha da arttırmamı umar” (Müddesir 15).

 

Hırs ve hırsızlık bulaşıcıdır. Hırsızların yanında bulunursanız ve onlara destek olursanız size de hırsızlık bulaşmaya başlar. Çünkü it ile yatan pireyle kalkar.

 

Hırs ve hırsızlık ile ilişkili şeyler yaparsanız hırs ve hırsızlık size hoş görünmeye başlar.

 

Hırslı olmanın bedeli, hırslı kişinin hedefine ulaşamadığında ve bir umut kalmadığında kısa sürede tükenmesi ve ölmesidir. Hırslı insanlar bir umut kalmadığında çabucak soluverirler.

 

Maddî hırslar mânevi değerleri blôke etmişse, “insanlar insanlığından çıkmış” demektir.

 

En büyük sefillik, nefsin peşinden hırsla koşmaktır.

 

Hırsızlar berâber olduğu insanların bir süre sonra kimyâsını bozar ve onları da kendilerine benzetirler.

 

Hırsın panzehiri, takvâ ve ölüm korkusudur.

 

Tüm hırsızları hayâli “büyük hırsız” olabilmektir, böyle bir hırsları vardır. Çünkü hırsızlıkla kazanılan para kişiyi bir türlü iknâ ve tatmin etmez de daha fazlasını isteyip durur. Hem büyük hırsız olunca artık “hırsız” diye değil, “büyük yatırımcı”, “hayırsever”, “iş-insanı”, “demokrasi kahramânı” vs. olarak bilinir ve böyle anılırsınız.

 

Dünyâ şu-anda, “hırs”ın kuşatması altındadır. Dünyâ’yı dibine kadar yaşama hırsı, âhiret şüphesinden kaynaklanır.

 

İktidâra yaklaştıkça “iştah” artar. İştah arttıkça “hırs” artar, hırs arttıkça “din” azalır, diz azalınca ise kişiyi hırsızlık yapmaktan alıkoyacak bir şey kalmaz.

 

Batı gibi zengin olmak ve refah içinde yaşamak istiyorsanız; hırsızlık, sömürü ve köle ticâreti yapmanız gerekir.

 

Dünyâ’ya istikâmet veren modern-bilim ve teknoloji, “hırsızlık”ın yanlış olduğunu dinden bağımsız olarak delillendiremez.

 

İnsanlar, resmî olan hırsa ve hırsızlığa göz yumuyor.

 

Demokrasi bir “hırs kavgası”dır. Hırsızlığa karşı bir şey dememe ideolojisidir. Çünkü demokrasilerde hırsızları insanlar kendisi seçer. Kendisi seçtiği için yapılan hırsızlıklara bire şey diyemez, yada “çalsın ama az çalsın” gibi ahmakça sözler söyler.

 

İslâm’ın hâkim ve iktidâr olmadığı ülkeler, “kleptokrasi” (hırsızlık) rejimi ile yönetilir.

 

Kapitâlizm çok çalışıp üretenlerin değil, şeytânî zekâya sâhip hırslı hırsızların sistemidir.

 

Hırsızlar, çaldıklarıyla zenginleşince, malını çaldıkları kişilerin fakirlikleriyle alay ederler. Kur’ân bunları ifşâ ederek şöyle der:

 

“Hayır; aksine, siz yetime ikrâm etmiyorsunuz. Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Mîrâsı, sınır tanımaz (helâl-haram aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz. Malı ‘bir yığma tutkusu ve hırsıyla’ seviyorsunuz” (Fecr 17-20).

 

“Bırak onları; yesinler, yararlansınlar, boş ümit oyalasın onları; yakında bilecekler” (Hicr 3).

 

“Demiri pas, insanı hırs bitirir” derler. Hırsın panzehiri ise takvâdır. Takvânın olduğu yerde hırs ve hırsızlık olmaz.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık  2023

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder