Genel Görelilik Teorisi kapsamında söylenen; “hız
arttıkça zaman yavaşlar” düşüncesi bir yanılsamadır. Zâten teoride-düşüncede ve
matematiksel olarak böyle bir sonuç çıksa da, bu teori hem pratiğe dökülemez ve
hem de pratikte aynı sonuç çıkmaz. Çünkü kâinâtın her yerinde aynı zaman işler
gözlemci olan insana göre. Pratikte tüm sonuçlar teoridekine göre farklı çıkar.
Pratik, teorik önermelerin dediği ve gösterdiği gibi çıkmaz hiç-bir zaman.
Çünkü pratiğin anlam ve eylem açısı ve aralığı çok daha geniştir. Bir teoriye
tek bir pratik uygulanabilir fakat bir pratiğin bir-çok yorumu yapılabilir.
Zamân ölçüsünü belirleyen bir kriter yoktur kâinatta
ve çeşitli zaman-aralıkları vardır. Meselâ hassas bir aralıkla pulse atan, sönmüş
yıldızlar olan pulsarlar gibi. Çok hassas fakat farklı aralıkta olan sinyâl
odakları vardır. Zamân için ölçü koyan varlık insandır ve bir insan diğer bir
insana göre “gerçek anlamda” farklı ve doğru bir zaman ölçümü yapamaz. Hele ki
mevcut dünyâda kullanılıp duran zaman-ölçüsüne göre psikolojik bir hissedişten
başka gerçek anlamda farklı bir zaman-durumu çıkmaz ve belirlenemez.
Bu önermenin deneyi olarak gösterilen “ikizler
paradoksu”na göre; Uzaya gönderilen kardeşlerden
biri yüksek hızlı bir roket tarafından uzaya fırlatılmış ve orada bir seyahate
gönderilmiştir. Uzun bir zaman sonra evine döndüğündeyse ikiziyle yaş ve vücut
olarak büyük bir farklılık ile karşılaşmıştır. Dünyâ’da kalan ikizin daha hızlı
yaşlandığı, çünkü Dünyâ’daki zamânın daha hızlı aktığı düşünülmektedir. Bu
deneyin kökenleri Einstein’ın İkizler Paradoksu’na gidiyor. İkizler deneyinde
biri roketle yıldızlara doğru yüksek hızla ilerleyen, diğeri Dünyâ’da kalan
ikizlerin zamana karşı değişimi inceleniyor. Enstein’ın genel görelilik teorisine
göre uzaya giden ikizin, Dünyâ’ya döndüğünde kardeşinden daha genç olması
gerekiyor. Çünkü “hız arttıkça zaman yavaşlar” deniliyor. Hâlbuki zaman,
maddenin bir sonucudur ve bir şeyin zamânı, bağlı olduğu maddeye göredir. Zaman
her zaman, maddenin hemen yanı-başındadır. Madde hangi hızda hareket ediyor
olursa-olsun zaman da o hızda hareket etmiş olacaktır, yâni hız arttıkça zaman
yavaşlamayacak, tam-aksine artacaktır. Fakat bu da düşünsel anlamda böyledir.
Dünyâ’daki gözlemci 100 km. hızla giden bir nesneyi de, 1.000 km. hızla giden
nesneyi de kendi orijinâl zaman-bilincine ve gözlemine göre yorumlayacağından,
iki nesne için de aynı zamanda ne kadar yol aldığını hesaplayacaktır. O
hâlde hız arttıkça zaman yavaşlamaz, sâdece hızlı gidildiğinden dolayı
mesâfeler daha çabuk katedilir. Yâni bir yerden diğer bir yere daha az
zamanda ulaşılır. Bu da bir yanılsama olarak zamânın yavaşladığını hissettirir.
Zamanın hızlandığı yada yavaşladığı bir yanılsamadan
başka bir şey değildir. Alexis Carrel:
“Fizyolojik zamânın fizik zamandan tamâmen farklı olduğunu biliyoruz.
Eğer bütün saatler işleyişlerini hızlandırsa yada yavaşlatsalar ve Dünyâ’nın
dönüş hızı da değişse, hayat süremiz
yine değişmeden kalır, fakat bize artmış veya azalmış gibi görünürdü” der.
İkizlerden biri hangi hızda giderse gitsin, ikiziyle
ile aynı yaşta ve zamanda olur ve üçüncü bir gözlemci, ikizlere baktığında bir
fark göremez. Bu nedenle bu durum, bir zamanlar insanların kafasını çok
karıştıran ve güyâ cevâbı yok gibi görülen bir soruya benzer: Üç tâne işçi,
1.000’er lire vererek 3.000 liraya bir karpuz alırlar. Fakat o sırada manavda manav-sâhibinin,
fiyatları pek bilmeyen oğlu vardır. Bir-süre sonra babası gelince oğluna “ne
sattın” der. Çocuk da 3.000 liraya bir karpuz sattığını söyler. Babası “fazla
para almışsın, 3.000 lira değil, 2.500 lira alman gerekirdi, al şu 500 lirayı
adamlara geri ver” der. Çocuk 500 lirayı eşit şekilde paylaştıramayacağını
düşündüğünden, adamların her birine 100’er lira geri verir ve 200 lirayı da
cebe atar. Şimdi soru şu; Bu durumda adamların her biri karpuz için 900’er lira
vermişlerdir. 3X900=2.700 lira eder. 200 lira da manavın oğlunda vardır, 2.900.
Peki kalan 100 lira nerededir?. Bir-türlü cevap bulunamaz. Buradaki sorun,
matematiğin yorumlanma şeklinden kaynaklanır. Hayâli bir gözlemciye göre olan
bir değerlendirme yapılması, bu önermenin yanlışlığıdır. Sanki ikizlerin her
biri için aynı-anda ve duyguda bir gözlemci varmış gibi farz edilmiştir.
Hâlbuki öyle bir gözlemci yoktur ve bu nedenle de böyle bir değerlendirmeden
bahsedilemez. İkizlerden hiç-biri böyle bir zaman farkını kabûl etmez. Matematiksel
bir yanıltmadan kaynaklanan bir yanılsamadır bu. Aslında her ikiz için de aynı
zaman geçmiştir. Bu nedenle ikisi de aynı yaşta ve görünümde olur. Tabi
ışık-hızının %99’una ulaşan ikizlerden biri, çeşitli nedenlerden dolayı artık
yaşayamayacağından, Dünyâ’daki ikiziyle karşılaşması söz-konusu olmaz.
Saatte 108 km. hız ile giden bir araba 0.03 km/s
yapar. Yâni ışık-hızından 100.000.000 kere daha yavaştır. Dolayısıyla ışık-hızına
ulaşırsak bile 1/100.000.000 sâniye zaman geçmiş olacaktır. Yâni değişen zaman,
sözünü etmeye değer olmayan bir zaman olacaktır ki insan bunu hissedemez bile. Bir
yazıda şöyle denir:
“İkizler paradoksunda “aksayan” nokta, füzeyle giden ikizin belirli bir
anda geri dönmüş olduğunun unutulmuş olmasıdır; zîrâ ikizler tekrar Dünyâ’da
buluşmuşlardır. Oysa, geri dönmek yavaşlamayı ve/veya yön değiştirmeyi
gerektirmektedir. Demek ki füzedeki ikiz her zaman düzgün doğrusal hareket
yapmamış, yönünü değiştirmiştir. Oysa Einstein’ın özel görelilik kuramının
sonuçları ancak, birbirlerine göre herhangi bir bağıl ivmesi olmayan düzgün
öteleme durumundaki sistemler için geçerlidir. Demek ki, bir paradokstan
çok bir mantık hatâsı söz-konusudur”.
İkizlerin kollarındaki saatler değişmez ve sâniyesi-sâniyesine
aynı kalır. O hâlde ikizlerin farklı yaşlarda Dünyâ’da buluşmaları söz-konusu
olmaz ve sözde yaş farkı ikizlerden birinin Dünyâ’ya hiç-bir zaman
dönmeyeceğinde düşünülebilir ki ikizlerden biri hiç-bir zaman Dünyâ’ya
dönmezse, bu teori de ispatlanamayacağından, bu tez sâdece bir “beyin fırtınası”
olarak kalmaya mahkûm olur. Çünkü bu durum bir “görecelik durumu”dur. Fakat “kişiye
göre değişen bir doğru” yoktur. “Yaratıcıya göre olan” şey doğrudur ki insan da
bu doğruya uygun yaratılmıştır. Kişiye göre değişen bir doğru net bir doğru
olmaz. Net doğrunun olmadığı yerde ise bir doğru yoktur. Bu nedenle bu önerme
matematiksel bir senaryodur sâdece ve matematiksel senaryoların çok büyük çoğunluğunun
pratikte gerçekleşmesi imkânsızdır.
Bilim-adamlarının en çok yaptığı şeylerden biri, bir
düşünceyi masa-başında kanıtlamaya çalışırken, tıkandıkları yerlerde
kendilerine ve iddialarına uygun olarak bâzı sâbiteler koymalarıdır. Bu önermede
de hayâli bir gözlemci olduğu kabûl edilmiştir ve ancak o hayâli gözlemcinin
olduğu kabûl edildiğinde önerme teorik olarak doğru görünebilecektir. “Ancak
böyle olursa şöyle olur” denmiştir. Yâni “yengemin … ları olsaydı amcam olurdu”
sözünde olduğu gibi. Olmayacak bir şeyi varmış gibi gösterdiğinizde, olmayacak
şeyler olabilir gibi gözükmektedir ve zannedilmektedir.
Zâten pratik olarak da ışık-hızına ulaşılamaz ve
hattâ yaklaşılamaz bile ki bu önerme denenebilsin ve pratikte de, teoride
söylendiği gibi olduğu görülsün. Evet; bağımsız gözlemciye göre değişen bir şey
yoktur. “Hızlı yaşa genç öl sözü” bu bağlamda geçersiz oluyor. Hızlı yaşayanlar
hızlıca yaşlandıklarından, genç değil ama erken ölürler.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder