20 Temmuz 2016 Çarşamba

İktidârı Yanlış Değerlendirmek


“De ki: Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrâna uğrayacak olanları size haber vereyim mi?’. Onların, dünyâ-hayâtındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar” (Kehf 103-104).

Tüm zamanlarda iktidârın tarafındakiler, iktidârı değerlendirirken sürekli olarak, iktidarın yaptığı görece iyi şeylerden bahsetmişlerdir. Bahsettikleri ve savundukları bu şeyler, somut olarak görünen şeylerdir ki insanlar görsel olandan daha çabuk iknâ olduklarından, bunu yapmaları politika gereğidir. Bahsetmedikleri taraf ise, görünmeyen yönler ve istatistiklerdir. Zâten iktidar yanlıları, kıyaslamalarını da, mevcut iktidardan önceki çok kötü bir iktidâra yada zamâna göre yaparlar ki aradaki sözde fark açığa çıksın da hem kendileri hem de diğerleri iknâ olabilsinler. İktidarlar da her zaman; “biz bir enkaz devraldık, bizden öncekilerin yanlışlarını düzeltiyoruz” diyerek halkı avuturlar.

Türkiye’deki mevcut iktidar yanlıları da iktidârı savunurlarken; 3. köprü, Osmangazi Köprüsü, Avrasya Tüneli, 3. Havalimanı, Marmaray, millî tank ve uçak, yerli otomobil ve ekonomik işleri örnek gösterirler ve “daha asrın projesi”, “2023 hedefi” gibi hedeflerin sözcülüğünü yaparlar.

“İktidar şunları-şunları yaptı” diyorlar. Yapacak tabi. Devlet yan gelip yatma yeri değildir ki. Kim gelse yapmak zorunda zâten. Bu bir lütuf değildir, görevdir. Gayretle yaptıkları şeyler için Allah râzı olsun. Yaptıkları ayrıcalıklı şeyleri görmezden gelecek değiliz. Fakat sosyâl bir devlet değil de kapitâlist bir devlet-hükûmet anlayışına sâhip olduklarından, yaptıkları görece iyi şeyler de hemen kapitâlist kuşatmaya alınıyor ve halka “bedel” olarak dönerken, birilerine ise “zenginlik” olarak dönüyor.

İstikâmetini kaybetmiş bir iktidardan bahsediyoruz. Mü’minler değerlendirmelerini bu minvâlde yapmalıdırlar. Ters yönde olanca hız ile gitmeyi övmek bir çeşit hastalıktır. Paranoyadır. Bir şeyi “yapmak” her zaman iyi değildir. Bâzen yapmamak iyidir ve bâzı şeyleri yapmamak iyi bir şey yapmaktır. Meselâ ahlâksızlık yapmamak iyi bir şey yapmaktır. Bâzen de bir şeyi yapmak kötü bir şey yapmak olur. Zinâ yapmak, fâiz almak gibi.

Yapılan değerlendirme, kişinin ne olduğunu da gösterir. Kişi, yaptığı değerlendirmeye göre önceliğinin ne olduğunu ve böylelikle de kalitesinin ne olduğunu göstermiş olur. Kişinin, önceliği, maddî olana vermesi, maddî şeyler üzerinden bir kıyas yapmasına neden olacaktır. Önceliği mânevi olanlar için ise maddî yapıların önemi tâlîdir.

İktidardaki parti olan AKP her-şeyi iyi(!) yapıyor da, iyi yapmadığı şeyler ne olacak?. Bâzıları değerlendirmelerini sâdece maddî olan üzerinden yapınca, yapılan onca işlerin kötü sonuçlarını göremiyorlar ve de görmek istemiyorlar. Meselâ İslâm’a göre insanın ayırıcı özelliği olan “ahlâk”tan ne haber?.

Başbakanlık İnsan Hakları Kurulu’nun 2010 yılında yaptığı bir araştırma var. Buna göre 2002 yılında 25 bin olan “hayat kadını” sayısı 100 bini geçmiş durumda. Ekonomide pembe tablolar çizmek, rakamlara takla attırmak gittikçe artan fuhuş sektörünün bu hükûmet döneminde ulaştığı zirveyi gizlemeye yetmiyor. Daha da vahimi, 40 bin kadın da vesîka alabilmek için genelevlerin kapısında bekliyor. Bunlar da resmî veriler. Bu rakamlar devletin telaffuz ettiği rakamlar. Ekonomi bozuldukça “hayat kadını” sayısı da artmış.

AKP’nin başa geldiği 2002 yılında ülke nüfusu 68-69 milyon iken, vesîkalı hayat-kadını (fâhişe) sayısı 25.00 idi. 2014 yılında nüfus 78 milyona ulaşmasına yâni %12-13 artmasına rağmen, 2014 yılında vesîkalı hayat-kadını sayısı %400-500 artarak 100.000 sayısını aşmıştır. Bu rakam gayr-ı resmî olarak 300.000’dir. Bu kadınlar sâdece zevk nedeniyle mi bu işi yapıyorlar?. Tabî ki de hayır!. İnsanlar ya yaşamak için ya da kıyas yaptıkları görece iyi yaşama ulaşmak için bu seviyesiz işi yapıyorlar ve yapmak zorunda bırakılıyorlar. Bir kadının fahişelik yapmasının iki nedeni olabilir; ya ahlâkı bozulmuş ve mâlûm yollara düşmüştür, yada geçim zorluğuna düşmüş ve mecbûren o yola girmiştir. Bülent Arınç’ın da dediği gibi; “AKP mânevî alanda başarılı olamamıştır. Eğer AKP hükûmeti iffet kavramına otoyol, demiryolu, gökdelen yapımı kadar önem vermiş olsaydı, şüphesiz tablo bu denli vahim olmayacaktı”.

Bir ülkede ahlâk bozulmuşsa, her-şey bozuk demektir. Ahlâkın bozuk olduğu yerde hiç-bir şey iyi ve düzgün olmaz.

İstatistiği sâdece ekonomik yönden değerlendirmek bir hastalık şekline geldi. Bir değerlendirme yapılacağı zaman hemen; yapılan maddî şeylerin hesâbı ve bilançosu ortaya atılıyor. İyi de bu yapılanların bedeli nedir, faturası kime çıkarılmıştır ve bunlar yapılırken gözden kaçanlar nedir?. Bakın şunlardır:

Özellikle ekonomi politikaları yüzünden evlenmeler bâriz azaldı ve boşanmalar ise katlanarak arttı/artıyor. Adâlet bakanı Sâdullah Ergin, boşanma dâvâsı sayısının 2002’de 153 bin 409, 2012 yılında ise 190 bin 564 olduğunu açıkladı. Türkiye’de evlenme-boşanma araştırmasının sonuçlarını açıklayan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’nun tespitine göre, 2011 yılında İzmir’de 31.756 evlenmeye karşın 11.149 boşanma gerçekleşmiştir. Araştırmaya göre İzmir, 2011 yılında Türkiye’de en fazla boşanma olaylarının yaşandığı il olmuş. Hâlbuki AKP iktidârı döneminde nüfus sâdece % 10 artmıştır.

Adâlet bakanı, cezâ infaz kuramlarında 31 Aralık 2002 târihi îtibârıyla 24 bin 621 tutuklu, 34 bin 808 hükümlü; 31 Aralık 2012 târihi itibârıyla da 31 bin 707 tutuklu, 104 bin 313 hükümlü bulunduğunu söyledi. Hâlbuki AKP iktidârı döneminde nüfus sâdece % 10 artmıştır.

İyi durumda olan bir ülkede hırsızlık olmaz. Hırsızlık konusundaki veriler ülkenin iyi bir durumda olmadığını gösteriyor: İç-işleri Bakanlığı verilerine göre, yurt genelinde 2008’de 256 bin 562 olan hırsızlık suçu, 2009’da 304 bin 570’e, 2010’da 344 bin 87’ye, 2011’de 351 bin 838’e ve 2012’de 405 bin 405’e yükseldi. 4-5 yılda % 70 artmış. Hâlbuki nüfus sâdece % 5 arttı.

İnsanlar yaşadıkları ülkede refah içinde yaşamış olsa, bâzı hastalık durumları hâriç (kleptomani), kimse hırsızlık yapmaz. Hırsızlığın artması, ülkenin durumunun kötüye doğru gittiğini göstergesidir.

AKP iktidârının son 9 yılında toplam 1 milyon 145 bin 641, yılda ortalama 135 bin esnaf ve sanatkâr mesleği bırakarak sicil-kaydını sildirdi. Sayıları 1 milyon 510 bin 945 olan mevcut esnaf ve sanatkârlar, âileleriyle birlikte düşünüldüğünde ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 10’unu oluşturuyor.

Ülkemizde 18 milyon civârında insanın sigara içtiği belirtildi. Ülkemizde yetişkin her 100 erkeğin 65’i sigara tiryâkisidir. Türkiye Sigarayla Savaş Derneği Genel Başkanı Dr. Mustafa Aydın, okul dönemi başlarken ebeveynleri uyarıyor. Alınan yasal tedbirler sâyesinde ülkemizde sigara tüketimi her geçen yıl düşüş gösteriyor. Ancak sigara kullanım yaşı ortaokul seviyelerine kadar indi. Kadınlarda sigara içme oranının %100 arttığını aktaran Aydın, sigara tiryâkiliği artış hızında kadınların erkeklerden önde olduğunu belirtiyor. Dünyâ Bankasının 1999-2000 yıllarında yaptığı sigara araştırmasının sonuçlarına göre, sigara kullanımı son on yılda Dünyâ’da % 4,12 azalırken, Türkiye’de ise % 52,18 oranında arttı.

AKP döneminde uyuşturucu kullanım yaşı 15’e kadar düştü. Uyuşturucu illetinden kurtulmak için AMATEM’e baş-vuranların sayısı, 2004 yılından bu yana yüzde 1.781 arttı. Bonzai, lise ve ilkokullara kadar girdi.

Alkol kullanımı arttı. Bu artış eski ulaştırma bakanı Binali Yıldırım’ın; “Tekirdağ’da rakı fabrikası sayısını 2’den 18’e çıkardık” açıklamasıyla doğrulanmış oldu. Hâlbuki AKP iktidârı döneminde nüfus sâdece % 10 artmıştır.

AKP döneminde intihar olaylarında yüzde 40’lık artış yaşanmıştır. Ülkemizde intihar edenlerin sayısı her geçen yıl artarken bu sayı ürkütücü boyutlara ulaşmıştır. İstatistiklere göre ülkemizde intihar olaylarının nedenleri arasında banka borçları, âile geçimsizliği, geçim zorluğu, ticâri başarısızlık gibi nedenler ilk sıralarda yer almaktadır. 2012 yılı verilerine göre kredi-kartı borcu sebebiyle son 8 yılda 200 kişi canına kıymıştır. 10 yılda ise 934 asker, 325 polis ve 34 öğretmen intihar etmiştir. Türkiye’nin intihar olaylarında Dünyâ’daki sıralaması ise 79’dur. Uzmanlar, genel şiddetin artması, ekonomik sebepler ve meslekî sıkıntıların intiharı tetiklediğine dikkat çekmektedir.” 2002-2012 yılları arasında 30. 587 kişi intihar etti. İyi yönetilen ve halkın da mutlu olduğu ülkede intiharlar bu kadar artar mı?. Hâlbuki AKP iktidârı döneminde nüfus sâdece % 10 artmıştır.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Türkiye’de hiç yoksul yokmuş gibi göstermeye çalışırken durumun tam tersi olduğu belirlendi. AKP döneminde yoksul sayısının en az 545 bin ile 1.5 milyon kişi arasında arttığı saptandı.

Türkiye’de korkunç boyutlarda bir gelir-dağılımı adâletsizliği yaşanıyor. TÜİK’in en son Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2012 yılındaki durumu yansıtıyor. Buna göre en üstteki yüzde 20’lik nüfus-diliminde yer alan hâne halkları, toplam gelirin yüzde 46.6’sını alırken, en alttaki yüzde 20, gelirden sadece yüzde 5.9 pay alabiliyor. En üstteki ile en alttaki arasında 8 katlık bir gelir farkı var. En varlıklı yüzde 20’lik nüfus gelirin yarıya yakınını elde ederken, nüfûsun yüzde 80’i kalan yarısını paylaşıyor.

İstatistiklere göre Türkiye’de en zengin %10’luk kesim, son 14 yılda gelir-payını %11’e yakın artırdı. Bu kesim %67 olan payını %77.7’ye yükseltti

AKP döneminde israf da alabildiğine çoğalmıştır. “İleri gelenler” hiç-bir konfordan mahrum değildir. İsrafta zirve ise “Ak-saray” ile olmuştur. Mâliye Bakanı Mehmet Şimşek, Ak Saray’ın mâliyetinin 1 milyar 370 milyon lira olduğunu söylemiştir.

4 Kasım 2014 târihinde bütçe görüşmelerinde muhâlefet milletvekillerinin sorularını cevaplayan mâliye Bakanı Mehmet Şimşek, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın maliyetinin 1 milyar 370 milyon lira olduğunu açıkladı. Bu para 685 okul, 680 öğrenci yurdu, 1000 yataklı 55 devlet-hastânesine eşit.

Bülent Arınç, “İsrâfın önünü alabilseydik, sizden vergi toplamamıza gerek kalmazdı” demişti.

Genelde hemen-hemen tüm Dünyâ’da, özelde Türkiye’de adâlet “mülkün temeli” olmaktan çıkmış, zulme dönüşmüştür. Bunun acısını en çok da her-zamanki gibi alt-sınıftaki halk çekmektedir. Adlî/hukûki/ekonomik/sosyâl-adâlet yerlerde gezmektedir Türkiye’de. Asgarî ücret ile cumhurbaşkanı maaşı arasında 40 kat fark varken; asgarî ücret emeklisi ile cumhurbaşkanı emeklisi arasındaki fark 16 kattır.

“Ki onlar, insanlardan ölçerek aldıklarında noksansız alırlar. Onlara ölçtüklerinde veya tarttıklarında eksiltirler” (Mutaffifîn 2-3). Faturaları/vergileri alırken ve bunlara zam yaparken bol-bol yaparlar ve tam alırlar, ama iş vermeye gelince nasıl kısacaklarını şaşırırlar. Meselâ bir zam yaparken üç-beş kuruşu zor verirler.

20-25 liralık zammı matah bir şey zanneden hükûmet ve diğer vekiller, kendilerine gelince tam 30 kat farkla zam yapabiliyor. Emekli vekillere kezâ öyle. AKP döneminde ekonomik alanda adâletsizlik “pik” yapmıştır ve zulme dönüşmüştür. Bu-kadar bâriz adâletsizlik olmaz. Yine; parası olan istediği gibi sağlıktan faydalanabilirken, gariban halk, sağlık-ocaklarından ilerisine gidemiyor. Zenginler, çocuklarını özel-okullarda okutarak ve özel dersler aldırarak istediği yüksek okulu kazanmasını sağlayıp iyi ve bol kazançlı bir iş edindirebilirken, fakir halk, lise-sonda yolda kalıyor. O da zorunlu olduğu için. Zenginlerin zenginliği her geçen gün artarken, gariban daha da yoksullaşmaktadır ve düzelecek bir durum da gözükmemektedir. Gariban (gerçi gezmeye gidemiyor ya) bir yere giderken ya bisiklet ile yada halk-otobüsleri ile gitmek zorundayken, zengin, son-model arabalarıyla istediği gibi gezmektedir.

Geriye garibana sâdece “din” kalıyor ki o da devletin izin verdiği kadar. Devlet izin verse de baş-örtüsü takabilse. Dikkat edin! taktığı-takacağı baş-örtüsü Allah’ın emri olan baş-örtüsü değil, AKP’nin izni ve emri olan baş-örtüsüdür. Allah’ın emri olan örtü değil, Tayyib’in ve kapitâlizmin müsâde ettiği örtüdür. Çünkü dînini de istediği gibi yaşama hakkı yok kişinin. Allah’ın izin vermesi ve emretmesi yetmiyor. Esas devletin izin vermesi gerekiyor. Kısaca, adâletin şirâzesi kaymış olduğundan hiç-bir yerde işlemiyor. Söke-söke almadan devlet hiç-bir hakkı vermiyor. AK Parti hükûmeti de bu konuda “iyi” olarak bir şey yapmadığı gibi bu zorluğu daha da derinleştirmiştir. Liberâl, kapitâlist, “Demokratik Ilımlı İslâm Projesi”nin Türkiye ayağı olan Ak Parti merkezli bir din ve Kur’ân anlayışı hâkim oldu. Allah Kur’ân’da: “Ey îman edenler, Allah’tan sakının ve eğer inanmışsanız, fâizden arta-kalanı bırakın. Şâyet böyle yapmazsanız, Allah’tan ve Resûlünden size karşı savaş başladığını bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermâyeleriniz sizindir. (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz” (Bakara 278-279) derken; Tayyib Erdoğan “fâiz bir Dünyâ gerçeğidir” diyerek fâizi meşrûlaştırabiliyor ve Kur’ân’ın açık hükmünü göz-ardı edebiliyor. Yine AKP’li bir milletvekîli Tayyib Erdoğan için: “Allah'ın bütün vasıflarını toplamış bir lider” diyerek onu ilahlaştırabiliyor. Tayyib Erdoğan’ın “üç çocuk” tavsiyesine (yada emrine) inanın binlerce kişi uydu. Hattâ komik bir durum; aralarında husûmet başlamadan önce “cemaat”ten bâzı kişiler de bu “üç çocuk” tavsiyesine uymuşlardı. Kendilerini ona uymak zorunda hissetmişlerdi demek ki.

Bilindiği gibi iktidârın bir “üç çocuk isteği” var. Bunun nedeni olarak “gençleşmek”, “potansiyeli arttırmak” denilse de, aslında kapitâlist ekonomik zihniyet nedeniyle, tüketimi arttırmaktır. Modern küresel ekonomide ülkelerin gücü; gerçek bir artış ile değil, tüketerek artan ve ihtiyaç olmayan tüketimlerinin yapılması ile ve büyük oranda “borç olarak” gözüken işlem hesâbındaki miktârın büyüklüğüne göre ölçülüyor. Bu nedenle ülkeler tüketimlerini aşırı bir şekilde arttırmak istiyorlar ki bu da en çok iki şekilde kolayca yapılabiliyor. Biri; halka, aslında ihtiyaçları olmayan şeyleri bol-bol aldırarak bir sûni hareketlilik oluşturmak ve bu hareketliliğin netîcesinde işlem hesâbının sonuna yeni “sıfırlar” koyarak hesaptaki sayıyı çoğaltmakla; ikincisi de, üretilen ve satılan ürünleri alacak olan insanların sayısını çoğaltmak ile oluyor. Bu nedenle daha düne kadar “nüfus plânlaması” ve “az nüfûsu” savunanlar, şimdilerde nüfuslarını nasıl arttıracaklarının derdine düşmüş durumdadırlar.   

Günümüzde müslümanlar “sünneti uygulamak” konusunda çok zayıf kalıyorlar. Bunun nedeni; târikatlarda şeyhlerinin; cemaatlerde hocalarının; partilerde ise lîderlerinin sünnetini uyguluyor oluşlarıdır. Günümüz müslümanlarının büyük çoğunluğu Peygamberimizin sünnetini uygulamazlarken, hattâ sahih hadis-sünnetleri bile eleştirirken, “Erdoğan-AKP sünnetini” uygulamak için bir-birleriyle âdeta yarış içindeler. Bunun nedeni, Peygamberimizin sünnetinin “bedel” istemesi, modern hayattan ferâgat beklentisi nedeniyledir. Peygamberimizin sünneti uygulanmazken, Erdoğan-AKP sünnetinin uygulanıyor olması, Erdoğan-AKP sünneti ile Peygamberimiz’in (sav) sünnetlerinin bir-biri ile çelişiyor olmasındandır. Böylece “gerçek sünnet”e karşı bir mesâfe koyuyorlar.

AKP “gömlek değiştirdiği” için ve İslâm’a göre davranmayacaklarını söylemeleri nedeniyle onun yaptıkları-yapmadıkları İslâm’a mâl edilemez. AKP’ye sâdece: “Siz eski İslâm’cı olduğunuz ve eski söylemleriniz bu yönde olduğu hâlde niçin İslâm’a göre davranmıyorsunuz?” diye sorulabilir.

Evet; işin bu tarafından bakınca işler değişiyor ve farklı bir resim çıkıyor ortaya. Müslümanlar kıyaslamayı Peygambere göre, asr-ı saadete göre, Hz. Ömer devrine göre yapmalıdırlar. Bir-önceki İslâm-dışı görece kötü zamanlara göre değil. Aksi hâlde yanılırlar.

Levent Gültekin bu bahisten olarak şunları söyler:

“En büyük hava-alanını biz yaptık, ama hukuk-sistemimiz çöktü. Uçuyoruz, fakat adâletten uzaklara. Marmaray’ı bu ülkeye biz kazandırdık, ama müslümana duyulan îtimat yerle bir oldu. Binlerce kilometrelik otoyol yaptık, ama “dindar adam asla çalmaz” algısı büyük bir darbe aldı. Yeni hasta-hâneler yaptık, fakat merhâmetimizi, saygınlığımızı kaybettik. Yüksek gökdelenler ve konutlar diktik, ama ahlâki hassâsiyetimiz yerin dibine geçti. Onlarca yeni üniversite açtık, ama ‘dindar nesil’ yetiştirme uğruna eğitim sistemimiz çöktü. Şehirlerimiz görünürde büyüyüp gelişiyor, ama değerlerimiz kayboldu. Yıllarca gözümüz gibi koruduğumuz, uğruna her şeyden vazgeçtiğimiz ‘dâvâ’mızın içi boşaldı. İnancımız sarsıldı. Amacımızı kaybettik. İslâm ölümcül yara aldı, Müslümanlık tahrip oldu. Dînin toplum üzerindeki şifâlı etkisi kayboldu. “Dindarlık eşittir dürüstlük, nezâket, saygı” görüşü yitip gitti. Terâzinin bir kefesine maddî kazanımları diğer kefesine de kaybolan değerleri koyun bakalım hangisi ağır basacak?. Hava-alanlarımız, yeni okullarımız, hızlı trenimiz, Marmaray’ımız var ama huzûrumuz yok. Bunu göremiyor musunuz?. Ters istikâmette giden trene binip, sonra da trenin dekorunda, hızında, konforunda teselli bulamayız. O tren hepimizi uçuruma, felâkete götürüyor. Göremiyor musunuz?” der.

Dış alemde maddî şeyler yapılırken, iç âlemde mânevi şeyler yıkılıyor. İnsanın iç âlemi yıkıldıktan sonra dış âlemi altınla kaplasanız ne yazar ki?.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Temmuz 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder