27 Eylül 2024 Cuma

Hakîki Güvenliğe Ulaşmak


“Hem siz, O’nun haklarında hiç-bir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaktan korkmazken, ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım?. Şu-hâlde ‘güvenlik içinde olmak bakımından’ iki taraftan hangisi daha hak sâhibidir?. Eğer bilebilirseniz. Îman edenler ve îmanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidâyete ermişlerdir” (En-âm 81-82).

 

Allah Kur’ân’da açıkça; “hakîki güvenliğe ulaşmanın hem Dünyâ’da hem de âhiretteki yolunun “şirk koşmamak” olduğunu söylüyor. Demek ki güvenlik sorunun temlinde şirk vardır. Çünkü şirk koşunda tüm yapılanlar boşa çıkar ve bu nedenle de apaçık bir güvensizlik sorunu ortaya çıkar ki bu hem Dünyâ’da hem de âhirette olan bir güven yoksunluğudur:

 

“Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrâna uğrayanlardan olacaksın” (Zümer 65).

 

Târih boyunca Allahsız-seküler yönetimler, halkı hep “güvenliğin yokluğu” ile korkutmuşlardır. Bu-bağlamda güvenlik, her-şeyin önüne geçirilmiştir. İnsanlar da güvenlik söylemi ile yönlendirilmişler ve yönetilmişlerdir. Bu en çok da modernizm ile birlikte yapılmaktadır. Halktan bir eleştiri, tepki, îtiraz ver isyân sesi gelmeyiversin, hemen güvenlikten yada güvensizlikten bahsederek halkı korkutmaya ve gazlarını almaya çalışırlar. Oysa her-şeyi yaratan Allah’ı hesâba katmayan ve hattâ O’na düşman olanların güvenli bir Dünyâ kurmaları ve güvenliği sürekli bir şekilde sağlamaları söz-konusu bile olamayacağı gibi, sürekli bir güvensizlik ortamını hem beceriksizlikleri hem de çıkarları nedeniyle sürdüreceklerdir. Zîrâ modernizm bir güvensizlik uygarlığıdır ve hayâtiyetini güvensizlikten ve halkın korkularından alır.

 

Modernizm, bilerek bir güvensizlik ortamı oluşturur. Böylece insanlar kendilerini güvensiz hissedeceklerinden dolayı bencilleşecekler ve bencil hedefleri peşinde koşacaklardır. Bu ise ancak modernizmin ve modernizmin mutlu ettiği azınlığın işine yarayacaktır. Çünkü insanlar güvensizlik ortamında ilk önce, kendilerine güven sağlayabileceğini düşündükleri şeylere sâhip olmayı düşünürler ki bunları üretenler elbette modernizmin öz çocukları olan mutlu azınlıktır. Onların ürettikleri şeyler insanların güvenliğini sağlayamaz ama onlar bu yolla kazandıkları paralarla görece bir güven içinde yaşayıp giderler. Tabi Allah bu durumdan zinhar râzı olmayacağı için hem onları hem de tüm sorunları para ile çözüp güvenliğe erişebileceklerini zannedenleri sert bir şekilde uyararak rahat bırakmaz ve tehdit ile hem de azap ile kafa ve beden konforlarını bozar:

 

“Siz burada güvenlik içinde mi bırakılacaksınız?. Bahçelerin ve pınarların içinde. Ekinler ve yumuşak tomurcuklu göz alıcı hurmalıklar arasında?. Dağlardan ustalıkla zevkli evler yontuyorsunuz. Artık Allah’tan sakının ve bana itaat edin. Ve ölçüsüzce davrananların emrine itaat etmeyin. Ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyor ve dirlik-düzenlik kurmuyorlar (ıslah etmiyorlar)” (Şuârâ 146-152).

 

İnsanlar târih boyunca, “Allah’a sığınmak ve kesin bir güvenliğe kavuşmak” yerine Allah dışındaki hemen her-şeye sığınarak güvenliğe kavuşacaklarını zannetmişlerdir ve zannetmektedirler. İnsana, akla, felsefeye, ideolojilere, özellikle “en büyü put” olarak taptıkları modern-bilime ve teknolojiye, silaha, askere, güvenlik güçlerine, eşyâya ve ilah edindikleri paraya sığınarak güvenliklerini sağlayabileceklerini düşünmüşlerdir. Hâlbuki tüm bu saydıklarımızın alabildiğine fazlalaştığı ve Dünyâ’ya hâkim oldu bir zamanda yaşamamıza rağmen tüm Dünyâ ve herkes için gerçek bir güvenlik bir türlü kurulamamakta ve tam-aksine Dünyâ günden-güne çok daha güvensiz ve yaşanmaz bir yer hâline gelmektedir. Peki neden?. Çünkü her-şeyi yaratan ve yaşatan Allah göklere ve kâlplere hapsedilmek istenmektedir ve bu nedenle de hiç hesâba katılmamakta, O’nun emir ve yasakları yerine getirilmemektedir. Böyle olduğu içindir ki hakîki bir güvenlik sağlanamadığı gibi zinhar sağlanması da mümkün değildir.  

 

Akla çok güvenen hattâ yüce bir ilah gibi tapan modern insan, aklını kullanarak kolayca güvenliği sağlayabileceğini sanmış fakat bunu başaramamıştır. Zîrâ aklını vahiy-merkezli olarak değil de insanın amansız düşmanı olan şeytana, nefse ve kendilerini ilah gibi gören tâğutlara göre kullanmaktadır. Böyle bir aklın güvenliği sağlayabilmesi ise söz-konusu bile değildir. Baktığımızda târih boyunca helâk olan kavimlerin en ileri çıkan özellikleri, akıllarına çok güvenmeleri ve hattâ akıllarını ilahlaştırmalarıydı. Fakat vahiyden kopuk ve uzak olan akılları onları koruyamadı da Dünyâ’da rezil oldukları gibi âhiret azâbının pençesine düştüler. Şu iki örnek ibretliktir:

 

“Allah bir şehri örnek verdi: (Halkı) güvenlik ve huzûr içindeydi, rızkı her yerden bol-bol gelmekteydi; fakat Allah’ın nîmetlerine nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı. Andolsun, onlara kendi içlerinden bir elçi gelmişti, fakat onu yalanladılar; böylece zulümlerine devâm etmektelerken azap onları yakalayıverdi. Öyleyse Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helâl (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O’na kulluk ediyorsanız Allah’ın nîmetine şükredin” (Nâhl 112-114).

 

“Andolsun, Sebe’ (halkı)nın oturduğu yerlerde de bir âyet vardır. (Evleri) sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki:) ‘Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin. Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var)’. Ancak onlar yüz çevirdiler, böylece biz de onlara Arim Seli’ni gönderdik. Ve onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde az bir şey de sedir ağacı olan iki bahçeye dönüştürdük. Böylelikle nankörlük etmeleri dolayısıyla onları cezâlandırdık. Biz (nîmete) nankörlük edenden başkasını cezâlandırır mıyız?. Kendileriyle, içlerinde bereketler kıldığımız memleketler arasında (biri diğerinden) görünebilen şehirler vâr ettik ve orada yürüme (imkânlarını) takdir ettik: ‘Oralarda geceleri ve gündüzleri güvenlik içinde gezip dolaşın’ (dedik). Onlar ise: ‘Rabbimiz, seferlerimizin arasını aç (şehirlerimiz birbirine çok yakındır) dediler ve kendi nefislerine zulmetmiş oldular. Böylece onları efsâneler(e konu olan bir halk) kıldık ve onları darmadağın edip dağıttık. Şüphesiz bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için gerçekten âyetler vardır” (Sebe’ 15-19).

 

İnsanlar paraya güvendikleri kadar hiç-bir şeye o kadar güvenmezler. Öyle ki bu güven “îman”a dönüşmüştür. Parayla her sorunu çözerek güvenliğe ulaşabileceklerini zannedenler, parasına çok güvenen ama sonun da pişmân olan ve yerin dibine geçen Kârûn’un ibretlik hikâyesiyle uyarmak gerekir:  

 

“Gerçek şu ki, Kârûn, Mûsâ’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazîneler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu” (Kasas 76).

 

“Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünyâ-hayâtını istemekte olanlar: ‘Ah keşke, Kârûn’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sâhibidir’ dediler. Kendilerine ilim verilenler ise: ‘Yazıklar olsun size, Allah’ın sevâbı, îman eden ve sâlih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz’ dediler. Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi-kendine yardım edebileceklerden de değildi. Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: ‘Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lûtfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkârcılar felâh bulamaz’ demeye başladılar” (Kasas 79-82).

 

Modern insan, her türlü sorunu, derdi, musîbeti, hastalığı, zorluğu ve hattâ ölümü bile, modern-bilimin ve özellikle teknolojinin yeterli oranda gelişmesiyle yok edip çözülebileceğini ve böylece yüksek bir güvenlik ve huzur ortamı oluşacağını boşu-boşuna ve körü-körüne bekleyip durmaktadır. Oysa modern-bilim ve teknoloji ilk ortaya çıktığı günden bu yana bırakın güvenli ve sağlıklı-huzurlu bir Dünyâ kurmayı, tam-tersine, gün geçtikçe Dünyâ güvensiz bir hâline gelmekte, sağlıklar bozulmakta, huzur kaçmakta ve ölümü yok edeceği boş beklentilerin aksine, insanlar her gün modern-bilim ve teknoloji yüzünden çeşitli şekillerde ölüp gitmektedir. Zîrâ hem modern-bilimi ve teknolojinin hem de saydığımız diğer şeylerin hakîki güvenliği sağlayabilecek ve insanları koruyabilecek bir güçleri yoktur. Çünkü onlar gerçek koruyucu olan Allah’ı hesâba katmamakta ve hattâ düşman olarak O’nu göklere ve kâlplere hapsederek Dünyâ’da kendi hâkimiyetlerini kurmak için çalışmaktadırlar.     

 

Modern insan modern-bilim ve teknolojiye meftûn, râm ve hayrân olduğundan dolayı ona sonsuz bir şekilde, koşulsuz-şartsız ve sorgusuz-suâlsiz bir güven ve îman duymakta ve “insanın ulaşabileceği en ileri derece olan bir güvenlik ve huzûr ortamın kurabileceğini” boş yere ve körü-körüne bekleyip durmaktadır. Körü-körünedir çünkü ortada o bahsedilen güvenlikle ilgili bir emâre yoktur ve zâten hiç-bir zaman da olmamıştır. Peki modern insan niçin böyle bir beklentiye girmektedir?. Çünkü modern insan Allah’tan uzaklaşmış ve kopmuş durumdadır.

 

Doğala, normâle ve fıtrata birebir uygun olan Kur’ân-merkezli apaçık hakîkate inanmakta aşırı zorlanan ve hattâ vahiy-merkezli hakîkati “zaman-dışı” görüp inanmayarak inkâr eden modern insan, meselâ “kara-deliğin fotoğrafı” olarak gösterilen “uyduruk” bir “sentez resim”e, hiç-bir eleştiri-îtirâz getirmeden ve hiç sorgulamadan ânında îman edebiliyor. Söylenip duran modern-bilimin yalanlarına hemen inanabiliyor. Modern-bilime ve teknolojiye olan bu sorgusuz-suâlsiz ve kayıtsız-şartsız “mutlak îman ve güven”in nedeni nedir?. Bunun nedeni; Allah’tan, âhiretten, gaybtan, vahiyden, Peygamber’den, Kur’ân’dan, din’den  yâni İslâm’dan kopmuş ve uzaklaşmış olduğu için sığınacak güvenli bir liman aramasıdır. Fakat sığındığı modern-bilim ve teknoloji, örümceğin yuvası kadar bile sağlam değildir, çürüktür, zayıftır ve insanları sürekli olarak ağına dolamaktadır. Modern-bilim ve teknolojinin güvenlik sağlayacak ne bir gücü ne de böyle bir meyli vardır. Modern-bilim ve teknoloji sürekli bir güvensizlik ortamına muhtaçtır. Zîrâ güvensizlikten geçinmekte ve hayâtiyetini de güvensiz bir Dünyâ’dan almakta ve sağlamaktadır. 

 

Hakîki güvenliği sağlamanın olmazsa-olmaz yolu, Allah’ın emir ve tavsiye ettiği “îsar” uygulamasıdır. İslâm’ın bir uygulaması olarak “îsâr”, “kişinin bir şeye muhtâç olmasına rağmen o şeyi Allah rızâsı için başkasına vermesi”dir. Çünkü insanlar “kendini yaşatmak” için değil de, “karşıdakini yaşatmak” için uğraşırsa, herkes güvende olur ve mutluluğa-huzûra kavuşur. Çünkü “kendini yaşatmak” isteyen kişi, kendini yaşatabilmek için icâbında karşısındakini öldürebilir. Fakat herkes karşısındakini “yaşatmaya” çalışınca kimse kimseyi üzmez, incitmez, yaralamaz ve öldürmez. Gerçek güvenlik ortamı ancak bu şekilde kurulabilir. Üstelik bu uygulama kişiyi Dünyâ’da güvenliğe-huzûra kavuşturduğu gibi âhirette de “güven içinde olanlar”dan kılar:

 

“Kendilerinden önce o yurdu (Medîne’yi) hazırlayıp îmânı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa, işte onlar felâh (kurtuluş) bulanlardır” (Haşr 9).

 

“Kim bir iyilikle gelirse, artık kendisine daha hayırlısı vardır ve onlar, o günün korkusuna karşı güvenlik içindedirler” (Neml 89).

 

Müslümanlar için Kâbe bir güvenlik-merkezidir ve öyle olmalıdır:

 

“Hani Evi (Kâbe’yi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık. ‘İbrâhim’in makâmını namaz yeri edinin, İbrâhim ve İsmâil’e de, Evimi, tavâf edenler, îtikâfa çekilenler ve rükû ve secde edenler için temizleyin’ diye ahid verdik. Hani İbrâhim: ‘Rabbim, bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve halkından Allah’a ve âhiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır’ demişti de (Allah: “Sâdece inananları değil) inkâr edeni de az bir süre yararlandırır, sonra onu ateşin azâbına uğratırım; ne kötü bir dönüştür o’ demişti” (Bakara 25-126).

 

“Gerçek şu ki, insanlar için ilk kurulan Ev, Bekke (Mekke)de, o, kutlu ve bütün insanlar (âlemler) için hidâyet olan (Kâbe)dir. Orada apaçık âyetler (ve) İbrâhim’in makâmı vardır. Kim oraya girerse o güvenliktedir. Ona bir yol bulup güç yetirenlerin Ev’i haccetmesi Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz, Allah âlemlere karşı muhtâç olmayandır” (Âl-i İmran 96-97).

 

Tabi Dünyâ bir imtihan dünyâsıdır ve imtihanın olduğu yerde elbette zorluklar, kötülükler, çirkinlikler, musibetler, ölümler ve acılar olacaktır. Fakat Allah-merkezli bir düşünüş ve yaşayış içinde olmak bunları en minimuma kadar düşürür. Bu minvâlde takvâlı bir yaşam içinde olanlar ve yine takvâlı olarak ölenler ise âhirette o sonsuz güvenliğe kavuşacaklar ve sonsuz nîmetlerle çevrili mutluluk ve huzûr diyârına kavuşacaklardır:

 

“Gerçekten takvâ sâhibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır. Oraya esenlikle ve güvenlikle girin. Göğüslerinde kinden (hasetten ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı-karşıyadırlar. Orada onlara hiç-bir yorgunluk dokunmaz ve oradan çıkarılacak değildirler” (Hicr 45-48).

 

“Cennetlerde ve pınarlarda.. Hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan (elbiseler) giyinirler, karşılıklı (otururlar). İşte böyle; biz onları iri gözlü hûrilerle evlendirmişizdir. Orada, güvenlik içinde her türlü meyveyi istiyorlar; orada, ilk ölümün dışında başka ölüm tatmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem azâbından korumuştur. Senin Rabbinden, bir fazl ve (lütuf) olarak. İşte büyük ‘mutluluk ve kurtuluş’ budur” (Duhân 52-57).

 

Hiç-bir garanti ve güven, Allah’ın verdiği “mutlak garanti ve güven” gibi olamaz. Mutlak garanti, “mutlak güven” demektir.

 

Şu koca kâinatta Allah’tan başka sığınılacak ve güvenlikte olunacak tek bir yer ve tek bir şey bile yoktur vesselam..

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Eylül 2024

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder