“(Kur’ân,) Diri olanları uyarıp korkutmak ve
kâfirlerin üzerine sözün hak olması için (indirilmiştir)” (Yâsin 70).
Âyetin de açıkça söylediği
gibi; Kur’ân, dirileri uyarmak için, dolayısıyla dirilere yâni henüz ölmemiş
olanlara okunmak için gönderilmiştir. Fakat “diri”den kastın ne olduğunu
sorduğumuzda, bu “diri”lerin “biyolojik diriler” mi, yoksa “mânen diriler” mi
olduğu sorusu da gündeme geliyor. Eğer dirilerden kasıt biyolojik diriler ise
ve Kur’ân bunlara okunduğunda bir yararı olmayacaksa bu okuma boşuna bir okuma
olmaz mı?. Kur’ân boşa okunacak bir kitap mıdır ki?. O hâlde Kur’ân’ın “diri”lerden
kastı, “mânen diriler” olmalıdır. Zîrâ biyolojik olarak diri olmasına rağmen
mânen ölü olanlara Kur’ân’ın bir yararı olmaz-olmuyor. Bu durumda Yâsin Sûresi
70. âyetinin bahsettiği diriler, “hatırlatmanın ve uyarmanın fayda verebileceği
diriler” olmalıdır. Zâten mânen ölü olanlara Kur’ân’ın bir faydası
olmayacağından, Kur’ân bir ayırım yapmamızı istiyor:
“Öğüt yararlı olacaksa öğüt ver” (A’lâ 9).
Âyete göre öğüt yâni Kur’ân,
herkese değil, bâzılarına yarar verir. O hâlde Kur’ân, yararlı olacağı
düşünülen dirilere okunmalıdır.
Peki ölmüş olanlara da
okunur mu Kur’ân?. Meselâ şu âyetleri ele alalım:
“…Hem bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız
banadır” (Lokman 14).
“Biz insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke
edinmesini) tavsiye ettik” (Ankebût
8).
“Rabbenâgfirlî
ve li vâlideyye ve lil mu’minîne yevme yekûmul hisâb”. “Rabbimiz,
hesâbın yapılacağı gün, beni, anne-babamı ve mü’minleri bağışla” (İbrâhim 41).
Peygamberimizden de şu hadis
gelmiştir:
“Bir kul öldüğü zaman,
amelinin sevâbı kesilir. Ancak (hayrın devamlı olması ve faydasının kesilmemesi
sebebiyle) şu üç şeyin sevâbı kesilmez: Sadaka-i Câriye (müslümanların
yararlanması için bir şeyi Allah rızâsı için vakfetmek gibi); faydalı ilim
(insanlara Allah rızâsı için dînî ilimleri öğretmek veyâ bunun için kitap
yazmak gibi); kendisine duâ eden hayırlı evlât (insan vefât ettikten
sonra arkasında kendisine rahmet ve mağfiretle duâ eden birisini bıraktığı
zaman, o evlâdın duâsı, yabancı bir kimsenin duâsından daha çok kabûle şâyandır)”
(Müslim; hadis no:1631).
Görüldüğü gibi Kur’ân şu
duâyı öğretiyor: “Rabbimiz, hesâbın
yapılacağı gün, beni, anne-babamı ve mü’minleri bağışla” (İbrâhim 41). Bu
duâ kimin için yapılıyor?. Sâdece diri olan yâni henüz ölmemiş ana-babalara
mı?. Yoksa ölmüş olan ana-babalara mı?. Yada şöyle soralım: Anne-babası ölmüş
olan kişilere bu âyetlerin söylediği ve emrettiği bir şey yok mu?. Bu âyetler
anne-babası ölmüş olanları kapsamıyor mu?. Sâdece anne-babası hayatta olanlar
mı ana-babalarına duâ edebilirler ve Kur’ân okuyabilirler?. Hele ki bu
anne-babalar müşrik olmadığı bilinen insanlar ise. Kur’ân, müşriklere duâ
edilmesini yasaklar, velev ki o müşrik kişi ana-babası yada çocuğu olsun:
“(Babacığım!) Sana selam olsun, ben senin için Rabbimden
mağfiret dileyeceğim” (Meryem 47).
“Babamı bağışla, o gerçekten sapıklığa
düşenlerdendir” (Şuârâ 86).
“Muhakkak ki ben senin için mağfiret dileyeceğim” (Mümtehine 4).
Aşağıdaki âyetler, kâfirler
için mağfiret/af duâsının yapılmasının câiz olmadığına delâlet etmektedir:
“Şu muhakkak ki Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez” (Nîsâ 48).
“Onlardan ölen hiç-bir kimsenin cenâze namazını kılma
ve kabri başında duâ etmek üzere durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Resûlünü
tanımadılar ve yoldan çıkmış olarak öldüler” (Tevbe 84).
“Kâfir olarak ölüp de cehennemlik oldukları kendilerine
belli olduktan sonra, akrabâ bile olsalar, müşriklerin affedilmelerini istemek,
ne Peygamberin, ne de mü’minlerin yapacağı bir iş değildir” (Tevbe 113).
“İbrâhim’in, babası için af dilemesi, sırf ona
yaptığı vaadi yerine getirmek için olmuştu. Fakat onun Allah düşmanı olduğu
kendisine belli olunca, onunla ilgisini kesti. Gerçekten İbrâhim çok yumuşak
huylu ve pek sabırlı idi” (Tevbe 114).
Üstteki âyetler, kişinin
hayatta olan yada ölen anne-babası için eğer müşrik değillerse duâ etmeyi
yasaklamıyor. Fakat onlar müşrikler ise bırakın duâ etmeyi, cenâze namazının
kılınması yasaklandığı gibi, kabri başında bile bulunulmaması emrediliyor.
Âyetler bir ayırım yapıyor; mü’min-müşrik ayrımı. “Müşrik ise duâ etme” diyor.
Fakat buradan; “müşrik değilse duâ edebilirsin” anlamı da çıkıyor. Yâni
ölmüş olanlar içinde duâ edilmemesi gerekenler, müşrik olarak ölenlerdir.
Müşrik olmayanlara ise, -ister hayatta olsunlar isterse ölmüş olsunlar- duâ
edilebileceğini yasaklayan bir emir yoktur ve tam tersine peygamberler
tarafından ana-babaya edilen duâlar var. En bilineni her-gün namazlarda okunan İbrâhim
Sûresi 41. âyettir.
Şimdi; ölen yakınlarımıza,
anne-babamıza -müşrik değillerse- duâ edebiliyoruz. İyi de Kur’ân bize sâdece
emir ve yasakları değil, duâ etmeyi de öğretiyor. Yâni Kur’ân’dan öğrendiğimiz ve
üstte yazdığımız duâlarla ölmüş olan ana-babamıza, atalarımıza, yakınlarımıza
duâ ediyoruz-edebiliriz. Fakat bu durumda onlara Kur’ân okumuş oluyoruz. Kur’ân’daki
duâ âyetleri de Kur’ân’dır zîrâ. Onlara ettiğimiz duâlar Kur’ân’da var
çünkü. O hâlde ölülere Kur’ân’daki duâlarla duâ ederek Kur’ân okunabiliyor.
Bir de “rûhuna Fâtiha
okumak” denen bir uygulama vardır ki, kanımca bunda bir yanlışlık yoktur.
Mustafa Öztürk, “ölülere Kur’ân okunması” hakkında şunları söyler:
“Dînî
alandaki pek çok konuda geleneksel kabûllere olumsuz bakan çağdaş yaklaşımın
duâ ve sevap niyetiyle Kur’ân okunması konusunda sıklıkla öne sürdüğü îtiraz
gerekçelerinden biri, “Kur’ân duâ niyetiyle okunup ölülerin ruhlarına sevap
bağışlanması gibi maksatlarla nâzil olmuş bir kelam değildir” şeklinde formüle
edilir. “Kur’ân’ın ölülere değil, dirilere okunması gerektiği”ne ilişkin görüş
çerçevesinde kimi zaman vecîze gibi dillendirilen gerekçelerden biri de, Yâsîn
36/70. âyetteki “diri olan kimseleri uyarman için…” ifâdesidir. Ancak
Kur’ân’daki pek-çok âyette mü’minler “diri”, kâfirler ve müşrikler “ölü” diye
nitelendirilir. Neml 27/80, Rûm 30/52 ve Fâtır 35/22 gibi âyetler dikkate
alındığında “ölü” ve “ölülük” tâbirlerinin, “hak ve hakîkati idrâk yetisi
körelmişlik hâli”ni ifâde ettiği anlaşılır. Dolayısıyla Yâsîn 36/70. âyette geçen
“hayy”(diri) kelimesi de, istiâre yoluyla; “kemâl-i akıl, aklıselim ve sağduyu
sâhibi kimse” anlamına gelir ve dolayısıyla “men kâne hayyen” (diri olan
kimseler) ifâdesi bir teşbih-i beliğ olarak, “idrâki açık ve canlı kimse” gibi
bir anlam içerir.
Başta Haşr
59/10 ve İbrâhim 14/41. âyetler olmak üzere Kur’ân’daki bir-çok âyette,
müslümanların hem kendileri, hem anne-babaları, hem mü’minler ve hem de
kendilerinden önce gelip geçen din kardeşleri için Allah’a duâ ettikleri ve
hattâ bu minvâlde duâ etmeleri gerektiği bildirilir. Özellikle İbrâhim 14/41.
ayetteki, “Rabbimiz, beni, ana-babamı kıyâmet günü mağfiret eyle” ifâdesi çok
dikkat çekicidir. Bize göre bu âyet Allah’tan af ve mağfiret talebiyle Kur’ân
okunmasının meşrûiyetine dâir en güçlü delillerden biridir. Kur’ân okumak
sûretiyle Allah’tan talep edilen af ve mağfiretin karşılık bulup-bulmayacağı
biz kulların bilebileceği bir şey değildir. Konunun bu tarafı hukûkullahla
ilgilidir. Kur’ân tilâvetinin sevap olarak ölüye ulaşacağı yönündeki görüş, sonuçta
engin ilâhî rahmete ilişkin bir ümit ve beklentinin yansımasıdır. Bu konuda
başvurulan delil ise kıyastır. En’âm 6/12. âyette: “Rahmeti kendine ilke
edindi” ve A’râf 7/156. ayette: “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır” buyuran Cenâb-ı
Hak, mü’min kullarına hitâben duâlara icâbet edeceğini de bildirdiğine göre,
O’na yönelik en güzel duâ ve niyazların yine O’nun kelâmıyla yapılması kuşkusuz
daha uygundur. Bize kendi kelâmında nasıl duâ edeceğimizi öğreten Cenâb-ı
Hakk’ın duâ âyetlerini okuduğumuz zaman O’nun nezdinde karşılık bulacağı
umulur”.
Bir de Allah yolunda ölenler
yâni şehitler vardır ki, Allah onlara “ölüler” dememizi yasaklıyor:
“Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’
demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz” (Bakara 154).
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ‘ölüler’ saymayın.
Hayır, onlar, Rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar” (Âl-i İmran 169).
Bu âyetlere göre Allah
yolunda ölenler ölü değildirler, o hâlde diridirler. Bizim şuurunda olamayacağımız
şekilde diridirler. Bu kişiler ölü olmadıklarına yâni diri olduklarına göre
onlara Kur’ân okunabilir. Fakat bu kişiler aslında biyolojik olarak ölüdürler. Biyolojik
olarak ölü olmalarına rağmen mânen diri (şehit) olanları Allah ölü saymıyor.
Onların diri olduğunu söylendiğine ve Yâsin 70’e göre Kur’ân dirilere
okunduğuna göre, o şehit olan dirilere -biyolojik olarak ölmüş olmalarına
rağmen- Kur’ân okunabilir. Yâni onlara duâ edilebilir. Bu durumda; “biyolojik
olarak ölmüş olanlara duâ edilebilir, yâni Kur’ân okunabilir, fakat mânen ölü
olanlara ve müşriklere okunmaz” anlamı çıkıyor.
Duâ da âyettir ve Kur’ân’da
yaklaşık 150 tâne duâ âyeti vardır. “Bu duâların-âyetlerin hepsi de mânen diri
olan ölmüşlere yâni biyolojik olarak ölmüş olanlara okunabilir” sonucu çıkıyor.
Fakat; Kur’ân bir “ölüler kitabı” değildir. Yerine göre ölülere duâ
edilebilir yâni Kur’ân okunabilirse de, Kur’ân’ın asıl hedefi, Kur’ân’ı, madden
ve mânen hayatta olanlara okuyup onları diriltmek ve onlarla Dünyâ’yı yeniden
İslâm’laştırmaktır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir
Hârûn
Görmüş
Temmuz 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder