24 Ocak 2024 Çarşamba

Resmî Uzay, Gerçek Uzay

 


“Ey cin ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak ‘üstün bir güç (sultan)’ olmaksızın aşamazsınız” (Rahmân 33).

 

“Bu nasıl bir başlık, uzayın resmî olanı ve gerçek olanı mı var?” diye sorabilirsiniz. Evet; çoğu kişi bilmese de bir “resmî uzay” vardır bir de “gerçek uzay” vardır. Tabi böyle olduğu için  bu uzaylardan biri “gerçek uzay” değildir ve “uzay kabûl edilen yer”dir. Çünkü gerçekte uzayın nerede başladığı belli değildir ve gerçek uzayın başladığı net bir yükseklikten bahsedilemez. Böyle olduğu için, modernizm her konuda oluşturduğu standardı uzayın başladığı yer konusunda da belirlemiştir ve kendi kabûllerine göre bir “uzay başlangıcı” tespit ederek oraya “uzay” demektedirler. Fakat belirlediği o yer “gerçek uzay” değil “resmî uzay”dır.

 

Peki neresidir bu resmî uzay?. Resmî uzay, Macar fizikçi Theodore von Kármán’ın, “bir uçağın havada kalmak için gereken hıza ulaşamayacağı yükseklik” olarak tanımladığı, “deniz seviyesinin 100 km. yukarısı” olarak belirlediği yerdir. Bu yükseklik ve daha yukarısı “uzay” olarak kabûl edilmiştir. Her konuda çıkıntılık yapan ABD ise, uzayın başlangıcını 100 km. yükseklik olarak kabûl etmesine rağmen, 80 kilometreden yukarıda, termosferin başladığı yerde uçuş yapan herkese “astronot” unvânı vermektedir. Yâni 80 km. yukarıya bir yerlere çıkan NASA çalışanları ve askeri personeller “astronot” olarak kabûl edilmektedir. Tabi 100 km. sınırı kabûl etmeyip de uzayın biraz daha yukarıda (118 km.) başladığını söyleyenler de var. Aslında bilim-adamları uzayın nerede başladığını kesin olarak belirlemiş değillerdir. Sâdece kabûl ettikleri bir sınır vardır.  

 

Uçaklar, büyük ölçüde atmosferinin kalınlığına karşı kanatları tarafından oluşturulan kaldırma kuvveti sâyesinde havada kalırlar. Ancak atmosferimiz yükseldikçe incelir. Belirli bir noktada hava, geleneksel uçaklar için çok incedir ve bu irtifânın üzerindeki herhangi bir gemi, havada kalabilmek için roket gibi bir itme sistemi gerektirir. İşte havanın iyice inceldiği ve uçakların uçamadığı noktaya Kármán Çizgisi/Sınırı denir.

 

Karman sınırı olan 100 km. yükseklik, hava direncinin son bulduğu nokta ve Dünyâ’nın 690 km. yukarısına uzanan termosferin dibindeyken, onun üzerinde, yaklaşık 10.000 km. uzanan, “dış küre” adı verilen daha büyük bir katman vardır. En dış katman olan Egzosfer’in son sınırının ise 10.000 km.’yi bulduğu söylenir.

 

Birileri Karman Sınırı denilen ve 100 km. yükseklikten başlayan bir sınır belirlemiştir ve bu sınırın üzerini “uzay” olarak kabûl etmektedirler. Zengin milyarderlerin roketlerle 101 km. yüksekliğe kadar çıkıp geri gelerek “uzaya çıktık geldik” demelerinin nedeni budur. Oysa çıktıkları yer sâdece 100 km. yükseklikten başkası değildir. Fakat orası “gerçek uzay” değil, “resmî uzay”dır.

 

Resmî uzay, uzay araçlarından “işte mavi küre” yada “işte mavi bilye” diyerek tam profilden -sözde- “yusyuvarlak olan Dünyâ”ya baktıkları ve Dünyâ’yı net bir şekilde yuvarlak olarak gördükleri yer değildir. Resmî uzay denilen yer, Egzosfer’in son sınırıyla başlayan yer değil, Termosfer’in alt ve orta bölgelerine verilen isimdir. Astronotların ve roketlerin gidip-geldiği yer, uzay olarak kabûl edilen Termosfer tabakasının çeşitli yükseklikleridir. Orası 160 ile 2.000 km. arasındaki Alçak Dünyâ Yörüngesi’dir, 35.000 km. yükseklikte olan Yüksek Dünyâ Yörüngesi değil. 

 

Termosferin içinde yer alan UUİ aslında hala gezegenimizin yerçekiminin ve atmosferinin etkisi altında. Yerçekimsiz ortamın yaşanmasının nedeni istasyonun Dünya’ya doğru serbest düşüşte olması. UUİ, etrafında bulunan incecik havaya sürtündükçe yavaşlıyor ve irtifasını koruyabilmek için motorlarını düzenli olarak çalıştırıyor.

 

Aslında UUİ’deki astronotlar için yerçekimi hala mevcut olsa da onların deneyimlediği ağırlıksızlık hissi, pilotların uçağa devasa bir yay çizdirmesiyle, yâni parabolik uçuş yapmasıyla oluşan his ile aynı. Yayın tepe noktasında yolcular birkaç saniye ağırlıksız hissediyorlar. Eğer etrafınızdaki her şey ile aynı hızla düşüyorsanız ve hiç hava direnci yoksa boşlukta süzülüyor gibi hissedersiniz. Eğer Dünya’nın çekim etkisinin tamamen yok olduğu bir noktaya gitmek istiyorsanız o zaman 21 milyon kilometre uzağa uçmanız gerekiyor. Bu da Ay’dan 87 kat daha uzağa gitmek demek.

 

Evet; insanların bir-çoğunun uzay olarak bildiği ve düşündüğü yer, -sözde- “yuvarlak Dünyâ’ya tam karşıdan baktıkları büyük ve karanlık boşluk” olsa da, bilim-adamlarının, NASA’nın ve Uzay Ajanslarının kabûl ettiği ve söylediği uzay orası değil, 100 km.den başlayan ve en fazla 600 km.’ye kadar çıkılabilen yüksekliklerdir. Yeryüzünü saran hava-tabakasına atmosfer denir. Atmosferin kalınlığı yerden îtibâren 560 km.ye kadar uzanır. İşte bu yükseklikten daha yukarılara çıkabilmek mümkün değildir.

 

Peki çıkılmaya çalışılırsa ne olur?. Bu sınırda bulunan gaz molekülleri nedeniyle sürtünmeden dolayı yanma başlar ve oradaki cisim yanıp kül olur. Van Allen Kuşağı denen yoğun radyasyon ortamı da çıkışa izin vermez ve yakar ve deler geçer. Yine zâten Egzosfer’in son sınırı olan ve “gerçek uzay” diyebileceğimiz noktaya zâten hiç ulaşılamaz ve ulaşıldığı düşünülse bile oraya çıkan araç, -270 derece soğuk bir ortam ve tasavvur bile edemeyeceğimiz yüksek bir basınç ile karşılaşacağı için, uzay-aracı sâniyeler içinde kendi içine çökecek ve bir bilye kadar küçülecektir. 

 

Van Allen Kuşağı olarak bilinen manyetik alan, insanlar için hayâti sonuçlar doğuracak kadar kuvvetlidir. Çok güçlü yakıcı-delici (şihâb) bir manyetik alana sâhip olan Van Allen Radyasyon Kuşağı, enerji yüklü parçacıkların bir bölgesi olup, bunların çoğunluğu, gezegenin manyetik alanı tarafından yakaladığı ve etrâfında tuttuğu Güneş rüzgârlarından kaynaklanmaktadır. Bu kuşaktan bir uzay-aracının da geçebilmesi mümkün değildir. Zâten koca göktaşları bile o bölgeden yanmadan ve kütlelerini büyük ölçüde kaybetmeden geçemiyorlar.

 

Bu nedenle insanlı yada insansız bir şekilde “gerçek uzay” dediğimiz uzaya çıkılması mümkün değildir. “Alçak Dünyâ Yörüngesi’nin ilerisine gidebilmek imkânsızdır ve bu bilimin ve teknolojinin ilerlemesiyle falan alâkalı değildir. Uzayın da bir mahremi ve sınırı vardır. Bu sınıra dokunulamaz.  

 

İnsanlar uzaya gidildiğini, Ay’a inildiğini, Mars’ın keşfedildiğini vs. hep televizyondan ve internetten falan öğrenip kabûl ediyorlar. Üstelik bu konuda çok bir bilgiye da sâhip olmamalarına rağmen uzaya gidildiğine dâir kuşkuları yok. Çünkü “uzaya gidildi, “Ay’a inildi”, “Mars’ta su bulundu” gibi söylemler hep, masa ve bilgisayar başında hazırlanmış çok sükseli görüntüler eşliğinde verilmektedir.

 

2024’ün başında yapılan ve bir Türk subayın da katıldığı “uzaya gitme” görüntülerinde de bu çok görülmektedir. Aslında gidilen yer “resmî uzay”dır ve zâten ulaştıkları Uluslararası Uzay İstasyonu 330 ile 435 km. yükseklikte gezinen bir araçtır. Bu nedenle bu araçtan bakıldığında Dünyâ’nın -sözde- yuvarlak olarak görülebilmesi ve hattâ yerçekiminden gerçek anlamda kurtulabilmek mümkün değildir. Fakat televizyonlar sanki UUİ’nu Yüksek Dünyâ Yörüngesi’ne yâni Egzosfer’in de üstüne çıkmış gibi gösteriyor. Roketin UUİ ile kenetlenmesini ve yapılan çalışmaları, Dünyâ’nın profilden görülebileceği “gerçek uzay” dediğimiz yerde yapılıyormuş izlenimi oluşturuluyor. İşin hakîkatini bilmeyen insanlar da gördüklerinin etkisiyle bunun böyle olduğunu zannediyorlar.

 

Hattâ astronotların yerçekiminden kurtulmuş gibi hafiflemeleri ve ayaklarının yerden kesilmesi görüntüleri de böyledir. Oysa yerçekimi denilen şeyden kurtuldukları falan yoktur. UUİ, 330 ile 435 arasında aşağı ve yukarı çıkış şeklinde parabolik bir döngü yapmaktadır. Yerçekiminden kurtulma zannedilen şey, yaklaşık 100 km.lik bir düşüş ve yükseliş ânında meydana gelen ve düşme sırasında oluşan geçici bir etkidir. 435 km.’den aşağıya doğru yaklaşık 100 km. düşerken meydana gelen ağırsızlık ve boşlukta kalma durumudur ki biz bunun benzerini küçük çapta, otobüste giderken ve meselâ bir köprüde bulunan yüksekçe bir kasisten geçerken yaşarız. Hızla köprüden geçerken kasis dolayısıyla yukarı çıkıp kısa süreliğine aşağıya inen otobüs bize o duyguyu yaşatır. İşte UUİ’de olan şey bunun daha yoğun olarak yaşanmasından başka bir şey değildir. Zâten bu düşüş sâdece UUİ düşerken olmakta ve yükselirken kaybolmaktadır. Fakat insanlar izlerken ve dinlerken söylenen yalanlara göre düşünmekte ve gördüklerine inanmaktadırlar. Gözün gördüğünü beyin yalanlamayacağı için uzay hakkındaki görülenler ve duyulanlara inanmak çok kolay olmaktadır. Hâlbuki işin aslı başkadır. 

 

Belki de astronotlar bahsettikleri kadar yükseklikte bile değiller. UUi’nin uygun saatlerde ve hava koşullarında özellikle geceleyin bakıldığında çıplak gözle görülebildiğini söylüyorlar. İlk Türk astronotun Uluslararası Uzay İstasyonu’ndan (UUİ) gönderdiği videoda, uzay-aracının penceresinden mâvi bir yüzey ve beyaz butlular gözüküyordu. Hem de haber kanallarında canlı yayında gösterilen videoydu bu. İnsanlar “ne de olsa bizim bilmediğimiz bir açıklaması vardır” diye düşünerek “o mâvi yüzey nedir ve orada bulutların ne işi var?” diye sormadı. UUİ’nun bulunduğu yüksekliğin 330-435 km. arasında olduğunu söylüyorlar ama bulutlar en fazla 13.000 metre yâni 13 km. yükseklikte bulunabiliyor. O-hâlde o videodaki-resimdeki görüntüler nedir?.

 

Mars’a aslâ gidilemeyeceği gibi, bir asteroide inip, üzerine sondaj falan yapmamışlardır, yapılamaz. Üzerinde bir sondaj makinesi olan bir uzay aracının bilmem kaç milyon uzaklıktaki bir asteroide inerek orada sondaj yaptığını ve oradan çıkardıkları parçaları Dünyâ’ya gönderdiği ve getirdiği söylenmişti. Herhâlde insanlık târihinde daha önce böyle büyük bir yalan söylenmemiştir. Tabi Ay’a da gidilmemiştir ve gidilemez. Çünkü Alçak Dünyâ Yörünge’si geçilemez. Zîrâ atmosferin en üst-tabakası olan Van Allen Kuşağı, oradan ileriye gidilmesine izin vermez. Çünkü göktaşları bile bir bütün olarak yeryüzüne ulaşamayıp da yanıp kül olurken, bir uzay aracının Van Allen Kuşağı’nı geçebileceğinden bahsedilemez. Dünyâ’yı ışınlardan ve göktaşlarından koruyan çok sağlam ve güçlü bir kalkan olan Van Allen Kuşağı, Van Allen tarafından 1958’de keşfedilmişti.

 

Evet; gördükleriniz ve bildikleriniz hep “resmî uzay” hakkındadır ve “gerçek uzay” ile alâkası yoktur. Çünkü gerçek uzaya çıkmak mümkün değildir. Alçak Dünyâ Yörüngesi hiç geçilmemiştir ve geçilemez de. Zâten çeşitli açıklamalarda; “şu-anda sâdece Alçak Dünyâ Yörüngesi içinde uçabiliyoruz, gidebileceğimiz en uzak nokta bu. İnşâ edilecek olan yeni uzay araçlarıyla Alçak Dünyâ Yörüngesi’ni aşıp Güneş Sistemi’nin içine geçmeyi umuyoruz. Ay, Mars ve asteroidler gibi gidebileceğimiz bir-çok hedef var, bu hedefe ulaşabilmek için çalışmalarımız devâm ediyor” diyorlar. Yine; “yeni araçlarla Van Allen Kuşağı’na ulaşıp yapısını inceleyeceğiz, çünkü insanları bu tehlikeli bölgelere göndermeden önce oluşacak problemleri çözmeliyiz. Tabi asıl amacımız Alçak Dünyâ Yörüngesi’ni geçmektir” diyorlar. Zâten eski ABD başkanı Obama da 2016 yılında; “önceki programın aksine, özel ve ulaşılabilir bir dönüm noktası için bir yön belirliyoruz. Önümüzdeki on yıl içinde mürettebatlı uçuşlar Alçak Dünyâ Yörüngesi’nin ötesini keşfetmek için gerekli sistemleri test edip deneyecek” demişti. 2016 yılında NASA da Alçak Dünyâ Yörüngesi’nin geçilemediğini söylemişti.

 

Bütün bunlar ne demektir?. Elbette; “daha önce Alçak Dünyâ Yörüngesi’nin geçilemediği ve ilerisine gidilemediği” demektir. Alçak Dünyâ Yörüngesi 160 km. yükseklikten başlıyor ve 1930 km’ye kadar devâm ediyor. Van Allen Kuşakları ise 500 ile 58.000 km. yüksekliktedir. Van Allen Kuşağı’nın zararlı olmayan ilk bir-kaç yüz kilometresine kadar çıkılabilse de, bunun bir sınırı vardır ve o sınır ortalama 500-600 km. yüksekliktir. Böylece bu yükseklikten yâni 500-600 km. yükseklikten ilerisine gidilemeyeceği açığa çıkmış oluyor. Bu aynı-zamanda Ay’a gidilmediği gibi, Mars’a falan da gidilemeyeceği anlamına geliyor. Daha Van Allen Kuşağı bile geçilemiyor yâni 80 ilâ 690 km. yükseklikteki Termosfer geçilemiyor. Kaldı ki 385 bin km. uzaklıktaki Ay’a gidilebilsin.

 

Bir yazıda Termosfer hakkında şunlar söylenir: “Adını ısı’ anlamına gelen Yunanca θερμός’dan (termos olarak telaffuz edilir) alan termosfer, deniz seviyesinden yaklaşık 80 km (50 mil) yüksekte başlar. Bu yüksek irtifalarda, artık atmosferik gazlar, moleküler kütleye göre katmanlara ayrılır. Yüksek enerjili güneş-radyasyonunun soğurulması nedeniyle termosferik sıcaklıklar irtifâ ile artar. Sıcaklıklar büyük ölçüde Güneş aktivitesine bağlıdır ve 1.700 °C’ye (3.100 °F) kadar yükselebilir. Termosfer, Uluslararası Uzay İstasyonu hâricinde tamâmen ıssızdır. Uluslararası Uzay İstasyonu, 408 ila 410 kilometre (254 ila 255 mil) arasında, termosferin ortasında Dünyâ’n etrâfında dönüyor.

 

Zâten bu nedenlerden dolayı Uluslararası Uzay İstasyonu 408 km. yükseklikte; Hubble Uzay Teleskopu 559 km. yüksekliktedir. Dolayısı ile Uluslararası Uzay İstasyonu ile Hubble Uzay Teleskopu “uzayda” değil, Alçak Dünyâ Yörüngesi’ndedir. Yapay uydular ise 160 km. yüksekliğe konumlandırılır. Çünkü Güneş’ten gelen güçlü radyasyonları ve göktaşlarını bile Dünyâ’ya düşmeden önce saptıran ve eritip toz hâline getiren Van Allen Kuşağı’nın en yoğun olduğu bölgedeki radyasyon oranı, bu -sözde- uzay araçlarını da eritip yok eder. Van Allen Kuşağı düşük seviyedeki yapay uydulara bile zarar verebilmektedir.

 

Şu da var ki, 10ç000 km’de sonlanan Egzosfer tabakasını geçince yâni “gerçek uzay”a adımınızı attığınızda da Dünyâ’yı profilden göremezsiniz. Bu konuda şöyle denir: “Dünyâ'yı ‘mâvi bir bilye’ olarak, yâni tam küresel bir biçimde görebilmek için yaklaşık 19.300 kilometrenin biraz üzerine çıkmanız gerekmektedir. Yerden 20.000 kilometre veyâ üzerinde bir yüksekliğe ulaşırsanız, Dünyâ'yı küresel olarak görmeye başlayabilirsiniz. Ancak tam bir bilye görüntüsü için, 35.000 kilometrenin üzerine çıkmak gerekmektedir”.

 

Daha düşük seviyelerden Dünyâ’nın bütünün görülmesi mümkün değildir. Bu yüzden yuvarlak Dünyâ fotoğrafları gerçek değildir ve masa ve bilgisayar başında hazırlanmış sahte resimlerdir. Dünya’nın küreselliğini gösterme niyetiyle çekilen fotoğraflar her zaman şüphelidir, çünkü aslında tüm fotoğraf makinesi lensleri “fıçı sapması” nedeniyle bozulan bir görüntü verir. Bu nedenle düşük seviyelerden, meselâ uçaklardan falan Dünyâ’nın -sözde- yuvarlaklığı görülemez. Bir-çok uçak pilotuyla yapılan görüşmelerde, 35.000 ft (10.670 m) civârı irtifâlarda küreselliğin görülemediği söylenmiştir.

 

Adamlar daha Alçak Dünyâ Yörüngesi’ni geçemiyorlar ama yalanı sürdürüyorlar ve bırakın Dünyâ’yı; Güneş Sistemi’nden bile ötelere gidebiliyorlar ve hattâ galaksinin de dışına çıkıp Samanyolu Galaksisi’nin fotoğrafını çekiyorlar. Sonra da diyorlar ki; “işte Samanyolu Galaksisi!”. Herkes de buna inanıyor.

 

“Uzay” deyince Dünyâ’nın dışı yâni Güneş Sistemi boşluğu anlaşılmalıdır. Yâni Dünyâ’nın o sözde küre şeklindeki görüntüsünü profilden görebilecek kadar Dünyâ’dan uzaklaşılan yere “uzay” denir. Fakat 100 km. yüksekliği uzay olarak kabûl ediyorlar ve bu yüksekliğe çıktıkları anda “uzaya gidip-geldiklerini sanıyorlar.

 

“Dünyâ yörüngesi” dedikleri şey ya 100 km.’nin hemen üstüdür yada “Alçak Dünyâ Yörüngesi”dir, yoksa Dünyâ’yı profilden görecek şekilde Dünyâ-dışı bir yerden bahsedilmemektedir. Zîrâ o yüksekliğe hiç-bir zaman çıkılamamıştır ve çıkılamaz da. Hattâ “Dünyâ’nın dışı diye bir yer mi var ki!” diye bir îtiraz bile vardır. “Uzaya çıkan astronotlar Dünyâ’nın çevresinde dolaşacaklar” denildiğinde, en fazla “Alçak Dünyâ Yörüngesi’nde tur atacakları” anlaşılmalıdır.

 

The New York Times, 1936’da şöyle diyordu: “Roketler, hiç-bir zaman Dünyâ’nın atmosferini aşabilecek kadar güçlü olamayacaklar”.

 

Böyle olduğu için uzaylılar-UFOlar falan da hikâyedir. Zâten “Dünyâ’nın dışı” anlamında bir uzayın olup-olmadığı bile tartışmalıdır. Zîrâ daha uzayın ne olduğu bile belli değildir. Uzay çok aşırı yoğun bir basıncın ve -270 derece soğukluğu olan bir yerdir. Bu nedenle gerçek uzay dediğimiz uzaya bir insanın ve bir aracın gidebilmesi söz-konusu değildir.

 

Zâten uzay bir “boşluk” değildir ve her yeri tıka-basa dolu bir yerdir. Eskiden uzayın her tarafının “eter” ve “esir” denilen madde ile dolu olduğu söyleniyordu.  

 

Uzay “büyük bir boşluk” değildir, çünkü boşluk olan yerlerde “bir şey yok” demektir. Boşluk bir “yer ve mekân” değildir. O-hâlde “yer” ve “şey” olmayan bir yerde yol almak nasıl olacaktır?. Olmayan bir yerde yol alınabilir mi?. 

 

Dr. Bıll Nye: “Dünyâ kapalı bir sistemdir, Dünyâ’dan ayrılamayız, Dünyâ’dan başka gidecek bir yer yoktur” der. Yâni Dünyâ’dan -rûh hâriç- canlı-cansız hiç-bir şey dışarı çıkamaz.

 

Yazının başındaki âyette söylenen şey, “sultan bir güç elde ederseniz göğü aşabilirsiniz” değildir. Âyet; “göklerin bucaklarının aşılması yâni uzaya gidilmesi hiç-bir zaman ve hiç.-bir şekilde mümkün değildir” diyor. Hem de bu hem insan için mümkün değildir hem de cinler için mümkün değildir. Cinlerin uzaya çıkabilmesi için bir araca ihtiyaçları olmayacağına göre, onlara has bir şekilde bile uzaya çıkmak mümkün değildir. Buna yeltenildiğinde ise olacak olanlar şu şekilde söylenmektedir:

 

“İkinizin de üzerine ateşten yalın bir alev ve (bakır gibi erimiş) kıpkızıl bir duman salıverilir de kurtulup-başaramazsınız” (Rahmân 35). 

 

“Gökyüzünü ‘korunmuş bir tavan’ kıldık; onlar ise âyetlerinden yüz çeviriyorlar” (Enbiyâ 32).

 

O “korunmuş tavan”dan cinler bile geçemez. Çünkü cinler şöyle der:

 

“Doğrusu biz o göğü yokladık da onu kuvvetli muhâfızlar ve atılmaya hazır ateşin aleviyle (şihâb) doldurulmuş bulduk. Doğrusu biz dinlemek için onun bâzı mevkilerinde otururduk. Fakat şimdi her kim dinleyecek olursa, kendisini gözetleyen bir alev buluyor” (Cin 8-9).

 

Dünyâ, insan için, ya “mezarlardan kalkış günü”ne kadar oradan aslâ çıkamayacağı bir açık-hava hapis-hânesidir yada geçici bir imtihan dünyâsıdır. Hiç-bir zaman Dünyâ’dan çıkıp da dünyâ-dışında bir yerde bulunmayacak, yaşamayacak ve Dünyâ dışında bir yerde ölmeyecektir:

 

“(Allah) dedi ki: Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır. Dedi ki: Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan çıkarılacaksınız” (A’raf 24-25).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2019

 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder