13 Temmuz 2016 Çarşamba

Tasavvuf ve Şizofreni


“De ki: Hak geldi, bâtıl yok oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur” (İsrâ 81).

İslâm, ilk-insanla başlayan bir dindir ve Allah katında İslâm’dan başka hak-din yoktur. Hak-din zannedilen Hristiyanlık, Yahudilik vs. ya hakîkati büyük ölçüde tahrif edilmiş, yada sonradan düzenlenmiş olan ve içinde vahiyler de bulunan fakat fesada uğratılmış olduğundan dolayı bâtıla kaymış olan dinlerdir. Yâni bu dinler “hak” özelliğini kaybetmişlerdir. Tüm peygamberler -ki buna Hz. Mûsâ ve Îsâ da dâhildir- İslâm peygamberidir ve dinleri de İslâm’dır. İslâm, sâdece Hz. Muhammed’in peygamberliğini yaptığı dîne has bir isim değildir, o, “Allah’ın dîni”nin adıdır. Allah bu dîni sünnetullaha göre ve sünnetullaha uygun olarak göndermiştir ki Allah’ın sünnetinde bir değişiklik olmaz zâten:

“Allah’ın önceden geçenler hakkındaki kânunu budur. Allah’ın kânununda aslâ bir değişiklik bulamazsın” (Ahzâb 62).

Allah, İslâm’ın insanlar tarafından her tahrif edilişinde peygamberler ve vahiyler göndererek dînini tahrifattan kurtarmış ve güncellemiştir. En son olarak da kalıcı bir vahiy göndererek ve seçtiği Peygamber ile bir sünnet ortaya koyarak vahyini tamamlamıştır. İslâm dîninin insanlar tarafından tahrif edilmesinin nedeni, insanda bulunan ve şeytan tarafından uyarılan nefsin vermiş olduğu dürtülerdir. Dünyâ bir “imtihan dünyâsı”dır ve bu imtihanı kazanacak olanlar âhirette ebedî huzûru hak edecek ve o huzûra kavuşacaklardır. Bilindiği gibi hiç-bir imtihan kolay değildir. Yâni Dünyâ zor bir imtihan alanıdır. Fakat şöyle de bir kolaylık vardır ki Allah, insanı hem bu imtihana uygun olarak yaratmıştır hem de imtihanda çıkacak soruları ve cevapları da vermiştir. İnsana ise sâdece çıkacak soruları ve cevapları çalışmak ve benimsemek düşer. Fakat insanlar çok tembel, çok zâlim, çok câhildir. Bu nedenle insanlar bu imtihandan kurtulmak için çeşitli çâreler aramışlar ve zamanla o çârelere inanmaya ve hattâ o sözde çâreleri din edinmeye başlamışlardır. İşte tasavvuf da; hem Dünyâ’nın doğal zorluklarından hem de Allah’ın insana imtihan gereği yüklediği sorumluluktan kurtulmak için şeytanın telkinleriyle uydurulmuş olan bir felsefe yada bâtıl bir dindir. Bu felsefeyi güyâ meşrûlaştırmak için İslâm’dan bâzı âyetleri yanlış çevirerek ve işlerine gelen bâzı uydurma hadis ve rivâyetleri kullanarak ve felsefelerinin içine sokarak bir dayanağı olduğunu göstermeye çalışmaktadırlar.

İslâm’da adına tasavvuf denen bâtıniliğin ortaya çıkış nedeninin, Dünyâ’nın ve İslâm’ın görece zorluklarından kurtulmak isteyen bir duygu ve düşünce olduğunu düşünüyoruz. Yâni, İslâm’ın fetihleri sonucunda ayrıcalıklarını kaybeden ve bâtıl dinlerine çok sıkı bağlı olanların askerî olarak karşı koyamadığı İslâm’a, “içerden bir zarar vermek istemesi plânı” diyebiliriz. Hem İslâm’i iktidârın, hem de vicdânın baskısından bir şekilde kurtulmak için şeytanın fısıltılarıyla oluşturulan düşüncelerin bir toplamıdır tasavvuf. Fakat şu da var ki; Allah katında tek din İslâm olduğundan ve İslâm’dan başkası bâtıl olmaya mahkûm olacağından, tasavvufun önerileri ve düşünceleri de mecbûren bâtıl oluyor. Çünkü İslâm’a rağmen bir hakîkat arayışı bâtıldır. Bu durumda, İslâm’a karşı oluşturulmaya çalışılan tasavvuf bâtıl oluyor ve tüm bâtıl dinler ve düşünceler gibi çelişkiler ve yanlışlar, sapıklıklar, hattâ komikliklerle doludur. Normâl insan aklının alamayacağı komikliklere sâhip ve ancak çocuklara anlatılabilecek fantastik hikâyeler gibi masallar içermektedir. 500 km. uzaktaki bir kişinin odun keserken baltasının kırılması üzerine, diğer kişinin 500 km. beriden savurduğu baltanın, baltası kırılan kişinin ayağını önüne düşmesi; şeyhini “karısının üstünde” görünce gördüğü şeyin gerçek olmayıp “zâhiri” olduğunu ve şeyhinin sürekli bâtınî âlemlerde gezdiğinden, bâtınî âlemin zâhirde gördüğü gibi olmadığı ve dolayısı ile şeyhini suçlayamayacağıJ; “yanımdan karımı kaçırsalar bir şey diyemem, çünkü yapıp-eden Allah’tır” diyenler (lâ fâile illallah); kendini peygamberlerden, meleklerden ve hattâ Allah’tan üstün görenler; şeytanı, Firavun’u ve Kur’ân’da anlatılan İslâm’ın meşhûr düşmanlarını günahsız bir îman âbidesi gibi sunanlar; kâinâtı elinde tesbih gibi oynadığını zannedenler ve buna inananlar; şeyhinin kendisi hakkında her şeyi bildiğini düşünenler ve ona râbıta ederek açık bir şirke düşenler; eşiyle birlikte olmak için bile efendisinden izin isteyenler; sükseli ama çok saçma bir sözü anlamadığı ve içi kabûl etmediği hâlde sürekli dile getirenler ve daha saymakla bitmeyecek bir-çok saçma, sapık, yalan-dolan sözler, düşünceler ve inanışlar var.

Tasavvufun temeli; cinler, halüsinasyon/serap, hipnoz, kâhinlik vs.’dir. Bu kişiler büyülenmiş yada hipnoz hâlindedirler. Zîrâ akıllarını blôke etmişlerdir. Artık ne dense ve söylense kabûlleridir. Zâten başka türlü tasavvufun zorvalıkları kabûl edilemezdi.  

Tasavvufun, bâtıniliğin saçma-sapan düşünceleri, sözleri, anlatımları, hocalarımızın-üstatlarımızın derlemiş olduğu kitaplarda ayrıntısıyla işlenmiş hâldedir. (Meselâ Ercüment Özkan, İbrâhim Sarmış, Celâleddin Vatandaş) Bu tarz kitapların okunmasını şiddetle tavsiye ediyoruz. Fakat bizim söylemek istediğimiz şey şudur ki; bu tarz saçma-sapık anlatılara inanmak, ancak ve ancak bir hastalığın neticesinde olabilir: Şizofreni.. Fizîki-zihnî-ruhsal yapısına uygun olmayan bir çocukluk yaşamış, hayatta zor travmalarla karşılaşmış, fantastik zihne sâhip, aynı-zamanda da tembel, korkak, pısırık, dağınık, kıçını zorlamayı sevmeyen -çünkü bâzı târikatlarda zorluklara girilmesi istense de, felsefî tasavvufta kimse kimseden bir zorluğa girmesini istemez- kişilerin ve hayatta bir “yer” edinememiş olanların sığındığı çürük bir limandır tasavvuf. Bu kişiler tasavvufa girince tasavvufun yalan-dolanları ve saçmalarıyla iyice zıvanadan çıkıyorlar ve şeytan-merkezli tasavvuf etkisiyle şizofrenik bir hâl almaya başlıyorlar. Artık gerçek olmayan şeyleri mutlak gerçek şeylermiş gibi kabûl edebiliyorlar. Meselâ efendilerinin kendilerine havadan ve hevâdan verdiği mânevî makam-mevkî, onları farklı hâl ve tavırlara sokuyor ve hiç kimsenin umurunda olmadıkları hâlde kendilerini toplumun ayrıcalıklısı gibi görebiliyorlar. Bunun nedeni, gerçek hayattan kopmuş olmalarıdır. Tasavvuf kişileri gerçek hayattan koparıyor ve onları bir yalan içinde yaşatıyor. Zâten TDK sözlüğünde şizofreni; “gerçeklerle olan ilişkilerin büyük ölçüde azalması, düşünce, duygu ve davranış alanlarında önemli bozulmaların ortaya çıkması gibi belirtiler gösteren bir ruh hastalığı” olarak târif edilir.

Bâtıniliği tasavvuf adı altında ortaya atanlar, yukarıda söylediğimiz gibi; İslâm’a yenilmiş olan ve çıkarlarına tam uygun eski sapık dinlerinin aşırı bağlısı olan ayrıcalıklı kişilerdir. Onların hedefi, kendi sapık dinlerine uygun olarak İslâm’ı içten çürütecek bir felsefî sitem ortaya koymak ve böylece İslâm’ı daha doğrusu müslümanları zayıflatıp yıkmak istemeleridir. Bunu ilk zamanlar, İslâm hayâtın tam ortasında güçlü bir şekilde durduğundan başaramamış olsalar da, attıkları fitne 4-5 asır sonra işe yaramaya başlayacaktır. Ercüment Özkan:

“Küfür, İslâm’dan intikâmını tasavvuf yoluyla almıştır. Kurdun kuzu postuna bürünmesi gibi, tasavvuf da şirk anlayışını İslâm postuna bürüyerek halka sunmuştur” der.

Öyle ki tasavvufun sözde büyüklerinden olan Celâleddin Rûmi; Müslüman kadınlara-kızlara tecâvüz eden, çoluğu-çocuğu kılıçtan geçirip mallarını yağma eden moğolları bir kurtarıcı gibi görmüş ve hattâ moğol komutanını “ermiş bir kişi” gibi gösterdikten sonra Cengiz Han’ı da peygamber îlân etmiştir. Tüm bunlar şizofrenik bir davranışın ve psikolojik bir bozukluğun işâretidir. Stockholm Sendromu’nda olduğu gibi, tecâvüzsüne âşık olan bir tutum takınıyorlar. Ne de olsa sapık inanışlarına göre yapan-eden -hâşâ- Allah’tır. Bu düşünceye göre zâlimlerin piri -hâşâ sümme hâşâ- Allah oluyor. Üstelik böyle bilmeyi ve inanmayı “tevhid” olarak görüyorlar bu anlayışa ulaşmış olanları kendi aralarında üstün kişiler (hatm-i merâtip) olarak kabûl ediyorlar.

Tasavvuf bağlılarına bakılınca hiç de sözlendiği yada bilindiği gibi sessiz, sâkin, hoşgörülü birileri olmadığı görülüyor. Psikopat bir yapıya sâhipler. Hemen hepsi çok sinirli ve kendi düşüncelerine sağlam delillerle karşı çıkanları neredeyse boğup öldürüverecekler. Öyle sanıldığı gibi “aşk adamı” falan da değiller. Celâleddin Rûmi; birbirilerini seven Kimyâ Hâtun’la oğlu Alâaddin’e düşmanlık derecesinde karşı çıkarak Kimyâ Hâtun’u Şems’e peşkeş çekmişti. Aşka hürmeti falan yoktu yâni. Zâten onlar “sevgi” yerine “aşk” sözünü kullanırlar ki aşk da şizofrenik bir durumun tezâhürüdür. Zîrâ aşkta bir “kendini kaybetme hâli” vardır ki tasavvufçular bu durumu üstün bir özellik gibi sunarak şizofreniyi ayyuka çıkarırlar. Sevgiye ve sevgi için özveriye canımız fedâ; lâkin bir psikolojik bozukluk, bir travma olan aşk yüzünden perişân olmayı en üstün insanlık durumu gibi göstermek normâl bir insan davranışı değildir ve gerçeklik dışında yaşamak (şizofreni) demektir bu. Kendinde olamama yâni sarhoşluk hâlini, insan-ı kâmilin hâli gibi gösteriyorlar ve anlatıyorlar. İyi de insan-ı kâmilin pîri olan Peygamberimiz’de bu tarz tutumlar görülmüş müdür ki?.

Akıl sağlığı yerinde, duygu durumu normâl olan bir psikolog-psikiyatrist, tasavvufçuların arasına katılsa ve onları dinlese, ağır bir depresyon içinde olduklarını görürdü ve bu rûhi çöküntüden kurtulmanın çok-çok zor olduğunu düşünürdü.

Tasavvuf müntesipleri, aynı-zamanda şizofrenik bir belirti olarak Yaygın Anksiyete Bozukluğu’na sâhiptirler. Bir yazıda bu bozukluğu olan kişiler için şunlar söylenir:

Gerçek bir neden yokken yada nedeni olsa bile durumla uygunsuz olan, aşırı olan denetlenemeyen nitelikteki endişe hastalığın temel belirtisidir. Çoğu-zaman kişi endişelerinin aşırı olduğunun farkındadır, ancak endişelenmelerini denetleyemezler ve bir-türlü sâkinleşemezler. Çevrelerinde “aşırı evhamlı” olarak tanınırlar. Yorgunluk, dikkat bozukluğu ve konsantrasyon güçlüğü, en ufak sesle kolayca irkilme, uykuya dalamama ve gece sık-sık uyanma diğer önemli belirtilerdir”.

Neden böyledir?: Çünkü gittikleri yol bâtıldır. Gittikleri yol ne kendi iç âlemlerini düzeltip onları ferahlatır ve vahyin enerjisi ile canlandırır, ne de Dünyâ’daki bir zorluğa-zulme karşı bir şey yaptırır. Tasavvuf, insanı içten-içe tüketen sapık bir felsefedir. Kişinin beynini yer ve işlemez hâle getirir. Kişiyi; aptallaştırır, korkaklaştır, tembelleştirir (lâ fâile illallah), vurdum-duymaz bir hâle getirir. Fakat bunlar insanı insan yapan özellikler olduğundan, bu olumsuzluklara kapılmış olanlar, insanlığını Allah’ın istediği ve düzenlediği gibi yaşayamadıklarından, rûhi ve ardından da fizîki hastalıklara dûçar olurlar. Hiç kimseye güvenememe, bir-türlü tatmin olamama, sürekli sonsuz sorular vs. Artık bu duruma gelmiş olan tasavvufçular, dînin en ufak bir sözünden bile rahatsız olarak dîni-Kur’ân’ı takmamaya başlarlar ve sâdece kendilerine gelen sözde “tecelliler”e göre düşünürler ve konuşurlar. Fakat tecelli zannettikleri o şeylerin şeytanın fısıltıları olduğunu bile idrâk edemezler. Zâten tecelli ve ilham, oturulup dururken gelmez; düşünülüp dururken yada amel-eylem hâlindeyken gelir. Şeytanın fısıltılarını “vahiy” zannedenler bile vardır, zîrâ “gerçek”ten kopmuşlardır ve paranoid şizofreni durumu baş göstermiştir. Bu şizofreni şekli şöyle târif edilir:   

“Şizofrenin bir alt-tipidir. Bu tip, şizofreninin en çok görülen tipidir. Bu şizofreni alt-tipinde, bâzen dîne aşırı düşkünlük, meta-fizik, filozofik yada cinsel uğraşlar görülebilir. Rahatsızlığı kabûl etmez, belirtileri gizlemeye çalışır, sanrıları yüzünden savunmaya geçer ve toplumdan uzaklaşırlar. Düşünce bozuklukları baskındır. Kötülük görme sanrıları, büyüklük sanrıları, etkilenme fikir ve sanrıları, alınganlık, kuşkuculuk bu türde sık görülen düşünce bozukluklarıdır. Başlangıcı genellikle yavaş ve daha geç yaştadır”.

Böyle bir duruma gelmiş olan kişi artık tasavvuf sohbetlerine şizofrenik durumunun bir güdüsü ve vehmiyle alışkanlık olarak devâm eder. Tasavvuf bir çeşit alışkanlık yapar. Aynen tüm bâtılların ve zararlıların yaptığı alışkanlık gibi. Böylece “günlük tasavvuf sözleri” dinlemek ihtiyâcı hisseder. Zîrâ hiç-bir zaman gerçek bir cevap alamaz. Tatmin olamaz bu nedenle. Sigara gibi; içip bitirdikten bir-süre sonra tekrar sigara içme isteği duyulmasına benzer. Artık günde 1-2 paket tasavvuf zırvalığı dinlemek zorunda kalır. Duydukları, kişiyi gerçek anlamda rahatlatmaz, onu inşâ etmez ve sorularına gerçek cevaplar veremez. Amele-eyleme dönük değildir çünkü. Amele-eyleme dönük olmadığında ve dönmediğinde söz bitmez ve uzar gider. Anlamsız tekrarlar deverân eder durur. Bu nedenle kişi artık sürekli olarak tasavvufu tâkip eder ama gün geçtikçe durumu ağırlaşır. Bâtıl olanın özelliği budur zîrâ. Tam; “buldum, tamam artık” dediği anda, cevap veremediği bir soru, bir düşünce yada söz ile çöküverir. Bulduğunu zannettiği cevap vahiy-merkezli değil şeytan-merkezli olduğundan yanlış ve bâtıl bir cevaptır ve bâtılın ömrü en fazla 1 gündür. Şeytan ise ayartmalardan başkasını vaat etmez kişiye. Bundan kurtulmanın çâresi olarak da kendisine verilen makam-mevkilerle kendi-kendine övünür durur. Kendinde bulunduğunu zannettiği makam, gerçek değildir. Fakat o, başkalarına göre o sözde makâma sâhip olduğunu düşündüğünden, kendi-kendine bir şizofreni hâli yaşar durur. O makamları kimse takmaz ve önemsemez aslında. Tasavvufçular kendi içlerinde toplu olarak yaşadıkları şizofreniyi hep birlikte sürdürür giderler. “Toplu şizofreni hâli” oluşur. Bu-arada hayat da hızla ilerlemektedir ve “kaçınılmaz son” yaklaşmaktadır. Tasavvuf melâneti ile Dünyâ’da kendilerini felâkete sürükleyen bu kişiler, âhirette de “kaybedenler”den olacaktır. Fakat şu unutulmasın ki dünyâ-hayâtının ızdırâbı, âhiretin yanında hiç-bir şey değildir.

Evet; bu şizofreniden ve maddî-mânevi hastalıktan kurtulmanın en iyi ilacı vahiydir. Vahiy-merkezli ve âhiret kaygılı bir hayat yaşanmadıkça bu berbat durumdan kurtulmak imkânsızdır. Lâkin bu durumdan kurtulmak mümkündür ve birazcık bedel ödeyerek bu durumdan kurtulabilinir ve gerçek hayâtın içinde inançlı bir şahsiyet olarak mücâdele-mücâhede edilebilir. İnsanın normâl ve doğal durumu buna uygundur.

En büyük yardımcı Allah’ın rahmeti ve vahiy olacaktır.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Temmuz 2016

















2 yorum:

  1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. İftirâyı ben değil, senin o "büyük" zannettiğin sapıklar, İslâm'a atıyorlar. Tasavvuf İslâm-dışı sapık-bâtıl bir dindir. İslâm'ın/Kur'ân'ın tasavvuf gibi şeytan-işi pisliklere ihtiyâcı yoktur. İslâm hikmeti de kendi içinde taşır zâten. Bizim "hikmet"imiz "Sünnet"tir.

    YanıtlaSil