“Allah:
Ey Meryem-oğlu Îsâ, insanlara, beni ve anneni, Allah’ı bırakarak iki ilah
edinin, diye sen mi söyledin? dediğinde: Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir
sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlakâ sen onu bilmişsindir.
Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sen’de olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri
(gaybleri) bilen Sen’sin Sen”
(Mâide 116).
“De ki:
O Allah, birdir. Allah, Samed’dir (her-şey O’na muhtâçtır, dâimdir, hiç-bir
şeye ihtiyâcı olmayandır). O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. Ve hiç-bir şey
O’nun dengi değildir” (İhlâs
Sûresi)..
Vahdet-i vücud sapkın ve şirk
düşüncesi “teslis”in genişletilmiş şeklidir. Vahdet-i vücud zırvalığının
teorisyeni Muhyiddin ibn-i Arabi, bu düşünceyi âşinâ olduğu teslis üzerinden
derlemişe benzemektedir. İbn-i Arabi (1165-1240), Endülüs’te doğmuştur. İbn-i Rüşd ile arkadaştır. Felsefeden de haberdardır. Endülüs’ten çıkıp
çeşitli İslâm ülkelerine gitmiş ve oralarda bulunmuştur. Anadolu’yu da ziyâret
etmiş, Konya ve Malatya’da dörder yıl kalmıştır. Malatya’da Süryânilerle
irtibat kurmuş, onların Aristo’ya dâir bilgi birikiminden faydalanmıştır.
Gittiği yerlerde çeşitli felsefe ve kültürlerin etkisiyle derlediği zengin
malzemeyi kendi sapkın vahdet-i vücud sistemine uygulamıştır. Kanımca -en
azından psikolojik anlamda- kendisi hristiyan-haçlı ajanıdır. Etkilendiği teslis
inancı onu vahdet-i vücud akımına sürüklemiştir. İslâm elbette teslisi şirk ve
küfür olarak gördüğü gibi vahdet-i vücud düşünce ve inancını da şirk olarak
görür ki vahdet-i vücud inancı teslis şirkini de kat-kat aşan “sınırsız
şirk”tir.
Hz.
Îsâ ile ortaya konan İslâm’ı “tevhid dîni” olmaktan çıkarıp “teslis dîni”
hâline getirenlerin başı Pavlus
iken, Hz. Muhammed ile ortaya konan İslâm’ı “tevhid dînî olmaktan
çıkarıp, vahdet- vücud sapık düşüncesiyle “sınırsız şirk dîni” hâline getirmeye
çalışanların başı da
Muhyiddin ibn-i Arâbi’dir.
Tasavvufçulara göre dînin özü vahdet-i
vücudtur. Fakat “bu kadar önemli ve öz olan şeyden Kur’ân niye hiç bahsetmez ve
“vahdet-i vücud” ifâdesini kullanmaz?” diye sorulduğunda mecbûren suskun
kalırlar yada her zaman yaptıkları gibi âyetlere bin takla attırarak -sözde-
bâtınî anlamlar ortaya çıkararak saçmalıklarını kanıtladıklarını zannederler.
Vahdet-i vücud inancının teslisle benzerliği ve hattâ
aslında teslisi onaylaması, teslisi “eksik vahdet-i vücud” olarak görmelerinden
de anlaşılır. Şöyle derler: “hristiyanlar kâfirdirler, çünkü ‘Îsâ Allah’ın
oğludur’ diyerek tahsiste bulunmuşlar ve ilahlığı sâdece Hz. Îsâ’ya
vermişlerdir. Oysa her-şey ve herkes ilahtır”. Yâni Kur’ân’ın -yazının
başındaki âyette de söylendiği gibi- apaçık şekilde küfür ve şirk dediği
teslise bunlar tevhid demektedirler. Zîrâ ilahlaştırma noktasında benzer ve hattâ
aynıdırlar. Zîrâ bunlar teslis inancına îtirâz etmezler ve onu sâdece eksik
olarak görürler. .
Bu dediğimiz Mekke müşrikleri için de
geçerlidir. Onlar da, putlara “bizi Allah’a yaklaştırıyorlar” diyerek
taptıkları için şirk içindedirler. Oysa vahdet-i vücud sapıklığına ve Muhyiddin
ibn-i Arâbi manyağına göre Mekke müşriklerinin yanlışı ve şirki-küfrü, “putlara
tapmaları” değil, putlara “kendilerini Allah’a yakınlaştırıyor” diye
tapmalarıdır. Çünkü böyle olduğunda Allah ve put şeklinde ikilik ve şirk ortaya
çıkmıştır. Mekke müşriklerinin yapmaları gereken şey, putlara bizzat “Allah
olarak tapmaları”ydı. Yâni Mekke putperestleri
de ilahlığı “put” denilen şeylere hasretme açısından hatâ etmişlerdir. Vahdet-i
vücud inancına göre sorun budur.
Tesliste de öyledir. Hz. Îsâ’yı
peygamber olarak gördüğünüzde kâfir olursunuz. Çünkü o peygamber ve insana
değil, -hâşâ- bizzat Allah’ın ta kendisidir.
Sarı Saltuk ve Seyyid Ali gibi
bâtınîlerin de balkan halklarını kolayca etkilemeleri ve onları
müslümanlaştırmalarının arkasında da bu vardır. Katherizm ve Bogomilizm’de
teslis inancına karşıtlık vardır. Onlara teslisin eksik olduğu ve aslında
her-şeyin ve herkesin “tanrı olduğu” anlatılınca yâni alevi-bektâşi ve tasavvuf
yâni insan-merkezli bir müslümanlıktan bahsedilince müslümanlığı kabûl etmeleri
kolay olmuştur. Balkan halklarında ve balkan kökenlilerde hâlen bu düşünce
hâkimdir. Bunu iyi anlayabilmek için Pavlusyanizm, Bogomilizm ve Katherizm
süreçlerini iyi bilmek gerekir.
Hristiyanlık’ta teslis ve enkarnasyon gibi
açıklanması imkânsız olan ve hayâta uygulanması da mümkün olmayan inanışlar
vardır. Tertullianus; “saçma olduğu için inanıyorum” sözünü bu nedenle söylemiş
olsa gerektir. İşte bunun gibi, vahdet-i vücud inancında da anlaşılması ve açıklanması
imkânsız söylemler vardır ki bunları aslında kurucuları bile açıklayamamakta ve
çelişkilere düşmektedir. Çünkü bu sapık düşünce ve inançların hayatta bir
karşılık bulması söz-konusu bile değildir. Zîrâ saçmadır, absürdtür hattâ böyle
şeylere inanmak manyaklıktır. “Saçma olduğu için inanıyorum” (Credo quia
absurdum est) bir söz, teslis gibi abes inanışları örtmek için kullanılmıştır.
Çünkü böyle saçmalıkların ancak körü-körüne bir inançla üstü örtülebilir ve
saçmalılar da hayâtiyetini ancak böylelikle sürdürebilir. Vahdet-i vücud
düşüncesi de ancak körü-körüne bir inançla kabûl edilebilir. Zîrâ aklı başında
olan birinin böyle saçma ve aptalca bir şirki kabûl edip de onu düşüncesinin
merkezine koyması mümkün değildir. Çünkü bu inanç, akla, mantığa ve sağduyuya
apaçık şekilde aykırı olduğu gibi, Kur’ân’a ve Sünnet’e de apaçık bir şekilde
aykırıdır. Yazının başındaki âyetten de anlaşılacağı gibi Hz. Îsâ teslis gibi
bir saçmalıktan bahsetmediği gibi, hiç-bir peygamber de vahdet-i vücudtan
bahsetmemiştir.
Bâtıl
ve sapkın dinler ve inanışlar da insanı aptallaştırır. Baba-oğul-kutsal rûh
şeklinde teslisi savunmak hiç de normâl değildir. Allah’ın en güzide halkının
kendileri olduğunu söyleyenlerin Yahudilerin düşünceleri hiç normâl değildir.
Uzak-doğu dinlerinin inanç ve uygulamaları hiç de normâl değildir ve
sapıklıktır. Bir kişiyi, bir şeyi, bir haklı ve nihâyet her-şeyi tanrılaştırmak
ancak aptallığın, manyaklığın ve şizofreninin bir sonucu olabilir. İşte vahdet-i vücud da insanı pasifleştiren
ve aptallaştıran, insanları maddî ve mânevî olarak sömüren ve de şeytanın oyuncağı
yapan saçma-salak bir inanıştır. Bakmayın siz onların gizemli-gizemli
konuştuklarına; söyledikleri şeyler incir çekirdeğini bile doldurmayacak boş
laflardan başka bir şey değildir. O sözleri anlamaya falan da çalışmayın. Zîrâ
boş lafı anlamaya çalışmak da boş bir iştir.
Allah’ı “baba-oğul-kutsal rûh” olarak üçe ayıran “teslis” açık bir
saçmalıktır. Öyle ki 2.000 yıldır bu saçmalık üzerine yapılan binlerce yorumun
hiç-biri tutarlı ve mantıklı değildir. Bu saçmalığa iknâ edici bir yorum
yapılamaz. Saçma bir düşünceye iknâ edici bir yorum yapılabileceğini beklemek
bile saçmalıktır. Zâten Hristiyanlık zâten saçmalıklar üzerine kurulmuştur ve saçma
olmayan şey “din” olarak kabûl edilmez. Aynı-şekilde, vahdet-i vücud da
Kur’ân’ı, Sünnet’i, aklı, mantığı ve sağduyuyu iptâl ve inkâr etmedikçe
inanılabilecek bir şey değildir.
Teslisin “aslî tevhide dönüş” olarak düşünülmesi akla
“aslî tevhidin”, “her-şeyin Allah” olduğu yönündeki vahdet-i vücudçu telâkkiyi
getiriyor. Oysaki Allah: “Andolsun ki
‘Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesih’tir’ diyenler kâfir olmuşlardır. Biliniz
ki kim Allah’a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun
yeri ateştir ve zâlimler için yardımcılar yoktur’ demişti. Andolsun ‘Allah,
üçün üçüncüsüdür’ diyenler de kâfir olmuşlardır” (Mâide 72-73) diye
buyurmaktadır.
Vahdet-i vücûd düşüncesine
inananlar hristiyanlardan daha sapkındırlar. Zîrâ onlar Hz. Îsâ’yı ilah kabûl
ederlerken, bunlar ise Firavun’a, şeytana, köpeklere, domuzlara ve pisliklere bile
Allah’lık yakıştırmaktadırlar.
“Haberiniz
olsun; şüphesiz göklerde kim var, yerde kim var, tümü Allah’ındır. Allah’tan
başkasına tapanlar bile, şirk koştukları varlıklara ve güçlere (gerçekte)
uymazlar. Onlar yalnızca bir zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminde
bulunarak yalan söylemektedirler” (Yûnus
66).
Vahdet-i vücud, sınırsız bir şirktir
vesselam..
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ocak 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder