“Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça
mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır
gösterenleri müjdele” (Bakara 155).
“Bilin ki, (tek-başına) dünyâ-hayâtı
ancak bir oyun, (eğlence türünden) tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda
bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir çoğalma-tutkusudur. Bir
yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veyâ kâfirlerin) hoşuna
gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir
çer-çöp oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir azap; Allah’tan bir mağfiret ve
bir hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünyâ-hayâtı, aldanış olan bir metadan başka bir
şey değildir” (Hadîd 20).
İnsanlar ikiye ayrılır: 1-Hayâtı bir
“armağan” olarak görenler, 2-Hayâtı bir “imtihan” olarak görenler. Aslında bu
ayrımın temeli, “hayâtının merkezine Dünyâ’yı koyanlar” ile, “hayâtının
merkezine âhireti koyanlar” şeklindedir. Hayâtının merkezine Dünyâ’yı koyanlar
elbette hayâtı bir armağan olarak göreceklerdir yada görmek isteyeceklerdir ve
nefislerinin, canlarının ve arzularının istekleri doğrultusunda; zevk, haz, neşe,
keyif ve konfor içinde hayâtı en kaliteli, en keyifli, en uzun ve en sonsuz
şekilde yaşamak isteyeceklerdir. Zâten “hayat bize bir armağandır” düşüncesinde
olanların, hayâtı bir armağan gibi görmelerinin nedeni, çok da sıkıntılı olmayan
bir hayat standardına ve yaşam-şekline sâhip olmalarıdır. Böyle bir hayat hem
kendilerinin her türlü dertten ve sorundan alabildiğine kaçmaları hem de
Allah’ın onları zor imtihanlara sokmamasıdır. Zîrâ imtihan aslında insanı
yetiştirip olgunlaştıran en ideâl şeydir ve imtihan bilincine sâhip olmayanlar
bu bilinçten ve yetkinlikten uzak kalırlar ki işte böyleleri imtihanın
ağırlığını pek de yaşamadıkları için, hayâtı “zevk içinde yaşanacak bir armağan”
olarak görürler ve böyle bir düşünce geliştirirler. Şu da var ki, böyle kişiler
hayâtın sıkıntıları karşısında ondan kaçmak için paraya, içki ve uyuşturucuya
yada ilaçlara sığınarak bu düşünceyi devâm ettirmek isterler. Zîrâ aksi-hâlde imtihan bilinciyle yaşamak
zorunda kalacaklar ve bunun da bâzı bedelleri olacaktır.
Hayâtı
bir imtihan olarak bilenler ve görenler ise, hayâtın tatlısını da
acısını da bu bilinç ile karşılarlar. Bu bilinç yâni imtihan düşüncesi, kişiyi
Dünyâ’nın sıkıntıları karşısında dik ve diri tutabilir ve bir direnç sağlar.
Zâten başka da bir şey gerçek anlamda bu direnci sağlayabilecek yeterlilikte
değildir.
Peki
bu armağanı kim, niçin ve nasıl vermiş?. Hayâtı bir armağan olarak görenlere
göre bu armağan öyle plânlanan bir şey falan değil. Ancak aptallaştırılmış
olanların inanacağı şekilde; bir şey çatlamış ve patlamış, sonra etrâfa
yayılmış ve uzun zamanlar sonra gökler ve gök-materyâlleri oluşmuş, en sonunda
da yaşadığımız gezegen olan Dünyâ ortaya çıkmış. Yine ancak Allah ve din düşmanlarının
yada bilim-perest manyakların inanacağı şekilde bir amip, hücre, bit, pire vs.
her ne ise, uygun şartları bulunca kımıldamış, hareket etmiş ve canlılık
başlamış, sonuçta da çeşitli aşamalardan sonra hem Dünyâ mevcut hâle gelmiş hem
de insan en ideâl şeklini ve yapısını bulmuştur. İşte armağan budur ve bu
armağan bize şansın, tesadüflerin ve rastlantıların sunduğu bir armağandır. Bu nedenle
bu armağan için minnet duyacağımız kimse yoktur yada belki de minnet
duyacağımız tek şey doğadır yâni maddedir. “Hayat bir armağandır” diyenler,
“hayat bize Allah’ın bir armağanıdır, o yüzden O’na şükredelim ve O’nun emir ve
nehiylerine göre yaşayalım” demiyorlar ki!.
Oysa hayâtı bir imtihan
olarak bilenler ve görenler, Allah’ın, hayâtı bir imtihan olarak yaratmasını, “ileride
daha iyisini vermek ve daha kötüsünden kurtulmak için” olduğunu bilirler, buna
inanırlar ve buna göre yaşarlar. Şunu da söylemek gerekir ki, Dünyâ’nın bir
imtihan dünyâsı olduğunun bilincinde olanların imtihanı daha ağır geçer. Çünkü
bu bir îmandır ve îman, “imtihanı kabûl etmek” demektir. Îman edenler yâni imtihanı kabûl
edenler daha çok imtihanla karşılaşırlar ki böylece diğerlerine göre hayat
karşısında daha tecrübeli olurlar ve de imtihanı daha kolay aşarak âhiretteki
büyük nîmete daha kolay ulaşırlar. Ne kadar çok imtihan, o kadar tecrübe. Bu
imtihan bilinci ve imtihan çokluğu, kişiyi hayâtın zorlukları karşısında daha
dayanıklı yaptığı gibi daha tecrübeli de yapar ki bu dayanıklılık ve tecrübe,
imtihanı daha kolay geçmeyi ve cenneti kazanmayı getirir.
Hayâtı bir armağan olarak görenler
ise bu dayanıklılıktan ve tecrübeden yolsundurlar. Bu nedenle de en küçük bir
sıkıntıda onların paraya, makâma, mala-mülke, içkiye, uyuşturucuya, ilaçlara,
terapilere vs. sığındıkları görülür. Hiç-bir sıkıntı görmeden yâni gerçek bir
acı, korku, endişe hâli, şok, travma, açlık, susuzluk, evsizlik, parasızlık
yaşayanlar ise Dünyâ-hayâtını bir armağan olarak görmeye devâm edeceklerdir.
Yaşamı bize
sunulmuş bir armağan olarak görenler, Dünyâ-hayâtının bir armağan değil de bir
imtihan yurdu olduğu gerçeğini kabûl ettiklerinde çok şey kaybetmiş olurlar.
Fakat Dünyâ’nın
geçici bir imtihan alanı, âhiret ve cennetin ise ebedî bir saadet yurdu
olduğuna inanan bir mü’minin “kaybedeceği” hiç-bir şey yoktur. Çünkü îman onu
kaybetmekten korur ve kurtarır.
Fakat şu da
vardır ki, âhirete îman etmiş ve Dünyâ’nın “geçici bir imtihan yeri” olduğu
bilincine sâhip olan mü’minlerin, bu nedenle Dünyâ’da “coşkuyla, hırsla ve
şehvetle yaşama lüksleri” yoktur, olamaz. Zîrâ bu, cenneti anlamsızlaştıracak
bir şey olur. Dünyâ’nın “imtihan dünyâsı” olması, “Dünyâ’nın Cennet olmadığı”
anlamına gelir. İslâm’a göre ise insanın “imtihan”a katılmama hakkı ve yetkisi
yoktur. Çünkü eğer “Allah’ın olmadığı” bir yere gidilemezse, o-hâlde “imtihanın
olmadığı” bir yere de gidilemez. Demek ki sıkıntıdan ve zorluktan kaçıp
gidilecek bir yer yoktur.
Modern insan, “imtihan”dan kurtulmak
için çabalayan ve kendini paralayan varlıktır. Bu*bağlamda en çok da modern-bilime
ve teknolojiye güveniyor ve onu kullanıyor. Maalesef müslümanlar da,
“moderniteyle olan imtihan”ı kaybetmektedirler ve imtihan bilincinde hızla
uzaklaşmaktadırlar.
Yaşamak
“imtihanda olmak” demektir. Hiç-bir şeyle imtihan olmak istememek, “yaşamak
istememek” demektir. Yaratıldığımıza ve yaşamak zorunda olduğumuza göre, yapılacak
şey şu-şekilde duâ etmektir: “Rabbimiz,
kendisine güç yetiremeyeceğimiz-taşıyamayacağımız şeyi bize yükleme” (Bakara
286).
“Dünyâ-hayâtı bize sunulmuş bir hediyedir, bir
armağandır, bir şanstır” diye düşünenlere Kur’ân şöyle cevap veriyor:
“Dünyâ-hayâtı
yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta
olanlar için âhiret-yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek
misiniz?” (En-âm 32).
Yine, imtihan bilincinden uzak olanlar ve “hayat bize
sunulmuş bir armağandır” düşüncesinde olanlar şu âyetlerle yargılanırlar:
“Hayır siz, dünyâ-hayâtını seçip üstün
tutuyorsunuz” (Âlâ 16).
“Onlar
dediler ki: Bu dünyâ-hayâtımızdan başkası yoktur. Ve bizler diriltilecek
değiliz” (En-âm 29).
“O (bütün
gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünyâ-hayâtımızdan ibârettir;
ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz” (Mü’minûn 37).
“Gerçek şu
ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyâ)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır
bir günü bırakıyorlar” (İnsan 27).
“Ey
insanlar!; hiç şüphesiz Allah’ın vaâdi haktır; öyleyse dünyâ-hayâtı sizi
aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak)
aldatmasın” (Fâtır 5).
“Onlar,
dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünyâ-hayâtı onları
aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve bizim âyetlerimizi
yok sayarak tanımadıkları gibi, biz de bugün onları unutacağız” (A’raf 51).
“Size
verilen her-şey, yalnızca dünyâ-hayâtının metaı ve süsüdür. Allah katında olan
ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (Kasas 60).
“Ve kim
dünyâ-hayâtını seçerse, şüphesiz cehennem, (onun için) bir barınma yeridir” (Nâziât 38-39).
“Şu-hâlde
sen, Bizim zikrimize sırt çeviren ve dünyâ-hayâtından başkasını istemeyenden
yüz çevir” (Necm 29).
Modern insan ve artık müslümanlar da,
“Dünyâ’da rahat etme”ye kilitlendi. İyi de Dünyâ bir “imtihan dünyâsı” değil
mi?. İmtihanın olduğu yerde rahatlık olur mu?. Âhiret
hesâba katılmadan yaşanan dünyâ-hayâtı bir “yalan”dır. Bunun böyle olduğunu
herkes kısa ve geçici dünyâ-hayâtının sonunda apaçık şekilde görecektir.
Bu dünyâ, “imtihan dünyâsı”dır. “Alabildiğine
zevk ve sefâ sürme yeri” değil. Zevk ve sefâ cennete olacak inşaallah. Zâten Dünyâ’da
“cennet-vâri bir yaşam isteği”nin karşılığı yoktur. Cenneti Dünyâ’da kurma
isteği cinnet ile sonuçlanmaya mahkûmdur. O-hâlde cennet için yaşamayanlar,
cinnet içinde yaşamak zorunda kalırlar.
Tabi cennet, “yol geçen hanı”
değildir. Cennet, elini-kolunu sallaya-sallaya gidilecek bir yer değildir ki!. Cennete
gayr-ı meşrû yoldan da girilemez. Cennete sâdece
“müslüman” olanlar girecektir. Fakat bu müslümanlar, “yaşayışlarında müslüman
olanlar”dır, nüfus kâğıtlarında “müslüman” yazanlar değil. Cennete; nüfus kâğıdında “müslüman” yazanlar değil,
kâlbinde “müslüman” daha doğrusu “Müslim” ve “mü’min” yazanlar ve ona göre amel
işleyenler girecektir. Çok söylenegelen; “müslümanlardan başkası cennete
girmeyecek” sözü kesin doğru bir sözdür. Fakat bu, “gerçek müslümanlık” için
geçerlidir; “kimlik müslümanlığı” için değil. O-hâlde bu sözün Müslüman, Îsevî,
Mûsevi olmakla alâkası yoktur.
Dünyâ bir imtihan yurdudur ve
imtihanı kazananlar ebedî nîmet diyârı olan cennet ile ödüllendirileceklerdir.
“Dünyâ-hayâtı bize sunulmuş bir armağandır” diyenler o armağanla en fazla 100
yıl boyunca sevineceklerdir -ki yüz yıl ne de çabuk geçer gider- ve sonra da
âhirette pişmân olanlardan olacaklardır.
Mesele çok açık ve bârizdir. Kur’ân kesin şekilde şöyle
der:
“Her nefis
ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve
siz bize döndürüleceksiniz” (Enbiyâ 35).
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Eylül
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder