“Gerçekten, insan, ‘bencil
ve hâris’ olarak yaratıldı” (Meâric
19).
İşte!; bencil, korkak,
pısırık, çıkarcı, içten pazarlıklı, vurdum-duymaz kişilerin mottosu, sürekli
kullandıkları şaşmaz sözleri, sığındıkları düşünce ve zihniyetleridir: Bana
dokunmayan yılan bin yıl yaşasın. “Bana dokunmasın da kime dokunursa-dokunsun,
bana ne” derler. Tabi “bana” derken; kendisine, âilesine ve yılanın dokunmasını
istemeyeceği kişileri kastetmektedirler. Eğer “yılan” kendilerine dokunmuyorsa,
tüm Dünyâ’yı yılanlar kuşatmış olsa da onlar konforları içinde gâyet
rahattırlar.
Modernizm denen melânet de
işte bu gibi insanları üretir ve onlara göre bir dünyâ kurar. “Bana dokunmayan
yılan bin yıl yaşasın” diyen modern insan topluluğu ve âile çekirdek âiledir ve
dâirelerinin kapısını kapattıkları anda dışarıda ne olduğu onlar için çok
önemli değildir. Yeter ki onlara bir şey olmasın ve yılanlar onlara ilişmesin.
Zâten bu gibi insanlar kimseyle haşır-neşir olmaz, kimseyle samîmi olmazlar ve
yakın durmazlar. Çünkü başkalarının dertleri, tasaları ve sorunları nedeniyle
sıkıntıya girmek istemezler.
Çabasız, çekingen ve soğuk dururlar. Hiç-bir riske girmezler,
hattâ çoğu-zaman bildikleri bir gerçeği-hakîkati bile, “yılanın kuyruğu
değebilir” düşüncesiyle açıklamazlar. Bilgi paylaşımında bulunmazlar.
Kendilerine bulaşmadıktan sonra kötü ve şerefsiz insanların, düşüncelerin ve
üretimlerim ortalıkta dolaşması onlar için çok da önemli değildir.
Bu atasözü
bâzı insanların, “kendilerine zarar gelmediği sürece etrâflarında gerçekleşen
olumsuz olaylara izin vermeleri” anlamına gelir. Diğer insanlara zarar gelmesi
onlar için önemli olmamakla berâber, kendisine zarar vermeyen bir kötülüğün
dilediği kadar yaşamasında bir sakınca görmedikleri ortaya çıkar.
Modernite
ile birlikte vahiyden kopmuş olan akıl, takvâyı değersizleştirmiş, bencilliği
ve çıkarı öne geçirmiştir. Yâni sorumluluk almayı değersizleştirirken,
sorumsuzluğu, bireyciliği, bencilliği ve “bana ne”ciliği öne çıkarmıştır.
Allah’sız akıl öne çıkarılınca modern insan da insâniyetini kaybetmiştir ve
hayvâniyetin tüm özelliklerini takınmaya başlamıştır. Takvâyı terk etmiş olan
sorumsuz modern insan, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düşüncesindedir.
Gününü gün etmenin ve kesintisiz bir hazzın, neşenin ve zevkin peşindedir. Zîrâ
takvâdan kopmuştur ve hazza kilitlenmiştir. Akıl, İslâm-merkezli
kullanılmadığında “akıl” olmaktan çıkar ve nefsin yönlendirdiği bir zekâya
dönüşür. Artık akıllı davranmak değil “zeki olmak” önemli hâle gelir. Çünkü
gerçek anlamda akıllı olmak takvâlı olmayı gerektirir.
Belli bir ilmî süreçten
sonra amel-eylem öne çıkmalıdır ki pasiflikten kurtulup aktifleşebilelim. Zâten
ahlâk ancak hareket halindeyken gelişir ve güçlenir. Oturulup durulan yerde
ahlâk birikmez. Peygamberimiz o muhteşem ahlâka hareket hâlindeyken erişmişti,
etliye-sütlüye dokunmadan bir köşede oturup durarak değil. “Bana dokunmayan
yılan bin yıl yaşasın” demek ahlâksızlığın daniskasıdır.
İnsanların çoğu “bana
dokunmayan yılan bin yaşasın” modundadır. Birlik, berâberlik, dayanışma,
yardımlaşma, her türlü destekleşme artık anlamsız ve aptalca görülmeye
başlandı. Çünkü “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” sözü çoğu kişi için
mantıklı ver anlamlı görülmeye başladı. Modern kent yaşamı ve modernizm de zâten
bunu istiyor ve bunu dayatıyor da.
“Deve-kuşu müslümanlığı”
denilebilecek müslümanlıkta da, “sorunlardan-sıkıntılardan kaçıp uzaklaşma ve
gönlünü ferah tutma” düşüncesi ve davranışı ortaya çıkmaya ve bârizleşmeye
başlamıştır. Öyle ki artık hiç kimse kırk yıllık komşusunun çocuğuna,
“oğlum-kızım yapmayın, çok ayıp” bile diyememekte ve dememektedir. Çünkü
sorunlar karşısında duyarlılığını kaybetmiştir. Çünkü Allah’ı, âhireti,
Peygamber örnekliğini, Kur’ân’ı ve takvâyı unutmuş yada bunlardan vazgeçmiştir.
Lâik-seküler-demokratik zihniyeti arttıkça bu düşüncesi ve duygusu da artmıştır.
Böylece en sonunda da “bana ne, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, hiç
karışmayayım” vs. gibi düşüncelere kapılmaktadır. Hattâ böyle yapmayı “en doğru
davranış” zannetmektedir. Oysa Kur’ân tam tersi bir öğüt vermekte ve başka bir
örnek göstermektedir:
“Kendilerinden önce o
yurdu (Medîne’yi) hazırlayıp îmânı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret
edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç
(arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini)
öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’
korunmuşsa, işte onlar felâh (kurtuluş) bulanlardır” (Haşr 9).
Peygamberimiz de şöyle der:
“Muhammed’in canı elinde olan (Allah)’a yemin ederim ki bir
kişi hayır nâmına kendisi için istediğini, müslüman kardeşi için de istemedikçe
îman etmiş olmaz” (Nesâî, Îmân, 19)
Modern insan “bana
dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyor ama, yılanın hası olan şeytanı
gönlünde, zihninde ve tüm hayâtında besliyor. Şeytan, insana yılan gibi usulca
sokulur ve insanın damarlarında yaşar. Şeytâni ideolojiler, düşünceler,
zihniyetler, üretimler vs. her türlü yılan da böyledir. İnsan, şeytânî olan
her-şeyi hayâtının vazgeçilmezi yapmış ve bunlar bir yılan gibi sürekli olarak
insanları ısırmakta ve sokarak zehirleyip durmaktadır.
Eğer yılanların her türlüsü
insanları sokup duruyorsa ve canlarını fenâ hâlde yakıyorsa, o yılanlar bir gün
mutlakâ sizi de sokacak, ısıracak ve zehirleyecektir. Bu nedenle “bana
dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” sözü boş bir sözdür ve ancak kısa süreliğine
nefisleri kandırır.
İşin tuhaf yanı, “bana
dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” tavrında olanlar yaptıklarının çok iyi ve
doğru bir şey olduğunu zannederler ve âhirette de böyle davrandıkları için
kurtulacaklarını zannederler. Oysa Dünyâ bir “imtihan dünyâsı”dır ve imtihandan
geçmeyecek hiç kimse olmayacaktır. Cennet de zâten ancak zor imtihanlarla
karşılaşıp, o imtihandan alnının akıyla çıkanlara verilecek olan ebedî bir ödül
ve nîmettir. Yılanlarla hiç karşılaşmadan ve karşılaşanları umursamadan cennete
girmek diye bir şey yoktur:
“Yoksa sizden önce
gelip-geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?.
Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine
sarsıldılar ki, sonunda elçi, berâberindeki mü’minlerle; ‘Allah’ın yardımı ne
zaman?’ diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır” (Bakara 214).
Günümüzde Dünyâ’nın çeşitli
yerlerinde yaşanan açlık, susuzluk, evsizlik, hastalık, ölüm, zulüm vs. gibi
şeyler karşısında “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyerek umursamaz
davrananlar hem insan değildir, hem de müslüman değildirler. Hele Gazze’nin ve
Gazzelilerin durumu karşısında içi yanmayan, bir şey yapamamanın acısını
yüreklerinde duymayan ve kerîm öfkelere kapılmayıp da boş işlerle uğraşanların
Dünyâ’da yatacak yatacak yeri olmadığı gibi, âhirette de kalkacak yeri yoktur.
Kendisi için imkânsız
gördüğü kötü bir şeyi başkası için mümkün görmek, ağır bir kibir, bencillik ve
şerefsizlik hâlidir. Böyleleri yılanlar tarafından çepe-çevre kuşatılmış
durumdadırlar.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder