11 Ocak 2024 Perşembe

Bana Dokunmayan Yılan Bin Yıl Yaşasın

 

“Gerçekten, insan, ‘bencil ve hâris’ olarak yaratıldı” (Meâric 19).

 

İşte!; bencil, korkak, pısırık, çıkarcı, içten pazarlıklı, vurdum-duymaz kişilerin mottosu, sürekli kullandıkları şaşmaz sözleri, sığındıkları düşünce ve zihniyetleridir: Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın. “Bana dokunmasın da kime dokunursa-dokunsun, bana ne” derler. Tabi “bana” derken; kendisine, âilesine ve yılanın dokunmasını istemeyeceği kişileri kastetmektedirler. Eğer “yılan” kendilerine dokunmuyorsa, tüm Dünyâ’yı yılanlar kuşatmış olsa da onlar konforları içinde gâyet rahattırlar.

 

Modernizm denen melânet de işte bu gibi insanları üretir ve onlara göre bir dünyâ kurar. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyen modern insan topluluğu ve âile çekirdek âiledir ve dâirelerinin kapısını kapattıkları anda dışarıda ne olduğu onlar için çok önemli değildir. Yeter ki onlara bir şey olmasın ve yılanlar onlara ilişmesin. Zâten bu gibi insanlar kimseyle haşır-neşir olmaz, kimseyle samîmi olmazlar ve yakın durmazlar. Çünkü başkalarının dertleri, tasaları ve sorunları nedeniyle sıkıntıya girmek istemezler.

 

Çabasız, çekingen ve soğuk dururlar. Hiç-bir riske girmezler, hattâ çoğu-zaman bildikleri bir gerçeği-hakîkati bile, “yılanın kuyruğu değebilir” düşüncesiyle açıklamazlar. Bilgi paylaşımında bulunmazlar. Kendilerine bulaşmadıktan sonra kötü ve şerefsiz insanların, düşüncelerin ve üretimlerim ortalıkta dolaşması onlar için çok da önemli değildir.

 

Bu atasözü bâzı insanların, “kendilerine zarar gelmediği sürece etrâflarında gerçekleşen olumsuz olaylara izin vermeleri” anlamına gelir. Diğer insanlara zarar gelmesi onlar için önemli olmamakla berâber, kendisine zarar vermeyen bir kötülüğün dilediği kadar yaşamasında bir sakınca görmedikleri ortaya çıkar.

 

Modernite ile birlikte vahiyden kopmuş olan akıl, takvâyı değersizleştirmiş, bencilliği ve çıkarı öne geçirmiştir. Yâni sorumluluk almayı değersizleştirirken, sorumsuzluğu, bireyciliği, bencilliği ve “bana ne”ciliği öne çıkarmıştır. Allah’sız akıl öne çıkarılınca modern insan da insâniyetini kaybetmiştir ve hayvâniyetin tüm özelliklerini takınmaya başlamıştır. Takvâyı terk etmiş olan sorumsuz modern insan, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düşüncesindedir. Gününü gün etmenin ve kesintisiz bir hazzın, neşenin ve zevkin peşindedir. Zîrâ takvâdan kopmuştur ve hazza kilitlenmiştir. Akıl, İslâm-merkezli kullanılmadığında “akıl” olmaktan çıkar ve nefsin yönlendirdiği bir zekâya dönüşür. Artık akıllı davranmak değil “zeki olmak” önemli hâle gelir. Çünkü gerçek anlamda akıllı olmak takvâlı olmayı gerektirir.

 

Belli bir ilmî süreçten sonra amel-eylem öne çıkmalıdır ki pasiflikten kurtulup aktifleşebilelim. Zâten ahlâk ancak hareket halindeyken gelişir ve güçlenir. Oturulup durulan yerde ahlâk birikmez. Peygamberimiz o muhteşem ahlâka hareket hâlindeyken erişmişti, etliye-sütlüye dokunmadan bir köşede oturup durarak değil. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” demek ahlâksızlığın daniskasıdır.

 

İnsanların çoğu “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” modundadır. Birlik, berâberlik, dayanışma, yardımlaşma, her türlü destekleşme artık anlamsız ve aptalca görülmeye başlandı. Çünkü “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” sözü çoğu kişi için mantıklı ver anlamlı görülmeye başladı. Modern kent yaşamı ve modernizm de zâten bunu istiyor ve bunu dayatıyor da. 

 

“Deve-kuşu müslümanlığı” denilebilecek müslümanlıkta da, “sorunlardan-sıkıntılardan kaçıp uzaklaşma ve gönlünü ferah tutma” düşüncesi ve davranışı ortaya çıkmaya ve bârizleşmeye başlamıştır. Öyle ki artık hiç kimse kırk yıllık komşusunun çocuğuna, “oğlum-kızım yapmayın, çok ayıp” bile diyememekte ve dememektedir. Çünkü sorunlar karşısında duyarlılığını kaybetmiştir. Çünkü Allah’ı, âhireti, Peygamber örnekliğini, Kur’ân’ı ve takvâyı unutmuş yada bunlardan vazgeçmiştir. Lâik-seküler-demokratik zihniyeti arttıkça bu düşüncesi ve duygusu da artmıştır. Böylece en sonunda da “bana ne, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, hiç karışmayayım” vs. gibi düşüncelere kapılmaktadır. Hattâ böyle yapmayı “en doğru davranış” zannetmektedir. Oysa Kur’ân tam tersi bir öğüt vermekte ve başka bir örnek göstermektedir:

 

“Kendilerinden önce o yurdu (Medîne’yi) hazırlayıp îmânı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar felâh (kurtuluş) bulanlardır” (Haşr 9).

 

Peygamberimiz de şöyle der:

 

“Muhammed’in canı elinde olan (Allah)’a yemin ederim ki bir kişi hayır nâmına kendisi için istediğini, müslüman kardeşi için de istemedikçe îman etmiş olmaz” (Nesâî, Îmân, 19)

 

Modern insan “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyor ama, yılanın hası olan şeytanı gönlünde, zihninde ve tüm hayâtında besliyor. Şeytan, insana yılan gibi usulca sokulur ve insanın damarlarında yaşar. Şeytâni ideolojiler, düşünceler, zihniyetler, üretimler vs. her türlü yılan da böyledir. İnsan, şeytânî olan her-şeyi hayâtının vazgeçilmezi yapmış ve bunlar bir yılan gibi sürekli olarak insanları ısırmakta ve sokarak zehirleyip durmaktadır.

 

Eğer yılanların her türlüsü insanları sokup duruyorsa ve canlarını fenâ hâlde yakıyorsa, o yılanlar bir gün mutlakâ sizi de sokacak, ısıracak ve zehirleyecektir. Bu nedenle “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” sözü boş bir sözdür ve ancak kısa süreliğine nefisleri kandırır.

 

İşin tuhaf yanı, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” tavrında olanlar yaptıklarının çok iyi ve doğru bir şey olduğunu zannederler ve âhirette de böyle davrandıkları için kurtulacaklarını zannederler. Oysa Dünyâ bir “imtihan dünyâsı”dır ve imtihandan geçmeyecek hiç kimse olmayacaktır. Cennet de zâten ancak zor imtihanlarla karşılaşıp, o imtihandan alnının akıyla çıkanlara verilecek olan ebedî bir ödül ve nîmettir. Yılanlarla hiç karşılaşmadan ve karşılaşanları umursamadan cennete girmek diye bir şey yoktur:  

 

“Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?. Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, berâberindeki mü’minlerle; ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır” (Bakara 214).

 

Günümüzde Dünyâ’nın çeşitli yerlerinde yaşanan açlık, susuzluk, evsizlik, hastalık, ölüm, zulüm vs. gibi şeyler karşısında “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyerek umursamaz davrananlar hem insan değildir, hem de müslüman değildirler. Hele Gazze’nin ve Gazzelilerin durumu karşısında içi yanmayan, bir şey yapamamanın acısını yüreklerinde duymayan ve kerîm öfkelere kapılmayıp da boş işlerle uğraşanların Dünyâ’da yatacak yatacak yeri olmadığı gibi, âhirette de kalkacak yeri yoktur.

 

Kendisi için imkânsız gördüğü kötü bir şeyi başkası için mümkün görmek, ağır bir kibir, bencillik ve şerefsizlik hâlidir. Böyleleri yılanlar tarafından çepe-çevre kuşatılmış durumdadırlar.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ocak 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder