11 Eylül 2024 Çarşamba

Allah’a ve Dîn’e İhtiyaç Duymamak

 

“O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünyâ-hayâtımızdan ibârettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz” (Mü’minûn 37).

 

Târih boyunca bütün kâfir, müşrik, ateist-dehrî ve kendini ilah gibi gören tâğutların repliğidir bu âyet. Güyâ, “zamânı geldiğinde ölürüz ve yok olup gideriz, bu nedenle bizim ne Allah’a, ne âhirete, ne cennete-cehenneme, ne gayba, ne vahye, ne peygamberlere, ne dîn’e-îmâna ne de İslâm’a ihtiyâcımız yok” derler. Lâkin şu-anda hepsi de Allah’ın huzûrunda el-pençe divan durmuş olarak ve korku içinde nasıl hesap vereceklerinin derdine düşmüş durumdadırlar ve de şöyle demektedirler:

 

Dediler ki: ‘Biz yer (toprağın için) de yok olup gittikten sonra, gerçekten biz mi yeniden yaratılmış olacağız?’. Hayır, onlar Rablerine kavuşmayı inkâr edenlerdir. De ki: ‘Size vekil kılınan ölüm meleği, hayâtınıza son verecek, sonra Rabbinize döndürülmüş olacaksınız’. Suçlu-günahkârları, Rableri huzûrunda başları öne eğilmiş olarak: ‘Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha Dünyâ’ya) geri çevir, sâlih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız’ (diye yalvaracakları zamânı) bir görsen” (Secde 10-12).

 

Fakat Allah onlara kulak asmayacak ve Kur’ân’ın şu âyetleri, Dünyâ’da Allah’a ve dîne ihtiyaç duymayanların kulaklarında çınlayacak:

 

Hayır; onlar, geçmiştekilerin söylediklerinin benzerini söylediler. Dediler ki: Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman, gerçekten biz mi diriltilecek mişiz?. Andolsun, bu tehdit, bize ve bizden önceki atalarımıza yapılmıştı; bu, geçmişlerin uydurma masallarından başka bir şey değildir” (Mü’minûn 81-83).

 

İnsanlar ikiye ayrılır: 1-Bedeninin ihtiyaçlarını öne alanlar; 2-Rûhunun ihtiyaçlarını öne alanlar. Bedenin ihtiyaçlarının sonu olmadığı için Allah’a ve dîne ihtiyaç duymaya sıra gelmez. Rûhunun ihtiyaçlarını öne alanlar ise bedenin ihtiyaç duyduğu şeylerin bir-çoğunun gerçek ihtiyaçlar olmadığını çok net bilip-gördükleri için daha çok Allah’a ve dîne ihtiyaç duyarlar ve onlar için çaba harcarlar. Zîrâ insan en çok neye ihtiyaç duyarsa, en çok o şey için çabalar.

 

Daha çok ihtiyaç sâhibi olmak değil, “daha yüce ihtiyaç sâhibi olmak” değerli yapar insanı. Yüce ihtiyaçlar olan Allah’a ve dîne ihtiyaç duymaktır insanı insan yapan. Aksi-takdirde hayvan gibi yaşamak kaçınılmaz olur. Çünkü hayvanlar ancak bedenlerinin ihtiyaçlarını ihtiyaç olarak görürler ve onun ardından koştukça koşarlar.

 

İhtiraslar arttıkça ihtiyaçlar fazlalaşır. Tabi bu ihtiyaçlar gerçek ihtiyaçlar değildir. Gerçek olmayan ihtiyaçlar yozlaştırır. Ne kadar çok şeye ihtiyaç duyarsanız o kadar çok yozlaşırsınız. Modern dünyânın hâl-i pür melâlinin nedeni budur.

 

Peki Allah’a ve dîne ihtiyaç duymayanlar buna niçin ihtiyaç duymazlar?. Çünkü inanmazlar. İnsan inanmadığı şeye ihtiyaç duymaz. Neye inanırsa ona ihtiyaç duyar ve en çok inandığı şey en çok ihtiyaç duyduğu şeydir. O-hâlde “bana ihtiyâcını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” diye bir laf edilse yanlış olmaz. 

 

İşte aynen bunun gibi, inananlar da inandığı şeye ihtiyaç duymaya başlarlar. Ne kadar inanırlarsa o kadar ihtiyaç duyarlar. İhtiyâcın şiddeti îmânın şiddetini gösterir.

 

Allah, âhiret, gayb, vahiy, peygamberlik, din ve İslâm; bunların varlığı ve kutsallığı, îman edenler için gerekçelendirilmeye ihtiyaç duymaz. Zîrâ bunlar îman ile sâbittir, îman edenler için sâbittir. Îman edenler için îman unsurlarının varlığı ve hakîkati konusunda bir sorun yoktur ki!. Her-şey bellidir ve apaçık şekilde ortadadır.

 

Allah’a ve dîne ihtiyaç duymayan ateistler, agnostikler ve deistler; “inanmadığımız” için ihtiyaç duymuyoruz diye kendilerince mantıklı bir şey söylerlerken, Allah’a ve dîne inandığını söylemesine rağmen Allah ve din için kılını bile kıpırdatmayanların bu tavırları, Allah’a ve dîne “ihtiyaç duymadıkları” içindir. İnanıyorlarmış ama ihtiyaç duymadıkları için din ile ilgilenmiyorlar. Geçin bunları, siz kimi kandırıyorsunuz!..

 

Peki 2000-2500 yıl öncesine dayanan zırvalıklar olan demokrasi ve cumhûriyete neden inanıyorsunuz ve bunlara ihtiyaç duyuyorsunuz?. Allah’a ve dîne ihtiyaç duymayanlar, nefislerine uygun olmadığı için ihtiyaç duymuyorlar. Eğer eğlenceli, keyifli, zevkli ve bedelsiz olsaydı Allah ve din ile ilgilenirlerdi ve ilgilendikleri ölçüde bunlara ihtiyaç da duyarlardı. Meselâ Allah ve din ile kafalarına ve nefislerine uydurdukları şekilde ilgilenenler gibi. 

 

İnsanların çoğu, ne kadar absürd, saçma, yalan, bâtıl, hurâfe vs. varsa onlarla ilgileniyorlar ve onlarla ilgilenmeye ihtiyaç duyuyorlar. Bu, Allah ve din ile ilgilenmemenin ve onlara ihtiyaç duymamanın Dünyâ’daki cezâsından başkası değildir. Çünkü yapılması gerekeni yapmayanlar mutlakâ -bir cezâ olarak- yapılmaması gereken şeyleri yapmaya başlarlar. Hakîkatin peşine düşmeyen insanlar, masal, mitoloji ve hurâfelerle ilgilenmeye ihtiyaç duymaya başlarlar.

 

Birileri de “Kur’ân bize yeter” diyerek Peygamberimiz’e ve vahiy-merkezli amel-eylem demek olan Sünnet’e ihtiyaç duymuyor. “Sünnet’e ihtiyaç olmaması”, “Peygamber’e ihtiyaç olmaması” demektir. Peygamber’e ihtiyaç olmaması ise, Kur’ân’ın amel-eyleme dönüşmesine ihtiyacın olmaması anlamına gelir. Sâdece îman, ibâdet ve ahlâk içeren dinler, bir peygambere ihtiyaç duymazlar. İslâm’ı kuru îman ve ibâdet dînine çevirmeye çalışanlar, bu nedenle  Peygamberimiz’i gündem-dışı etmek istiyorlar.

 

Şu da var ki, “bizim Allah’a ve dîne ihtiyâcımız yok” diyenler, yeri geldiğinde ve Allah’tan başkasına ihtiyaç duymayacak hâle geldiklerinde Allah’a ve dîne öyle bir sığınırlar ki:

 

“Karada ve denizde sizi gezdiren O’dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgârla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgâr gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na ‘gönülden katıksız bağlılar (muhlîsler)’ olarak Allah’a duâ etmeye başlarlar: Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız derler” (Yûnus 22).

 

O korku içinde gözleri Allah’tan ve din’den başkasını görmez ve başka da bir şey düşünemezler. Çünkü onara o-anda Allah’tan başka yardım edebilecek hiç kimse ve hiç-bir şey yoktur. Ama ne fayda. Karaya çıkınca iş değişir:

 

“Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar!, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünyâ-hayâtının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz bizedir, biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz” (Yûnus 23).

 

Allah muhtaç olunmaya en lâyık olandır. Allah’a ihtiyaç duyup da muhtâç olunmayacak da neye ve kime muhtâç olunacak?. Meselâ uzunca bir süre yağmur yağmayacak ve barajlar dip yapacak olsa, yağmurun yağmasını kimden ve neyden bekleyeceksiniz ki!:

 

“De ki: Haber verin; eğer suyunuz yerin dibine göçüverecek olsa, bu durumda kim size bir akar su kaynağı getirebilir?” (Mülk 30).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Eylül 2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder