27 Eylül 2024 Cuma

Allah’a Meydan Okumak

 

“Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrâhim’le tartışmaya gireni görmedin mi?. Hani İbrâhim: ‘Benim Rabbim diriltir ve öldürür’ demişti; o da: ‘Ben de öldürür ve diriltirim’ demişti. (O zaman) İbrâhim: ‘Şüphe yok, Allah Güneş’i doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir’ deyince, o inkârcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez” (Bakara 258).

 

Hz. İbrâhim, Allah’a meydan okuyan Nemrut’u ilmî anlamda iki dakîkada mat etmişti de Allah’a ilmen bile meydan okunamayacağını göstermişti. Kendin ilah gibi gören Nemrut,  “ben de Allah gibi öldürüp yaşatabilirim” diyerek iki adam getirtip birini öldürüp diğerini öldürmeyip yaşamasına müsâde ederek güyâ Allahlık taslamıştı. Fakat Hz. İbrâhim işi kozmik boyuta getirince ve: “Şüphe yok, Allah Güneş’i doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir” deyince Nemrut’un Allah’ın yarattığı âciz bir varlık ve kul olduğu ortaya çıkmıştı da rezil oluvermişti. 

 

Bir de şöyle bir rivâyet anlatılır: Nemrud kalabalık ordusuyla savaş meydanına çıktığında Hz. İbrâhim’e; “haydi duâ ettiğin Allah’ına söyle de ordumun karşısına çıksın” dedi. Hz. İbrâhim de: “Yâ Rabbi, bu köpeğin ne dediğini işitiyorsun” dedi. Allah, Cebrâil’e: “Sivrisineğin en zayıfını musallat et” diye emretti. Cebrâil sivrisineklerden oluşan bir orduyu onların üzerine gönderdi, onların içlerinden de ayağı sakat, topal bir sivrisineği Nemrut’a musallat etti. Bu sivrisinek Nemrut’un burnundan girip beynine kadar ulaştı ve Nemrut ölene kadar ona acı verdi.

 

Halkına: “sizin en yüce rabbiniz benim” (Nâziât 24) diyen Firavun da alay ederek ve Allah’a meydan okuyarak Hâmân’a şöyle demişti:

 

Firavun (alayla) dedi ki: ‘Ey Hâmân, bana yüksek bir kule binâ et; belki o yollara ulaşabilirim. Göklerin yollarına. Böylelikle Mûsâ’nın ilahına çıkabilirim. Çünkü ben, onun yalancı olduğunu sanıyorum’. İşte Firavun’a, kötü ameli böyle çekici kılındı ve yoldan alıkonuldu. Firavun’un hîleli-düzeni, ‘yıkım ve kayıpta’ olmaktan başka (bir şey) olmadı” (Mü’min 36-37).

 

Firavun dedi ki: ‘Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Hâmân, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşâ et, belki Mûsâ’nın ilahına çıkarım, çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum’. O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar. Bunun üzerine, onu ve askerlerini tutup suya attık. Böylelikle zulmedenlerin nasıl bir sona uğradıklarına bir bak” (Kasas 38-40).

 

Peki büyük maddî gücüne güvenerek kendini ilah îlân eden ve Allah’a meydan okuyan bu şerefsizin sonu ne oldu?. Elbette rezillik ve perişanlık:

 

“Biz, İsrâiloğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): ‘İsrâiloğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de müslümanlardanım’ dedi” (Yûnus 90).

 

Peki bu son dakîka îmânı işe yaradı ve Allah onu affetti mi?. Elbette hayır!. Çünkü Kur’ân şöyle der:

 

“Allah’ın (kabûlünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehâlet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabûl eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir. Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: ‘Ben şimdi gerçekten tevbe ettim’ diyenler, ne de kâfir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır” (Nîsâ 17-18).

 

“(Firavun), kıyâmet günü kavminin önüne geçerek böylece onları ateşe götürecek. Ve girilen yer (ne) kötü bir yerdir” (Hûd 98).

 

Allah’a meydan okuyanların tüm zamanlardaki ve tüm mekânlardaki sonları bunun gibi yada buna benzer olur-olmuştur-olacaktır. Târih boyunca Nemrut ve Firavun gibi nice tâğutlar ortaya çıkmış ve ilahlık taslayarak Allah’a meydan okumuşlardır. Fakat şimdi onların esâmisi bile okunmamaktadır. Hepsi de ölüp gitmiş, kemikleri bile çürümüştür. Oysa El-Hayy olan Allah her dâim diri olandır.

 

Târih boyunca genel olarak ilahlık taslayan ve Allah’a meydan okuyanlar üç sınıfta toplanmıştır ki bu bugün için de geçerlidir. Bunlar; siyâsî lîderler, dînî önderler ve ekonomik güçler. Bunları Firavun, Hâman (bel’am) ve Kârûn olarak da formüle edebiliriz. Bu üç sınıf, Hâbil’i öldüren Kâbil’den bêri insanları siyâsî, dînî ve ekonomik olarak baskı altında tutarak yönetmişler ve yönlendirmişlerdir ki bu günümüzde de böyledir. Bahsettiğimiz siyâsî, dînî ve ekonomik yönetme ve yönlendirme, Allah’ın hesâba katılmaması ve yönetme ve yönlendirme O’nun emir ve yasaklarına göre olmadığı için kötü sonuçlar vermiştir ve vermektedir. Yoksa Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda ve de adâlet, eşitlik, ahlâk ve hak-hakîkate göre olan siyâsî, dînî ve ekonomik yönetme ve yönlendirme normâldir ve iyi de sonuç verir. Çünkü ancak o zaman Allah’a meydan okunmamış olur.

 

Allah’a meydan okumak, hiç-bir işte O’nu hesâba katmamak, Allah’ı göklere, vicdanlara ve kâlplere hapsetmek, insanları O’ndan uzaklaştırmak ve en sonunda da ilişkiyi tümden kopararak meydanı şeytana, nefse ve tâğutlara bırakmak ve bırakılmasına izin vermekle olur. Allah’ın onca uyarısına cennet vaâdine rağmen Allah’ı lâiklik, sekülerizm, modernizm vs. ile hiç-bir işe dâhil etmemek ve O’nun indirdiği vahyi ve gönderdiği Peygamber’i kâle almamak, Allah’a düpedüz meydan okumak anlamına gelir.         

 

İnsanlık târih boyunca Allah’a en şiddetli meydan okuma modernizmin ile başlamıştır ve hâlen de sürmektedir. Modernizmin târihi, “Allah’a meydan okuma”nın târihidir. Bu meydan okumayı, kendisi gibi yaratılan madde, eşyâ ve varlık karşısında apayrı tutarak ve kendini ilahlaştırarak, maddeyi ve eşyâyı doğal, normâl ve fıtrî olmayan bir şekilde parçalayarak, işleyerek ve zulme yönelik olarak kullanarak yapmıştır ve yapmaktadır. Modernizm, maddeyi ve insanı, modern-bilim ve teknoloji, akıl, insan ve beşerî şerefsiz ideolojiler ve sistemler adına, işe, maddeyi, eşyâyı, varlığı ve insanı yaratan Allah’ı hiç-bir şekilde işe karıştırmayarak ve hesâba katmayarak, parçalama ve istediği biçimi verme hakkını kendinde görmüş ve Allah’a meydan okuyarak Allah’tan daha iyisini yapabileceği düşüncesiyle sınırsız bir üretime girişmiştir. Dünyâ’yı da bu zihniyetle Allah’ın yarattığına aykırı bir şekilde sömürüye ve zulme yönelik olarak değiştirmiş ve değiştirmektedir.  

 

Bu-bağlamda modern-bilim ve teknoloji Allah’a karşı bir meydan okumadır. Modern-bilim, bâzı küçük faydalarının yanında büyük oranda, doğaya dolayısı ile onu yaratan Allah’a meydan okuma küstahlığıdır.

 

Meselâ Firavun gibi göklere yâni Allah’a ulaşmak için yapılmasını istediği “kule”nin bugünkü karşılığını “uzay araçları” olarak düşündüğümüzde, göklere ulaşmak ve böylece Allah’a meydan okumak için Challenger isimli uzay aracını yapmışlardır. Challenger uzay aracının Allah’a meydan okumak için yapıldığının delili bizzat Challenger isminin anlamıdır. Challenger kelimesi: “Meydan okuyan, düelloya dâvet eden kimse, rakip, iddiâlı oyuncu, yarışmacı” anlamlarındadır. Fakat nasıl ki Allah’a meydan okuyan Firavun ve Nemrut rezil bir şekilde geberip gittilerse, Challenger uzay aracı da daha yükselirken patladı ve parçalandı gitti. Çünkü Allah’a meydan okumanın sonu budur.

 

Şimdi de, modern-bilim ve teknoloji bağlamında Allah’a meydan okuyan âcizler, transhumanizm, neuralink, metaverse ve yapay zekâ ile maddenin, hayvanların ve insanların fıtratlarını-yapılarını değiştirmeyi, böylece ölümü yok etmeyi ve “cenneti Dünyâ’da inşâ etmek” hayâliyle Allah’tan daha iyisini yapabileceklerini zannederek Allah’a meydan okumaktadırlar.

 

Peki böyle bir Dünyâ’da ve böyle bir durumda müslümanlar ne yapıyorlar?. İslâm’ı kâlplere, vicdanlara, zihinlere, masa-başına, dört duvar arasına hapsederek sâdece iç-âlemleri parlatmayı düşünüyor fakat İslâm’ı dış-âlemde hâkim kılmayı hiç düşünmüyor ve bunun için hiç-bir çaba harcamıyorlar. İslâm’ı iç-âlemlerden sonra dış-âlemde de yâni hayâtın sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, hukûkî, kânûnî, siyâsî, askerî vs. hiç-bir şeye karıştırmayarak ve karıştırmayı düşünmeyerek hattâ buna karşı çıkarak Kur’ân’ı “anlamadan” Arapçasından yada “anlayarak” Türkçesinden okuyup duruyorlar, meâl ve tefsirini yapıyorlar. Modernleşmiş müslümanlar, câhillere, ahmaklara, kâfirlere, müşriklere, zâlimlere, adâletsizliğe, ahlaksızlığa, şirke, küfre ve zulme karşı meydan okumuyorlar ve okuyamıyorlar. Böyle olduğu için Kur’ân okuduklarını sanıyorlar fakat aslında âyetlere/Kur’ân’a yâni Allah’a meydan okuyorlar. Bilgiyi sâdece biriktiriyorlar ama kullanmıyorlar.

 

Tüm bunlara karşı Lâilaheillallah sözü ise; câhillere, ahmaklara, kâfirlere, müşriklere, zâlimlere, adâletsizliğe, ahlaksızlığa, şirke, küfre ve zulme karşı bir meydan okumadır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Eylül 2024

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder