6 Aralık 2023 Çarşamba

Allah’a Neden İnanıyorum?

 

“De ki: O, her-şeyin Rabbi iken, ben Allah’tan başka bir Rab mi arayayım?” (En-âm 164).

 

Allah bilin(e)mez, O’na inanılır. Çünkü Allah’ı bilip idrâk edebilecek bir şeye sâhip değiliz. Meselâ Allah akıl ile bilinebilecek bir varlık değildir. Zâten “bilen”, “bilinen”den üstün olur. Fakat Allah’tan daha üstün bir varlık yada “şey” olmadığı için O “bilinebilecek olanlardan” değildir. Akıl Allah’ı bilecek çapta ve yetenekte bir varlık yada cevher değildir. Fakat Allah’a inanma yolunda kişiye yardımcı olabilir. Allah “doğrulanacak” değil de “inanılacak” bir varlık olduğu için O’nun varlığına aklı kullanarak bir kanıt ve delil aramak abestir. Zâten inanmayacak olana hiç-bir delil yetmez. Akıl Allah’ı niçin bilemez ve O’na inanmak sâdece akıl ile olmaz?. Çünkü Allah, bizim aklımızla anlayıp târif edilebileceğimiz kadar basit bir varlık değildir. Bu nedenle Allah aklın değil, inancın konusudur.

 

Allah’a inanmak, O’na inanıldığında mutlakâ yüklenilmesi gereken sorumlulukları kabûl edip teslîmiyet gösterebilmekle alâkalıdır. Bu nedenle de aslında Allah’a inanmak delikanlılık işidir. Allah’a inananlar, Allah’ı aramazlar; Allah’ı arayıp duranlar ise, Allah’a inanmayanlardır. Zîrâ Allah, aranacak değil, inanılacak olandır. Zâten inancın belgesi olmaz.

 

Târih boyunca modernizme gelene kadar Allah’a, “en yüce yaratıcı” anlamında inanmamak yâni ateizm sâdece çok küçük topluluklar hattâ bâzı kişiler arasında olmuştu. Peygamberlerin gönderildiği kavimler de hep Allah’a inanıyorlardı fakat O’na ortak-şirk koşuyorlardı. Yâni sorun, “mutlak hâkimiyeti sâdece Allah’a vermemek” idi. Allah’a “inanıyor” olmak, “Allah’ı inkâr etmemek” demek değildir. 300 yıl öncesine kadar durum böyleydi. Fakat Allah’ın, âhiretin, gaybın, vahyin, peygamberliğin ve dînin inkâr ve iptâl edilip doğaya, eşyâya, maddeye, akla ve insana tapılmaya başlamanın startı olan modernizm ile birlikte Allah’a inanmamak yâni ateizm ve ateistlik çoğalmış ve hattâ günümüzde insanların yarıya yakını Allah’a inanmamakta ve “Allah’a neden inanayım ki?” diye sormaktadır. Bu soruya târih boyunca bir-çok cevaplar verilmiştir ve verilip durmaktadır. Fakat “Allah’a neden inanayım?” sorusuna öyle uzun ve karmaşık cevaplar yerine basit bir cevap vermek gerekmektedir. Bu nedenle ben “Allah’a neden inanıyorum?” sorusunu şu kısa cümle ile cevaplıyorum: “Çünkü varlığı, Allah dışında bir şey ile açıklamak beni iknâ ve tatmin etmiyor”.   

 

Varlığın nasıl ortaya çıktığını -sözde- açıkladığı kabûl edilen teoriler gerçekten iknâ ve tatmin edici açıklamalar yapmış değillerdir. Bir-çok soruya cevap veremeyen ve içinde bir-çok çelişkiler barındıran, meselâ Big-Bang Teorisi, Evrim Teorisi ve modern-bilim ve teknoloji ile ortaya atılan bir-çok teori, câhil yada Allahsız bir açıklama bekleyen ve isteyenlerin “mal bulmuş mağribi” ve sazan gibi hemen atlayıp kabûl ettikleri ve inandıkları, “resmî olarak henüz çürütülmemiş” olan hipotezler, modellemeler ve masa-başında ortaya atılmış “zırvalık” türünden üretimlerdir. Bunlar masal anlatmaktadırlar ve klâsik hurâfelerin yerine “modern hurâfeler” üretmektedirler. Astrolojinin söyledikleri şeyler “klâsik hurâfeler” iken, astronominin yada kozmogoninin söyledikleri şeyler ise “modern hurâfeler”den başkası değildir. Yine; uzak geçmişe âit olan yaratılış destanları ne kadar ilkel ve uydurma ise, modern biyolojinin söyledikleri de o kadar ilkel ve uydurma hattâ zırvalıktır. Bunların hiç-biri iknâ ve tatmin edici açıklamalar yapmış değillerdir ve yaptıkları sâdece propagandadır. Bilgiyi televizyon ve internetten, sâdece manşet olarak öğrenen insanlar, söylenenleri anladıklarından değil de propagandadan etkilendiklerinden dolayı, uydurmaları ve zırvalıkları hiç sorgulamadıkları için yapılan -sözde- bilimsel açıklamaları “doğru ve gerçek bir açıklama” zannediyorlar ve artık duydukları gibi inanıyorlar.

 

Oysa varlığın nasıl vâr olduğunun bir açıklaması yapılamaz. Çünkü varlık Allah’ın “ol” demesiyle bir-anda vâr olmuştur. Bir-anda olanın ve ansızın ortaya çıkanın bir işâreti olmaz. İşâreti olmayan şeyin açıklaması yapılamaz ve onun hakkında sâdece atıp-tutmalar yapılabilir ki bunlar hiç de iknâ edici olmazlar. İnsanın Allah’a neden inanması gerektiğinin -gerçekten iknâ ve tatmin edecek şekilde yapılacak- açıklaması ise sâdece bir cümledir: “Çünkü varlığı, Allah dışında bir şey ile açıklamak beni iknâ ve tatmin etmiyor”.

 

Evet; iknâ ve tatmin etmiyor, edemez de. Varlığın varlığını Allah dışında bir şeyle açıklamaya çalışmak geçici tamponlar olabilir ancak. Zâten yapılan açıklama bir süre sonra popülerliğini ve parıltısını yitirip sönmeye başlayacağı, üstelik vicdan da sürekli olarak sorular sorup eleştiriler yaptığı için, yapılmış olan açıklamalar bir süre sonra değerini, önemini ve iknâ ediciliğini kaybedeceğinden dolayı yeni bir açıklamaya ihtiyaç duyulur. Çünkü bunlar gerçek ve hakîki açıklamalar olmadığı ve olamayacağı için, “Allah’a inanmak istemeyenlerin geçici olarak kullanımıma sunulan tamponlar” olmaktan kurtulamayacaklardır.  

 

İlginçtir; insanları Allah’a inanmaktan alıkoyan ve çeşitli zırvalıklara inanmaları için onlara fısıldayıp duran şeytan ateist değildir, yâni Allah’a kesin olarak inanır. Şeytanın “şeytan” olması, Allah’a inanmasına rağmen emrini yerine getirmemesinden dolayıdır. “Secde et” emrini yerine getirmemesi onu şeytanlaştırmıştır.

 

Peki Allah’a inanmayanlar neden inanmıyorlar?. Çünkü sürekli olarak Allah’ın zâtı hakkında; “ne zaman, nerede ve nasıl?” sorusu üzerinde düşünüyorlar. Oysa Allah’ın zâtı düşünüldükçe Allah inancı zayıflar ve zamanla bitip gider. Allah’ın zâtını düşünmek ve O’nu zâtıyla bilmek, “o’nu sınırlamak” demektir. Zîrâ insanın görmesi, duyması ve bilmesi ancak sınırlayarak olur. Çünkü ancak “sınırı olanı” görebilir, duyabilir ve bilebilir. Peki Allah sınırsız olduğuna göre O’nu neyle ve nasıl bilebilecektir?. Allah kâinâtın hiç-bir yerinde zâtıyla ve mutlak varlığı ile yoktur. Fakat Allah, kâinâtın tamâmında sanatıyla, kânunlarıyla ve yaratıp durmasıyla vardır. Allah’ı bilmek, görmek ve duymak mümkün ve önemli değildir ama O’na inanmak önemlidir. Bu da ancak ve ancak, Allah’ın yarattıklarını, sanatını ve kânunlarını bilmekle, görmekle ve duymakla olabilir. Allah’a olan inanç ve îman,   O’nun yarattıklarına bakarak başlar ve artar. Allah’ın yarattıklarına yâni sanatına baktıkça ve sünnetullah denen kânunlarını gördükçe insan düşünmeye başlar ve inat etmeyi bıraktığında, tüm bu muhteşem düzenin, nizâmın ve fevkalâdeliğin gerçek anlamda ancak Allah ile açıklanabileceğini idrâk eder ve der ki: “Evet, Allah yaratmıştır”. Böylece îman başlar. İdrâk ettikçe îman ve inanç artar ve “Allah’a neden inanıyorum?” sorusuna bir cümle ile cevap verir: “Çünkü varlığı, Allah dışında bir şey ile açıklamak beni iknâ ve tatmin etmiyor”.

 

Allah’ın kontrôl etmesinden rahatsız olan modern insan, “Allahsız dinler”e inanmaya başlamaktadır. Greko-Romen uygarlık ve onun uzantısı modernizm, Allah’a inanmaktan vazgeçip, “dört elemente ve türevlerine inanma uygarlığı”dır. Zîrâ Hakka inanmamanın kaçınılmaz sonucu “bâtıllardan birine inanmak”tır.

 

Allah’ın varlığını -sözde- kabûl eden Deizm; “Allah’ın dînini ve emirlerini kabûl etmez ve tınlamazken, Allah’ın mutlak varlığına inandığını söyleme” küstahlığı ve yalanıdır. Eğer Allah, her-şeyi yaratıp -hâşâ- çekip gittiyse ve hiç-bir şeye karışmıyorsa, o zaman Allah’ın varlığını kabûl etmenin ne önemi kalıyor?. Deizm’e göre, Allah’ın varlığını kabûl etmemenin ne önemi var?. Allah’a inanmadığımda ne olacak ki?. Deistler aslında “utangaç ateistler”dir ve “Allah’ın varlığını kabûl ediyoruz” demelerinin hiç-bir önemi ve anlamı yoktur.

 

Eksik-yanlış bir inanış olan “Allah’ın gökte olduğu” düşüncesi, Allah’ı göklere hapsedip, insanların yeryüzünde Allahsız bir şekilde istedikleri gibi yaşama arzusundan kaynaklanır. Modern insan istiyor ki, inanılması gereken şeye, “kendi istediği gibi” inansın. Allah’ın varlığına inanıp da yaşamında o îmânı hesâba katmayanların îmânı sorunludur. Kâfirlik târihi, “Allah inancından ve dînî sorumluluktan kurtulmanın verildiği savaşım”ın târihidir. İnsanlar ikiye ayrılır: 1-Nefsine göre düşünce ve inanış belirleyenler; 2-İnancına göre düşüncesini ve davranışını belirleyenler.

 

Bir de; “gözümle görmediğime inanmam” diyenler vardır. Ben de; “gözümle gördüğüme inanmam” diyorum. Çünkü inanç zâten görünmeyene olur. Görüp durduğumun nesine inanayım?. İnanmak için, bir de “inanmama durumu” olması gerekir. Görüp durduğum şeyin gördüğüm gibi olduğuna inanmama durumu yoktur ki!. O zâten gördüğüm gibidir. O, inanmanın değil, görmenin konusudur. Allah ise îmânın konusudur:

 

“Dedi ki: (Allah) göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan her-şeyin Rabbidir. Eğer kesin bilgiyle inanıyorsanız (böyledir)” (Şuârâ 24).

 

Allah’a inanmamak zavallılıktır ve de çok zor bir şeydir. Oysa Allah’a inanmak insana büyük bir güven ve huzûr verir. Allah’a inanmak birilerinin zannettiği gibi akılsızca ve mantıksızca değildir. Tam-aksine, Allah’a inanmak, akla, mantığa ve sağ-duyuya çok uygundur. İnat etmeden ve ön-yargısız bir şekilde odaklanarak baktığınızda ve düşündüğünüzde, varlığın vâr olmasının nedeninin Allah olduğunu, -sizi iknâ ve tatmin edecek şekilde- görüp idrâk edersiniz. Bundan sonra da; “Allah’a neden inanıyorum?” sorusuna basit bir cümle ile cevap verebilirsiniz: “Çünkü varlığı, Allah dışında bir şey ile açıklamak beni iknâ ve tatmin etmiyor”.

 

“O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Size kendi nefislerinizden eşler, davarlardan çiftler vâr etti. Sizleri bu tarzda türetip-yayıyor. O’nun benzeri gibi olan hiç-bir şey yoktur. O, işitendir, görendir” (Şûrâ 11).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2023

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder