“Ey
Peygamber!; gerçekten biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini ve Allah’ın sana
ganîmet olarak verdikleri (savaş esirleri)nden sağ elinin mâlik olduğu
(câriyeler) ile seninle birlikte hicret eden amcanın kızlarını, halanın
kızlarını, dayının kızlarını ve teyzenin kızlarını helâl kıldık…” (Ahzâb 50).
“Sizlere
anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek
kardeşlerin kızları, kız kardeşlerin kızları, sizi emziren (süt) anneleriniz,
süt kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri ve kendileriyle (gerdeğe)
girdiğiniz kadınlarınızdan olup koruyuculuğunuz altında bulunan üvey kızlarınız
-onlarla gerdeğe girmemişseniz, size bir sakınca yoktur-, sizin sülbünüzden
olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir-araya getirdiğiniz (evlilik)
haram kılındı. Ancak (câhiliyede) geçen geçmiştir. Şüphesiz, Allah,
bağışlayandır, esirgeyendir. Sağ ellerinizin mâlik olduğu (câriyeler) dışındaki
kadınlardan ‘evli ve özgür’ olanlarla da (evlenmeniz haramdır.) Bunlar,
Allah’ın üzerinize yazdığıdır”
(Nîsâ 23).
Kur’ân, kiminle evlenilip-evlenilemeyeceğini ayrıntılı
bir-şekilde ortaya koymuştur. Evlenilebilecek olanların içinde kuzenler de
vardır ki, bunlarla yapılan evlilikler “akrabâ evliliği”dir. Demek ki Kur’ân akrabâ
evliliğine -yasak olanlar hâriç- onay vermektedir. Allah her-şeyin en doğrusunu
bilir. Eğer akrabâ evliliği yapmakta bir sakınca olsaydı Allah buna izin vermez
ve akrabâ evliliğini yasaklardı. Çünkü Allah insanlara maddî ve mânevî anlamda
zarar verecek olan şeyleri hep yasaklamıştır.
Peygamberimiz’e isnât edilen; “yakın akrabâlarla evlenmeyin; çünkü çocuk
zayıf doğar” (İbn Hacer, et-Telhîsu’l-habîr, 3/308-309) şeklinde bir hadis
rivâyet edilir fakat bu hadisin güvenilir kaynaklarda yer almadığı da söylenmektedir.
Bu-bağlamda; “zayıf çocuklar dünyâya getirmektesiniz. Bu yüzden yabancı
kadınlarla evlenin” diye bir söz vardır fakat bu söz Peygamberimiz’e değil Hz.
Ömer’e âittir (İbn Hacer, et-Telhîsu’l-habîr). Zâten Peygamberimiz halasının
kızı Zeynep binti Cahş ile evlendiği gibi (el-Ahzâb, 33/36-38), kendi kızı Hz.
Fâtıma’yı da amcasının oğlu Hz. Ali ile evlendirmiştir.
Süt-kardeş
ve süt-anne ile evlenmek Cumhûriyet döneminde yasak olmaktan çıkmıştır, oysa
ilk başta yasaktı. Mustafa Armağan bu konuda şunları söyler:
“1926
yılında çıkarılan ‘Türk Medenî Kânunu’nun süt-anne ve süt-kardeşlerle evlenmeyi
yasaklayan 92. maddesinin İsviçre Medenî Kânunu’nda mevcut olmayan; nasılsa
çevirmenlerden biri tarafından eklenmiş bir fıkrasında, evlenilmesi yasak olan
kişiler arasında ‘süt-ana ve kardeşler’ de zikrediliyordu. Kânun meclisten
Şubat ayında geçti, 6 ay sonra, Ekim ayında yürürlüğe girecekti. Bu-arada ne
olduysa oldu, bir akl-ı evvel bu ‘vahim hatâ’yı fark etti ve yetkilileri
haberdar etti, derken sanki fecî bir cinâyet işlenmiş gibi hükümet ayaklandı ve
yaz ortasında meclisi içtimâa çağırdı, kânunda Kur’ân-ı Kerîm ile örf ve
âdetlerimize uygun düşen bu tehlikeli madde derhâl çıkarıldı. İşlem tamamdı;
İsviçre Medenî Kânunu’ndan kıl kadar dâhi sapma olmamalıydı”.
Şöyle denir:
“Akrabâ evliliği yapanlarda özürlü yada hastalıklı çocuk doğurma riski diğer
evliliklere göre artmaktadır. Aynı âile içinde
genler arasında benzerlik ihtimâli çok yükselmektedir. Akrabâ
evliliği ile görülme riski artan
hastalıklarda, her iki eşte de aynı tip bozuk genin bulunması
gerekmektedir. Akrabâlar arasında
genler arasında benzerlik sıklığı arttığı için hastalıklı çocuk sâhibi olma
olasılığı da artmaktadır”.
Kan-bağı olan
kişilerde, toplumun genelinde görülen ortak gen yüzdesinin dışında, akrabâlık
derecesine bağlı olarak artış gösteren daha da fazla ortak gen vardır. Fakat
bu, doğacak olan çocukların ille de hasta yada sakat olacağı anlamına gelmez.
Zâten aynı ırktan olan insanların genleri birbirine benzer ve ortak yönler
vardır. Hattâ bu durum, tüm dünyâ-insanları için de geçerlidir.
Dünyâ’da
evliliklerin % 20’den fazlası akrabâ evliliğidir.
Doğan çocukların en azından % 8.4’ü akrabâ evliliklerinden
doğmaktadır ve bunların içinde çok az sayıda çocukta sorun olmaktadır ki bu oran
zâten akrabâ arasında olmayan evliliklerde de görülen normâl bir orandır.
Meselâ; “akrabâ evliliklerinde en çok rastlanılan hastalıklarda
birisi kistik fibrozistir” denir. Fakat akrabâ evlilikleri arasında yapılan
evliliklerden doğan çocuklarda bu hastalığa yakalanma oranı diğerlerinden daha
yüksek değildir. Zâten genelde de bu hastalığa yakalanma oranı fazla değildir. Kistik
fibrozisin ortalama görülme sıklığı 2000’de 1’dir. Fakat bu hastalığa yakalanma
oranı günden-güne artıyorsa bunun nedeni akrabâ evliliği değil, modern kent
hayâtı ve modern üretim tarzıdır. Yanlış beslenen anne-babaların çocuklarını,
her hastalıkta olduğu gibi bu hastalığa da güm geçtikçe daha fazla
yakalanmaktadırlar.
Birbirleriyle evlenmesi hattâ evlenmesi doğru olmayanlar da vardır ama
bunlar akrabâlar değil, frengi, bel soğukluğu, cinsel ilişki ile bulaşan “yumuşak
şankr”, cüzam ve verem gibi bulaşıcı hastalığı olanlardır. Bunlar içinde tedâvi
edilebilenler tabî ki evlenebilir.
Dînin ve dolayısıyla dîn î hükümlerin askıya alınması,
görmezden gelinmesi yada iptâl edilmesiyle birlikte akrabâ evliliği arasında
artan sakat ve hasta doğumlarda bir artış söz-konusu olmuş olabilir ve bu
mümkündür. Fakat bunun nedeni bizzat akrabâ evliliği değil, “süt kardeş
evliliği”dir. Evet; sorun akrabâ evliliği değil, süt kardeş evliliğidir. Süt
kardeş evliliklerinde, aynen “kardeş evliliklerinde olduğu gibi”, maddî hattâ
mânevî bir sorunun ortaya çıkması çok olasıdır. Çünkü bu tür evlilikleri
yapanların genleri gerçekten birbirine çok yakındır ve aynen kardeşlerininki
gibidir. Kardeşle evlenmek nasıl ki tıbbî ve mânevî-sosyâl-psikolojik sorunlara
yol açabilecekse, İslâm’a göre süt kardeşlik bir “kardeşlik” olduğu için aynı
yada benzer sorunlara yol açar. Çünkü iki kişinin aynı kadından ve aynı dönemde
emdiği süt onların genlerinin ve fizikî yapılarında evlenmeye aykırı bir durum
oluşturmaktadır. Aynen öz yada üvey kardeşlerde olduğu gibi süt kardeşlikte de
mânevî, sosyâl ve psikolojik sorunlar görülebileceği gibi tıbbî sorunların
görüme olasılığı da yüksektir. Bu konuda bir yazıda şunlar söylenir:
“İslâm, evlenme engelinde ‘doğurmak’ ile ‘süt vermek’ arasında
hiç-bir fark gözetmemiştir. Anne sütü; kolostrum (ağız), geçiş sütü (normâl
sütle ağız arası) ve normâl süt periyotları arasında
değişir. Kolostrum sütü, doğumdan
sonra ilk 4-5 gün anne tarafından yavruya verilen ilk süttür. Bu ‘ağız’ veyâ ‘ağuz’ (tıp
dilinde kolostrum) olarak adlandırılır. Gıdâ bakımından çok zengindir. Kolostrumda,
çocuk için çok önemli olan laktoferrin
ve bifidium faktör veyâ diğer adıyla bifidus faktörü bol
bulunmaktadır. Bileşimi normâlden farklıdır ve sarımsı renkte hafif tuzlu ve
tatlıdır. Bileşiminde yüksek oranda protein ve bağışıklık kazandıran immünoglobulin ihtivâ
eder. Yüksek oranda serum proteini ihtivâ ettiklerinden ve yüksek pH
derecesinden dolayı kaynatıldıklarında pıhtılaşma göstermektedirler.
Anne sütündeki özellikle proteinler annenin
genom ürünleri olup bebeğin vücut gelişimini, anatomisini, fizyolojisini ve
davranış profillerini etkilemektedir. Genom ise, herhangi bir canlının
hücreleri içerisine yerleştirilmiş genetik
programın tamâmını ifâde eder. İki farklı bebeği emziren annenin, süt
verdiği çocuklardaki genom uyarılarının aynı ve sütü verene biyolojik ve duygusal yönden benzer hâle geldiği
görülmektedir. Anne sütünde çok sayıda biyolojik olarak aktif moleküller
vardır. Bunların başında bebekte gen
düzenlemelerini etkileyecek miRNA’lar (mikro-RNA), bunlara
benzer yapılar ve antikorlar gelmektedir. Bir annenin kendi çocuğu yanında kan-bağı
olmayan başka bir çocuğu emzirmesi
sonucunda sütündeki maddeler, o çocuğun genetik yapısının temelini teşkil eden
DNA ve RNA’lar üzerinde doğrudan têsir meydana getirmektedir. Bu
değişiklikler iki kademede ifâde edilebilir:
a- Annenin lökositleri
kan-bağı olan ve olmayan bebeklere geçmekte ve lökositlerin üzerinde anneye âit HLA’lar (doku tipi) bebekte
de fonksiyon görmektedir.
b- Anneye âit microRNA’lar
emzirilen bebeklerin aynı genleri üzerinde aynı düzenlemeleri yaparak duygusal ve anneyle ilgili genleri
benzer şekilde etkilemekte, yâni anne kimi emziriyorsa o kişiye
karşı anne duygusu emzirilenlerde aynı olmaktadır.
Demek ki, anatomimiz yanında hislerimiz
ve duygularımız da anne sütünde bulunan gen düzenleyicilerin
etkisiyle meydana getirilmektedir. İşte aynı anneden süt
emen süt kardeşlerin genetik yapısı üzerinde sütün bu düzenleyici ve
aynileştirici etkisini dikkate alan
İslâm Dîni’nin, süt kardeşleri arasında evlenme yasağını koyması hikmete,
maslahata ve ilmî yaklaşıma uygundur ve tam yerindedir”.
Akrabâ evliliğinde,
çocuğun sakat doğması meselesi, evlenmesi yasak olmayan akrabâların
evlenmesinden dolayı değil, akrabâların birbirinin çocuklarını bebekken
emzirmeleri ile çocukların süt-kardeş olmaları ve ileride, akrabâ olan bu
süt-kardeşlerin süt kardeşleriyle yaptıkları evlenmeler nedeniyledir. Sakat
doğum akrabâ olsun-olmasın herkeste olabilir. Fakat süt-kardeş evliliklerinde
çocuğun sakat olması çok olasıdır. Çünkü onlar artık akrabâ da olmaktan çıkmış
ve “kardeş” olmuşlardır, bu nedenle onlara “süt kardeş” denilmektedir.
Akrabâ evliliği yasaklığı batı düşüncesinin ve
zihniyetinin bir ürünüdür. Özellikle eski yunanda ve çevresinde, -anne ve kız kardeş
dâhil- yakın akrabâ evlilikleri çok görülüyordu. Akrabâ evliliğini yanlış
görmelerinin arka-plânında, işte bu duruma yaptıkları bir eleştiri ve îtirâz
olsa gerektir. Çünkü batı’da hep, ifratı tefrit ile, yâni bir yanlışı tersinden
başka bir yanlışla düzeltmek düşüncesi olmuştur-vardır. Bu nedenle batı zihniyeti
özellikle modern zamanlarda, -eski çirkin uygulamaları hatırlattığı için olsa
gerek- işi aşırı abartarak akrabâ
evliliğini yanlış görmüş ve bu bakış-açısıyla, batı zihniyeti ile ve niyetiyle yaptığı
-sözde- bilimsel araştırmalarda, sakat ve hasta doğumların, bâzı akrabâ evliliklerinden
doğan çocuklarda da olduğunu görünce bunu öne çıkarmış ve “akrabâ evliliğinden doğan
çocukların sakat ve hasta olma olasılığını istatistik olarak daha yüksek
göstermiştir. Zamanla bu, onların zihniyeti ve genel düşüncesi hâline
gelmiştir. Hâlbuki böyle bir şey yoktur ve akrabâ olmayanların yaptıkları evlilikten
doğan çocuklar nasıl ki sakat ve hasta olabiliyorsa, akrabâ evliliği ile doğan
çocuklar da, diğerleri de aynı oranda hasta ve sakat doğabilmektedir. Algıda
seçicilik yapıp da sâdece akrabâ evliliğinden doğan bebekleri araştırdığınızda,
-neyi araştırırsanız onu bulacağınız için- bu çocuklardaki hastalıkları ve sakatlıkları
tespit etmeniz ve istatistiğin konusu yapmanız kaçınılmaz olur. Fakat tarafsız ve
dürüst bir bakış-açısıyla yapılacak olan araştırmalarda, “süt kardeş olmayan”
akrâbaların yaptığı evlilikler sonucunda doğan çocukların daha çok hasta ve
sakat doğduğu sonucu çıkmaz-çıkmamıştır.
Hasta ve sakat olan çocukların akrabâlar arasında yapılan
evliliklerin sonucu olduğu sâdece bir yanılsamadır. Bu sonucun nedeni,
dediğimiz gibi: akrabâlıktan dolayı sürekli görüşmelerin ve buluşmalarının
netîcesinde akrabalar arasında çok yaşanan, birbirlerinin çocuklarının emzirme
sonucunda meydana gelen süt kardeşlik ve bu süt kardeşlerin ileride
evlenmeleridir. Câhillikten dolayı bilinmeyen ve dikkat edilmediği için, akrabâların
içinde “süt kardeş” olanlar arasında yapılan evlilikler sonucunda olan doğumlarda
hasta ve sakat çocuklar doğabilmektedir. Dinden kopmanın sonucunda süt
kardeşliğin ne olduğu ve süt kardeşlerin birbirleriyle evlenmemeleri gerektiği
bilinmediği için süt kardeşler arasında yapılan akrabâ evliliklerinden hasta ve
sakat çocuklar doğabilmektedir. Mesele budur ve akrabâ evliliğinden dolayı
meydana geldiği zannedilen şey aslında, daha çok yakın akrabâlar arasında
yapılan, birbirlerinin çocuklarını emzirmek ve ileride de bu çocukların
evlendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Yoksa sorunun nedeni, yapılan akrabâ
evlilikleri değildir.
Bizim Avrupa’dan gelme göçmen vatandaşlarda da bu
konuda hassâsiyet vardır ve özellikle kuzen evliliğini çok kötü görerek, böyle
bir şeyi zinhar kabûl etmemektedirler. Çünkü
onlarda da süt kardeş evliliği yasağı konusunda bilgi ve bilinç yada inanç yoktur.
Tamam; kendi âdetlerinde
böyle bir şey yapılmıyorsa yapmasınlar, bu ille de yapılacaktır diye bir farz
ve şart şey yoktur ki!. Fakat “akrabâ evliliği yasaktır, haramdır, yanlıştır”
gibi laflar boş laflardır ve geçerli değildir. Zâten hem İslâm’ın hem de
seküler devletlerin kânunları bunu yasaklamamaktadır.
Şu da var ki
akrabâ evliliğinin maddî, mânevî, sosyâli, psikolojik ve ekonomik bir-çok
konuda faydalı yönleri de vardır. Modernite, kentleşme, kızların ve kadınların
okuması ve çalışmaları akrabâlık-bağını yok ederek insanları birbirlerinden
uzaklaştırarak yalnızlaştırdı ve pısırıklaştırdı. Artık herkes yalnız ve
çekingen. Çünkü kendini yalnız ve sâhipsiz-desteksiz hissediyor. Zîrâ eskisi
gibi birlik olabileceği akrabâlık çok azaldı ve çoğu kimse için böyle bir şey
yok.
Akrabâ evliliği aynı-zamanda kadının da güvenliği ve
sosyâlliği demektir. Eşinin yakınları ile kan-bağı olan kadın bu ilişkiyi
kullanarak ihtiyaç duyduğu zamanlarda eşinin âilesinden daha kolay destek
alabilmektedir. Genel bir kanı olarak akrabâ evliliği beklenmedik bir zamanda
gelişebilecek sağlık ve maddî problemlerin de çözülmesini kolaylaştıracaktır.
Akrabâ evliliği ile âile bağlarının kuvvetlendiği ve âilenin kültürel
değerlerinin sonraki kuşaklara daha kolay aktarılır.
Tabi akrabâ olmayanların arasında yapılan evliliklerde
ve o evliliklerden doğan çocuklarda da olumlu şeyler ve bâzı güzellikler olur.
Akrabâlık genişler, bir çeşitlilik ve farklılık olur. Farklı kültür ve
insanlarla tanışma ortaya çıkar. Üstelik karışan nesiller güzel, yakışıklı ve
sağlıklı çocukların doğmasını da sağlayabilir.
Evet; hem akrabâ evliliği hem de akrabâ olmayan kişiler
arasında yapılan evlilikler meşrûdur, yasaldır ve güzeldir. Bu evliliklerden
doğan çocuklar arasında da özellikle sağlık açısından bir farklılık olmaz.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder