“Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da)
büyüklenmiş ve oranın halkını bir-takım fırkalara (kategorilere) ayırıp bölmüştü; onlardan bir
bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri
bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı. Biz ise, yeryüzünde güçten
düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mîrasçılar kılmak
istiyorduk. Ve (istiyorduk ki) onları yeryüzünde iktidar sâhipleri olarak
yerleşik kılalım, Firavun’a, Hâmân’a ve askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi
gösterelim” (Kasas 4-6).
“Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar vâr
etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere
oradaki rızıkları dört günde takdir etti” (Fussilet 10).
Kategori: “Aralarında herhangi yönden benzerlik yada
ilgi bulunan şeylerin tümü, eş-türden nesneler, insanlar bölümü, grup”.
Târih
boyunca insanlar birbirlerini, doğumundan ölümüne kadar kategorize etmiştir ve
etmeye de devâm ediyor. Hangi ırktan, kavimden ve milletten olduğu, nereli ve
neresinden olduğu, nerede yaşadığı, kimin oğlu-kızı olduğu, evi, eşyâsı,
arabası, işi, nerede okuduğu ve eğitimi, kiminle evli olduğu, ne iş yaptığı (ki
modernizmde en önemlisi de budur), geliri, serveti-birikimi, çocukları ve
onların yaşam-şekilleri, bildiği diller, bilgi birikimi, boyu-posu, kaşı-gözü,
fiziği, makâmı-mevkisi, nihâyet mezarı yâni kısaca tüm yaşamı kategorize edilir
ve benzer olanlar aynı gruplar arasına sokularak diğerlerinden
farklılaştırılarak. Yine; lâik, seküler, demokratik, kapitâlist, liberâl,
komünist, sosyâlist, faşist, feminist, sağcı-solcu, LGBT, kadın-erkek,
zengin-fakir, güzel-çirkin, küçük-büyük, şişman-zayıf, vs. türlü-türlü
kategoriler oluşturulmuştur.
Kategorileştirme
belli bir noktaya kadar doğaldır ve faydalıdır da. Fakat bu, kişilerin kast
sisteminde olduğu gibi “aşırı farklılaştırmak ve bambaşka görmek” olmaya
başladığında iş değişir ve toplumu birbirine düşman etmeye başlar. Bu durum
kategorileşmeyi çok fazlalaştırır ve yeni kategoriler ortaya çıkmamaya başlar. Üstelik her kategori de kendini üstün
ve değerli görmeye, diğerini ise aşağı ve kötü görmeye başlar.
Allah ise
insanları maddeden, eşyâdan ve nîmetlerden faydalanmada “rızıkta eşitlik”
diyerek eşit kılmış, fakat her insana da, “insanlar yeteneklerini hayatları
içinde ortaya çıkarıp geliştirsinler” diyerek farklı yetenekler vermiştir. Lâkin
özellikle modern zamanlarda hem tek-tipleştirme hem de aşırı kategorileştirme
nedeniyle insanların çoğu, doğuştan gelen yeteneklerini açığa çıkarabilecek ve
kullanacak fırsatları ve ortamı yakalayamadığı için bu yetenekler açığa
çıkamamakta ve gelişememektedir. O-hâlde kategorileştirme iyilik değil kötülük
ve zulüm oluşturmaktadır. Zîrâ insanlar hem doğal yeteneklerini kullanamamakta
hem de yeteneğini geliştirip de sergileyemediği için tek-tipleştirilerek
sınırlı bir gelire ve yaşam-şekline mahkûm bırakılmaktadır.
İnsanı Allah
kategorilere ayırdığında eşitlik bozulmazken; insan kategorileştirince eşitlik
de adâlet de bozulmaktadır. Zâten adâletsizlik işte bu doğala, normâle ve
fıtrata aykırı yapılan kategorileştirme nedeniyle olmaktadır. Allah için önemli
olan insanların boyu-posu, işi, evi, eşyâsı, malı-mülkü vs. değildir. Allah
insanları bunlarla ölçmez ve değerlendirmez. Allah için üstün insan “takvâca
üstün olan”dır: “…Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerîm) olanınız,
(ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvâca en ileride olanınızdır. Şüphesiz
Allah bilendir, haber alandır” (Hucurât 13).
Eşitliği bozacak
kategorileştirmeyi başlatan şeytandır: “Hani Rabbin, Meleklere: ‘Muhakkak
ben, yeryüzünde bir halife vâr edeceğim’ demişti” (Bakara 30) hitâbıyla ve:
“Ve meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ dedik. İblis hâriç (hepsi) secde ettiler.
O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu” (Bakara 34) âyeti
ile şeytanın emre uymaması ile başlayan ve şeytanın, bu emre uymamasının nedeni
olarak: “(Allah) dedi: ‘Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan
neydi?’ (İblis) Dedi ki: ‘Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise
çamurdan yarattın” (A’raf 129) sözü ile karşılık vermesi ve çamur-ateş
kategorileştirmesiyle başlamıştır. Şeytan, Âdem ve Havva’nın da: “Sonunda
şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: ‘Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir
mülkü (mulkin lâ yeblâ) haber
vereyim mi?” (Tâ-hâ 120) sözü ile bir ayrıcalıktan bahsederek akıllarını
çelmiştir. Fakat Âdem ve Havvâ, şeytan’a uydukları anda, heveslendikleri bu
ayrıcalığın ne kadar “ayıp” olduğunu gördüler: “Böylece ikisi ondan yediler,
hemen ardından ayıp yerleri kendilerine açılıverdi, üzerlerini cennet
yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine karşı gelmiş oldu da
şaşırıp-kaldı” (Tâ-hâ 121) ve bundan dolayı af dilediler: “Sonra Rabbi
onu seçti, tevbesini kabûl etti ve doğru yola iletti” (Tâ-hâ 122). Daha
sonra Hâbil-Kâbil mücâdelesiyle devâm etmiştir bu süreç. Kâbil, bir ayrıcalık
elde etmek ve üst kategoride yer almak için kardeşi Hâbil’i öldürmüş ve bu iş
böylece süre-gelmiştir.
Modernizm ile birlikte
insanları kategorileştirmek çok fazla artmıştır. Kentleşme ise buna mum dikmiştir.
Çünkü insanlar artık özellikle işine ve maaşına göre değerlendirilmekte ve
kategorize edilmektedir. İnsanlık târihinde zengin ile yoksul arasındaki servet
farkı, hiç-bir zaman modern dönemde olduğu kadar farklılaşmamış ve açılmamıştı.
Artık kategorize etmek kişinin işi ve maaşına göre yapılmaktadır. İlk tanışan
kişilerin birbirlerine ilk önce ne iş yaptıklarını sormalarının nedeni budur.
Böylece birbirlerinin seviyelerini bilmiş olacaklar ve ona göre konuşacak ve
davranacaklardır.
En üst yada üst kategoride
olanlar bir alt kategoride olanlara yada düşük kategoride olanlarla
aralarındaki -sözde- farkı bildikleri için, her ne kadar bu farkı belli etmek
istemeseler ve “canım-cicim” deseler de, bir yerden sonra konuşmalarında ve
davranışlarında bu kategori farkını hissettirirler. Özellikle yanlarında
birilerini çalıştıranlar bunu belli ederler. Toplum da bunu -normâl olmadığı hâlde-
normâl görür. Normâl değildir çünkü İslâmî bir tutum ve davranış değildir. İslâm’da
köle, efendisi ne yiyip-içiyorsa onu yer ve benzer şeyler giyer. Hattâ bir
mü’min deveye, kölesiyle dönüşümlü olarak biner. Çünkü İslâm’da bilgi ve
yetenek farkı olsa da insanlar ona göre değil, takvâya göre değerlendirilir.
Çünkü İslâm’da takvâsı üstün olan daha üstündür. Çünkü kimin daha üstün
olduğunu Allah belirler. Allah ise dünyevî olana değil, takvâya bakar. Zâten
İslâm’da maaşlar ve gelirler ya eşittir yada çok az farklı olur ki bu da kategorileşmenin
önüne geçer Çünkü dediğimiz gibi, kategorileşmeyi çok arttıran ve yoldan çıkaran
şey iş ve maaş farkıdır. Böylece süper zenginler, zenginler,i orta-*direkler,
yoksullar, fakirler, açlar gibi kategoriler ortaya çıkar. Üstelik maddîyatı
yüksek olanlar her alanda üstün görülürler ve öyle olduğu zannedilir.
Maaş farkından doğan
kategorileşme kişilerin üstünde hemen görülür. İlk önce giysiler farklılaşır. Zengin
ile yoksul arasındaki fark, ilk başta giysilerde görülür. Sonra evler, eşyâlar,
arabalar, yenip-içilenler, ortamlar vs. üst kategoridekiler bundan hoşnut
olduğu için bu durumun sürmesini isterler ve bu farkı çaktırmamaya çalışırlar
ve konusunu açmazlar fakat alt kategoridekiler niçin bu farkı kabûl ederler
anlamak mümkün değildir. Nasıl olur da meselâ bir mêmur 1.000 TL maaş alırken
bir işçi 300 TL alabilir ve bunu kabûl edebilir. Üstelik zam geldiğinde de
mêmur hem daha fazla oranda zam alır hem de maaşı yüksek olduğu için de daha
fazla zam alır ve fark açılır gider. Bu durum üst-düzey mêmurlarda yâni üst
kategoriye mensup olanlarda çok daha fazla bir farkın oluşmasına neden olur. Meselâ
3.000 TL maaş alan bir üst-düzey mêmurun %50’lik bir zam ile maaşı 4.500 TL ulurken,
asgarî ücret alan bir işçinin 300 TL’lik maaşı, aynı oranda zam alsa bile ancak
450 TL olur. Böylece maaş farkı 2.700 TL iken 4.050 TL’ye yükselmiş olur. Fakat
oran olarak yine 10 kat fark olduğu için; “aynı oranda zam aldın işte, aradaki maaş
farkı da yine on kat, hâlen ne konuşuyorsun” diyenler şerefsizlerin önde gidenleridir.
Bu farkın oluşmasını normâl görmek ancak şerefsiz piçlere yakışır. Ayrıca
kategorileşmeyi ortaya çıkaran ve arttıranlar da, farkın açılmasına neden olan
maaş ve zamları belirleyenlerdir. Çünkü İslâmî olmayan yönetimlerde her zaman
zenginler daha da zengin olup kategorilerini yükseltirken garibanlar ise gün
geçtikçe daha da garibanlaşır ve alt kategorilere doğru düşerler.
Sosyo-ekonomik
ve kültürel farklar, Dünyâ’nın ve İslâm’ın farklı yorumlanmasına neden olur. Bu-bağlamda
birileri; “Dünyâ böyle işte, ne yapacaksın” derken, bir kesim de, “Allah böyle
yazmış, nasibimiz bu kadarmış, kader” diyerek kendini kandırır. Fakat bu durum
zamanla çatışmaya dönüşecek oranda farklılaşır. O-hâlde ekonomik farklılıklar kategorileşmeyi
başlatan, farklılaştıran ve uçurumlaştıran şeydir.
Kategorileşme, kader
belirler hâle de gelir. Üst kategoride olan azınlıklar, alt kategorideki
çoğunluğun kaderini belirler. Ne ve ne kadar yiyip içebileceğini ne giyeceğine
vs. kısaca ne yapacağına onlar karar verirler. Zengin olunca dolayısıyla üst
kategoride olunca sanki ilah olmuşlar gibi, üst kategoridekiler, alt kategoridekilerin,
alınan kararlara îtirâz etmeden harfiyen uymasını beklerler.
Evet, târih boyunca adâleti,
eşitliği, ahlâkı bozan ve zulme sebep olan şey temelde kategorileşmeden başkası
değildir. Peygamberler ve vahiyler işte bunu iptâl edip, doğuştan gelen yeteneklere
alan açmış ve üstünlüğün sâdece takvâda olduğunu söylemişler ve
göstermişlerdir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder