23 Aralık 2023 Cumartesi

Gazze ve İslâm’ın Yeniden Yükselişi


“Eğer topluca savaşa kuşanıp-çıkmazsanız, O sizi pek acı bir azapla azaplandıracak ve yerinize bir başka topluluğu getirip değiştirecektir. Siz O’na hiç-bir şeyle zarar veremezsiniz. Allah, her-şeye güç yetirendir” (Tevbe 39).

 

“Allah, içinizden îman edenlere ve sâlih amellerde bulunanlara vâdetmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sâhibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sâhibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibâdet ederler ve bana hiç-bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fâsıktır” (Nûr 55).

 

Sünnetullah, “Allah’ın tüm kâinâta ve insanlar arasındaki işleyişe koyduğu kânunlar ve yasalar”dır. Sünnetullahın görünümlerinden biri de; “Allah, âhiret, gayb, vahiy, peygamber ve İslâm-merkezli, dolayısıyla hak-hakîkat, adâlet-eşitlik, ahlâk-takvâ ve tevhide göre değil de, cehâlet-bâtıl, adâletsizlik-eşitsizlik, şirk-küfür, ahlâksızlık, Dünyâ, madde, eşyâ, insan, beşer, akıl, şeytan, nefs ve tâğut-merkezli bir duygu, düşünce, söylem, eylem ve davranış belirleyen ve gösteren bir toplumun, kritik seviyeyi aşmasının sonucunda, o toplumun giderilip; Allah’a, âhirete, gayba, vahye, peygamberlere ve İslâm’a îman eden, sâlih amellerde ve eylemlerde bulunan, hakkı-hakîkati, adâleti-eşitliği, ahlâkı-takvâyı ve tevhidi merkeze alarak ona göre davranan, aklını gerektiği kadar ve gereği gibi kullanan, sabreden, vazgeçebilen, azimli, kararlı bir şekilde çalışan ve direnen bir toplumla değiştirilmesi”dir. Bu, sünnetullahın şaşmaz bir kânunudur ki târih boyunca helâk olan kavimler işte böyle bir sürecin sonunda ağır bir azap ile helâk olmuştur. Kanımca bugün de benzer bir sürece girilmiş, Allah, Dünyâ’daki mevcut müslüman bakiyenin yerine, kendilerinden râzı olduğu yeni bir mü’minler topluluğu ortaya çıkarmaya başlamıştır.

 

İslâm’ın yeniden yükselişi elbette, Allah’ın râzı olduğu ve yardım ettiği bir toplum üzerinden olacaktır. O toplum diğerlerine göre, yukarıdaki özelliklere sâhip olan “bambaşka bir toplum”dur.

 

Allah’ın “örnek” gösterdiği toplumlar; kötülüğün, adâletsizliğin, eşitsizliğin, küfrün, şirkin, vurdum-duymazlığın, ahlâksızlığın ve zulmün en zirve yaptığı zamanlarda ve mekânlarda yaşayan, karşılaştıkları mevcut kötü durum karşısında Allah’tan başkasına güvenmeyen, O’ndan başkasından yardım beklemeyen ve “bize Allah yeter” demeyi öğrenmiş olan toplumlardır. Böyle bir toplum belirmeye başladığında, diğerleri silinip gitme ve helâk olma sürecine girerler. Bahsettiğimiz yeni toplum ise, şirke, küfre ve zulme karşı çıkıp tüm gücüyle ve imkânlarıyla direnir ve Allah’ın sözünü Dünyâ’ya hâkim kılmaya çalışır. İşte hiç değişmeyen sünnetullah böyle işler ve Allah’a itaat etmeyen yada “hakkıyla îman ve itaat etmeyen” toplumlar silinip giderken, Allah’ın râzı olduğu ve yardım ettiği yeni bir toplum ortaya çıkar. Allah bu toplumun özelliklerinden bahsederken şunları söyler:

 

“Ey îman edenler!; içinizden kim dîninden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise ‘güçlü ve onurlu’, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir” (Mâide 54).

 

İşte!; günümüzde bu yeni topluma en çok benzeyen ve uygun olan toplum Gazze’lilerden oluşan toplumdur. Bu toplumun insanlarına genel ifâdeyle “Filistinli” bile demeyeceğim, çünkü Gazzeliler bir baksa düşünüyor, bir başka konuşuyor ve direniyor. Bu-bağlamda Gazzeli bir kadın şunları söylüyor: “Tüm Dünyâ bizi izliyor, biz Dünyâ’nın en onurlu insanlarıyız, en küçük Filistinli bir çocuk bile Arap yöneticilerden daha iyidir. Allah bizimle berâberdir. Tüm Dünyâ yahudilerden yana ama bizim Allahımız var. Allah bizimledir ve zafer de bizimdir. Allah Kur’ân’da şöyle der: ‘Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele’ (Bakara 155)”. Öyle ya; Allah, vâd-ettiği imtihanlara karşılaşanları ve sabır gösterenleri değil de; fildişi kulelerinde, kâşânelerinde, dört duvar arasında, masa-başında, sıcacık evlerinde, korku ve açlık nedir bilmeyenleri üstün tutacak değildir. Zîrâ sünnetullahın gereği olarak Allah şöyle demektedir:

 

“İnsanlar, (sâdece) ‘îman ettik’ diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?. Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir” (Ankebût 2-3).

 

“Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?. Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, berâberindeki mü’minlerle; ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır” (Bakara 214).

 

Başka ülkelerin halkı olsa, hükûmetlerine ve askerlerine; “yaptığınız şey yüzünden mahvolduk, öldük, bittik, malımız ve canımız gitti, bizi mahvettiniz, tüm suç sizin, ne işiniz vardı orda” vs. diyerek büyük kalabalıklar hâlinde yollara dökülür ve protestolar gerçekleştirirlerdi. Fakat Gazzelilerden 3-5 kişi bile bir-araya gelip de bunu yapmadı ve her zaman ve her şartta “Allah bizimledir” diyebildiler. Gazzeli kadınlar bile, yaralı yada ölmüş olan çocuğunu kucağında taşırken bile Allah’a şükrettiler. “Allah bizimledir, zafer bizimdir", Allah bize yeter” diyerek îmânını, samîmiyetini, azmini, kararlığını ve direnişini gösterdi. Aynen peygamberler ve onlarla birlikte olanların yaptığı gibi, Peygamberimiz ve sahabe gibi bir tavır gösterebildiler. Yaşadıkları kötü ve zor durumlar karşısında Peygamberimiz’in ve sahabenin îmânlarının artması gibi tığı gibi Gazzelilerin de îmânı artmış durumdadır. Çünkü söylemlerinde ve eylemlerinde, nereden baksanız sağlam bir îman, güven ve kararlılık görülüyor. Böyle olmasaydı tüm Dünyâ’ya karşı “lâ” diyemez ve direnemezlerdi. Zâten böyle bir îman  ve kararlılık sâhibi bir toplu olmamış olsaydılar, onlar da diğer Dünyâ insanları ve müslümanları(!) gibi davranırlar ve çıkarlarının hatırına, gücün ve güçlünün peşinden giderek Dünyâ’nın tadını çıkarmanın derdine düşerlerdi.

 

“Örnek bir toplum” olmanın bâzı bedelleri vardır ve bu bedeller çoğunlukla ağır bedellerdir. İşte bu bedeli ödemeyi göze alabilenler ancak “Allah’ın râzı olduğu ve kendilerine yardım ettiği örnek toplumlar” olabilirler. Bu bedeli ödeyen tek toplum şu-an için Gazzelilerdir. Hakkı-hakîkati ve adâleti-eşitliği istemenin bedelini ödüyorlar. Kâfire-küfre, müşriğe-şirke, adâletsizliğe, ahlâksızlığa-ahlâksızlara ve zâlime-zulme karşı bir taş bile atmaya korkanlara göre Gazzeliler elbette “bambaşka bir toplum”dur. “Ama”sız, “fakat”sız, “lâkin”siz ve “eğer”siz bir toplum.

 

Evet, Allah’ın, baştaki âyette söylediği değişim tezâhür ediyor gibidir. Gazze İslâm’ın yeniden yükselişi ve hâkimiyeti için bir mîlad, bir başlangıç gibidir. Çünkü tüm Dünyâ başka, Gazzeliler ise bambaşka bir duygu, düşünce, söylem ve eylem hâlindedirler. Üstelik onları görerek tertemiz bir kâlple müslüman olanlar vardır. Bunların sayısı arttıkça ve çoğaldıkça yeni bir İslâm ve mü’minler toplumunun ortaya çıkması kaçınılmazdır ve bu ümîd edilmelidir. Zîrâ mevcut müslümanların ne olduğu ve ne olabileceği, ne yapabildikleri ve ne yapabilecekleri, daha doğrusu hiç-bir şey yapamayacakları ortadadır. Allah da zâten mevcut insanlardan ve müslümanlardan memnun ve râzı değildir. Zîrâ mevcut müslümanlar ve insanlar O’nun emir ve yasaklarına itaat etmemektedirler ve etmeyi düşünmedikleri gibi, Allah’a göre edip-eylemeyi ve vahiy-eksenli yaşamayı yasaklamaktadırlar. Üstelik Allah -sünnetullah gereğince- Dünyâ’yı böyle çirkef bir hâlde bırakmayacağı gibi, mâsum ve mazlumları da böyle perişân bir hâlde bırakacak değildir. O-hâlde eski toplumu yâni mevcut bakiyeyi bir süreçte giderip yok edecek ve yeni bir toplum oluşturacaktır. İşte o yeni mü’min toplumun mîlâdı Gazze direnişi olmuş ve bu direniş ile tezâhür etmeye başlamıştır. 7 Ekim 2023 bir başlangıç ve bir mîlattır. Artık bu yeni topluma, her-şeyden vazgeçerek bil-fiil yada en azından kâlben katılanlar da “mü’minlerden” sayılacaklardır. Çünkü artık hak ile bâtıl ortaya çıkmıştır ve, ya hakkı yada bâtılı seçmeniz gerekmektedir. Üçüncü bir yol yoktur. İşte size-bize imtihan!.

 

Gazze Savaşı modern zamanlardan bugüne gelene kadar olan hemen her-şeyi anlamsızlaştırdı. Kütüphâneler boşa çıktı, o insanı çok değerli gören, yücelten ve üstün tutan beşerî düşünceler, kararlar, söylemler ve uygulamalar hep boşa çıktı. Çünkü hiç-biri Gazzeliler için uygulanamadı. O-hâlde artık yeni düşünceler ortaya atılmalı, yeni şeyler konuşulmalı ve farklı şeyler yazılmalıdır. Zîrâ şimdiye kadar yapılan şeylerin bir işe yaramadığı açıkça ortaya çıktı ve olması gereken şey de kendini gösterdi. Olması gereken şey, “insanı değil Allah’ı merkeze almak ve vahiy-merkezli bir duygu, düşünce, söylem ve eylem sürecine girmek”tir. Zîrâ başka bir yol yoktur, kalmamıştır.

 

Allah, -sünnetullah gereğince- değişmeyen toplumları giderir ve onları yeni bir toplum ile değiştirir. Kur’ân boyunca, iç-âlemlerini ve dış-âlemi Allah’ın ve vahyin dediği ve Peygamberimiz’in örneklendirdiği gibi değiştirmeyenlerin başka toplumlarla değiştirileceği söylenir: 

 

“Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter. Eğer dilerse, ey insanlar, sizi giderir (yok eder) ve başkalarını getirir. Allah, buna güç yetirendir” (Nîsâ 132-133)

 

“Rablerini inkâr edenlerin durumu şudur: Onların yaptıkları, fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiç-bir şeye güç yetiremezler. İşte uzak bir sapıklık (içinde olmak) budur. Allah’ın gökleri ve yeri hak ile yarattığını görmüyor musunuz?. Dilerse sizi giderir-yok eder ve yeni bir halk getirir. Bu, Allah’a göre güç değildir” (İbrâhim 18-20).

 

“Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O’na hiç-bir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, her-şeyi gözetleyip-koruyandır” (Hûd 57).

 

“Biz, zulmeden ülkelerden nicesini kırıp geçirdik ve bunun ardından bir başka kavmi meydana getirdik” (Enbiyâ 11).

 

“Rabbin, hiç-bir şeye ihtiyâcı olmayan rahmet sâhibidir. Dilerse sizi giderir ve dilerse, sizi bir başka kavmin soyundan vâr ettiği gibi yerinize bir başkasını getirir” (En-âm 133).

 

“Ey insanlar!; siz Allah’a (karşı fakir olan) muhtâçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiç-bir şeye ihtiyâcı olmayan)dır, Hamid (övülmeye lâyık)tır. Dileyecek olsa, sizi giderir (yok eder) ve yepyeni bir halk getirir. Bu, Allah’a göre güç değildir” (Fâtır 15-17).

 

“İşte sizler böylesiniz; Allah yolunda infâk etmeye çağrılıyorsunuz; buna rağmen bâzılarınız cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse, artık o, ancak kendi nefsine cimrilik eder. Allah ise, Ğaniy (hiç-bir şeye ihtiyâcı olmayan)dır; fakir olan sizlersiniz. Eğer siz yüz çevirecek olursanız, sizden başka bir kavmi getirip-değiştirir. Sonra onlar, sizin benzeriniz de olmazlar” (Muhammed 38).

 

“Onlardan her biri, nîmetlerle donatılmış cennete gireceğini mi umuyor (tamah ediyor)?. Hayır; doğrusu biz onları bildikleri şeyden yarattık. Artık, doğu’ların ve batı’ların Rabbine yemin ederim; Biz gerçekten güç yetireniz; Onların yerine kendilerinden daha hayırlılarını getirip-değiştirmeye. Üstelik bizim önümüze geçilemez. Şu-hâlde sen, kendilerine vâdedilen (azap) günlerine kavuşuncaya kadar onları bırak; dalıp-oynasınlar, oyalansınlar. Kabirlerinden koşarcasına çıkarılacakları gün, sanki onlar dikili bir şeye yönelmiş gibidirler. Gözleri ‘korkudan ve dehşetten düşük’ yüzlerini de bir zillet kaplamış; işte bu, kendilerine vâdedilmekte olan (kıyâmet ve azap) günüdür” (Meâric 38-44).

 

“Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyâ)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar. Onları biz yarattık ve bağlarını sımsıkı bağladık. Dilediğimiz zaman onları benzerleriyle değiştiririz. Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol bulabilir” (İnsan 27-29).

 

Tüm bunların nedeni şudur:

 

“Nedeni şu: Bir kavim (toplum), kendinde olanı bozup değiştirinceye kadar Allah, ona nîmet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir” (Enfâl 53).

 

“O’nun (insanın) önünden ve arkasından izleyenleri (tâkipçileri) vardır, onu Allah’ın emriyle gözetip-koruyorlar. Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı bozup değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiç-bir (biçimde imkân) yoktur; onlar için O’ndan başka bir velî yoktur” (Ra’d 11).

 

“Acele edildi, zamânı değildi” gibi boş laflara takılmayın. Hareket öncesinde, bilgi ve bilinçlenme aşamasını tam olarak tamamlamış İslâmî bir toplum olamayacağı gibi; “tamamlanmış bir İslâmî hareket metodu”ndan da bahsedilemez. Belli bir seviyeye gelindikten sonra “kervan” yolda düzülecektir. Zâten Peygaberimiz’in örnekliğinde de bu vardır. Kur’ân’ın daha yarısı inmemişken yâni bilgi, bilinç, ahlâk ve din henüz tamamlanmamışken, hicret-devlet-cihad-şehâdet aşamasına geçilmişti.

 

Dünyâ’yı İslâmî yönde değiştirmek çok zor bir şeydir. Fakat bunun kısa bir yolu da vardır: “Allah’ı râzı ederek O’nun yardımını celb-etmek”. Çünkü ancak O’nun yardımı ile başarabilirsiniz. O yardım ederse zafer sizin olur. Aksi-hâlde aslâ!.

 

İki çeşit müslüman toplum vardır; batı modernitesini ve zulmünü kabûl edenler ve etmeyip de savaşanlar. Savaşmayan insanlar-toplumlar, sürüne-sürüne ölmeye mahkûm olurlar. Çünkü savaşmayan toplumlar, savaşan toplumlar tarafından güdülürler. Bu yüzden, savaş, hoşumuza gitmese de bize farz kılınmıştır. Bir toplumun sağlam bir öz-güven elde edebilmesi için, kendisinden çok daha güçlü olduğunu “zannettiği” bir topluma karşı savaş kazanması gerekir. Buna rağmen savaşmayanların yapabileceği tek şey “sıvışmak”tır.

 

Unutulmasın ki, gemileri yakabilmeyi göze alabilecek bir toplum oluşmadıkça, Allah bir toplumdan râzı olmayacak ve İslâm hayâta hâkim olmayacaktır. İslâm toplumu-devleti-medeniyeti, “akıntıya karşı kürek çekmek”le başlayan bir süreçtir. Akıntıya karşı kürek çekmeyi göze alabilen ve modern Dünyâ’yı “iplemeyen” bir toplum bulunmadıkça, “seküler-küresel kuşatma”dan kurtulmak mümkün olmayacaktır. Çünkü modern-seküler ortamda, kâfir, müşrik, zâlim, fâizci zihniyet her zaman kazanır. Tâ ki; devrimci bir lîder, adanmış bir toplum-nesil ve İslâmî bir devrim olana kadar. Zîrâ sıra-dışı durumları değiştirmek için, sıra-dışı bilinç sâhibi olup, sıra-dışı eylemler yapmak gerekir.

 

Allah’ın rızâsı için bir-araya gelmiş bir toplumun “hak” yolda olduğunun göstergesi; o toplumun birileri tarafından rahatsız edilmesi ve haksızlığa uğratılmasıdır.

 

İnsan, “şartları değiştirebilen” varlıktır. Mevcut şartları değiştirmeyi ancak hayvanlar düşünmez/düşünemez. Allah’ın istediği “değişik”liği yapmayanlar, “Allah’a rağmen” değişiklikler yapmaya başlarlar. İşte böylece kritik seviye aşıldığında Allah böyle toplumları başkalarıyla değiştirir. Zâten hak yolda olan bir değişim ancak böyle olur. Kânunları değiştirip durmak bir işe yaramaz. Her gün İslâm-merkezli olmayan yeni bir anayasa yapsanız da, adâletsizlik ve eşitsizliği yine de değiştiremezsiniz ve dolayısıyla zulmü engelleyemezsiniz. İslâm, “insanı en doğru yönde değiştiren” din’dir. Hem müslüman olunacak, hem de hayat-tarzı ve davranışlar değişmeyecek.. bu mümkün değildir. Kişisel ve toplumsal şartları İslâmî yönde değiştirmeyi düşünmeden okunan Kur’ân, ancak tâğutlara alan açar-açmaktadır. Kur’ân, Allah’ın râzı olduğu toplumları her zaman aynı ve benzer bir yola sokmuştur. Çünkü İslâm’ın hükümleri coğrafyadan-coğrafyaya değişmez; coğrafyadan-coğrafyaya, imtihanlar değişir.

 

Peygamberlik öncesi Mekke’nin mazlumları, mazlumluktan kurtulma umûdunu, “merhâmetli müşriklere” bağlamışlardı. Şimdikiler de aynısını yapıyorlar; “Diğeri” gelirse rahatlayacaklarını ve adâlete kavuşacaklarını zannediyorlar. Hâlbuki sorun kişilerde değil, “sistem”dedir. Sistem-değişikliği yapılmadığında, gerçek bir değişiklik olmayacaktır. Köle, kölelikten kurtulamayacak olduktan sonra, kölenin efendisinin değişmesinin köleye bir faydası olmaz. Seküler sistem İlâhî-İslâmî sistem ile değiştirilmelidir fakat ilk önce seküler sistemi İslâmî sistem ile değiştirebilecek örnek bir toplumun ortaya çıkması ve o toplumun İlâhî sisteme lâyık olduklarını ve onu hak ettiklerini ispatlamaları gerekir. Böyle bir topluma şu-an benzeyen tek toplum Gazzelilerdir. 

 

Kur’ân’ın değiştirdiği mü’minler, “değişik” işler yapmaya başlarlar. Bu onlara zor da gelmez. Değişip-değişmediğimiz, değişik işler yapıp-yapmadığımızla belli olur. Tüm devrimler, farklı davranışlar göstererek mevcut toplumdan farklılaşmayla başlar. Fark yoksa, farklı bir toplum da yok demektir. “Farklı” bir toplum yoksa, devrim de yoktur, değişim de yoktur. Tabî ki bunun ağır da olabilen bedelleri vardır. Ey müslüman!; şunu iyi bil ki, sevdiğin şeylerden fedâ etmedikçe hiç-bir şeyi değiştiremez ve düzeltemezsin. Müslümanlar(!) mü’minleşmedikçe, “İslâmî değişimler” olmayacaktır.

 

Sünnetullahın yönü başka, modern müslümanların yönü ise bambaşka bir hâle gelmiştir. Müslümanlar “sırât-ı müstakîm” olan sünnetullah yoluna girene kadar “değişen” bir şey olmayacaktır.

 

Toplumları ve düşünceleri en çabuk, savaş değiştirir ve dönüştürür. Târihte, salt eğitim aracılığıyla “kitlesel” bir değişim-dönüşüm yaşandığının sâdece ilmî yol ile şirkin, küfrün ve zulmün ber-tarâf edildiğinin tek bir örneği bile yoktur. Canları ve malları ortaya koymayı gerektiren ve ağır bedeli olan amel ve eylemler olmadan bir şeyin değişmesi ve doğru yola girilebilmesi mümkün değildir.

 

Kur’ân’ın hükümleri, “hareket hâlinde olan” toplumlarda billurlaşır ve yankı bulur. Hareketsiz toplumlar Kur’ân’ın hükümlerini anlamsız bulurlar ve “hükmü geçmiş” olarak görürler.

 

Dünyâ, “gelişip durmanın” değil, “değişip durmanın” yaşandığı mekândır. Değişme ise ancak “İslâmî anlamda bir değişme” olduğunda “iyi bir değişim” olmuş olur. Şu da var ki Dünyâ’yı ancak, “sorun çıkaran insanlar” değiştirebilir Peygamberimiz ve onunla birlikte olanların yaptığı gibi; olağan-üstü şeyler yapmadıkça olağan-üstü değişimler ve olağan-üstü sonuçlar beklemek abes ve hayâldir. Değiştiremiyorsan, “değişmemişsin” demektir.

 

Târih boyunca Dünyâ’yı hep “derdi olanlar” değiştirmiştir. Dünyâ’da zevk, neşe ve refah içinde yaşayanların yada yaşamak isteyenlerin hakka uygun bir değişim yapabilmeleri imkânsız olduğu gibi, bunu düşünebilmeleri söz-konusu bile değildir.

 

Kendisini/kendilerini paralayan birisi/birileri olmadıkça Dünyâ ve insanlık, maddî yada mânevî olarak olumlu anlamda değişmez. İşte bu yüzden mesele, “kendini paralayacak birilerinin olması yada olmaması” meselesidir. Îman etmek, “Allah rızâsı için paralanmayı göze alabilmek” demektir.

 

Müslümanlar içinden “kelleyi koltuğa alacak” bir topluluk çıkmadıkça, değişen bir şey olmayacaktır. An îtibârıyla bunu göze alabilmiş olan toplum Gazzelilerdir. Şu-anda kelleyi koltuğa alan tek bir toplum vardır: Gazzeli mü’minler. Çünkü savaş uçakları olmayan bir topluma karşı, savaş uçaklarından atılan bombalarla savaşmak şerefsizliktir. Fakat Gazzeliler buna karşı bile dayanabilmekte ve direnebilmektedirler. Zafer Allah’ın izni ile Gazzelilerin olacak ve İsrâil yenilecek ve rezil olarak def olup gidecektir. Zîrâ Allah’ın râzı olup da yardım ettiği bir topluma karşı tüm Dünyâ bir-araya gelse bile gâlip gelemez. 

 

Gazze Savaşı askerî güç anlamında apaçık şekilde orantısız bir savaştır. Orantısız savaş, “askerî bakımdan güçsüz olanın, görünüşte ezici güçte olana karşı sıra-dışı taktiklerden yararlandığı savaş”tır. Orantısız savaşları “güçsüz olan” taraf kazanır. Târih boyunca yapılan orantısız savaşları hep gerilla taktiği kullanan güçsüz tarafın kazandığı görülmüştür. Belki de bu nedenle olsa gerek, Netanyahu şöyle demiştir: “Bu farklı türde bir savaş olacak, çünkü Hamas farklı türde bir düşman”.

 

Herkes İsrâil’in yanında ama Allah Gazzelilerin yanındadır. Biz mü’minler de elbette Gazze’nin yanındayız. Savaşı da, eğer sonuna kadar sabrederlerse Gazzelilerin kazanacağından, zaferin Gazze’nin olacağından şüphemiz yoktur.

 

Evet, 7 Ekim 2023 târihi ile başlayan Gazze Savaşı ve Gazzelilerin örnek direnişi, İslâm’ın yeniden yükselişinin mîladıdır. İslâm ilk-başta yayılmaya ve yükselmeye başladığı coğrafyadan yâni Arap yarım-adası ve orta-doğudan, Gazzelilerin omuzlarında ve onlar vesîleyle yeniden yükselmeye başlayacak ve Dünyâ’yı kuşatacaktır Allah’ın izni ile. Zîrâ sünnetullah devreye girmiştir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2023

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder