30 Ocak 2024 Salı

Teslis ve Vahdet-i Vücud

 

“Allah: Ey Meryem-oğlu Îsâ, insanlara, beni ve anneni, Allah’ı bırakarak iki ilah edinin, diye sen mi söyledin? dediğinde: Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlakâ sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sen’de olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sen’sin Sen” (Mâide 116).

 

“De ki: O Allah, birdir. Allah, Samed’dir (her-şey O’na muhtâçtır, dâimdir, hiç-bir şeye ihtiyâcı olmayandır). O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. Ve hiç-bir şey O’nun dengi değildir” (İhlâs Sûresi)..

 

Vahdet-i vücud sapkın ve şirk düşüncesi “teslis”in genişletilmiş şeklidir. Vahdet-i vücud zırvalığının teorisyeni Muhyiddin ibn-i Arabi, bu düşünceyi âşinâ olduğu teslis üzerinden derlemişe benzemektedir. İbn-i Arabi (1165-1240), Endülüs’te doğmuştur. İbn-i Rüşd ile arkadaştır. Felsefeden de haberdardır. Endülüs’ten çıkıp çeşitli İslâm ülkelerine gitmiş ve oralarda bulunmuştur. Anadolu’yu da ziyâret etmiş, Konya ve Malatya’da dörder yıl kalmıştır. Malatya’da Süryânilerle irtibat kurmuş, onların Aristo’ya dâir bilgi birikiminden faydalanmıştır. Gittiği yerlerde çeşitli felsefe ve kültürlerin etkisiyle derlediği zengin malzemeyi kendi sapkın vahdet-i vücud sistemine uygulamıştır. Kanımca -en azından psikolojik anlamda- kendisi hristiyan-haçlı ajanıdır. Etkilendiği teslis inancı onu vahdet-i vücud akımına sürüklemiştir. İslâm elbette teslisi şirk ve küfür olarak gördüğü gibi vahdet-i vücud düşünce ve inancını da şirk olarak görür ki vahdet-i vücud inancı teslis şirkini de kat-kat aşan “sınırsız şirk”tir.

 

Hz. Îsâ ile ortaya konan İslâm’ı “tevhid dîni” olmaktan çıkarıp “teslis dîni” hâline getirenlerin başı Pavlus iken, Hz. Muhammed ile ortaya konan İslâm’ı “tevhid dînî olmaktan çıkarıp, vahdet- vücud sapık düşüncesiyle “sınırsız şirk dîni” hâline getirmeye çalışanların başı da Muhyiddin ibn-i Arâbi’dir.

 

Tasavvufçulara göre dînin özü vahdet-i vücudtur. Fakat “bu kadar önemli ve öz olan şeyden Kur’ân niye hiç bahsetmez ve “vahdet-i vücud” ifâdesini kullanmaz?” diye sorulduğunda mecbûren suskun kalırlar yada her zaman yaptıkları gibi âyetlere bin takla attırarak -sözde- bâtınî anlamlar ortaya çıkararak saçmalıklarını kanıtladıklarını zannederler.

 

Vahdet-i vücud inancının teslisle benzerliği ve hattâ aslında teslisi onaylaması, teslisi “eksik vahdet-i vücud” olarak görmelerinden de anlaşılır. Şöyle derler: “hristiyanlar kâfirdirler, çünkü ‘Îsâ Allah’ın oğludur’ diyerek tahsiste bulunmuşlar ve ilahlığı sâdece Hz. Îsâ’ya vermişlerdir. Oysa her-şey ve herkes ilahtır”. Yâni Kur’ân’ın -yazının başındaki âyette de söylendiği gibi- apaçık şekilde küfür ve şirk dediği teslise bunlar tevhid demektedirler. Zîrâ ilahlaştırma noktasında benzer ve hattâ aynıdırlar. Zîrâ bunlar teslis inancına îtirâz etmezler ve onu sâdece eksik olarak görürler. . 

 

Bu dediğimiz Mekke müşrikleri için de geçerlidir. Onlar da, putlara “bizi Allah’a yaklaştırıyorlar” diyerek taptıkları için şirk içindedirler. Oysa vahdet-i vücud sapıklığına ve Muhyiddin ibn-i Arâbi manyağına göre Mekke müşriklerinin yanlışı ve şirki-küfrü, “putlara tapmaları” değil, putlara “kendilerini Allah’a yakınlaştırıyor” diye tapmalarıdır. Çünkü böyle olduğunda Allah ve put şeklinde ikilik ve şirk ortaya çıkmıştır. Mekke müşriklerinin yapmaları gereken şey, putlara bizzat “Allah olarak tapmaları”ydı. Yâni Mekke putperestleri de ilahlığı “put” denilen şeylere hasretme açısından hatâ etmişlerdir. Vahdet-i vücud inancına göre sorun budur.

 

Tesliste de öyledir. Hz. Îsâ’yı peygamber olarak gördüğünüzde kâfir olursunuz. Çünkü o peygamber ve insana değil, -hâşâ- bizzat Allah’ın ta kendisidir.

 

Sarı Saltuk ve Seyyid Ali gibi bâtınîlerin de balkan halklarını kolayca etkilemeleri ve onları müslümanlaştırmalarının arkasında da bu vardır. Katherizm ve Bogomilizm’de teslis inancına karşıtlık vardır. Onlara teslisin eksik olduğu ve aslında her-şeyin ve herkesin “tanrı olduğu” anlatılınca yâni alevi-bektâşi ve tasavvuf yâni insan-merkezli bir müslümanlıktan bahsedilince müslümanlığı kabûl etmeleri kolay olmuştur. Balkan halklarında ve balkan kökenlilerde hâlen bu düşünce hâkimdir. Bunu iyi anlayabilmek için Pavlusyanizm, Bogomilizm ve Katherizm süreçlerini iyi bilmek gerekir.

 

Hristiyanlık’ta teslis ve enkarnasyon gibi açıklanması imkânsız olan ve hayâta uygulanması da mümkün olmayan inanışlar vardır. Tertullianus; “saçma olduğu için inanıyorum” sözünü bu nedenle söylemiş olsa gerektir. İşte bunun gibi, vahdet-i vücud inancında da anlaşılması ve açıklanması imkânsız söylemler vardır ki bunları aslında kurucuları bile açıklayamamakta ve çelişkilere düşmektedir. Çünkü bu sapık düşünce ve inançların hayatta bir karşılık bulması söz-konusu bile değildir. Zîrâ saçmadır, absürdtür hattâ böyle şeylere inanmak manyaklıktır. “Saçma olduğu için inanıyorum” (Credo quia absurdum est) bir söz, teslis gibi abes inanışları örtmek için kullanılmıştır. Çünkü böyle saçmalıkların ancak körü-körüne bir inançla üstü örtülebilir ve saçmalılar da hayâtiyetini ancak böylelikle sürdürebilir. Vahdet-i vücud düşüncesi de ancak körü-körüne bir inançla kabûl edilebilir. Zîrâ aklı başında olan birinin böyle saçma ve aptalca bir şirki kabûl edip de onu düşüncesinin merkezine koyması mümkün değildir. Çünkü bu inanç, akla, mantığa ve sağduyuya apaçık şekilde aykırı olduğu gibi, Kur’ân’a ve Sünnet’e de apaçık bir şekilde aykırıdır. Yazının başındaki âyetten de anlaşılacağı gibi Hz. Îsâ teslis gibi bir saçmalıktan bahsetmediği gibi, hiç-bir peygamber de vahdet-i vücudtan bahsetmemiştir. 

 

Bâtıl ve sapkın dinler ve inanışlar da insanı aptallaştırır. Baba-oğul-kutsal rûh şeklinde teslisi savunmak hiç de normâl değildir. Allah’ın en güzide halkının kendileri olduğunu söyleyenlerin Yahudilerin düşünceleri hiç normâl değildir. Uzak-doğu dinlerinin inanç ve uygulamaları hiç de normâl değildir ve sapıklıktır. Bir kişiyi, bir şeyi, bir haklı ve nihâyet her-şeyi tanrılaştırmak ancak aptallığın, manyaklığın ve şizofreninin bir sonucu olabilir. İşte vahdet-i vücud da insanı pasifleştiren ve aptallaştıran, insanları maddî ve mânevî olarak sömüren ve de şeytanın oyuncağı yapan saçma-salak bir inanıştır. Bakmayın siz onların gizemli-gizemli konuştuklarına; söyledikleri şeyler incir çekirdeğini bile doldurmayacak boş laflardan başka bir şey değildir. O sözleri anlamaya falan da çalışmayın. Zîrâ boş lafı anlamaya çalışmak da boş bir iştir.

 

Allah’ı “baba-oğul-kutsal rûh” olarak üçe ayıran “teslis” açık bir saçmalıktır. Öyle ki 2.000 yıldır bu saçmalık üzerine yapılan binlerce yorumun hiç-biri tutarlı ve mantıklı değildir. Bu saçmalığa iknâ edici bir yorum yapılamaz. Saçma bir düşünceye iknâ edici bir yorum yapılabileceğini beklemek bile saçmalıktır. Zâten Hristiyanlık zâten saçmalıklar üzerine kurulmuştur ve saçma olmayan şey “din” olarak kabûl edilmez. Aynı-şekilde, vahdet-i vücud da Kur’ân’ı, Sünnet’i, aklı, mantığı ve sağduyuyu iptâl ve inkâr etmedikçe inanılabilecek bir şey değildir.

 

Teslisin “aslî tevhide dönüş” olarak düşünülmesi akla “aslî tevhidin”, “her-şeyin Allah” olduğu yönündeki vahdet-i vücudçu telâkkiyi getiriyor. Oysaki Allah: “Andolsun ki ‘Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesih’tir’ diyenler kâfir olmuşlardır. Biliniz ki kim Allah’a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zâlimler için yardımcılar yoktur’ demişti. Andolsun ‘Allah, üçün üçüncüsüdür’ diyenler de kâfir olmuşlardır” (Mâide 72-73) diye buyurmaktadır.

 

Vahdet-i vücûd düşüncesine inananlar hristiyanlardan daha sapkındırlar. Zîrâ onlar Hz. Îsâ’yı ilah kabûl ederlerken, bunlar ise Firavun’a, şeytana, köpeklere, domuzlara ve pisliklere bile Allah’lık yakıştırmaktadırlar.

 

“Haberiniz olsun; şüphesiz göklerde kim var, yerde kim var, tümü Allah’ındır. Allah’tan başkasına tapanlar bile, şirk koştukları varlıklara ve güçlere (gerçekte) uymazlar. Onlar yalnızca bir zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminde bulunarak yalan söylemektedirler” (Yûnus 66).

 

Vahdet-i vücud, sınırsız bir şirktir vesselam..

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ocak 2024

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder