24 Ocak 2024 Çarşamba

Kötülüğün Kaynağı

 

“Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şâhid olarak Allah yeter” (Nîsâ 79).

 

Şu koca kâinatta bir tek Dünyâ’da kötülük vardır, o da doğal değildir. Allah’ın yarattığında yâni Allah’tan gelende kötülük olmaz. Zîrâ doğal olan her-şey tam da Allah’ın düzenlediği gibi hareket eder ve bundan hiç şaşmaz. Dolayısıyla göklerde, bir kötülük, bozukluk, düzensizlik vs. görülmez, “son saat”e kadar da görülmeyecektir:

 

“O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutâbakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahmân (olan Allah)’ın yaratmasında hiç-bir çelişki ve uygunsuzluk (tefâvüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?. Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umûdunu kesmiş bir hâlde bitkin olarak sana dönecektir” (Mülk 3-4).

 

Dünyâ’da da; insanların karılmadığı ve karışamadığı bitkiler ve hayvanlar yâni doğal hayatta bir kötülük görülmez ve her-şey Allah’ın plânladığı gibi şaşmaz bir şekilde deverân eder. Aslında bu düzen ve nizam doğallıktan kopmadığı sürece eceli gelene kadar insanın fizîkî yapısı için de geçerlidir. Fakat sünnetullah ve imtihan gereğince, insanda bir de şeytanın kontrôlünde olan nefs vardır ki, işte kötülükleri başlatan ve yapıp-eden budur. O-hâlde kötülüğün kaynağı insandır ve daha da temelde insanın nefsidir:

 

 “Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir” (Yûsuf 53).

 

Demek ki haksızlık, ahlâksızlık, adâletsizlik, eşitsizlik, şirk, küfür ve kötülük adına olan her-şey zannedildiği Allah’tan değil, insanın bizzat kendisinden kaynaklanır. İnsan kötülüğü başlatır ve sürdürür. Allah bunun böyle olduğunu açıkça söyler:

 

 “Size isâbet eden her musîbet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu da affeder” (Şûrâ 30).

 

İyiliğin olduğu gibi kötülüğün de Allah’tan zannedilmesi, Allah’ın, ısrarla yapılan yanlışların ve kötülüklerin sonuçlarının açığa çıkmasına, bir noktadan sonra izin vermesinden dolayıdır. Kötülüğün sonuçlarının açığa çıkması için ona Allah’ın izin vermesi gerekir. Allah bu yanlış ve kötülüklere hemen izin vermez ve çoğunu da affeder ve açığa çıkmasına izin vermez ama imtihan nedeniyle ısrarla yapılan yanlışların ve kötülüklerin sonucunun açığa çıkması bir yerden sonra kaçınılmaz olur:  

 

“…Onlara bir iyilik dokunsa: ‘Bu, Allah’tandır’ derler; onlara bir kötülük dokunsa: ‘Bu sendendir’ derler. De ki: ‘Tümü Allah’tandır’. Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiç-bir sözü anlamaya çalışmıyorlar?. (Nîsâ 78).

             

Fakat sonraki âyette işin kesin ve net doğrusunu tekrarlar:

 

“Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şâhid olarak Allah yeter” (Nîsâ 79).

 

Şu da var ki, insanın kendi elleri nedeniyle ortaya çıkan kötü sonuçlar da imtihanın konusudur ve Allah insanı, verdiği iyiliklerle imtihan ettiği gibi, insanın kendi yaptıkları yüzünden ortaya çıkan kötülüklerle de imtihan eder:

 

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz” (Enbiyâ 35).

 

Kötülük, insanın nefsi ile ilgilidir, fıtratı ile değil. Zîrâ insanın fıtratı İslâm’la birebir örtüşür. Fıtrata kalsa ortalıkta bir kötülük olmaz. Fakat o zaman da imtihanın, yaratılmış olmanın ve varlığın bir anlamı olmaz.

 

Hayat, sünnetullah ve imtihanın gereği olarak iyiliği-kötülüğü ve yarârı-zarârı ile iç-içedir. Film, Allah’ın verdiği iyilikler ve insanın kendi yaptıkları nedeniyle ortaya çıkan kötülükler içinde dönecektir. Hayattan ne kadar iyilik ve yarar beklerseniz, yanında potansiyel kötülüklerle ve zararlarla birlikte gelir. Kötülüklerin ortaya çıkması “kaçınılmaz” ve değildir ama mümkündür. Çünkü dediğimiz gibi, nefs olanca gücüyle kötülüğe meyyâldir. Kötülüğün ve zarârın az olmasını istiyorsanız, hayattan çok da fazla bir şey beklememeniz gerekir.

 

Zerdüştlükteki Ehrimen ve Ahura Mazda ikiliğindeki “kötülük tanrısı”, aslında “şerrin Allah’tan gelmeyeceği” inancından kaynaklanır. “Şer Allah’tan gelmiyorsa, o hâlde şer de ilahtır” düşüncesidir bu ikiliğin sebebi. Hâlbuki şer ârızidir ve beşerden kaynaklanır.  

 

 

Tabi bâzen Allah’ın rahmetinin sonucu olarak şer olanlar hayra dönebilir. Yâni aslında Allah’ın bize iyilik olarak verdiği şeyi biz, sonucunu henüz görmediğimiz ve bilmediğimiz için şer ve kötülük zannedebiliriz. Tabi yine sonucunu henüz görmediğimiz ve bilmediğimiz için kendi yaptıklarımız sonucunda ortaya çıkan kötülükleri de hayır ve iyi olarak görebiliriz. Bu nedenle Allah şöyle der:

 

“Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz” (Bakara 216).

 

“Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır…” (Nûr 11).

 

Allah nasıl ki Dünyâ’da yaptığımız bir yanlışa -sünnetullahın gereği olarak- bir sıkıntıyla ve cezâyla karşılık veriyorsa, hayâtımız boyunca Dünyâ’da yaptığımız kötülükler ve günahların sonucu da -sünnetullahın bir gereği olarak- âhirette karşımıza çıkacak ve terâzide günahlar daha ağır basarsa cehennemi boylayacağız. Allah bundan gocunmaz ve birilerinin, -Allah’ın rahmetine güvenerek- zannettiği gibi, “bırakın herkes cennete girsin” demez. Eğer öyle olsaydı aynı şey Dünyâ’da da olurdu ve başımıza -Allah’ın rahmetinin gereği olarak- bir kötülük gelmemesi gerekirdi. Oysa Dünyâ’da yaptığımız yanlışların cezâsını daha Dünyâ’da görmeye başlıyoruz. O-hâlde yaptığımız ağır günahların ve suçların cezâsını da hem Dünyâ’da hem de âhirette kesinlikle göreceğiz. Allah nasıl ki Dünyâ’da bir yanlışımıza cezâyı hemen kesiyorsa, âhirette de, Dünyâ’da yaptığımız yanlışlara cezâyı kesecektir ve Allah’ın rahmeti günahkârların çok da işine yaramayacaktır. Tabi bu durum; iyilik, hayır, sevap ve doğru şeylerin karşılığı olarak hem Dünyâ’da hem âhirette “mükâfat” şeklinde olacaktır.

 

Modern insan, mevcut her kötü durumu eğitimsizliğe bağlıyor. Hiç kimse dinsizlikten ve beşerî-şeytânî hayat-tarzının kötülüğünden bahsetmiyor. Oysa yılanın başı dinsizliktir, Allahsızlıktır. Küresel tâğutlar da, yaptıkları şerefsizlikleri İslâm’a yıkarak sürdürüyorlar. Ahmaklar da “iyi olan ne varsa modernlikten dolayı”; “kötü olan ne varsa İslâm’dan ve din’den dolayı” oluyor zannediyor.

 

Dünyâ’da an îtibârıyla yaşanan kötülükler, şer, çirkinlikler vs. İslâm’ın hâkim olmaması ve hayâta beşerî ideolojilerin hâkim olması nedeniyledir. Hele hak ile bâtılın karıştırılması, hakkın hiç olmamasından daha kötü sonuç veriyor.

 

Vahye gerek yoktur, akıl en iyi yolu bulur deniyor. Fakat vahiy her zaman, aklın ortaya koyduğu kötülükleri düzeltmek için gelmiştir. Vahye göre yaşanmadığında, işler zamanla daha da kötüleşir. Çünkü kötülükler hep, vahiyden kopuk olan aklın kullanılmasının sonucudur.

 

İnsanlığın bu çağda en büyük sorunu, bedeninin=nefsinin hoşuna giden şeylerin “doğru” olduğunu, bedene sıkıntı veren şeylerin de “kötü” olduğunu zannetmesidir.

 

Dünyâ’da meydana gelen kötülükleri ve zulümleri Allah yapmıyor ki O düzeltsin. Kötülükleri ve zulümleri yapanlar “kötü insanlar”dır, o-hâlde düzeltmesi gerekenler de “iyi insanlar” olmalıdır. Tabi Allah’ın sisteminde, zulüm kritik seviyeyi aştığında sünnetullah mutlakâ devreye girer.

 

Eğer iyilik gibi kötülük de Allah’tan gelmiş olsaydı, kötülük “kötülük” olmazdı ve “iyilik” olurdu. Fakat kötülük “iyilik” değildir. Kötülük, insanların kendi işlediklerinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. İnsanlar haktan-hakîkatten yâni Allah’tan ve İslâm’dan uzaklaştıkça kötülükler açığa çıkar. Dünyâ’nın doğal hâlinde de kötülükler değil ama zorluklar  vardır, fakat insan doğal zorlukların yanında, yaptığı yanlış işlerin sonucunda açığa çıkan kötülükler nedeniyle doğal olan zorluklara yapay zorluklar da ekler ve böylece yaşamak çok zor hâle gelir.   

 

Kötülüğü en çok, alttakiler hisseder ve Dünyâ da en çok onlar için yaşanmaz hâle gelir. Mutlu azınlık kötülükle daha az karşılaştığı ve sorunları maddî olarak çözebildiği için kötülüğün yaygın olduğunun farkında değillerdir. Fakat onlar fark-etmiyor diye “kötülük yok” demek değildir.

 

Allah’ın kötülüklere müsâde etmesinin bir-takım sebepleri vardır. Bâzıları için kötülük, insanoğluna sağlanan en büyük armağanlardan biri olan özgür irâdenin bir sonucu olarak vâr olmak zorundadır. Allah insana özgür irâde vermiş olduğu için ona bir seçme özgürlüğü de vermiş demektir. Buna göre insan ya Allah’tan gelen iyiliği seçecek yada şeytanın ve nefsinin ayartması sonucunda “potansiyel kötülüğü” seçecek ve kötülük ortaya çıkacaktır. Kötülükler zâten bu şekilde ortaya çıkar.

 

Allah’ın sürekli olarak kötülüklere müdâhale etmesi ise hem imtihan gerçeğine hem de insanın özgür irâdesine müdâhale olacağı için, Allah’ın sürekli olarak kötülüklerin açığa çıkmasını önlemesi mânâsız olur. Zâten bunu insanın kendisi de istemez. Bakmayın siz ateistlerin falan; “Allah niçin kötülüğe izin veriyor?” gibi sorular sorduklarına, eğer Allah kötülüğe izin vermeyecekse o zaman bütün işleri kendi üzerine alacağı için size irâde de vermemesi gerekir. Çünkü iyilikler Allah’tan, kötülükler ise insandandır.

 

Allah, -rahmeti nedeniyle- çoğu zaman kötülüklerin açığa çıkmasını çoğu zaman engeller: “Size isâbet eden her musîbet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu da affeder” (Şûrâ 30). Fakat Allah’ın sürekli olarak kötülüğü engellemek için müdâhalede bulunması insanın özgür irâdesini zedeler ve imtihanın da bir anlamı kalmaz. O zaman da “Allah hiç-bir şeyi yaratmasaydı daha iyi olurdu” düşüncesi açığa çıkar. Şu da var ki, Allah bizim -hâşâ- uşağımız değildir ki sürekli olarak yanlışlarımızı düzeltmek zorunda olsun. 

Peki “Allah niçin kötülüğe izin veriyor?” diyenler, hayâta; insanın, aklın, maddenin, eşyânın, doğanın, bilimin, teknolojinin, beşerî düşünce ve ideolojilerin, seküler davranışların, lâik, seküler, demokratik, feminist, modern beşerî akımlar hâkim olduğu hâlde bunları eleştirmiyorlar, sorgulamıyorlar ve suçlamıyorlar da sürekli olarak Allah’ı suçluyorlar?. O çok övdüğünüz ve güvendiğiniz sözde ileri düşünce, ideoloji ve sistemler niçin kötülüğü kaldıramıyor ve bitiremiyor ki?. İnsanlığın geldiği en ileri seviye(!) niçin kötülükleri bitiremiyor?. El cevap: Kötülükleri kaldırmak, günahı, haramı, suçu, ayıbı, çıkarı, tutkuları vs. beşeri arzuları da kaldırmayı gerektiriyor da ondan. Şirki, küfrü, ahlâksızlığı, haksızlığı, eşitsizliği ve zulmün her türlüsünü kaldırmadan kötülüğü nasıl kaldıracaksınız ki?. Fakat bunları kaldırmak, bunlar üzerinden haz, neşe ve zevk içinde yaşayan insanın işine gelmiyor. Şeytanın etkisindeki nefsin doğrultusunda yaşayan insanın işine gelmiyor. Böyle olduğu için de kötülük bitmediği gibi günden-güne çoğalıyor. “Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir” (Yûsuf 53). Mesele budur..  

 

Bakmayın siz herkes için “iyi insan” dendiğine. Târih boyunca kötüler iyilerden çok daha fazla sayıda olmuştur. Hz. Nûh’un bedduâsının nedeni de buydu:

 

“Nûh ‘Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden yurt edinen hiç kimseyi bırakma!’ dedi. Çünkü Sen onları bırakacak olursan, Senin kullarını şaşırtıp-saptırırlar ve onlar, kötülükte sınırı aşan (fâcir’den) kâfirden başkasını doğurmazlar” (Nûh 26-27).

 

Kötülükler günahların, haramların, suçun ve ayıbın işlenmesinin sonucudur. Meselâ zinâ bunlardan biridir:

 

“Zinâya yaklaşmayın, gerçekten o, ‘çirkin bir hayâsızlık’ ve kötü bir yoldur” (İsrâ 32).

 

Peki ne yapmak ve nasıl yalamak gerekir?. Örnek olarak şu âyetleri gösterebiliriz:

 

“Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namazı kıl. Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara bir öğüttür” (Hûd 114).

 

“Sana Kitap’tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşâ)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah’ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibâdet)tür. Allah yaptıklarınızı bilir” (Ankebût 45).

 

“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir” (Fussilet 34).

 

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velîleridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Tevbe 71).

 

Allah zâten ancak böyle yaşayan insanların kötülüklerini örter ve kötülükler de ancak böyle bir yaşam ve tevbeyle azalır ve biter:

 

“Îman edip sâlih amellerde bulunanlar ise; biz şüphesiz onların kötülüklerini örteceğiz ve şüphesiz yaptıklarının en güzeliyle karşılık vereceğiz” (Ankebût 7).

 

“Kötülük işleyip bunun ardından tevbe edenler ve îman edenler; hiç şüphesiz Rabbin, bundan (tevbeden) sonra elbette bağışlayandır, esirgeyendir” (A’raf 153).

 

“Sonra gerçekten Rabbin, cehâlet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden ve ıslah olanlar(la berâberdir). Şüphesiz Rabbin bundan sonra bağışlayandır, esirgeyendir” (Nâhl 119).

 

Fakat tevbe etmeyi çok geciktirmek hiç tevbe etmemek gibidir:

 

“Allah’ın (kabûlünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehâlet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabûl eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir. Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: ‘Ben şimdi gerçekten tevbe ettim’ diyenler, ne de kâfir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır” (Nîsâ 17-18).

 

Batı’ya ve modernizme meftûn, râm ve hayrân olanlar, İslâm’ı “kötülüğün kaynağı” zannetmeye başlarlar. Oysa din hayâta hâkim değilse, kötülüklerin ve yanlışlıkların faturası dîne çıkarılamaz. Hayâta ne ve kim hâkimse tüm kötülüklerin faturası ona çıkarılmalıdır. Vâr olan bir yanlış ve ortaya çıkan bir kötülük, “sistem-içi yanlış ve kötülük”tür. Sistemi sorgulamadan hiç-bir yanlışın ve kötülüğün önüne geçilemez.

 

Toplumda iyice yer etmiş ve artık ortadan kaldırılması mümkün olmayan kötülükler, ancak o toplumla birlikte yok edilebilir. Târih boyunca yaşanmış olan helâkların nendi budur.

 

Bilim iyi-kötü ayırımı yapmadığı ve yapamadığı için, Allah’tan koparak nefsinin kontrôlüne girmiş olan insan, bilimin kötü ve yıkıcı yönlerini daha çok açığa çıkaracaktır. Modern-bilim ve teknoloji bu yüzden yıkıcıdır ve bu sebeple daha çok kötülüklere neden olmaktadır.

 

Bir şeye yada kişiye olan körü-körüne ve aşırı bağlılık, o şeyin ve kişinin günahlarını ve kötülüklerini görmeyi blôke eder. İnsanın başına gelen kötülüklerin ve olumsuzlukların çoğunun sebebi budur.

 

Başınıza gelen kötü şey iki nedenden biri sebebiyle gelmiştir: Garibanlık ve cehâlet. Bunlar birbirinin “neden-sonuç”udur. Câhil; “kötü olan şey”i, “başına gelmedikçe” idrâk edemeyen kişidir. Dolayısı ile, toplumun geneli (ekser-un nas) câhildir.

 

Eylemin tohumu sözdür. Kötülük ve iyilik, “konuşarak” başlar.

 

Emr-i bil mâruf ve nehy-i anil münker=“iyiliği emir ve kötülüğü kaldırmak” İslâm’ın ana kuralıdır. Hayra çağıran, iyiliği (mârufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunmadığında, müslümanların parçalanması kesindir: Âl-i İmran 104-105

 

Kişiyi kötü olmaktan gerçekten engelleyecek şey, “devlete hesap vermek” değil, “Allah’a hesap vermek” korkusudur.

 

Hümanizme göre, yapılan kötü-çirkin-ahlâksız bir şey insanı rahatsız etmiyorsa, “sorun” yoktur.

 

Büyük yanlışların güzellikle düzeltildiğinin (Belli bir süreliğine Yûnûs Kavmi dışında -Yûnûs 98-) bir örneği yoktur. Târih boyunca kötülük ancak şiddetle düzeltilmiştir.

 

İnsanların yerleşmiş kötü alışkanlıklarından/yanlışlarından vazgeçmesi ve kendine gelmesi için, “ağır belâlara uğramaları”ndan başka yol yoktur.

 

Bir kötülüğe yapılan îtiraz, ancak “iyi” tarafından olursa anlamlı ve tutarlı olur. Yoksa kötüye, diğer bir kötülük tarafından yapılan îtiraz hem anlamsız, hem de tutarsızdır.

 

İyiliği istiyorsanız, kötülükten uzak durmanız gerekir. Fakat iyi olmak için “kötülük yapmamak” yetmez, kötülük yapmadıktan sonra bir de “iyilik yapmak” gerekir.

 

İslâm sâdece, “kötü-yanlış-çirkin olan şeyi yapmamak” demek değildir. İslâm; “kötü-yanlış-çirkin” olan şeyi yapmaktan uzak durduktan sonra; “iyi-doğru-güzel” olan şeyi de yapmak demektir. Ancak o zaman Allah’ın emri “tamam” olur ve hakkıyla müslüman-mü’min olunur. Peygamberimiz peygamberlikten önce de; “kötü-çirkin-yanlış” olan şeyi yapmıyordu. Fakat, Allah için bu yeterli değildi. Bu nedenle de Peygamberimiz’e “ağır bir yük” yükledi. Allah, mü’minleri, kötü-çirkin-yanlış olan şeyleri yapmadıktan sonra; “iyi-doğru-güzel” olan şeyleri de yapmaya sevk-eder ve bunu emreder. Kötülüğü iyiliğe çevirmenin başka bir yolu yoktur.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ocak 2024

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder