“Ey cin ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından
aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak ‘üstün bir güç (sultan)’
olmaksızın aşamazsınız” (Rahmân 33).
“Bu nasıl bir başlık, uzayın resmî olanı ve gerçek
olanı mı var?” diye sorabilirsiniz. Evet; çoğu kişi bilmese de bir “resmî uzay”
vardır bir de “gerçek uzay” vardır. Tabi böyle olduğu için bu uzaylardan biri “gerçek uzay” değildir ve “uzay
kabûl edilen yer”dir. Çünkü gerçekte uzayın nerede başladığı belli değildir ve
gerçek uzayın başladığı net bir yükseklikten bahsedilemez. Böyle olduğu için,
modernizm her konuda oluşturduğu standardı uzayın başladığı yer konusunda da
belirlemiştir ve kendi kabûllerine göre bir “uzay başlangıcı” tespit ederek oraya
“uzay” demektedirler. Fakat belirlediği o yer “gerçek uzay” değil “resmî uzay”dır.
Peki neresidir bu resmî uzay?. Resmî uzay, Macar fizikçi Theodore von Kármán’ın, “bir
uçağın havada kalmak için gereken hıza ulaşamayacağı yükseklik” olarak
tanımladığı, “deniz seviyesinin 100 km. yukarısı” olarak belirlediği yerdir. Bu
yükseklik ve daha yukarısı “uzay” olarak kabûl edilmiştir. Her konuda çıkıntılık
yapan ABD ise, uzayın başlangıcını 100 km. yükseklik olarak kabûl etmesine
rağmen, 80 kilometreden yukarıda, termosferin başladığı yerde uçuş yapan
herkese “astronot” unvânı vermektedir. Yâni 80 km. yukarıya bir yerlere çıkan
NASA çalışanları ve askeri personeller “astronot” olarak kabûl edilmektedir.
Tabi 100 km. sınırı kabûl etmeyip de uzayın biraz daha yukarıda (118 km.) başladığını
söyleyenler de var. Aslında bilim-adamları uzayın nerede başladığını kesin olarak
belirlemiş değillerdir. Sâdece kabûl ettikleri bir sınır vardır.
Uçaklar,
büyük ölçüde atmosferinin kalınlığına karşı kanatları tarafından oluşturulan
kaldırma kuvveti sâyesinde havada kalırlar. Ancak atmosferimiz yükseldikçe
incelir. Belirli bir noktada hava, geleneksel uçaklar için çok incedir ve bu
irtifânın üzerindeki herhangi bir gemi, havada kalabilmek için roket gibi bir itme
sistemi gerektirir. İşte havanın iyice inceldiği ve uçakların uçamadığı noktaya
Kármán Çizgisi/Sınırı denir.
Karman
sınırı olan 100 km. yükseklik, hava direncinin son bulduğu nokta ve Dünyâ’nın
690 km. yukarısına uzanan termosferin dibindeyken, onun üzerinde, yaklaşık
10.000 km. uzanan, “dış küre” adı verilen daha büyük bir katman vardır. En dış
katman olan Egzosfer’in son sınırının ise 10.000 km.’yi bulduğu söylenir.
Birileri Karman Sınırı denilen ve 100 km. yükseklikten başlayan
bir sınır belirlemiştir ve bu sınırın üzerini “uzay” olarak kabûl
etmektedirler. Zengin milyarderlerin roketlerle 101 km. yüksekliğe kadar çıkıp
geri gelerek “uzaya çıktık geldik” demelerinin nedeni budur. Oysa çıktıkları
yer sâdece 100 km. yükseklikten başkası değildir. Fakat orası “gerçek uzay”
değil, “resmî uzay”dır.
Resmî uzay, uzay araçlarından “işte mavi küre” yada “işte mavi
bilye” diyerek tam profilden -sözde- “yusyuvarlak olan Dünyâ”ya baktıkları ve
Dünyâ’yı net bir şekilde yuvarlak olarak gördükleri yer değildir. Resmî uzay
denilen yer, Egzosfer’in son sınırıyla başlayan yer değil, Termosfer’in alt ve
orta bölgelerine verilen isimdir. Astronotların ve roketlerin gidip-geldiği
yer, uzay olarak kabûl edilen Termosfer tabakasının çeşitli yükseklikleridir.
Orası 160 ile 2.000 km. arasındaki Alçak Dünyâ Yörüngesi’dir, 35.000 km.
yükseklikte olan Yüksek Dünyâ Yörüngesi değil.
Termosferin içinde yer alan UUİ
aslında hala gezegenimizin yerçekiminin ve atmosferinin etkisi altında.
Yerçekimsiz ortamın yaşanmasının nedeni istasyonun Dünya’ya doğru serbest
düşüşte olması. UUİ, etrafında bulunan incecik havaya sürtündükçe yavaşlıyor ve
irtifasını koruyabilmek için motorlarını düzenli olarak çalıştırıyor.
Aslında UUİ’deki astronotlar için
yerçekimi hala mevcut olsa da onların deneyimlediği ağırlıksızlık hissi,
pilotların uçağa devasa bir yay çizdirmesiyle, yâni parabolik uçuş yapmasıyla
oluşan his ile aynı. Yayın tepe noktasında yolcular birkaç saniye ağırlıksız
hissediyorlar. Eğer etrafınızdaki her şey ile aynı hızla düşüyorsanız ve hiç
hava direnci yoksa boşlukta süzülüyor gibi hissedersiniz. Eğer Dünya’nın çekim
etkisinin tamamen yok olduğu bir noktaya gitmek istiyorsanız o zaman 21 milyon
kilometre uzağa uçmanız gerekiyor. Bu da Ay’dan 87 kat daha uzağa gitmek demek.
Evet; insanların bir-çoğunun uzay olarak
bildiği ve düşündüğü yer, -sözde- “yuvarlak Dünyâ’ya tam karşıdan baktıkları
büyük ve karanlık boşluk” olsa da, bilim-adamlarının, NASA’nın ve Uzay
Ajanslarının kabûl ettiği ve söylediği uzay orası değil, 100 km.den başlayan ve
en fazla 600 km.’ye kadar çıkılabilen yüksekliklerdir. Yeryüzünü saran hava-tabakasına
atmosfer denir. Atmosferin kalınlığı yerden îtibâren 560 km.ye
kadar uzanır. İşte bu yükseklikten daha yukarılara çıkabilmek mümkün değildir.
Peki çıkılmaya çalışılırsa ne olur?. Bu sınırda
bulunan gaz molekülleri nedeniyle sürtünmeden dolayı yanma başlar ve oradaki
cisim yanıp kül olur. Van Allen Kuşağı denen yoğun radyasyon ortamı da çıkışa izin
vermez ve yakar ve deler geçer. Yine zâten Egzosfer’in son sınırı olan ve
“gerçek uzay” diyebileceğimiz noktaya zâten hiç ulaşılamaz ve ulaşıldığı
düşünülse bile oraya çıkan araç, -270 derece soğuk bir ortam ve tasavvur bile
edemeyeceğimiz yüksek bir basınç ile karşılaşacağı için, uzay-aracı sâniyeler
içinde kendi içine çökecek ve bir bilye kadar küçülecektir.
Van Allen Kuşağı olarak bilinen manyetik alan, insanlar için
hayâti sonuçlar doğuracak kadar kuvvetlidir.
Çok güçlü yakıcı-delici (şihâb) bir manyetik alana
sâhip olan Van Allen Radyasyon Kuşağı,
enerji yüklü parçacıkların bir bölgesi olup, bunların çoğunluğu, gezegenin
manyetik alanı tarafından yakaladığı
ve etrâfında tuttuğu Güneş rüzgârlarından
kaynaklanmaktadır. Bu kuşaktan bir uzay-aracının da geçebilmesi mümkün değildir.
Zâten koca göktaşları bile o bölgeden yanmadan ve kütlelerini büyük ölçüde
kaybetmeden geçemiyorlar.
Bu nedenle insanlı yada insansız bir şekilde “gerçek uzay”
dediğimiz uzaya çıkılması mümkün değildir. “Alçak Dünyâ Yörüngesi’nin ilerisine
gidebilmek imkânsızdır ve bu bilimin ve teknolojinin ilerlemesiyle falan
alâkalı değildir. Uzayın da bir mahremi ve sınırı vardır. Bu sınıra
dokunulamaz.
İnsanlar uzaya gidildiğini, Ay’a inildiğini, Mars’ın
keşfedildiğini vs. hep televizyondan ve internetten falan öğrenip kabûl
ediyorlar. Üstelik bu konuda çok bir bilgiye da sâhip olmamalarına rağmen uzaya
gidildiğine dâir kuşkuları yok. Çünkü “uzaya gidildi, “Ay’a inildi”, “Mars’ta
su bulundu” gibi söylemler hep, masa ve bilgisayar başında hazırlanmış çok
sükseli görüntüler eşliğinde verilmektedir.
2024’ün başında yapılan ve bir Türk subayın da katıldığı “uzaya
gitme” görüntülerinde de bu çok görülmektedir. Aslında gidilen yer “resmî
uzay”dır ve zâten ulaştıkları Uluslararası Uzay İstasyonu 330 ile 435 km.
yükseklikte gezinen bir araçtır. Bu nedenle bu araçtan bakıldığında Dünyâ’nın
-sözde- yuvarlak olarak görülebilmesi ve hattâ yerçekiminden gerçek anlamda
kurtulabilmek mümkün değildir. Fakat televizyonlar sanki UUİ’nu Yüksek Dünyâ
Yörüngesi’ne yâni Egzosfer’in de üstüne çıkmış gibi gösteriyor. Roketin UUİ ile
kenetlenmesini ve yapılan çalışmaları, Dünyâ’nın profilden görülebileceği
“gerçek uzay” dediğimiz yerde yapılıyormuş izlenimi oluşturuluyor. İşin
hakîkatini bilmeyen insanlar da gördüklerinin etkisiyle bunun böyle olduğunu
zannediyorlar.
Hattâ astronotların yerçekiminden kurtulmuş gibi hafiflemeleri ve
ayaklarının yerden kesilmesi görüntüleri de böyledir. Oysa yerçekimi denilen
şeyden kurtuldukları falan yoktur. UUİ, 330 ile 435 arasında aşağı ve yukarı
çıkış şeklinde parabolik bir döngü yapmaktadır. Yerçekiminden kurtulma
zannedilen şey, yaklaşık 100 km.lik bir düşüş ve yükseliş ânında meydana gelen
ve düşme sırasında oluşan geçici bir etkidir. 435 km.’den aşağıya doğru
yaklaşık 100 km. düşerken meydana gelen ağırsızlık ve boşlukta kalma durumudur
ki biz bunun benzerini küçük çapta, otobüste giderken ve meselâ bir köprüde
bulunan yüksekçe bir kasisten geçerken yaşarız. Hızla köprüden geçerken kasis
dolayısıyla yukarı çıkıp kısa süreliğine aşağıya inen otobüs bize o duyguyu
yaşatır. İşte UUİ’de olan şey bunun daha yoğun olarak yaşanmasından başka bir
şey değildir. Zâten bu düşüş sâdece UUİ düşerken olmakta ve yükselirken
kaybolmaktadır. Fakat insanlar izlerken ve dinlerken söylenen yalanlara göre
düşünmekte ve gördüklerine inanmaktadırlar. Gözün gördüğünü beyin
yalanlamayacağı için uzay hakkındaki görülenler ve duyulanlara inanmak çok
kolay olmaktadır. Hâlbuki işin aslı başkadır.
Belki de astronotlar bahsettikleri kadar yükseklikte bile değiller. UUi’nin uygun saatlerde ve hava koşullarında özellikle geceleyin bakıldığında çıplak gözle görülebildiğini söylüyorlar. İlk Türk astronotun Uluslararası Uzay İstasyonu’ndan (UUİ) gönderdiği videoda, uzay-aracının penceresinden mâvi bir yüzey ve beyaz butlular gözüküyordu. Hem de haber kanallarında canlı yayında gösterilen videoydu bu. İnsanlar “ne de olsa bizim bilmediğimiz bir açıklaması vardır” diye düşünerek “o mâvi yüzey nedir ve orada bulutların ne işi var?” diye sormadı. UUİ’nun bulunduğu yüksekliğin 330-435 km. arasında olduğunu söylüyorlar ama bulutlar en fazla 13.000 metre yâni 13 km. yükseklikte bulunabiliyor. O-hâlde o videodaki-resimdeki görüntüler nedir?.
Mars’a aslâ gidilemeyeceği gibi, bir asteroide inip, üzerine
sondaj falan yapmamışlardır, yapılamaz. Üzerinde bir sondaj makinesi olan bir
uzay aracının bilmem kaç milyon uzaklıktaki bir asteroide inerek orada sondaj
yaptığını ve oradan çıkardıkları parçaları Dünyâ’ya gönderdiği ve getirdiği
söylenmişti. Herhâlde insanlık târihinde daha önce böyle büyük bir yalan
söylenmemiştir. Tabi Ay’a da gidilmemiştir ve gidilemez. Çünkü Alçak Dünyâ
Yörünge’si geçilemez. Zîrâ atmosferin en üst-tabakası olan Van Allen Kuşağı,
oradan ileriye gidilmesine izin vermez. Çünkü göktaşları bile bir bütün olarak
yeryüzüne ulaşamayıp da yanıp kül olurken, bir uzay aracının Van Allen
Kuşağı’nı geçebileceğinden bahsedilemez. Dünyâ’yı ışınlardan ve göktaşlarından
koruyan çok sağlam ve güçlü bir kalkan olan Van Allen Kuşağı, Van Allen
tarafından 1958’de keşfedilmişti.
Evet; gördükleriniz ve bildikleriniz hep “resmî uzay” hakkındadır
ve “gerçek uzay” ile alâkası yoktur. Çünkü gerçek uzaya çıkmak mümkün değildir.
Alçak Dünyâ Yörüngesi hiç geçilmemiştir ve geçilemez de. Zâten çeşitli
açıklamalarda; “şu-anda sâdece Alçak Dünyâ Yörüngesi içinde uçabiliyoruz,
gidebileceğimiz en uzak nokta bu. İnşâ edilecek olan yeni uzay araçlarıyla
Alçak Dünyâ Yörüngesi’ni aşıp Güneş Sistemi’nin içine geçmeyi umuyoruz. Ay,
Mars ve asteroidler gibi gidebileceğimiz bir-çok hedef var, bu hedefe
ulaşabilmek için çalışmalarımız devâm ediyor” diyorlar. Yine; “yeni araçlarla
Van Allen Kuşağı’na ulaşıp yapısını inceleyeceğiz, çünkü insanları bu tehlikeli
bölgelere göndermeden önce oluşacak problemleri çözmeliyiz. Tabi asıl amacımız
Alçak Dünyâ Yörüngesi’ni geçmektir” diyorlar. Zâten eski ABD başkanı Obama da
2016 yılında; “önceki programın aksine, özel ve ulaşılabilir bir dönüm noktası
için bir yön belirliyoruz. Önümüzdeki on yıl içinde mürettebatlı uçuşlar Alçak
Dünyâ Yörüngesi’nin ötesini keşfetmek için gerekli sistemleri test edip
deneyecek” demişti. 2016 yılında NASA da Alçak Dünyâ Yörüngesi’nin
geçilemediğini söylemişti.
Bütün bunlar ne demektir?. Elbette; “daha önce Alçak Dünyâ
Yörüngesi’nin geçilemediği ve ilerisine gidilemediği” demektir. Alçak Dünyâ
Yörüngesi 160 km. yükseklikten başlıyor ve 1930 km’ye kadar devâm ediyor. Van
Allen Kuşakları ise 500 ile 58.000 km. yüksekliktedir. Van Allen Kuşağı’nın
zararlı olmayan ilk bir-kaç yüz kilometresine kadar çıkılabilse de, bunun bir
sınırı vardır ve o sınır ortalama 500-600 km. yüksekliktir. Böylece bu
yükseklikten yâni 500-600 km. yükseklikten ilerisine gidilemeyeceği açığa
çıkmış oluyor. Bu aynı-zamanda Ay’a gidilmediği gibi, Mars’a falan da
gidilemeyeceği anlamına geliyor. Daha Van Allen Kuşağı bile geçilemiyor yâni 80
ilâ 690 km. yükseklikteki Termosfer geçilemiyor. Kaldı ki 385 bin km.
uzaklıktaki Ay’a gidilebilsin.
Bir yazıda Termosfer hakkında şunlar söylenir: “Adını ‘ısı’
anlamına gelen Yunanca θερμός’dan (termos olarak
telaffuz edilir) alan termosfer, deniz seviyesinden yaklaşık 80 km (50 mil)
yüksekte başlar. Bu yüksek irtifalarda,
artık atmosferik gazlar, moleküler kütleye göre katmanlara ayrılır.
Yüksek enerjili güneş-radyasyonunun soğurulması
nedeniyle termosferik sıcaklıklar irtifâ ile artar.
Sıcaklıklar büyük ölçüde Güneş aktivitesine bağlıdır
ve 1.700 °C’ye (3.100 °F) kadar yükselebilir. Termosfer, Uluslararası Uzay İstasyonu
hâricinde tamâmen ıssızdır. Uluslararası Uzay
İstasyonu, 408 ila 410 kilometre (254 ila 255 mil) arasında, termosferin
ortasında Dünyâ’nın etrâfında dönüyor”.
Zâten bu nedenlerden dolayı Uluslararası Uzay İstasyonu 408 km.
yükseklikte; Hubble Uzay Teleskopu 559 km. yüksekliktedir. Dolayısı ile
Uluslararası Uzay İstasyonu ile Hubble Uzay Teleskopu “uzayda” değil, Alçak
Dünyâ Yörüngesi’ndedir. Yapay uydular ise 160 km. yüksekliğe konumlandırılır.
Çünkü Güneş’ten gelen güçlü radyasyonları ve göktaşlarını bile Dünyâ’ya
düşmeden önce saptıran ve eritip toz hâline getiren Van Allen Kuşağı’nın en
yoğun olduğu bölgedeki radyasyon oranı, bu -sözde- uzay araçlarını da eritip
yok eder. Van Allen Kuşağı düşük seviyedeki yapay uydulara bile zarar verebilmektedir.
Şu
da var ki, 10ç000 km’de sonlanan Egzosfer tabakasını geçince yâni “gerçek
uzay”a adımınızı attığınızda da Dünyâ’yı profilden göremezsiniz. Bu konuda
şöyle denir: “Dünyâ'yı ‘mâvi bir bilye’ olarak, yâni tam küresel bir biçimde
görebilmek için yaklaşık 19.300 kilometrenin biraz üzerine çıkmanız
gerekmektedir. Yerden 20.000 kilometre veyâ üzerinde bir yüksekliğe
ulaşırsanız, Dünyâ'yı küresel olarak görmeye başlayabilirsiniz. Ancak tam bir
bilye görüntüsü için, 35.000 kilometrenin üzerine çıkmak gerekmektedir”.
Daha
düşük seviyelerden Dünyâ’nın bütünün görülmesi mümkün değildir. Bu yüzden
yuvarlak Dünyâ fotoğrafları gerçek değildir ve masa ve bilgisayar başında
hazırlanmış sahte resimlerdir. Dünya’nın küreselliğini gösterme niyetiyle
çekilen fotoğraflar her zaman şüphelidir, çünkü aslında tüm fotoğraf makinesi
lensleri “fıçı sapması” nedeniyle bozulan bir görüntü verir. Bu nedenle düşük
seviyelerden, meselâ uçaklardan falan Dünyâ’nın -sözde- yuvarlaklığı görülemez.
Bir-çok uçak pilotuyla yapılan görüşmelerde, 35.000 ft (10.670 m) civârı irtifâlarda
küreselliğin görülemediği söylenmiştir.
Adamlar
daha Alçak Dünyâ Yörüngesi’ni geçemiyorlar ama yalanı sürdürüyorlar ve bırakın
Dünyâ’yı; Güneş Sistemi’nden bile ötelere gidebiliyorlar ve hattâ galaksinin de
dışına çıkıp Samanyolu Galaksisi’nin fotoğrafını çekiyorlar. Sonra da diyorlar
ki; “işte Samanyolu Galaksisi!”. Herkes de buna inanıyor.
“Uzay”
deyince Dünyâ’nın dışı yâni Güneş Sistemi boşluğu anlaşılmalıdır. Yâni
Dünyâ’nın o sözde küre şeklindeki görüntüsünü profilden görebilecek kadar
Dünyâ’dan uzaklaşılan yere “uzay” denir. Fakat 100 km. yüksekliği uzay olarak
kabûl ediyorlar ve bu yüksekliğe çıktıkları anda “uzaya gidip-geldiklerini
sanıyorlar.
“Dünyâ
yörüngesi” dedikleri
şey ya 100 km.’nin
hemen üstüdür yada “Alçak Dünyâ Yörüngesi”dir, yoksa Dünyâ’yı profilden
görecek şekilde Dünyâ-dışı bir yerden bahsedilmemektedir. Zîrâ o
yüksekliğe hiç-bir zaman çıkılamamıştır ve çıkılamaz da. Hattâ “Dünyâ’nın dışı
diye bir yer mi var ki!” diye bir îtiraz bile vardır. “Uzaya çıkan astronotlar
Dünyâ’nın çevresinde dolaşacaklar” denildiğinde, en fazla “Alçak Dünyâ Yörüngesi’nde
tur atacakları” anlaşılmalıdır.
The
New York Times, 1936’da şöyle diyordu: “Roketler, hiç-bir zaman Dünyâ’nın
atmosferini aşabilecek kadar güçlü olamayacaklar”.
Böyle
olduğu için uzaylılar-UFOlar falan da hikâyedir. Zâten “Dünyâ’nın dışı”
anlamında bir uzayın olup-olmadığı bile tartışmalıdır. Zîrâ daha uzayın ne
olduğu bile belli değildir. Uzay çok aşırı yoğun bir basıncın ve -270 derece soğukluğu
olan bir yerdir. Bu nedenle gerçek uzay dediğimiz uzaya bir insanın ve bir
aracın gidebilmesi söz-konusu değildir.
Zâten
uzay bir “boşluk” değildir ve her yeri tıka-basa dolu bir yerdir. Eskiden
uzayın her tarafının “eter” ve “esir” denilen madde ile dolu olduğu söyleniyordu.
Uzay
“büyük bir boşluk” değildir, çünkü boşluk olan yerlerde “bir şey yok” demektir.
Boşluk bir “yer ve mekân” değildir. O-hâlde “yer” ve “şey” olmayan bir yerde
yol almak nasıl olacaktır?. Olmayan bir yerde yol alınabilir mi?.
Dr. Bıll Nye: “Dünyâ kapalı bir sistemdir, Dünyâ’dan ayrılamayız,
Dünyâ’dan
başka gidecek bir yer yoktur” der. Yâni
Dünyâ’dan -rûh hâriç- canlı-cansız hiç-bir şey dışarı çıkamaz.
Yazının başındaki âyette söylenen şey, “sultan
bir güç elde ederseniz göğü aşabilirsiniz” değildir. Âyet; “göklerin
bucaklarının aşılması yâni uzaya gidilmesi hiç-bir zaman ve hiç.-bir şekilde
mümkün değildir” diyor. Hem de bu hem insan için mümkün değildir hem de cinler
için mümkün değildir. Cinlerin uzaya çıkabilmesi için bir araca ihtiyaçları olmayacağına
göre, onlara has bir şekilde bile uzaya çıkmak mümkün değildir. Buna
yeltenildiğinde ise olacak olanlar şu şekilde söylenmektedir:
“İkinizin de üzerine ateşten yalın bir alev ve (bakır gibi erimiş)
kıpkızıl bir duman salıverilir de kurtulup-başaramazsınız” (Rahmân 35).
“Gökyüzünü ‘korunmuş bir tavan’ kıldık; onlar ise âyetlerinden yüz
çeviriyorlar” (Enbiyâ 32).
O “korunmuş tavan”dan cinler bile geçemez. Çünkü cinler şöyle der:
“Doğrusu biz o göğü yokladık da onu kuvvetli muhâfızlar ve
atılmaya hazır ateşin aleviyle (şihâb) doldurulmuş bulduk. Doğrusu biz dinlemek
için onun bâzı mevkilerinde otururduk. Fakat şimdi her kim dinleyecek olursa,
kendisini gözetleyen bir alev buluyor” (Cin 8-9).
Dünyâ,
insan için, ya “mezarlardan kalkış günü”ne kadar oradan aslâ çıkamayacağı bir
açık-hava hapis-hânesidir yada geçici bir imtihan dünyâsıdır. Hiç-bir zaman
Dünyâ’dan çıkıp da dünyâ-dışında bir yerde bulunmayacak, yaşamayacak ve Dünyâ
dışında bir yerde ölmeyecektir:
“(Allah)
dedi ki: Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar
sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır. Dedi ki: Orada yaşayacak, orada
ölecek ve oradan çıkarılacaksınız” (A’raf 24-25).
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Aralık
2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder