“Ey îman edenler!;
Allah’tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nûr ve anlayış
(furkân) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl
sâhibidir” (Enfâl 29).
Dünyâ’nın ne hâlde olduğu,
insanların îmâna ne kadar yer açtığı ve yer verdiği ile alâkalıdır. Kâinattaki
her-şey, Allah’ın yarattığı düzene göre hareket eder. Bu nedenle kâinattaki
her-şeyin, düzenini koruyacağı ve nizâmını bozmayacağına olan bir güven vardır.
Çünkü onu Allah düzenlemiştir ve yerleri ve gökleri her dâim Allah tutmaktadır.
İnsanlar arasında da böyle bir düzenin olması zannedildiği gibi imkânsız
değildir ve mümkündür. Fakat bunun olmazsa-olmaz bir şartı vardır:
Îman-merkezli olmak. İnsanlar arasında olan iş ve ilişkiler ve de insanların
aldıkları kararlar, çıkardıkları kânunlar ve yaptıkları üretimler îman-merkezli
olursa, aynen göklerdeki gibi bir düzenin ve nizâmın kurulması mümkün olur.
Îman-merkezli olmak için ise îmâna yer açmak gerekir. İndirilen tüm vahiyler ve
gönderilen tüm peygamberler, îmâna alan açmak ve hattâ yeryüzünü bir “îman-alanı”
hâline getirmek için çalışmışlardır. Çünkü insanı yeryüzünden çektiğinizde tüm
kâinatla birlikte Dünyâ da bir îman-alanı hâline gelerek düzene kavuşacaktır.
Buna insan engel olmaktadır. Zîrâ îmâna yer açmamakta ve îmânın alanını
daralttıkça-daraltmaktadır.
Tabi imtihan ve sünnetullah
gereğince Dünyâ mutlak anlamda bir îman-alanı hâline gelmeyecek, hiç-bir zaman
îmâna yeterli bir yer açılmayacaktır. Fakat îmâna ayrılan yer ne kadar geniş olursa
Dünyâ daha yaşlanılır bir yer hâline gelecektir. İşte mü’minler bunun için
çalışmalıdırlar. Peki îman alanın ne daraltmaktadır ve îmâna yer nasıl
açılacaktır?.
Zannedildiği gibi îman bilginin
sonucunda ortaya çıkan bir şey değildir. Îman bilgiyle güçlendirilebilir ama tek-başına
bilgi, kişiyi îmâna kavuşturmaz. Zîrâ îman bilgi değildir. Eğer öyle olsaydı
tüm bilgili olanlar îmanlı olmuş olurlardı. Hattâ bilgi tam-tersine, çoğu zaman
îmânı azaltır yada bitirir. Modern insan bilgiyi îmânın yerine koymuş olan ve
bilgilendikçe îmânının arttığını ve iyi bir müslüman olduğunu zanneden kişidir.
Oysa bilgi onu amele-eyleme sevk etmemekte yada yeterince amele-eyleme
yöneltmemektedir. Oysa îman kişiyi mutlakâ amele-eyleme yönlendirmelidir. Zîrâ
îman demek “amel” demektir. Zâten îmânın göstergesi de amel, eylem ve
davranışlardır.
İnsanlık târihi boyunca
insanların çoğu, “sıfır bilgi” ile değil ama, kulaktan dolma bilgilerle îman
edebilmişlerdir. Hatâlı ve yanlış bilgilere göre bile îman edenler olmuştur ve
bu kişiler îmanlarında samîmidirler de. Çünkü îman, mutlakâ bilgiye muhtâç değildir
ama bilgi mutlakâ îmâna muhtaçtır. Çünkü bilgi îman-merkezli olmadığında
mecbûren eksik kalacağından dolayı
yanlış sonuçlar vererek sapar ve saptırır. Zîrâ bilgi sâdece pozitif bilgi
değildir. Maddî ve mânevî alanın bilgisi vardır ve bunlar zannedildiği ayrı
şeyler değildir ve birbirleriyle irtibatları vardır. Mânevî bilgiyi es geçen ve
inkâr edenlerin bilgi konusunda eksik ve dolayısıyla yanlışa düşmesi
kaçınılmazdır. Allahsız modern bilgi böyle bir bilgidir. Sürekli olarak bilgiyi
değiştirmesinin ve yenilemesinin nedeni budur. O-hâlde îmâna yer açmak için
Allah’ın indirdikleri ve bildirdikleri de hesâba katılmalı ve hattâ îmâna
taâllûk eden bilgi bir adım önde olmalı yâni îman-merkezli bir bilgi olmalıdır.
Böylece bu bilgi, “Allah’ın bildirdiği bilgi” olacaktır. İşte bu, bilgi
konusunda îmâna yer açmak demektir.
Şeytan nefs ve tâğutların
ortaya koyduğu bilgi sınırlandırılmalı ve hattâ bir-çok konuda bu tür bilgiler
iptâl edilerek onun yerine ise îmâna yer açılmalı ve îmânın kazandırdığı bilgi
konulmalıdır. İşte bu “Allah’ın öğrettiği bilgiyle yetinmek”tir. Zâten Kur’ân
da bunu söyler: “Dediler ki: Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim
hiç-bir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her-şeyi bilen, hüküm ve hikmet sâhibi
olansın”
(Bakara 32).
Allah’ın
öğrettiği bilgi, îmâna dayalı olan ve bu merkezde ortaya konulan bilgidir. İşte
bu bilgiyle yetinmeli ve hayâtımızı da bu merkezde yaşamalıyız. Çünkü ancak o
zaman Dünyâ bir barış yurdu hâline gelir, herkes için adâlet ve eşitlik olur.
Zîrâ Dünyâ’yı cehenneme çeviren şey ilk başta Allahsız bilgi ve îmansızlıktır.
Peki îmânın bilgisi nedir?. Bilgi,
bâzıları için îmânı güçlendirmede işe yarayabilir. Ama îmânı ortaya çıkaran şey
bilgi değildir. Îmânı sağlayan şey bilgiden daha üstün bir şeydir. Üstelik o
şey ile Îman eden kişi artık îmânın kazandırmış olduğu “ferâset” denen idrâk
etme yetisi de kazanmış olur. Yâni îmânın kendine has bir bilgisi vardır.
Îmânın bilgisine kavuşanlar, delile ve kanıta ihtiyaç duymadan inanılması
gereken şeyleri kabûl ederler ve inanırlar. Bu bilgiye sâhip olanlar için
gaybın varlığı çok kesindir. Îman etmişseniz artık o bilgi, daha doğrusu “kesin
bilginin kazandırmış olduğu ferâset”, sizde her-şey için kullanılabilecek bir
kazanım olur. Hayâtınızda îmâna ne kadar yer açarsanız ve sağlam bir îmânınız
olursa, artık hakkı-bâtılı ve doğruyu-yanlışı hemen fark edebilecek bir
özelliğiniz olur.
Bilimsel-bilgi “olanı”, îman
bilgisi ise “olması gereken”i gösterir. Bilimsel-bilgi îmânı idrâk bile edemezken,
îmânın vermiş olduğu bilgi ve kazandırmış olduğu ferâset, bilimsel ve deneysel
bilginin doğrularının ve yanlışlarının “şıp” diye görülmesini sağlar.
Kant;
“inanca yer açmak için bilgiyi inkâr ettim” demesi, bunun başka bir yolu
olmadığı içinidir. Zîrâ îmânın alanı daralınca ortaya eksik, yanlış ve bâtıl
bilgiler ve bu bilgiye göre de, adâletsiz, merhâmetsiz, vicdansız, ahlâksız ve
zâlim bir Dünyâ ortaya çıkıyor. Bu nedenle insanlar mutlakâ îmâna yer açmalı ve
îman-merkezli bir Dünyâ kurmalıdır. Zîrâ insanı Allah yaratmıştır ve Allah,
insanı, maddî ve mânevî yönleri olan çift boyutlu bir varlık olarak
yaratmıştır. Bu iki boyut bir-arada olmadığında ve îman bir adım önde
olmadığında insanlar içeriden çürümeye ve sonra da Dünyâ’yı da çürüterek
sonlarını getireceklerdir. Üstelik Dünyâ’da rezil olduklarıyla kalmayacaklar,
âhirette de derin pişmanlıklar içinde kalacaklardır.
Modernizm;
Allah, âhiret, din ve îman yerine; aklı, insanı, maddeyi, doğayı, eşyâyı geçirmiş
ve artık her-şey zayıf, kısır ve yeterli çapa sâhip olmayan akla bağlanmıştır.
Üstelik insan her-şeyi şeytanın ve nefsin yörüngesinde olan akıl ile çözebileceğini
zannetmekte ve îmâna ihtiyâcı olmadığını düşünmektedir. Oysa gün geçtikçe îmandan
ve îzandan koptuğu için kendini kaybetmekte ve savrulmaktadır. O-hâlde bâtıl bilgiye
yer açmak için îmandan kopmanın yerine, seküler bilgiyi terk ederek îmâna yer
açmak gerekmektedir. Bunun için de seküler-modern bilginin sıkı bir elek ile
elenmesi şarttır. Böylece bilgi-merkezli olan tasavvur, duygu, düşünce, gözlem,
söylem ve eylemlerden kurtulmak mümkün olacak ve îmâna yer açarak îman-merkezli
bir Dünyâ kurulabilecektir.
Îmânın
bilgisi pratiğe yöneliktir, fakat bilimsel-bilgi pratiğe yönlendirmeyebilir ve
çoğu-zaman da yönlendirmez. Biz “îmâna yer açmak” dediğimizde “îmanın kazandıracağı
ferâsete yer açmak”tan bahsediyoruz. Bu ferâsete sâhip olanların, mânevî
bilginin de desteğini aldıkları için görüşleri keskinleşir. Böylece kesin ve
net bilgiyi ortaya koyabilirler ve buna göre amel-eylem üreterek Dünyâ’yı
zulümden ve adâletsizlikten kurtarabilirler. Îmânâ yer açmak “ferâsete yer açmak”
demek olacağı için ve ferâset amel-eyleme yönelik olduğundan dolayı, “en iyiyi
yapmak” genel bir düşünce olacaktır.
Tek-boyutlu
olduğu için bilimsel yada deneysel bilgi insanı sonuna kadar tatmin ve iknâ
edici özellikte değildir. Bunu sağlayacak olan şey îmânın kazandırdığı
ferâsetin ortaya koyduğu bilgidir. Îmânın bilgisi dediğimiz bu bilgiye îman
etmeden ulaşılamaz. Îman edince îmânın potansiyel bilgisi sizde de açılır ve bu
bilgi, îman güçlendikçe ve îmâna yönelik işler yaptıkça çoğalır.
Modern
dünyâ günaha bakmadan ve basmadan yürünemeyecek bir yer hâline gelmiştir. Secde
edecek yer kalmamıştır neredeyse. Bu nedenle îmân zayıflamış ve ruhlar çok gerilerde
kalmıştır. Modern dünyânın hâl-i pür melâlinin nedeni budur. Her taraf şeytana,
nefse ve tâğutlara göre düzenlenmiş ve onların belirlediği şekilde yaşanabilecek
bir yer hâline getirildiği için, îmâna göre yaşanacak yer bulunmamakta, bu da
çoğu insanın ücrâ yerleri özlemesine neden olmaktadır. Oysa tüm peygamberler ve
vahiyler, îmâna yer açmak ve tüm Dünyâ’yı îmân-merkezli kılmak için
gönderilmişlerdir. Allah’ın murâdı ve emri budur.
Îmânın bilgisi
değişmez ve kesindir. Oysa bilimsel yada deneysel bilgi değişir durur. Zîrâ
akla, beyne ve zihne dayanır. Aslında bizim için bugün bilgi olarak kabûl
ettiğimiz çoğu şeyler, zamanla yerini yeni bilgilere bırakmaktadır. Yâni
bilimsel bilgilerde tam bir kesinliğin olduğunu söylemek pek mümkün değildir; Meselâ, Kopernik’e kadar insanoğlu yer-merkezli Batlamyus teorisinin doğru olduğuna
inanmaktaydı, yâni o günün bilimsel
denilen bilgisi oydu. Hâlbuki Kopernik’le birlikte yerin değil, Güneş’in
evrenin merkezi olduğu teorisinin doğruluğu bilimsel olarak daha ağır basınca, eskinin
bilimi diyebileceğimiz
Batlamyus teorisi devre-dışı kalmış oldu. Fakat Kopernik’in teorisi de kesin değildir ve
yeni bir bilgi ile yanlışlanmak zorunda kalacaktır. Bilimsel ve deneysel
bilginin kaderi budur. Zîrâ mutlak ve sınırsız olana değil de sınırlı olana
dayanmaktadır. Çünkü îmânı inkâr etmektedir. Demek ki îmânın bilgisine ve dolayısıyla
îmâna yer açmak için bilimsel ve deneysel bilgiyi kısıtlamak gerekir ve onun
yerine îmânın bilgisini koymak gerekir. Aksi-hâlde değişen bir şey olmayacak ve
şeytan, nefs ve tâğutlar iktidarlarını sürdüreceklerdir.
Îmânın bilgisi denilen şey,
bir şeye îmân ile yâni imânın kazandırmış olduğu ferâsetle bakmak ve netliğe
kesinliğe ulaşmaktır. Îman bir bilgi değildir ama îman eden kişiye net ve kesin
bilgiyi gösterecek bir ferâset kazandırır. İmânın bilgisi dediğimiz şey, kesin bilgiyi
gösterecek olan ferâsettir. O ferâsete ancak sahih bir îman ile ulaşılabilir. Çünkü
kâinatta “kesin bilgi” vardır ki bu ancak îmânın kazandırmış olduğu ferâsetle
bilinebilecek olan şeydir. Zîrâ “îman Allah’a ve gayba îman”dır. Allah’ı ve
gaybı hesâba katmadan yâni yaratılmış olanı, Yaratan’ı hesâba katmadan gözlemlemek
ve onun hakkında bilgi edinmek elbette eksik ve dolayısıyla yanlış olmaktan kurtulamayacaktır.
Allah vicdanlara, göklere ve
kâlplere hapsedildiği günden bêri bilginin sürekli olarak yanlışlanması ve bu
yüzden yenilenip durması bu nedenledir. Bu durum Dünyâ’da sâdece küçük bir azınlığın
işine gelmekte ve sâdece onlara fayda sağlamaktadır. Dünyâ’nın büyük çoğunluğuna
ise, -insanların çoğu farkında olmasa da” maddî ve mânevî anlamda zarar
vermektedir. İşte bu nedenle îmâna yer açmak ferâsete ve kesin bilgiye yer açmak
anlamına da gelecek ve doğru ve kesin bilgiye göre kurulan Dünyâ -herkes için-
bir huzûr diyârı olabilecektir. Bu da îmânsız ve Allahsız bilginin kısıtlanmasıyla
hattâ bâzen tümüyle terk edilmesiyle olabilecek bir şeydir.
Îmânın bilgisi îmâna göre
düşündükçe, konuştukça ve davrandıkça artar, çünkü ferâset artar. Ferâset; anlayışta
ve kavrayışta güçlü, zeki, anlayışlı, sezgileri kuvvetli, doğru ve kesin
bilgiyi gören-gösteren anlamlarındadır. Peygamberimiz; “mü’minin ferâsetinden sakının!. Çünkü o Allah’ın nûruyla bakar”
(Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’ân, 16, Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, 1, 24) der.
Îmânın yerine aklın geçirilmesi,
aklın alamayacağı şeyin inkâr edilmesini ve böylece ruhsuz, kâlpsiz, merhâmetsiz,
vicdansız ve Allahsız bir dünyânın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Oysa îmân
kişiyi hem yeterli ve net olarak Dünyâ’nın-maddenin-varlığın bilgisine hem de
metafiziğe yönelik olan mânevî bilgiye ve ilgiye yönlendirerek yaşanabilir bir
dünyânın kurulmasını sağlayabilir. Lâkin modern insan, aklı, bilimi ve deneyi o
kadar çok abartmıştır ki, Allah’ı, âhireti, gaybı, dîni, rûhu vs. bile deney,
akıl ve seküler-modern bilgiyle bilmeye çalışmış ama bunu başaramayınca da bunları
yok saymıştır. İşte modernizm denen melânet budur ve Dünyâ’yı ve insanlığı
mahveden şey budur. O-hâlde aklı ve deneysel bilgiyi kısmak, îmâna ve îmânın
bilgisine aslan açmak olmazsa-olmazdır.
Bilimsel ve deneysel bilgiyi
kısıtlayarak ve çoğu yerde iptâl ederek îmâna alan açmak, îmanın bilgisine ve
ferâsete alan açmak demek olacağı için kesin ve net bilgiye alan açılarak insanlık
sürekli değişip duran ve hem Dünyâ’yı hem de insanı yoran bilgiden ve o
bilginin ortaya çıkardığı zorluklardan kurtulmuş olacaktır. Böylece hem dış-âlemde
hem de iç-âlemlerde huzûra erecek, sonuçta da hem Dünyâ’da hem de âhirette iyiliğe kavuşacaktır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder