“De ki: ‘Muhakkak beni Allah’tan (Dünyâ’da yada âhirette gelebilecek
bir azâba karşı) hiç kimse aslâ
kurtaramaz ve O’nun dışında aslâ bir sığınak da bulamam” (Cin 22).
O-hâlde:
“Ben, O’ndan başka ilahlar edinir miyim ki, Rahmân (olan
Allah), bana bir zarar dileyecek olsa, ne onların şefaati bana bir şeyle yarar
sağlar, ne de onlar beni kurtarabilirler” (Yâsîn
23).
Târih boyunca insanlar, Dünyâ yada âhiret hayatlarında
başlarına gelen ve gelebilecek olan şeylerden dolayı kurtulma çâreleri
aramışlar ve bu-bağlamda çeşitli düşünceler ve fikirler üretmişler,
amel-eylemlerde bulunmuşlardır. Fakat bu düşünce, fikir ve amel-eylemler ancak;
Allah’a, âhirete, vahye, peygamber örnekliklerine, dîne yâni İslâm’a uygun
olunca ve aykırı olmayınca fayda vermiş, aksi-takdirde bir fayda vermediği gibi
çeşitli zararlar da açığa çıkarmıştır ve bu hâlen de böyledir. Modern insan
Allah’a, âhirete, vahye, peygamber örnekliklerine, dîne yâni İslâm’a sırt
döndüğünden dolayı onları işe karıştırmadığı için, genelde kötü, üzücü ve elim
sonuçlar Dünyâ’yı yaşanma bir yer hâline getirmektedir. Ortaya koydukları
düşünce, fikir ve amel-eylemlerle kurtarıcı olarak ortaya çıkanlar ya işi
sonuna kadar götürememektedirler yada daha işin başında yaptıkları işler
fiyaskoyla sonuçlanmaktadır.
Buna şaşmamak gerekir. Zîrâ hem insanı hem de tüm varlığı
yaratan Allah’ı hesâba katmadan yapılan tüm düşünce ve işler fiyaskoyla sonuçlanmaya
mahkûmdur. Çünkü insanların akılları sınırlıdır ve aşırı zorlandığında akıl “akıl”
olmaktan çıkarak “şeytânî zekâya” dönüşür ve bu şeytânî zekâ da ancak şeytanın
dostlarına fayda verebilir. Tüm insanlık târihi işte bu yüzden bir türlü
düzene, nizâma, adâlete, eşitliğe, hakka, hakîkate, ahlâka, mutluluğa ve huzûra
kavuşamamıştır ve kavuşamamaktadır, bu yolla gittiğinde de hiç-bir zaman
kavuşması mümkün değildir.
İnsanlar düzensizlikten, nizamsızlıktan, adâletsizlikten,
eşitsizlikten, haksızlıktan, ahlâksızlıktan, şirkten, küfürden, münâfıklıktan
ve zulümden kurtulmak için bildiği-bilmediği her-şeyden medet umar hâle
gelmiştir. Târih boyunca; putların her çeşidinden, mitolojiden, cinlerden,
meleklerden, perilerden, rüyâlardan, bâtıl öğreti ve fikirlerden, mistisizmden,
ezoterizmden, bâtınîlikten, tasavvuftan, çeşitli mezheplerden, târikat ve
cemaatlerden, hizip, parti ve liderlerden, atalardan, ötelerden, uzak-doğu
dinlerinden, kahramanlardan, silahlardan, ordulardan, yerden, gökten,
Allahsızlıktan, dinsizlikten, felsefeden, sosyolojiden, psikolojiden,
modern-bilimden, teknolojiden, astronomiden ve astrolojiden, faldan, büyüden,
şanstan, rastlantıdan, içkiden, kumardan, sigaradan, uyuşturucudan, zinâdan,
her türlü günahtan, haramdan, suçtan, ayıptan, lâiklikten, sekülerizmden,
demokrasiden, feminizmden, liberâlizmden, sosyâlizmden, komünizmden, milliyetçilikten,
modernizmden, post-modernizmden, post-truthtan, meta-versten, yapay zekâdan, modern
tıptan ve elbette her zaman en büyük put olmuş olan paradan vs. medet umarak
bunların kendilerini koruyacağını ve kurtarabileceği zehabına kapılmışlardır,
üstelik hâlen de kapılmaya devâm etmekte ve Allah’a her-şey ile şirk
koşmaktadırlar. Oysa insanı Allah’tan başka gerçek anlamda kurtaracak kimse ve
hiç-bir şey yoktur, olmayacaktır:
“De ki: Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır.
Sonra siz yine şirk koşmaktasınız” (En-âm
64).
O-hâlde yapılması gereken şey şudur:
“Şu Ev (Kâbe)nin Rabbine kulluk etsinler; ki O, kendilerini açlıktan (kurtarıp) doyuran ve korkudan
güvenliğe kavuşturandır” (Kureyş 3-4).
İnsanlar târih boyunca en çok; bâtıl
din ve inanışlar, felsefe, modern ideolojiler, modern-bilim ve teknolojiyi yâni
insanı ve aklı “en yüce kurtarıcılar” olarak görmüşlerdir.
Vahiy-merkezli olmayan dinler
kurtarıcılık yapamazlar. Çünkü bir kere onların “kurtarmak” gibi bir niyetleri
ve buna yönelik bir düşünce ve hareketleri yoktur. Uzak-doğu din ve felsefeleri
bireysel ve bencildirler ve ancak sükûnet içinde ve sessiz kalarak, bireylerin
kendilerini kurtarmasını öğütlerler. Zâten bâtıl dinler Allah’tan gelmediği
için ve kendilerine örneklik yapacak bir peygamberleri de olmadığı için kurtarmak
ve kurtarıcılık gibi bir misyonları yoktur.
Felsefe de öyledir. Akıl ile
sınırlıdır ve akıl-üstünü pek de hesâba katmadıkları için ancak boş laf yaparak
beyin fırtınaları sergilerler ama bunlar hiç-bir yaraya merhem olmaz. Zâten
onların da misyonlarında kurtarmak niyeti ve düşüncesi yoktur. Onlar kendilerini
“çözümleyici” olarak görürler, “çözümcü” olarak değil. Yaptıkları çözümlemeler
ise ancak zihinleri orgazm eder de başka da bir işe yaranmaz. Bu nedenle
felsefe ile kurtulacağını zannedenler boş bir bekleyiş ve oyalanma içinde
ömürlerini tüketmektedirler.
Heidegger: “Felsefe Dünyâ’nın mevcut durumunu bir-anda
değiştirecek etki üretemez. Bu yalnızca felsefe için değil, ama insan açısından
kaygıların ve özlemlerin konusu olan her-şey için geçerlidir. Yalnızca bir
tanrı bizi hâlâ kurtarabilir” der.
Dünyâ’da beşerî ideolojilerin her türlüsü
kullanılmıştır ve kullanılmaktadır. Fakat hiç-biri de hem herkes için hem de
her zaman için yeterli olmamış ve çâreler üreterek insanları kurtaramamıştır,
kurtaramamaktadır, kurtaramaz da. Çünkü beşerî ideolojiler Allah bağlarını
koparmış ve dinden uzaklaşmışlardır. Oysa Allah, âhiret, gayb, vahiy,
peygamber, din yâni İslâm-merkezli ve şûrâ-temelli olan yönetim-şekli
insanların dertlerine devâ olacak ve onları maddî ve mânevi olan tüm
sorunlarında ve korkularından hem Dünyâ’da hem de âhirette kurtarabilecektir.
Çünkü insanları hem Dünyâ’da hem de âhirette ancak Allah-merkezli ve Allah
garantili bir idâre ve yaşam-şekli kurtarabilir.
Modern-insan “en büyük kurtarıcı”
olarak gördüğü ve bu nedenle tüm zamanlarda en yoğun olarak taptığı put olan
modern-bilim ve teknolojiyle her türlü kötülükten, musîbetten, belâdan, doğal
âfetlerden ve hattâ ölümden bile kurtulabileceğini ve sonsuza kadar mutlu-mesut
yaşayabileceğini zannetmekte ve sürekli olarak bunun hayâlini kurarak böyle bir
beklenti içine girmektedir. Hâlbuki şimdiye kadar modern-bilim ve teknoloji
ile, târih boyunca insanlığın başına belâ olmuş bir kötülüğü, sorunu ve
musîbeti giderdiği görülmemiştir ve hattâ tam-aksine, bir-çok sorunlar ve belâlar
açığa çıkarmıştır ve bu belâlar günden-güne fazlalaşarak arttığı için insanları
mutsuz ve perişan etmektedir. Meselâ modern-bilim
ve teknolojinin herhangi bir kronik hastalığı ”şifâ” anlamında tamâmen tedâvi edip
iyileştirdiği görülmüş-duyulmuş bir şey değildir. Beğenmediğiniz bir romatizmayı
bile giderememekte ve insanlar ağrılar içinde kalmakta ve büyük sıkıntılar çekmektedirler.
Modern-bilim ve teknoloji bir-anda patlayıverecek çok şişirilmiş büyük bir
balon, kitlesel bir hipnoz, büyülenmişlik ve kandırmacadır. Bu nedenle de hiç
kimseyi kurtaramaz.
Evet; vahiy-merkezli olmadıkça ve
işletilmedikçe, insanların o çok güvendikleri ve yüce bir put hâline
getirdikleri akıl, ne de süpermen gibi gördükleri üstün akıl-sâhipleri,
insanları sıkıntılarından ve korkularından kurtaramaz. Zîrâ Allah hesâba katılmadığında
ve işe karıştırılmadığında bu mümkün değildir.
Din, insanları günahtan ve dolayısı ile
sıkıntılardan kurtarmak ister; modernizm ise din’den kurtarmak peşinde. Din,
insanların sâdece rûhu için değildir. Din, insanın sâdece rûhunu değil,
bedenini de kurtarmayı hedefler. Böylece hem ruhlar hem de bedenler Dünyâ’da kölelikten
ve rezillikten, âhirette ise cehennemden ve azaptan kurtulur.
Tüm peygamberler insanları maddî ve mânevî anlamda
kurtarmak için seçilip gönderilmişlerdir. Bu kurtarma sâdece iç-âlemleri ve
ruhları kurtarmak ve sâdece “âhiret kurtuluşu” alanında olmayıp, dış-âlemde de
yâni Dünyâ’da da her türlü kölelikten ve ezilmişlikten kurtarmak içindir. Tüm
peygamberler bunun için çalışmışlar, sonuçta da kendilerine inanan mü’minlerle
birlikte kurtarılmışlar, geride kalan kâfir ve müşrik kavimler ise helâka ve
azâba uğramışlardır. Üstelik bir de âhiret pişmanlığı ve azâbıyla
karşılaşacaklardır. Zîrâ güvendikleri hiç-bir şey ve hiç kimse onlara fayda
sağlamamıştır ve sağlamayacaktır. Çünkü onlar Allah’ı hesâba katmamışlar ve
unutmuşlardır:
“Sonra biz, elçilerimizi ve îman edenleri böyle
kurtarırız; mü’minleri kurtarmamız bizim üzerimize bir haktır” (Yûnus 103).
İnsanlar bir türlü akıllanıp da
hakkıyla îman etmiyorlar ve Allah’a dönüp de ona duâ ve şükür etmiyorlar. Bunun
yerine gidip, Dünyâ’yı kaosa çevirmiş olanlardan medet umuyorlar. Dünyâ’yı
kaosa çevirmiş olanların bizi kaostan kurtaracağını beklemek ahmaklığın daniskasıdır.
Oysa Allah keremdir ve bizi her dâim muhtâç olmaktan kurtarır:
“Doğrusu, muhtâç olmaktan O kurtardı ve sermâye
verip-hoşnut kıldı” (Necm 48).
İnsanlar Allah’ın koruyuculuğuna ve
kurtarmasına sığınmayı ancak en zor zamanda ve çâresiz durumdayken yapar. Fakat
sonunda yine de akıllanmaz da şirk koşmaya devâm eder:
“Karada ve denizde sizi gezdiren O’dur. Öyle ki siz
gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgârla onu yüzdürürlerken ve
(tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgâr gelip çatar ve her
yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten
kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na ‘gönülden katıksız bağlılar
(muhlîsler)’ olarak Allah’a duâ etmeye başlarlar: ‘Andolsun eğer bundan bizi
kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız’. Ama (Allah) onları
kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar,
sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünyâ-hayâtının geçici
metaıdır. Sonra dönüşünüz bizedir, biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz” (Yûnus
22-23).
“De ki: ‘Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim
kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden-gizliye ona yalvararak duâ
etmektesiniz: Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden
oluruz” (En-âm 64).
“Onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman,
dîni yalnızca O’na hâlis kılan gönülden bağlılar olarak Allah’a yalvarıp
yakarırlar (duâ ederler). Böylece onları karaya çıkarıp-kurtarınca, artık
onlardan (ancak) bir kısmı orta-yolu tutuyor. Bizim âyetlerimizi gaddar, nankör
olandan başkası inkâr etmez” (Lokman 32
Türkiye’de 15 Temmuz’daki mâlûm olaydan
sonra kendilerini “FETÖ câhiliyesi”nden kurtaranlar, “Allah’a sığınmak” ve
“Peygamber’i örnek almak” varken, bir kısmı gidip bu sefer de “AKP
câhiliyesi”ne sığındılar. Kendilerini ikisinden de kurtaranlar ise “Allah’a
sığınmak ve Peygamber’i örnek almak” varken, gidip de “Türkiye’deki en büyük
kurtarıcı” olarak gördükleri ölmüş bir kişinin kendisine ve Allahsız sistemine
sığındılar. Buna, “bâtıldan bâtıla kaçmak” denir. Bir bâtıldan diğer bir bâtıla
kaçanlar elbette hiç-bir şeyden kurtulmuş olmazlar ve ancak, yiyecekleri yeni
bir tokada kadar belki bir nebze olsun kendilerini rahatlatırlar.
Bir kişi; “Allah’tan başka Allah gibi güçler vardır ve
ben de onlardan biriyim yada ben de onlardan birine tapıyorum” diyerek apaçık
bir şirki dillendirse ve sonra da, meselâ Dünyâ’ya doğru hızla gelen ve
Dünyâ’yı, insanları ve tüm canlılığı yok edecek bir gök-taşını durdurarak tüm
insanları, tüm canlıları ve Dünyâ’yı kurtarsa bile, yine de müşrik ve cehennemlik
olmuş ve kendini bile kurtaramamış olur.
Birinin yada birilerinin sana verdiği hak,
seni o kişiye bağımlı yapar. Allah’ın verdiği haklara göre yaşarsan, Allah’a
bağımlı/bağlı olursun. Bu seni, kula kulluktan kurtarır.
Kırmızı ışıkta geçmeyi bile göze
alamayan insanlar, Dünyâ’yı kurtarma hayâlleri kurmasın boşuna. Dünyâ
“kurallara uyularak” kurtarılamaz çünkü.
Kişiyi, kuru-kuruya sâdece “inandım” demek
(Ankebût 2) demek kurtarmaz. Kişiyi hem Dünyâ’da hem de âhirette kurtaracak
olan şey kuru-kuruya inanmak değil, hakkıyla Îman etmek ve îmâna yönelik sâlih
ameller işlemektir.
İnsanı değerli yapacak ve kurtaracak olan
şey, “kuru-kuruya bilgili olmak” değil, o bilgiyle yaptığı sâlih amellerdir.
Kendini bilen insanlar, bilgileriyle değil, olgun sözleriyle ve olgun
davranışlarında açığa çıkar. Davranışa yansımayan bilgi, kişiyi “çiğ”likten bile
kurtaramaz.
Peygamberimiz, Mekke’yi kurtarmadan önce Medîne’yi kurtarmıştı. Allah’ın
dînin hâkim olduğu “kurtarılmış bir bölge” olmadıkça diğer yerleri ve insanları
kurtarmak pek mümkün değildir. İslâm’ın,
beşer-merkezli olanlardan farkı, “kurtarma”yı, “kurtulmaktan sonra kurtarmak”
şeklinde yapmasıdır.
İnsanın “kalıcı” eserler bırakması güzel bir
şeydir. Fakat onu kurtaracak olan şey “geride bıraktıkları” değil, “âhirete
yâni ileriye taşıdıkları ve gönderdikleri” olacaktır.
İslâm hayâta karışmayarak sâdece
vicdanlarda kalmalıymış. Hâlbuki Allah, dînini, vicdanlara hapsolmaktan kurtarıp,
İslâm’ı hayâtın tam ortasında hâkim kılmak için göndermiştir.
Peygamber-örnekliği de bunu gösterir. İslâm bir “hayat dîni”dir. Hayatta hâkim
ol(a)mayan bir din, “ölmeye başlamış” demektir. Dîni hayâta hâkim kılmak için
çalışmayanlar da, dinden-îmandan haberleri olmadığından dolayı “ölü”dürler. Bir
ölünün bir diriyi kurtarması söz-konusu bile değildir
İnsanı; okunmuş pirinç, okunmuş su,
okunmuş sakal, okunmuş muskalar vs. değil; “okunmuş Kur’ân” kurtarır ancak.
Okunmuş ve sonra da gereği yapılmış olan Kur’ân, insanı hem Dünyâ’da hem de
âhirette düzlüğe çıkarır.
İslâm, insanı siliklikten ve
siniklikten kurtarır-kurtarmıştır.
Kişinin; “ben lâikim, hayâtıma dîni
karıştırmam” demesi, onu “sorgu” ve “hesap”tan kurtarmaz.
Kızlar için; “çalışın da hayâtınızı kurtarın”
sözü yanlıştır. Doğrusu şudur: “Ey kızlar!; çalışıp da hayâtınızı karartmayın”.
Kur’ân kurtuluşun çâresini çeşitli
şekillerde açıklar. Bunlardan biri de şudur:
“Ey îman edenler!; sizi acı bir azaptan kurtaracak bir
ticâreti haber vereyim mi?. Allah’a ve Resûlü’ne îman edersiniz, mallarınızla
ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır;
eğer bilirseniz. O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar
akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte ‘büyük
mutluluk ve kurtuluş’ budur” (Saff 10-12).
İslâm hayâta hâkim
kılındığında, her tarafa: “İnsanlık, ilâhi sistemden ayrılmanın bir sonucu
olarak ciddî bir sapmadan kurtarıldı” diye yazılacaktır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Eylül
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder