“Eğer bir yara
aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri biz onları
insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah’ın îman edenleri
belirtip-ayırması ve sizden şâhidler (veyâ şehidler) edinmesi içindir. Allah,
zulmedenleri sevmez” (Âl-i İmran 140).
Dünyâ “imtihan dünyâsı”dır.
İmtihanın olduğu yerde sürekli olarak “iniş” olmaz ve inişli-çıkışlı bir hayat
olur. İmtihan kıyâmete kadar süreceğine göre hayat her zaman inişli-çıkışlı
olacak ve yolda hep düşe-kalka gideceksiniz demektir. Düşe-kalka yaşamak
insanın kaderidir. Bu kader insanın ilk yaratıldığı ve ilk doğduğu gün başlar
ve öldüğü son güne kadar sürer. Böylece insan, düşe-kalka ayakta durmayı
öğrenir ve sonunda da düşe-düşe ölür gider.
İnsan tâ ilk baştan
bêri düşmeye ve kalkmaya yada düşe-kalka yaşamaya programlıdır. Hz. Âdem ve
Havvâ nîmetler içindeki cennete gönderilmişti ama yasak ağaçtan yiyince
Dünyâ’ya düştüler. Fakat sonra tevbe ile yine ayağa kalkmasını bildiler.
Böylece insanın mâcerâsı başlamış oldu. Hâbil öldü düştü, çocukları doğdu
kalktı.
Namaz da düşüp kalkmanın
provasıdır. Kıyam ile kalkanlar secde ile düşerler. Secde ânı, kibrin yok
olduğu ve kulluğun zirveleştiği andır. Namaz hem bir kıyam hem de bir teslîmiyet provasıdır.
Yatıp uyumak ve
uyanmak da düşe-kalka yaşamanın görünümlerinden biridir.
Düşe-kalka yaşayanlar düşüp-kalkmaya
alışkındırlar. Düşe-kalka yaşamanın bilincinde olanlar düşe-kalka yaşamaktan
çok sıkıntı duymazlar.
Milletler, devletler
ve uygarlıklar da düşe-kalka yaşarlar. Aynen insanlar gibi; doğarlar,
ayaklanırlar, büyürler, irileşirler ve sonunda zayıflayıp küçülmeye başlarlar
ve en sonunda da düşüp ölürler. Doğu ayağa kalktığında batı, batı ayağa kalktığında
doğu düşer.
Güneş de bir yükselir
bir düşer. Düşe-kalka ışıtır ve ısıtır. İnsan için önemli olan, düştüğünde de
kalktığında da sabretmesini ve şükretmesini bilmektir. Kalktığında gülmenin,
düştüğünde ağlamanın faydası yoktur.
Modernizm ise;
“düşene bir tekme de sen vur” uygarlığıdır. Sürekli tekmelediği için insan
kolay-kolay ayağa kalkamaz. Bu nedenle de modern zihniyetteki insan için ayağa
kalkmak yetmez de başların üzerine basıp çıkmak ve yükselmek bir tutku hâline
gelmiştir. “Ne kadar kalkarsam ve yükselirsem düşmem o kadar geç ve güç olur
anlayışı” vardır modern insanda: Bilmez ki, ne olursa-olsun düşe-kalka yaşamak
onun kaderidir. .
Peygamberimiz bile Bedir’de
kazandı Uhud’ta kaybetti. Düştü ve kalktı. Peygamberler bile düşe-kalka
yaşamışlardır.
Felek insana sürekli
gülmez. Çünkü hiç düşmeden yaşamak sünnetullaha ve imtihana göre mümkün
değildir. Sahabe, işler bir süre yolunda gidince “acaba başımıza ne zorluk
gelecek” diye düşünürmüş. Çünkü hayâtın düşe-kalka yaşanacağının bilincindeydiler.
Modern insanlar ve de müslümanlar, akıllarını kullanarak(!)
hurâfelerden kurtulacaklarını ve ayağa kalkacaklarını sanırlarken tam tersine “din”den
kurtuldular ve şeytanın, nefsin ve tâğutların kucağına düşerek dünyevileştiler.
Üstelik modern hurâfeleri din edinmektedirler.
AKP ve FETÖ ile
sivrilenler ve ayağa kalkanlar, bir zaman sonra aralarında yaşanan kavganın
sonucunda savrulup gittiler de Allah ve Peygamber yâni Kur’ân ve Sünnet yoluna
girerek tekrar ayağa kalkacaklarına, yolu yine şaşırdılar da bu sefer de başka-başka
tâğutların kucaklarına düştüler. Türkiye’de 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan
çâresizlik, “denize düşenin yılana sarılması” şeklindedir.
Modern-seküler ideolojinin
taşeronluğunu yapan iktidar ve siyâset, maddî anlamda bâzı kesimleri
kalkındırmış olsa da, sosyâl ve ahlâkî anlamda toplumun genelini yozlaştırıp
bozmuştur. Çünkü kalkmayı ve kalkınmayı batı’nın kalkındığı şartlarda yapmıştır. Oysa
batı’nın kalkındığı şartlarda kalkınmak şerefsizliktir. Bu şartlarla ayaklanmak
ve yükselmek ise zulüm. Çünkü
kapitâlizm-merkezli kalkınmak “israfla kalkınmak” demektir.
Nefis, “azdıkça azan” bir şeydir. Süreli azmak ister ve hep
“bi-ilerisi”ni arzular durur. En sonunda gide-gide kişiyi uçurumun kenarına
kadar getirir. Uçurumun kenarına kadar geldiyseniz, büyük ihtimâlle düşersiniz.
“İnsan, hayır istemekten
bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye’se düşen bir
umutsuzdur” (Fussilet 49). Mü’minler hayâtın düşe-kalka
yaşanacak bir hayat olduğunu bildikleri için her-şeyin hayırlısını isterler.
Âhiret insanların mezarlarından
kalkacağı ve hesap-kitaptan sonra ya cennete yükseleceği yada cehennem çukuruna
düşeceği yerdir. Metrekareye en çok insanın düşeceği yer
cehennem, en az insanın düşeceği yer ise cennettir.
Düşe-kalka yaşamak Dünyâ hayâtı için geçerlidir. Cehennemde “kalkmak”
yokken cennette ise “düşmek” olmayacaktır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder