21 Eylül 2024 Cumartesi

İnsanı Kurtaracak Olan Nedir?

 

“De ki: ‘Muhakkak beni Allah’tan (Dünyâ’da yada âhirette gelebilecek bir azâba karşı) hiç kimse aslâ kurtaramaz ve O’nun dışında aslâ bir sığınak da bulamam” (Cin 22).

 

O-hâlde:

 

“Ben, O’ndan başka ilahlar edinir miyim ki, Rahmân (olan Allah), bana bir zarar dileyecek olsa, ne onların şefaati bana bir şeyle yarar sağlar, ne de onlar beni kurtarabilirler” (Yâsîn 23).

 

Târih boyunca insanlar, Dünyâ yada âhiret hayatlarında başlarına gelen ve gelebilecek olan şeylerden dolayı kurtulma çâreleri aramışlar ve bu-bağlamda çeşitli düşünceler ve fikirler üretmişler, amel-eylemlerde bulunmuşlardır. Fakat bu düşünce, fikir ve amel-eylemler ancak; Allah’a, âhirete, vahye, peygamber örnekliklerine, dîne yâni İslâm’a uygun olunca ve aykırı olmayınca fayda vermiş, aksi-takdirde bir fayda vermediği gibi çeşitli zararlar da açığa çıkarmıştır ve bu hâlen de böyledir. Modern insan Allah’a, âhirete, vahye, peygamber örnekliklerine, dîne yâni İslâm’a sırt döndüğünden dolayı onları işe karıştırmadığı için, genelde kötü, üzücü ve elim sonuçlar Dünyâ’yı yaşanma bir yer hâline getirmektedir. Ortaya koydukları düşünce, fikir ve amel-eylemlerle kurtarıcı olarak ortaya çıkanlar ya işi sonuna kadar götürememektedirler yada daha işin başında yaptıkları işler fiyaskoyla sonuçlanmaktadır.

 

Buna şaşmamak gerekir. Zîrâ hem insanı hem de tüm varlığı yaratan Allah’ı hesâba katmadan yapılan tüm düşünce ve işler fiyaskoyla sonuçlanmaya mahkûmdur. Çünkü insanların akılları sınırlıdır ve aşırı zorlandığında akıl “akıl” olmaktan çıkarak “şeytânî zekâya” dönüşür ve bu şeytânî zekâ da ancak şeytanın dostlarına fayda verebilir. Tüm insanlık târihi işte bu yüzden bir türlü düzene, nizâma, adâlete, eşitliğe, hakka, hakîkate, ahlâka, mutluluğa ve huzûra kavuşamamıştır ve kavuşamamaktadır, bu yolla gittiğinde de hiç-bir zaman kavuşması mümkün değildir.      

 

İnsanlar düzensizlikten, nizamsızlıktan, adâletsizlikten, eşitsizlikten, haksızlıktan, ahlâksızlıktan, şirkten, küfürden, münâfıklıktan ve zulümden kurtulmak için bildiği-bilmediği her-şeyden medet umar hâle gelmiştir. Târih boyunca; putların her çeşidinden, mitolojiden, cinlerden, meleklerden, perilerden, rüyâlardan, bâtıl öğreti ve fikirlerden, mistisizmden, ezoterizmden, bâtınîlikten, tasavvuftan, çeşitli mezheplerden, târikat ve cemaatlerden, hizip, parti ve liderlerden, atalardan, ötelerden, uzak-doğu dinlerinden, kahramanlardan, silahlardan, ordulardan, yerden, gökten, Allahsızlıktan, dinsizlikten, felsefeden, sosyolojiden, psikolojiden, modern-bilimden, teknolojiden, astronomiden ve astrolojiden, faldan, büyüden, şanstan, rastlantıdan, içkiden, kumardan, sigaradan, uyuşturucudan, zinâdan, her türlü günahtan, haramdan, suçtan, ayıptan, lâiklikten, sekülerizmden, demokrasiden, feminizmden, liberâlizmden, sosyâlizmden, komünizmden, milliyetçilikten, modernizmden, post-modernizmden, post-truthtan, meta-versten, yapay zekâdan, modern tıptan ve elbette her zaman en büyük put olmuş olan paradan vs. medet umarak bunların kendilerini koruyacağını ve kurtarabileceği zehabına kapılmışlardır, üstelik hâlen de kapılmaya devâm etmekte ve Allah’a her-şey ile şirk koşmaktadırlar. Oysa insanı Allah’tan başka gerçek anlamda kurtaracak kimse ve hiç-bir şey yoktur, olmayacaktır:

 

“De ki: Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır. Sonra siz yine şirk koşmaktasınız” (En-âm 64).

 

O-hâlde yapılması gereken şey şudur:

 

Şu Ev (Kâbe)nin Rabbine kulluk etsinler; ki O, kendilerini açlıktan (kurtarıp) doyuran ve korkudan güvenliğe kavuşturandır” (Kureyş 3-4).

 

İnsanlar târih boyunca en çok; bâtıl din ve inanışlar, felsefe, modern ideolojiler, modern-bilim ve teknolojiyi yâni insanı ve aklı “en yüce kurtarıcılar” olarak görmüşlerdir.

 

Vahiy-merkezli olmayan dinler kurtarıcılık yapamazlar. Çünkü bir kere onların “kurtarmak” gibi bir niyetleri ve buna yönelik bir düşünce ve hareketleri yoktur. Uzak-doğu din ve felsefeleri bireysel ve bencildirler ve ancak sükûnet içinde ve sessiz kalarak, bireylerin kendilerini kurtarmasını öğütlerler. Zâten bâtıl dinler Allah’tan gelmediği için ve kendilerine örneklik yapacak bir peygamberleri de olmadığı için kurtarmak ve kurtarıcılık gibi bir misyonları yoktur.

 

Felsefe de öyledir. Akıl ile sınırlıdır ve akıl-üstünü pek de hesâba katmadıkları için ancak boş laf yaparak beyin fırtınaları sergilerler ama bunlar hiç-bir yaraya merhem olmaz. Zâten onların da misyonlarında kurtarmak niyeti ve düşüncesi yoktur. Onlar kendilerini “çözümleyici” olarak görürler, “çözümcü” olarak değil. Yaptıkları çözümlemeler ise ancak zihinleri orgazm eder de başka da bir işe yaranmaz. Bu nedenle felsefe ile kurtulacağını zannedenler boş bir bekleyiş ve oyalanma içinde ömürlerini tüketmektedirler.

 

Heidegger: “Felsefe Dünyâ’nın mevcut durumunu bir-anda değiştirecek etki üretemez. Bu yalnızca felsefe için değil, ama insan açısından kaygıların ve özlemlerin konusu olan her-şey için geçerlidir. Yalnızca bir tanrı bizi hâlâ kurtarabilir” der. 

 

Dünyâ’da beşerî ideolojilerin her türlüsü kullanılmıştır ve kullanılmaktadır. Fakat hiç-biri de hem herkes için hem de her zaman için yeterli olmamış ve çâreler üreterek insanları kurtaramamıştır, kurtaramamaktadır, kurtaramaz da. Çünkü beşerî ideolojiler Allah bağlarını koparmış ve dinden uzaklaşmışlardır. Oysa Allah, âhiret, gayb, vahiy, peygamber, din yâni İslâm-merkezli ve şûrâ-temelli olan yönetim-şekli insanların dertlerine devâ olacak ve onları maddî ve mânevi olan tüm sorunlarında ve korkularından hem Dünyâ’da hem de âhirette kurtarabilecektir. Çünkü insanları hem Dünyâ’da hem de âhirette ancak Allah-merkezli ve Allah garantili bir idâre ve yaşam-şekli kurtarabilir.

 

Modern-insan “en büyük kurtarıcı” olarak gördüğü ve bu nedenle tüm zamanlarda en yoğun olarak taptığı put olan modern-bilim ve teknolojiyle her türlü kötülükten, musîbetten, belâdan, doğal âfetlerden ve hattâ ölümden bile kurtulabileceğini ve sonsuza kadar mutlu-mesut yaşayabileceğini zannetmekte ve sürekli olarak bunun hayâlini kurarak böyle bir beklenti içine girmektedir. Hâlbuki şimdiye kadar modern-bilim ve teknoloji ile, târih boyunca insanlığın başına belâ olmuş bir kötülüğü, sorunu ve musîbeti giderdiği görülmemiştir ve hattâ tam-aksine, bir-çok sorunlar ve belâlar açığa çıkarmıştır ve bu belâlar günden-güne fazlalaşarak arttığı için insanları mutsuz ve perişan etmektedir. Meselâ  modern-bilim ve teknolojinin herhangi bir kronik hastalığı ”şifâ” anlamında tamâmen tedâvi edip iyileştirdiği görülmüş-duyulmuş bir şey değildir. Beğenmediğiniz bir romatizmayı bile giderememekte ve insanlar ağrılar içinde kalmakta ve büyük sıkıntılar çekmektedirler. Modern-bilim ve teknoloji bir-anda patlayıverecek çok şişirilmiş büyük bir balon, kitlesel bir hipnoz, büyülenmişlik ve kandırmacadır. Bu nedenle de hiç kimseyi kurtaramaz.       

 

Evet; vahiy-merkezli olmadıkça ve işletilmedikçe, insanların o çok güvendikleri ve yüce bir put hâline getirdikleri akıl, ne de süpermen gibi gördükleri üstün akıl-sâhipleri, insanları sıkıntılarından ve korkularından kurtaramaz. Zîrâ Allah hesâba katılmadığında ve işe karıştırılmadığında bu mümkün değildir.

 

Din, insanları günahtan ve dolayısı ile sıkıntılardan kurtarmak ister; modernizm ise din’den kurtarmak peşinde. Din, insanların sâdece rûhu için değildir. Din, insanın sâdece rûhunu değil, bedenini de kurtarmayı hedefler. Böylece hem ruhlar hem de bedenler Dünyâ’da kölelikten ve rezillikten, âhirette ise cehennemden ve azaptan kurtulur.

 

Tüm peygamberler insanları maddî ve mânevî anlamda kurtarmak için seçilip gönderilmişlerdir. Bu kurtarma sâdece iç-âlemleri ve ruhları kurtarmak ve sâdece “âhiret kurtuluşu” alanında olmayıp, dış-âlemde de yâni Dünyâ’da da her türlü kölelikten ve ezilmişlikten kurtarmak içindir. Tüm peygamberler bunun için çalışmışlar, sonuçta da kendilerine inanan mü’minlerle birlikte kurtarılmışlar, geride kalan kâfir ve müşrik kavimler ise helâka ve azâba uğramışlardır. Üstelik bir de âhiret pişmanlığı ve azâbıyla karşılaşacaklardır. Zîrâ güvendikleri hiç-bir şey ve hiç kimse onlara fayda sağlamamıştır ve sağlamayacaktır. Çünkü onlar Allah’ı hesâba katmamışlar ve unutmuşlardır:

 

“Sonra biz, elçilerimizi ve îman edenleri böyle kurtarırız; mü’minleri kurtarmamız bizim üzerimize bir haktır” (Yûnus 103).

 

İnsanlar bir türlü akıllanıp da hakkıyla îman etmiyorlar ve Allah’a dönüp de ona duâ ve şükür etmiyorlar. Bunun yerine gidip, Dünyâ’yı kaosa çevirmiş olanlardan medet umuyorlar. Dünyâ’yı kaosa çevirmiş olanların bizi kaostan kurtaracağını beklemek ahmaklığın daniskasıdır. Oysa Allah keremdir ve bizi her dâim muhtâç olmaktan kurtarır:

 

“Doğrusu, muhtâç olmaktan O kurtardı ve sermâye verip-hoşnut kıldı” (Necm 48).

 

İnsanlar Allah’ın koruyuculuğuna ve kurtarmasına sığınmayı ancak en zor zamanda ve çâresiz durumdayken yapar. Fakat sonunda yine de akıllanmaz da şirk koşmaya devâm eder:

 

“Karada ve denizde sizi gezdiren O’dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgârla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgâr gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na ‘gönülden katıksız bağlılar (muhlîsler)’ olarak Allah’a duâ etmeye başlarlar: ‘Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız’. Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünyâ-hayâtının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz bizedir, biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz” (Yûnus 22-23).

 

“De ki: ‘Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden-gizliye ona yalvararak duâ etmektesiniz: Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz” (En-âm 64).

 

“Onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dîni yalnızca O’na hâlis kılan gönülden bağlılar olarak Allah’a yalvarıp yakarırlar (duâ ederler). Böylece onları karaya çıkarıp-kurtarınca, artık onlardan (ancak) bir kısmı orta-yolu tutuyor. Bizim âyetlerimizi gaddar, nankör olandan başkası inkâr etmez” (Lokman 32

 

Türkiye’de 15 Temmuz’daki mâlûm olaydan sonra kendilerini “FETÖ câhiliyesi”nden kurtaranlar, “Allah’a sığınmak” ve “Peygamber’i örnek almak” varken, bir kısmı gidip bu sefer de “AKP câhiliyesi”ne sığındılar. Kendilerini ikisinden de kurtaranlar ise “Allah’a sığınmak ve Peygamber’i örnek almak” varken, gidip de “Türkiye’deki en büyük kurtarıcı” olarak gördükleri ölmüş bir kişinin kendisine ve Allahsız sistemine sığındılar. Buna, “bâtıldan bâtıla kaçmak” denir. Bir bâtıldan diğer bir bâtıla kaçanlar elbette hiç-bir şeyden kurtulmuş olmazlar ve ancak, yiyecekleri yeni bir tokada kadar belki bir nebze olsun kendilerini rahatlatırlar.

 

Bir kişi; “Allah’tan başka Allah gibi güçler vardır ve ben de onlardan biriyim yada ben de onlardan birine tapıyorum” diyerek apaçık bir şirki dillendirse ve sonra da, meselâ Dünyâ’ya doğru hızla gelen ve Dünyâ’yı, insanları ve tüm canlılığı yok edecek bir gök-taşını durdurarak tüm insanları, tüm canlıları ve Dünyâ’yı kurtarsa bile, yine de müşrik ve cehennemlik olmuş ve kendini bile kurtaramamış olur.

 

Birinin yada birilerinin sana verdiği hak, seni o kişiye bağımlı yapar. Allah’ın verdiği haklara göre yaşarsan, Allah’a bağımlı/bağlı olursun. Bu seni, kula kulluktan kurtarır.

 

Kırmızı ışıkta geçmeyi bile göze alamayan insanlar, Dünyâ’yı kurtarma hayâlleri kurmasın boşuna. Dünyâ “kurallara uyularak” kurtarılamaz çünkü.

 

Kişiyi, kuru-kuruya sâdece “inandım” demek (Ankebût 2) demek kurtarmaz. Kişiyi hem Dünyâ’da hem de âhirette kurtaracak olan şey kuru-kuruya inanmak değil, hakkıyla Îman etmek ve îmâna yönelik sâlih ameller işlemektir.

 

İnsanı değerli yapacak ve kurtaracak olan şey, “kuru-kuruya bilgili olmak” değil, o bilgiyle yaptığı sâlih amellerdir. Kendini bilen insanlar, bilgileriyle değil, olgun sözleriyle ve olgun davranışlarında açığa çıkar. Davranışa yansımayan bilgi, kişiyi “çiğ”likten bile kurtaramaz.

 

Peygamberimiz, Mekke’yi kurtarmadan önce Medîne’yi kurtarmıştı. Allah’ın dînin hâkim olduğu “kurtarılmış bir bölge” olmadıkça diğer yerleri ve insanları kurtarmak pek mümkün değildir. İslâm’ın, beşer-merkezli olanlardan farkı, “kurtarma”yı, “kurtulmaktan sonra kurtarmak” şeklinde yapmasıdır.

 

İnsanın “kalıcı” eserler bırakması güzel bir şeydir. Fakat onu kurtaracak olan şey “geride bıraktıkları” değil, “âhirete yâni ileriye taşıdıkları ve gönderdikleri” olacaktır.

 

İslâm hayâta karışmayarak sâdece vicdanlarda kalmalıymış. Hâlbuki Allah, dînini, vicdanlara hapsolmaktan kurtarıp, İslâm’ı hayâtın tam ortasında hâkim kılmak için göndermiştir. Peygamber-örnekliği de bunu gösterir. İslâm bir “hayat dîni”dir. Hayatta hâkim ol(a)mayan bir din, “ölmeye başlamış” demektir. Dîni hayâta hâkim kılmak için çalışmayanlar da, dinden-îmandan haberleri olmadığından dolayı “ölü”dürler. Bir ölünün bir diriyi kurtarması söz-konusu bile değildir

 

İnsanı; okunmuş pirinç, okunmuş su, okunmuş sakal, okunmuş muskalar vs. değil; “okunmuş Kur’ân” kurtarır ancak. Okunmuş ve sonra da gereği yapılmış olan Kur’ân, insanı hem Dünyâ’da hem de âhirette düzlüğe çıkarır.

 

İslâm, insanı siliklikten ve siniklikten kurtarır-kurtarmıştır.

 

Kişinin; “ben lâikim, hayâtıma dîni karıştırmam” demesi, onu “sorgu” ve “hesap”tan kurtarmaz.

 

Kızlar için; “çalışın da hayâtınızı kurtarın” sözü yanlıştır. Doğrusu şudur: “Ey kızlar!; çalışıp da hayâtınızı karartmayın”.

 

Kur’ân kurtuluşun çâresini çeşitli şekillerde açıklar. Bunlardan biri de şudur:

 

“Ey îman edenler!; sizi acı bir azaptan kurtaracak bir ticâreti haber vereyim mi?. Allah’a ve Resûlü’ne îman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte ‘büyük mutluluk ve kurtuluş’ budur” (Saff 10-12).

 

İslâm hayâta hâkim kılındığında, her tarafa: “İnsanlık, ilâhi sistemden ayrılmanın bir sonucu olarak ciddî bir sapmadan kurtarıldı” diye yazılacaktır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Eylül 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder