“Eğer topluca savaşa
kuşanıp-çıkmazsanız, O sizi pek acı bir azapla azaplandıracak ve yerinize bir
başka topluluğu getirip değiştirecektir. Siz O’na hiç-bir şeyle zarar
veremezsiniz. Allah, her-şeye güç yetirendir” (Tevbe 39).
“Allah, içinizden îman
edenlere ve sâlih amellerde bulunanlara vâdetmiştir: Hiç şüphesiz onlardan
öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sâhibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve
iktidar sâhibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine
yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe
çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibâdet ederler ve bana hiç-bir şeyi ortak
koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fâsıktır” (Nûr 55).
Sünnetullah, “Allah’ın tüm
kâinâta ve insanlar arasındaki işleyişe koyduğu kânunlar ve yasalar”dır.
Sünnetullahın görünümlerinden biri de; “Allah, âhiret, gayb, vahiy, peygamber
ve İslâm-merkezli, dolayısıyla hak-hakîkat, adâlet-eşitlik, ahlâk-takvâ ve
tevhide göre değil de, cehâlet-bâtıl, adâletsizlik-eşitsizlik, şirk-küfür,
ahlâksızlık, Dünyâ, madde, eşyâ, insan, beşer, akıl, şeytan, nefs ve
tâğut-merkezli bir duygu, düşünce, söylem, eylem ve davranış belirleyen ve gösteren
bir toplumun, kritik seviyeyi aşmasının sonucunda, o toplumun giderilip;
Allah’a, âhirete, gayba, vahye, peygamberlere ve İslâm’a îman eden, sâlih
amellerde ve eylemlerde bulunan, hakkı-hakîkati, adâleti-eşitliği, ahlâkı-takvâyı
ve tevhidi merkeze alarak ona göre davranan, aklını gerektiği kadar ve gereği
gibi kullanan, sabreden, vazgeçebilen, azimli, kararlı bir şekilde çalışan ve
direnen bir toplumla değiştirilmesi”dir. Bu, sünnetullahın şaşmaz bir kânunudur
ki târih boyunca helâk olan kavimler işte böyle bir sürecin sonunda ağır bir
azap ile helâk olmuştur. Kanımca bugün de benzer bir sürece girilmiş, Allah,
Dünyâ’daki mevcut müslüman bakiyenin yerine, kendilerinden râzı olduğu yeni bir
mü’minler topluluğu ortaya çıkarmaya başlamıştır.
İslâm’ın yeniden yükselişi
elbette, Allah’ın râzı olduğu ve yardım ettiği bir toplum üzerinden olacaktır.
O toplum diğerlerine göre, yukarıdaki özelliklere sâhip olan “bambaşka bir
toplum”dur.
Allah’ın “örnek” gösterdiği
toplumlar; kötülüğün, adâletsizliğin, eşitsizliğin, küfrün, şirkin, vurdum-duymazlığın,
ahlâksızlığın ve zulmün en zirve yaptığı zamanlarda ve mekânlarda yaşayan,
karşılaştıkları mevcut kötü durum karşısında Allah’tan başkasına güvenmeyen,
O’ndan başkasından yardım beklemeyen ve “bize Allah yeter” demeyi öğrenmiş olan
toplumlardır. Böyle bir toplum belirmeye başladığında, diğerleri silinip gitme ve
helâk olma sürecine girerler. Bahsettiğimiz yeni toplum ise, şirke, küfre ve
zulme karşı çıkıp tüm gücüyle ve imkânlarıyla direnir ve Allah’ın sözünü
Dünyâ’ya hâkim kılmaya çalışır. İşte hiç değişmeyen sünnetullah böyle işler ve
Allah’a itaat etmeyen yada “hakkıyla îman ve itaat etmeyen” toplumlar silinip
giderken, Allah’ın râzı olduğu ve yardım ettiği yeni bir toplum ortaya çıkar.
Allah bu toplumun özelliklerinden bahsederken şunları söyler:
“Ey îman edenler!; içinizden kim dîninden geri döner
(irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da
kendisini sevdiği mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise ‘güçlü ve
onurlu’, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk
getirir. Bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle)
geniş olandır, bilendir” (Mâide 54).
İşte!; günümüzde bu yeni
topluma en çok benzeyen ve uygun olan toplum Gazze’lilerden oluşan toplumdur.
Bu toplumun insanlarına genel ifâdeyle “Filistinli” bile demeyeceğim, çünkü
Gazzeliler bir baksa düşünüyor, bir başka konuşuyor ve direniyor. Bu-bağlamda Gazzeli
bir kadın şunları söylüyor: “Tüm Dünyâ bizi izliyor, biz Dünyâ’nın en onurlu
insanlarıyız, en küçük Filistinli bir çocuk bile Arap yöneticilerden daha iyidir.
Allah bizimle berâberdir. Tüm Dünyâ yahudilerden yana ama bizim Allahımız var.
Allah bizimledir ve zafer de bizimdir. Allah Kur’ân’da şöyle der: ‘Andolsun,
biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden
eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele’ (Bakara 155)”.
Öyle ya; Allah, vâd-ettiği imtihanlara karşılaşanları ve sabır gösterenleri
değil de; fildişi kulelerinde, kâşânelerinde, dört duvar arasında,
masa-başında, sıcacık evlerinde, korku ve açlık nedir bilmeyenleri üstün
tutacak değildir. Zîrâ sünnetullahın gereği olarak Allah şöyle demektedir:
“İnsanlar, (sâdece) ‘îman
ettik’ diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?. Andolsun, onlardan
öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten
yalancıları da bilmektedir” (Ankebût
2-3).
“Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hâli başınıza
gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?. Onlara öyle bir yoksulluk, öyle
dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi,
berâberindeki mü’minlerle; ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin.
Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır” (Bakara
214).
Başka ülkelerin halkı olsa,
hükûmetlerine ve askerlerine; “yaptığınız şey yüzünden mahvolduk, öldük, bittik,
malımız ve canımız gitti, bizi mahvettiniz, tüm suç sizin, ne işiniz vardı
orda” vs. diyerek büyük kalabalıklar hâlinde yollara dökülür ve protestolar
gerçekleştirirlerdi. Fakat Gazzelilerden 3-5 kişi bile bir-araya gelip de bunu
yapmadı ve her zaman ve her şartta “Allah bizimledir” diyebildiler. Gazzeli
kadınlar bile, yaralı yada ölmüş olan çocuğunu kucağında taşırken bile Allah’a
şükrettiler. “Allah bizimledir, zafer bizimdir", Allah bize yeter” diyerek
îmânını, samîmiyetini, azmini, kararlığını ve direnişini gösterdi. Aynen
peygamberler ve onlarla birlikte olanların yaptığı gibi, Peygamberimiz ve
sahabe gibi bir tavır gösterebildiler. Yaşadıkları kötü ve zor durumlar
karşısında Peygamberimiz’in ve sahabenin îmânlarının artması gibi tığı gibi Gazzelilerin
de îmânı artmış durumdadır. Çünkü söylemlerinde ve eylemlerinde, nereden
baksanız sağlam bir îman, güven ve kararlılık görülüyor. Böyle olmasaydı tüm
Dünyâ’ya karşı “lâ” diyemez ve direnemezlerdi. Zâten böyle bir îman ve kararlılık sâhibi bir toplu olmamış
olsaydılar, onlar da diğer Dünyâ insanları ve müslümanları(!) gibi davranırlar
ve çıkarlarının hatırına, gücün ve güçlünün peşinden giderek Dünyâ’nın tadını
çıkarmanın derdine düşerlerdi.
“Örnek bir toplum” olmanın
bâzı bedelleri vardır ve bu bedeller çoğunlukla ağır bedellerdir. İşte bu bedeli
ödemeyi göze alabilenler ancak “Allah’ın râzı olduğu ve kendilerine yardım
ettiği örnek toplumlar” olabilirler. Bu bedeli ödeyen tek toplum şu-an için
Gazzelilerdir. Hakkı-hakîkati ve adâleti-eşitliği istemenin bedelini ödüyorlar.
Kâfire-küfre, müşriğe-şirke, adâletsizliğe, ahlâksızlığa-ahlâksızlara ve zâlime-zulme
karşı bir taş bile atmaya korkanlara göre Gazzeliler elbette “bambaşka bir
toplum”dur. “Ama”sız, “fakat”sız, “lâkin”siz ve “eğer”siz bir toplum.
Evet, Allah’ın, baştaki âyette
söylediği değişim tezâhür ediyor gibidir. Gazze İslâm’ın yeniden yükselişi ve
hâkimiyeti için bir mîlad, bir başlangıç gibidir. Çünkü tüm Dünyâ başka, Gazzeliler
ise bambaşka bir duygu, düşünce, söylem ve eylem hâlindedirler. Üstelik onları
görerek tertemiz bir kâlple müslüman olanlar vardır. Bunların sayısı arttıkça
ve çoğaldıkça yeni bir İslâm ve mü’minler toplumunun ortaya çıkması kaçınılmazdır
ve bu ümîd edilmelidir. Zîrâ mevcut müslümanların ne olduğu ve ne olabileceği, ne
yapabildikleri ve ne yapabilecekleri, daha doğrusu hiç-bir şey yapamayacakları
ortadadır. Allah da zâten mevcut insanlardan ve müslümanlardan memnun ve râzı değildir.
Zîrâ mevcut müslümanlar ve insanlar O’nun emir ve yasaklarına itaat
etmemektedirler ve etmeyi düşünmedikleri gibi, Allah’a göre edip-eylemeyi ve
vahiy-eksenli yaşamayı yasaklamaktadırlar. Üstelik Allah -sünnetullah gereğince-
Dünyâ’yı böyle çirkef bir hâlde bırakmayacağı gibi, mâsum ve mazlumları da
böyle perişân bir hâlde bırakacak değildir. O-hâlde eski toplumu yâni mevcut
bakiyeyi bir süreçte giderip yok edecek ve yeni bir toplum oluşturacaktır. İşte
o yeni mü’min toplumun mîlâdı Gazze direnişi olmuş ve bu direniş ile tezâhür
etmeye başlamıştır. 7 Ekim 2023 bir başlangıç ve bir mîlattır. Artık bu yeni
topluma, her-şeyden vazgeçerek bil-fiil yada en azından kâlben katılanlar da “mü’minlerden”
sayılacaklardır. Çünkü artık hak ile bâtıl ortaya çıkmıştır ve, ya hakkı yada
bâtılı seçmeniz gerekmektedir. Üçüncü bir yol yoktur. İşte size-bize imtihan!.
Gazze Savaşı modern zamanlardan
bugüne gelene kadar olan hemen her-şeyi anlamsızlaştırdı. Kütüphâneler boşa
çıktı, o insanı çok değerli gören, yücelten ve üstün tutan beşerî düşünceler,
kararlar, söylemler ve uygulamalar hep boşa çıktı. Çünkü hiç-biri Gazzeliler
için uygulanamadı. O-hâlde artık yeni düşünceler ortaya atılmalı, yeni şeyler konuşulmalı
ve farklı şeyler yazılmalıdır. Zîrâ şimdiye kadar yapılan şeylerin bir işe
yaramadığı açıkça ortaya çıktı ve olması gereken şey de kendini gösterdi.
Olması gereken şey, “insanı değil Allah’ı merkeze almak ve vahiy-merkezli bir
duygu, düşünce, söylem ve eylem sürecine girmek”tir. Zîrâ başka bir yol yoktur,
kalmamıştır.
Allah, -sünnetullah
gereğince- değişmeyen toplumları giderir ve onları yeni bir toplum ile
değiştirir. Kur’ân boyunca, iç-âlemlerini ve dış-âlemi Allah’ın ve vahyin
dediği ve Peygamberimiz’in örneklendirdiği gibi değiştirmeyenlerin başka
toplumlarla değiştirileceği söylenir:
“Göklerde ve yerde ne
varsa Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter. Eğer dilerse, ey insanlar, sizi
giderir (yok eder) ve başkalarını getirir. Allah, buna güç yetirendir” (Nîsâ 132-133)
“Rablerini inkâr
edenlerin durumu şudur: Onların yaptıkları, fırtınalı bir günde rüzgârın
şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiç-bir şeye güç
yetiremezler. İşte uzak bir sapıklık (içinde olmak) budur. Allah’ın gökleri ve
yeri hak ile yarattığını görmüyor musunuz?. Dilerse sizi giderir-yok eder ve
yeni bir halk getirir. Bu, Allah’a göre güç değildir” (İbrâhim 18-20).
“Buna rağmen yüz
çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de
sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O’na hiç-bir şeyle zarar
veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, her-şeyi gözetleyip-koruyandır” (Hûd 57).
“Biz, zulmeden ülkelerden
nicesini kırıp geçirdik ve bunun ardından bir başka kavmi meydana getirdik” (Enbiyâ 11).
“Rabbin, hiç-bir şeye
ihtiyâcı olmayan rahmet sâhibidir. Dilerse sizi giderir ve dilerse, sizi bir
başka kavmin soyundan vâr ettiği gibi yerinize bir başkasını getirir” (En-âm 133).
“Ey insanlar!; siz
Allah’a (karşı fakir olan) muhtâçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiç-bir şeye
ihtiyâcı olmayan)dır, Hamid (övülmeye lâyık)tır. Dileyecek olsa, sizi giderir
(yok eder) ve yepyeni bir halk getirir. Bu, Allah’a göre güç değildir” (Fâtır 15-17).
“İşte sizler böylesiniz;
Allah yolunda infâk etmeye çağrılıyorsunuz; buna rağmen bâzılarınız cimrilik
ediyor. Kim cimrilik ederse, artık o, ancak kendi nefsine cimrilik eder. Allah
ise, Ğaniy (hiç-bir şeye ihtiyâcı olmayan)dır; fakir olan sizlersiniz. Eğer siz
yüz çevirecek olursanız, sizden başka bir kavmi getirip-değiştirir. Sonra onlar,
sizin benzeriniz de olmazlar” (Muhammed
38).
“Onlardan her biri,
nîmetlerle donatılmış cennete gireceğini mi umuyor (tamah ediyor)?. Hayır;
doğrusu biz onları bildikleri şeyden yarattık. Artık, doğu’ların ve batı’ların
Rabbine yemin ederim; Biz gerçekten güç yetireniz; Onların yerine kendilerinden
daha hayırlılarını getirip-değiştirmeye. Üstelik bizim önümüze geçilemez. Şu-hâlde
sen, kendilerine vâdedilen (azap) günlerine kavuşuncaya kadar onları bırak;
dalıp-oynasınlar, oyalansınlar. Kabirlerinden koşarcasına çıkarılacakları gün,
sanki onlar dikili bir şeye yönelmiş gibidirler. Gözleri ‘korkudan ve dehşetten
düşük’ yüzlerini de bir zillet kaplamış; işte bu, kendilerine vâdedilmekte olan
(kıyâmet ve azap) günüdür” (Meâric
38-44).
“Gerçek şu ki bunlar,
çarçabuk geçmekte olan (dünyâ)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü
bırakıyorlar. Onları biz yarattık ve bağlarını sımsıkı bağladık. Dilediğimiz
zaman onları benzerleriyle değiştiririz. Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen
Rabbine bir yol bulabilir” (İnsan
27-29).
Tüm bunların nedeni şudur:
“Nedeni şu: Bir kavim
(toplum), kendinde olanı bozup değiştirinceye kadar Allah, ona nîmet olarak
bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir” (Enfâl 53).
“O’nun (insanın) önünden
ve arkasından izleyenleri (tâkipçileri) vardır, onu Allah’ın emriyle
gözetip-koruyorlar. Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı bozup değiştirip
bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa
kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiç-bir (biçimde imkân) yoktur;
onlar için O’ndan başka bir velî yoktur” (Ra’d 11).
“Acele edildi, zamânı değildi” gibi boş laflara
takılmayın. Hareket öncesinde, bilgi ve bilinçlenme aşamasını tam olarak
tamamlamış İslâmî bir toplum olamayacağı gibi; “tamamlanmış bir İslâmî hareket
metodu”ndan da bahsedilemez. Belli bir seviyeye gelindikten sonra “kervan”
yolda düzülecektir. Zâten Peygaberimiz’in örnekliğinde de bu vardır. Kur’ân’ın
daha yarısı inmemişken yâni bilgi, bilinç, ahlâk ve din henüz tamamlanmamışken,
hicret-devlet-cihad-şehâdet aşamasına geçilmişti.
Dünyâ’yı İslâmî yönde
değiştirmek çok zor bir şeydir. Fakat bunun kısa bir yolu da vardır: “Allah’ı
râzı ederek O’nun yardımını celb-etmek”. Çünkü ancak O’nun yardımı ile
başarabilirsiniz. O yardım ederse zafer sizin olur. Aksi-hâlde aslâ!.
İki çeşit müslüman toplum
vardır; batı modernitesini ve zulmünü kabûl edenler ve etmeyip de savaşanlar. Savaşmayan
insanlar-toplumlar, sürüne-sürüne ölmeye mahkûm olurlar. Çünkü savaşmayan
toplumlar, savaşan toplumlar tarafından güdülürler. Bu yüzden, savaş, hoşumuza
gitmese de bize farz kılınmıştır. Bir toplumun sağlam bir öz-güven elde
edebilmesi için, kendisinden çok daha güçlü olduğunu “zannettiği” bir topluma
karşı savaş kazanması gerekir. Buna rağmen savaşmayanların yapabileceği tek şey
“sıvışmak”tır.
Unutulmasın ki, gemileri
yakabilmeyi göze alabilecek bir toplum oluşmadıkça, Allah bir toplumdan râzı
olmayacak ve İslâm hayâta hâkim olmayacaktır. İslâm toplumu-devleti-medeniyeti,
“akıntıya karşı kürek çekmek”le başlayan bir süreçtir. Akıntıya karşı kürek
çekmeyi göze alabilen ve modern Dünyâ’yı “iplemeyen” bir toplum bulunmadıkça,
“seküler-küresel kuşatma”dan kurtulmak mümkün olmayacaktır. Çünkü modern-seküler
ortamda, kâfir, müşrik, zâlim, fâizci zihniyet her zaman kazanır. Tâ ki;
devrimci bir lîder, adanmış bir toplum-nesil ve İslâmî bir devrim olana kadar. Zîrâ
sıra-dışı durumları değiştirmek için, sıra-dışı bilinç sâhibi olup, sıra-dışı
eylemler yapmak gerekir.
Allah’ın
rızâsı için bir-araya gelmiş bir toplumun “hak” yolda olduğunun göstergesi; o
toplumun birileri tarafından rahatsız edilmesi ve haksızlığa uğratılmasıdır.
İnsan, “şartları
değiştirebilen” varlıktır. Mevcut şartları değiştirmeyi ancak hayvanlar
düşünmez/düşünemez. Allah’ın istediği “değişik”liği yapmayanlar, “Allah’a
rağmen” değişiklikler yapmaya başlarlar. İşte böylece kritik seviye aşıldığında
Allah böyle toplumları başkalarıyla değiştirir. Zâten
hak yolda olan bir değişim ancak böyle olur. Kânunları değiştirip durmak bir
işe yaramaz. Her gün İslâm-merkezli olmayan yeni bir anayasa yapsanız da,
adâletsizlik ve eşitsizliği yine de değiştiremezsiniz ve dolayısıyla zulmü
engelleyemezsiniz. İslâm, “insanı en doğru yönde değiştiren” din’dir.
Hem müslüman olunacak, hem de hayat-tarzı ve davranışlar değişmeyecek.. bu
mümkün değildir. Kişisel ve toplumsal şartları İslâmî yönde değiştirmeyi
düşünmeden okunan Kur’ân, ancak tâğutlara alan açar-açmaktadır. Kur’ân,
Allah’ın râzı olduğu toplumları her zaman aynı ve benzer bir yola sokmuştur.
Çünkü İslâm’ın hükümleri coğrafyadan-coğrafyaya değişmez;
coğrafyadan-coğrafyaya, imtihanlar değişir.
Peygamberlik öncesi Mekke’nin
mazlumları, mazlumluktan kurtulma umûdunu, “merhâmetli müşriklere”
bağlamışlardı. Şimdikiler de aynısını yapıyorlar; “Diğeri” gelirse
rahatlayacaklarını ve adâlete kavuşacaklarını zannediyorlar. Hâlbuki sorun
kişilerde değil, “sistem”dedir. Sistem-değişikliği yapılmadığında, gerçek bir
değişiklik olmayacaktır. Köle, kölelikten kurtulamayacak olduktan sonra,
kölenin efendisinin değişmesinin köleye bir faydası olmaz. Seküler sistem
İlâhî-İslâmî sistem ile değiştirilmelidir fakat ilk önce seküler sistemi İslâmî
sistem ile değiştirebilecek örnek bir toplumun ortaya çıkması ve o toplumun
İlâhî sisteme lâyık olduklarını ve onu hak ettiklerini ispatlamaları gerekir.
Böyle bir topluma şu-an benzeyen tek toplum Gazzelilerdir.
Kur’ân’ın değiştirdiği
mü’minler, “değişik” işler yapmaya başlarlar. Bu onlara zor da gelmez.
Değişip-değişmediğimiz, değişik işler yapıp-yapmadığımızla belli olur. Tüm
devrimler, farklı davranışlar göstererek mevcut toplumdan farklılaşmayla
başlar. Fark yoksa, farklı bir toplum da yok demektir. “Farklı” bir toplum
yoksa, devrim de yoktur, değişim de yoktur. Tabî ki bunun ağır da olabilen
bedelleri vardır. Ey müslüman!; şunu iyi bil ki, sevdiğin şeylerden fedâ
etmedikçe hiç-bir şeyi değiştiremez ve düzeltemezsin. Müslümanlar(!) mü’minleşmedikçe,
“İslâmî değişimler” olmayacaktır.
Sünnetullahın yönü başka, modern
müslümanların yönü ise bambaşka bir hâle gelmiştir. Müslümanlar “sırât-ı
müstakîm” olan sünnetullah yoluna girene kadar “değişen” bir şey olmayacaktır.
Toplumları ve düşünceleri en
çabuk, savaş değiştirir ve dönüştürür. Târihte, salt eğitim aracılığıyla
“kitlesel” bir değişim-dönüşüm yaşandığının sâdece ilmî yol ile şirkin, küfrün
ve zulmün ber-tarâf edildiğinin tek bir örneği bile yoktur. Canları ve malları
ortaya koymayı gerektiren ve ağır bedeli olan amel ve eylemler olmadan bir
şeyin değişmesi ve doğru yola girilebilmesi mümkün değildir.
Kur’ân’ın hükümleri,
“hareket hâlinde olan” toplumlarda billurlaşır ve yankı bulur. Hareketsiz
toplumlar Kur’ân’ın hükümlerini anlamsız bulurlar ve “hükmü geçmiş” olarak görürler.
Dünyâ, “gelişip durmanın”
değil, “değişip durmanın” yaşandığı mekândır. Değişme ise ancak “İslâmî anlamda
bir değişme” olduğunda “iyi bir değişim” olmuş olur. Şu da var ki Dünyâ’yı ancak, “sorun çıkaran
insanlar” değiştirebilir Peygamberimiz ve onunla birlikte olanların
yaptığı gibi; olağan-üstü şeyler yapmadıkça olağan-üstü değişimler ve
olağan-üstü sonuçlar beklemek abes ve hayâldir. Değiştiremiyorsan,
“değişmemişsin” demektir.
Târih boyunca Dünyâ’yı hep
“derdi olanlar” değiştirmiştir. Dünyâ’da zevk, neşe ve refah içinde
yaşayanların yada yaşamak isteyenlerin hakka uygun bir değişim yapabilmeleri imkânsız
olduğu gibi, bunu düşünebilmeleri söz-konusu bile değildir.
Kendisini/kendilerini
paralayan birisi/birileri olmadıkça Dünyâ ve insanlık, maddî yada mânevî olarak
olumlu anlamda değişmez. İşte bu yüzden mesele, “kendini paralayacak
birilerinin olması yada olmaması” meselesidir. Îman etmek, “Allah rızâsı için
paralanmayı göze alabilmek” demektir.
Müslümanlar içinden “kelleyi
koltuğa alacak” bir topluluk çıkmadıkça, değişen bir şey olmayacaktır. An
îtibârıyla bunu göze alabilmiş olan toplum Gazzelilerdir. Şu-anda kelleyi
koltuğa alan tek bir toplum vardır: Gazzeli mü’minler. Çünkü savaş uçakları
olmayan bir topluma karşı, savaş uçaklarından atılan bombalarla savaşmak
şerefsizliktir. Fakat Gazzeliler buna karşı bile dayanabilmekte ve
direnebilmektedirler. Zafer Allah’ın izni ile Gazzelilerin olacak ve İsrâil
yenilecek ve rezil olarak def olup gidecektir. Zîrâ Allah’ın râzı olup da
yardım ettiği bir topluma karşı tüm Dünyâ bir-araya gelse bile gâlip
gelemez.
Gazze Savaşı askerî güç
anlamında apaçık şekilde orantısız bir savaştır. Orantısız savaş, “askerî bakımdan
güçsüz olanın, görünüşte ezici güçte olana karşı sıra-dışı taktiklerden
yararlandığı savaş”tır. Orantısız savaşları “güçsüz olan” taraf kazanır. Târih
boyunca yapılan orantısız savaşları hep gerilla taktiği kullanan güçsüz tarafın
kazandığı görülmüştür. Belki de bu nedenle olsa gerek, Netanyahu şöyle demiştir:
“Bu farklı türde bir savaş olacak, çünkü Hamas farklı türde bir düşman”.
Herkes İsrâil’in yanında ama
Allah Gazzelilerin yanındadır. Biz mü’minler de elbette Gazze’nin yanındayız.
Savaşı da, eğer sonuna kadar sabrederlerse Gazzelilerin kazanacağından, zaferin
Gazze’nin olacağından şüphemiz yoktur.
Evet, 7 Ekim 2023 târihi ile
başlayan Gazze Savaşı ve Gazzelilerin örnek direnişi, İslâm’ın yeniden
yükselişinin mîladıdır. İslâm ilk-başta yayılmaya ve yükselmeye başladığı
coğrafyadan yâni Arap yarım-adası ve orta-doğudan, Gazzelilerin omuzlarında ve
onlar vesîleyle yeniden yükselmeye başlayacak ve Dünyâ’yı kuşatacaktır Allah’ın
izni ile. Zîrâ sünnetullah devreye girmiştir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder