“….,O (Allah)
bundan daha önce de, bunda (Kur’ân’da) da sizi ‘müslümanlar’ (müslimine) olarak
isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şâhid olsun, siz de insanlar üzerine
şâhidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a
sarılın, sizin Mevlânız O’dur. İşte, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcı” (Hac 78).
Kimlik yâni nüfus cüzdanı/kâğıdı/belgesi, kişinin kim
olduğunu resmî anlamda gösteren bir göstergedir. Tabi bu belgede yazılanlar
gerçek olmayabilir, çünkü eldeki kimlik sahte bir belge yada harf/kelimesi
hatâsı yapılarak yanlış yazımdan dolayı gerçek kimliği göstermiyor da olabilir.
Zâten bu belge kişinin kim, ne ve nasıl olduğunu göstermez. Kişinin gerçek
yüzünü gösteren bir gösterge değildir nüfus cüzdanı/kâğıdı/belgesi. Bu nedenle
insanın kim, ne, nasıl olduğunu gösterecek olan şey kâlbî ve amel-eylemidir.
İnsanın kâlbini ve amel-eylemini en iyi değerlendirecek olan ise ancak
Allah’tır. Allah, insanın kim, ne ve nasıl olduğunu en iyi ve en doğru şekilde
bilendir.
İşte bundan dolayı (gerçi artık kimliklerde
müslüman/müslim/mü’min ve din ifâdeleri de geçmiyor ya) kişinin dîninin ve
inancının ne olduğu kimliklerde yazılana göre değerlendirilemez. Kimliğinde
“müslüman” yazmasına rağmen müslümanlık adına hiç-bir şey yapmayanların İslâm
ile hiç-bir alâkaları yoktur. Onların kimliklerinde “İslâm” yazdığı için ve
dîni bayramlarda tâtillerden faydalandıkları için kendilerini müslüman
zannetmektedirler. Şu da var k, biz aslında “müslüman” derken, Kur’ân’ın
ifâdesiyle “müslim” ve “mü’min” demek istiyoruz ve “müslüman” ifâdesini
herkesin bildiği/anladığı kelime olduğu için kullanıyoruz. Yoksa müslümanlık
zâten “müslimlik” ve “mü’minlik”ten kopmanın bir sonucu olarak Kur’ân ve
Sünnet-merkezli değil de, tasavvuf, târikat, cemaat, ırk, vatan-millet vs.
düşüncesinde olanların Farsçadan devşirdiği içi boş ve samîmiyetten, gayretten
ve amel-eylemden kopuk ve uzak boş bir kelimeden başkası değildir ve zâten
yazının başlığı da “kimlik müslimliği” yada “kimlik mü’minliği” değil “kimlik müslümanlığı”
şeklindir. Zîrâ müslimlik ve mü’minlik kimlik üzerinde olmaz ve kimlik üzerinde
kalamaz. Müslimlik ve mü’minlik, iç-âlemlerde ve dış-âlemde her an her yerde
yaşayan ve gözüken bir şeydir ve öyle olmalıdır. Böyle olmadığında “kimlik
müslümanlığı” diye bir şey ortaya çıkar.
Çok söylenegelen; “müslümanlardan başkası cennete
girmeyecek” sözü kesin doğru bir sözdür. Fakat bu, “gerçek müslümanlık” için yâni
müslim ve mü’min olanlar için geçerlidir; “kimlik müslümanlığı” için değil. O
hâlde bu-sözün Muhammedî, Îsevî, Mûsevi olmakla alâkası yoktur.
Kimlik belgesinde müslüman yazdığı için Dünyâ’da
müslüman olarak kabûl edilebilirsiniz ama âhirette o belge hiç-bir işe yaramaz.
Allah kâlplere ve amel-eylemlere bakar ve ona göre değerlendirme yapar. Âhirette
“îman edip sâlih ameller işlemiş olmak” kurtarır kişiyi:
“Asra
andolsun; Gerçekten insan, ziyandadır. Ancak îman edip sâlih amellerde
bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye
edenler başka” (Asr 1-3).
“Ey Peygamber!; ellerinizdeki esirlere de ki:
Eğer Allah, sizin kâlplerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse) size
sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır,
esirgeyendir” (Enfâl 70).
“Ancak Allah’a selim bir kâlp ile gelenler
başka” (Şuârâ 89).
“Bunlar,
îman edenler ve kâlpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun;
kâlpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur” (Ra’d 28).
Aslında Allah ilk yarattığında insanlar tek bir toplumdu yâni
kendilerini tek bir kimlik üzerinden tanımlıyorlardı ve bu tanım İslâm/müslim
tanımı idi. İslâm’ı merkeze almış olan bir toplum-millet vardı ve başka da bir
kimlik yoktu:
“Aslında
insanlar, başlangıçta tek bir ümmet idi. Allah’ın gönderdiği peygamberler,
onların sorunlarını çözüyorlardı. Ancak daha sonradan aralarındaki bağy
(taşkınlık) yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Farklı-farklı dinler uydurdular ve
değişik ümmetler hâline geldiler”
(Bakara 213; Yûnus 19).
Peki sonra ne oldu?. Şeytanın, nefsin
ve tâğutların ayartmasına kapılanlar, İslâm-merkezli bir kimliğe sâhip olmanın
yükünü ve bedelini ödemek istemeyince ve bu yüzden çeşitli hırslara açık hâle
gelip sapmaya başlayınca İslâm kimliğinden uzaklaştılar ve kendilerini çok
farklı ve çeşitli kimliklerle tanımlamaya başladılar ki kendilerini
tanımladıkları bu kimliklerin çeşitleri sayılamayacak kadar fazlalaşmıştır.
Herke kendine bir şey diyor ve kimliğinin bu olduğunu söylüyor.
Kendilerini
tek bir ifâdeyle tanımlayarak “müslimim” yada “mü’minim” deyiverseler, tüm o
boş, geçici ve dandik kimliklerden kurtuluverecekler ve huzûra kavuşacaklardır.
Çünkü artık hemen herkesin kendine özel bir kimliği oluşmuştur ve herkes başka
biri olup çıkmıştır. Ateistler, deistler, agnostikler, felsefeyi din edinenler,
modern-bilim ve teknolojiye tapanlar, sanâyileşmeyi ve endüstriyi savunanlar,
aydınlanma diye bağıranlar, lâikler, seküler münâfıklar, cumhûriyetçiler,
demokratlar, liberâller, sosyâlistler, komünistler, anarşistler, feministler,
LGBT’ciler, modernistler, post-modernistler, post-truth/metaverse/yapay zekâ
manyakları, hazcılar, hızcılar, takımları, sporu, sporcuları, müziği ve
filmleri hayâtın gâyesi yapmış olanlar, hacılar, hocalar, mistikler,
ezoterikler, modern Pollyannacılar, bâtınîler, tasavvufçular, târikatçılar,
mezhepler, cemaatler, akımlar, hizipler, partiler, modernistler, târihselciler,
Kur’âncılar, hadisçiler, “ata”lara tapanlar vs. ne kadar sapkın, sapık, boş ve
zırvalık varsa herkes bunlardan birini kimliği hâline getirmiş ve bir bok
zannederek o kimliğe tapıp durmaktadır. Oysa bizi ve her-şeyi yaratan, âlemlerin
tek Rabbi olan Allah bizi “müslimler”
ve “mü’minler olarak isimlendirmiştir. Hepsi işte bu kadar. Çünkü Allah için
önemli olan, Dünyâ’daki unvan, titr, ve makam-mevkî değil, kâlplerdeki
takvâdır. Takvâ sâhibi olan bir kâlp yukarıda sayılanlarla kıyaslanmayacak
derecede üstündür:
“Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve
bir-birinizi tanımanız ve tanışmanız için sizi halklar ve kabîleler (şeklinde)
kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerîm) olanınız, (ırk, renk,
soy ve servetçe değil) takvâca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir,
haber alandır” (Hucûrat 13)
Peki İslâm kimliği ve tanımı yerine yukarıdaki safsatalardan birini
seçmek ne anlama gelir?. Gönüllü olarak İslâm kimliğini seçmeyenler,
“dayatılmış kimlikler”e mahkûm olurlar. Yukarıda sayılan o kimlikler kişilerin
kendi seçtikleri kimlikler değil, kendilerine şeytan, nefs ve tâğutlar
tarafından dayatılmış sapkınlıklardır. Herkes bulunduğu ve üst-kimliği olarak
kabûl ettiği sapkınlığı kendi seçtiği kimliği zannetmektedir. Böylece şeytan,
nefs ve (kendilerinde Allah gibi bir güç olduğunu zanneden) tâğutlar, insanları
İslâm kimliğinden uzak tutarak Dünyâ’da rezilliğe, âhirette ise derin bir
pişmanlık ve azâba itmekte ve sürüklemektedirler.
Müslümanım yâni müslim ve mü’minim diyenin “üst kimliği” İslâm’dır,
millî kimlik çok sonra gelir. Bu-bağlamda Türklük de, yukarıda sayılan diğer
şeyler gibi İslâm kimliğinin yerine ikâme edilen bir kimlik ve tanımlama
şeklidir.
Bakın Osmanlı’da ve İslâm ümmetinde tüm milletler tek bir kimliğin
söylemi olarak sâdece “müslümanım” derken; o milletler teker-teker ayrıldı ve
şimdi kendi içlerinde de parçalanarak yüzlerce kimliklere
ayrıldılar/ayrılıyorlar. Kimlikler ayrılınca düşmanlıklar da çoğalıyor. Kendi
aralarında savaşıyorlar ve ümmetin ayrılığını körüklüyorlar. Çünkü: “Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve
kendileri de parça-parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp
sevinç duymaktadır” (Rum 32). Artık zilletten kurtulmak mümkün değildir.
Birilerinin maşası olmak kaçınılmazdır. Zîrâ: “Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip bir-birinize düşmeyin,
yoksa çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah,
sabredenlerle berâberdir” (Enfâl 46) âyetini kâle almamışlar ve böyle rezil
ve utanç verici bir duruma düşmüşlerdir. Üstelik üzerinde bulundukları
kimlikler de hiç-bir işe yaramamaktadır.
İslâm dışındaki tüm kimlikler ve tanımlamalar bölücüdür,
ötekileştiricidir. Bu sahte kimliklerin bir yaraya merhem olduğu görülmemiştir
ki zâten onların böyle bir dertleri-endişeleri de yoktur. İslâm-dışı kimlikler
ne kadar artarsa ümmet, toplum, devlet, âile ve kardeşlik o kadar kaybolur ve
kaybolmaktadır. İnsanların bu derece birbirlerinden koparak ve uzaklaşarak
hattâ birbirlerine bireyselleşmelerinin ve bencilleşmelerinin sonucunda düşman
olmalarının nedeni, İslâm kopup-uzaklaşmaları hep kimlik ve tanımlama farklılıklarının
çok fazlalaşması ve yoldan çıkmış olmasıdır. Mü’minler elbette bundan
istisnâdır. Zîrâ:
“Mü’minler
ancak kardeştirler. (Irkları farklı olsa da). Öyleyse kardeşlerinizin arasını
bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz” (Hucûrât 10).
Oysa insanların dillerinin, renklerinin, ırklarının ve sapkın olmayan
düşüncelerinin farklı olması Allah’ın bir âyetidir:
“Göklerin ve
yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin
(milletlerinizin-ırklarınızın-kavimlerinizin) ayrı olması, O’nun
âyetlerindendir. Şüphesiz bunda, bilenler için gerçekten âyetler vardır” (Rûm 22).
O-hâlde; insanlar ancak İslâm-merkezli olarak şirkten uzak olan Hz.
İbrâhim’in hanif dînine uymak gerekir ki sapkın kimlik çeşitlerinden ve kimlik
müslümanlığından kurtulalım ve samîmi müslimler ve mü’minler olabilelim:
“De ki: Allah
doğru söyledi. Öyleyse Allah’ı bir tanıyan (Hanif)ler olarak İbrâhim’in
milletine-dînine (millete İbrâhim) uyun. O, müşriklerden değildi” (Âl-i İmran 95).
“Öyleyse sen
yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dîne, Allah’ın o fıtratına çevir; ki
insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiç-bir değiştirme
yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler” (Rûm 30).
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Eylül 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder