“Yer-yüzünde
olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan
şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle
yalan söylerler” (En-am 116).
İslâm’ın şartı tüm Kur’ân’dır. Bunun beşe indirilip
formülleştirilmesi, iyi (fakat câhilce) yada kötü niyetle yapılmış olabilir. İslâm’ın
formülleştirilen 5 şartı şunlardır:
1-Namaz kılmak
2-Oruç tutmak
3-Zekat vermek
4-Hacca gitmek
5-Kelime-i şehâdet getirmek.
Bu şartlara uzun zamandır gayr-ı resmî olarak, 16
Temmuz îtibârıyla da yarı-resmî olarak bir şart daha eklenmiştir: Demokrasi
nöbeti tutmak..
Demokrasi bir “çoğunluk yönetimi”dir. 100 kişilik bir
ortamda 49 kişi istemese bile 51 kişinin istemesi o şeyin kabûl edilmesine yol
açar. Çoğunluk ne derse o olur demokrasilerde. İsterse o şey
yanlış/çirkin/ayıp/günah ve hattâ şerefsizce olsun. Artık bir-fazla çoğunluğu
yakalamış olanlar, insanların kaderlerini belirlemeye kalkarak hâşâ
ilahlaşırlar. İnsanların ne yiyip-içeceğine, ne giyeceğine, nerede oturacağına,
kısaca tüm hayâtına onlar karar verir. Verdikleri kararlar keyfî kararlardır.
Fıtrata uygun olmayan zulümâne kararlardır çoğu. Bir-şeyi iyi iken bir-anda
kötüleştirebilirler. Halkın lehine olan bir-şeyi bir-anda değiştirerek halkın
a-leyhine çevirebilirler ve kimse hesap da soramaz. Hesap sorsa da yanıt
alamaz. Artık beklesin ki bir 4-5 sene geçsin de onları oy vermeyerek
cezâlandırsın. Hâlbuki kullandığı oyu da kendi serbest irâdesiyle vermemiştir
ve vermeyecektir. Alttan-alta çeşitli kanallarla ona dayatılır kime oy
vereceği.
Demokrasi % 49’a karşı % 51 olarak
bölücüdür ve daha başta tevhide aykırıdır. Tevhide aykırı olduğu için İslâm’a
aykırıdır, İslâm’ın özüne aykırıdır. Fırkalara ayrılmanın başladığı yer tüm
insanlık târihinde budur. Kur’ân, Enbiyâ 159, Rûm 32, Mü’minûn 53-54’te “sakın
fırkalaşmayın, yoksa perişân olursunuz” der. Demokrasi, fırkalaşmanın modern
adıdır. Karşıdaki %49 size ânında düşman olur. Kur’ân bu duruma müşriklik der: “Gönülden
katıksız bağlılar” olarak, O’na yönelin ve O’ndan korkup-sakının, dosdoğru
namazı kılın ve müşriklerden olmayın. Onlardan ki, dinlerini parçalayıp
hizipler/fırkalar hâline geldiler. Her hizip kendi elindekiyle sevinip övünür” (Rûm
31-32).
Demokrasi bir
batak(lık)tır. Demokrasi yolunda gittikçe daha fazla batarsınız. Hiç-bir zaman
da o bataklıktan kurtulamazsınız. Hattâ demokratik ülkelerde bir sorun/kriz
çıktığında, bu sorunun çâresi olarak “daha fazla demokrasi” söylemleri başlar
ve bu söylemlerin sonu bir-türlü gelmez. Sonuçta bir yaraya merhem de olunmaz,
çünkü daha fazla da olsa demokrasi bir çâre değildir. Bu durum aynen; kronik
hasta olan birine, hastalığının artması/alevlenmesi durumunda daha fazla ilacın
önerilmesi ve uygulanması gibidir. Fakat bu uygulama bir tedâvi değildir.
Hastalığı daha fazla derinleştirmektir. Hiç-bir zaman şifâ bulunmaz ve sürekli
arttırılarak ilaç kullanılmaya devâm edilir. Tâa ki Azrâil görünene kadar..
Bir şey %99 hak, %1 şirk olsa, o şey yine şirk olur: “Andolsun, sana ve senden öncekilere
vahyolundu (ki): “Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve
elbette sen, hüsrâna uğrayanlardan olacaksın” (Zümer 65).
15 Temmuz 2016 gecesi Türkiye’de yaşanan darbe girişimini
yapanlar, demokrasi ile başa gelmiş olanların; “ne istediniz de vermedik”
sözünde zirvesini bulan, aldıkları tâvizler silsilelerinden sonra güçlenerek
devletin kılcal damarlarına kadar sızarak, onlara iç ve dış kesimlerin verdiği
destekle bu kalkışmayı gerçekleştirenlerdir. Bu durumu târih boyunca bir-çok
olayda da gördük. Bir devlete karşı büyük yıkımlar yada dehşetli şiddet
olaylarını yapanlar, o devletlerin yetiştirdikleri ve destekleri kişiler
arasından çıkmıştır genelde. Türkiye’de olan şey de budur. Aşırı sâhiplenilip
destek verilen bu tağutların taşeronları, verilen bu tâviz ve desteklerin
sonunda bu işe cüret edebilecek duruma gelmişlerdir. Peygamberimiz: “Bir kişiyle-toplumla
çok fazla sıkı-fıkı olmayın, bir zaman gelir düşman olursunuz; çok da fazla
düşman olmayın, bir zaman gelir dost olursunuz” evrensel sözünü hatıra
getirmeyenlerin böyle bir durumla karşılaşmaları her zaman olasıdır.
Kalkışma ânında ilk etapta “hak-merkezli” söylemlerin
yerini hemen sabahında “demokrasi-merkezli” söylemler almıştır. Bu söylemler
çoğaltılarak ve yüksek sesle dile getirilince, halk, demokrasi-merkezli bir duruş
ve söylemde bulunmaya başlamıştır. “Vatanı savunmak” söylemleri, “demokrasiye
sâhip çıkmak”, “lîdere sâhip çıkmak”, “demokrasi nöbeti tutmak” olarak değiştirilmiştir
ve hâlen de bu şekilde sürüyor. Liberâlizm, böyle durumlarda oluşabilecek olası
“İslâmî değer-merkezli” söylemlerin öne çıkmasından çok korktuğundan, hemen bu
söylemleri liberâl kuşatma altına alarak demokratik neo-liberâl söylemlerle
değiştirmiştir. Bundan sonra da halk “demokrasi nöbeti tutanlar ve tutmayanlar”
olarak iki gruba ayrılmıştır ve tutmayanlar “vatan hâini” gibi gösterilmeye
çalışılmıştır ve hattâ îlan edilmiştir.
İnanlar için, yaşadıkları vatan ve yer çok önemlidir
ve vatan savunması yapmak şarttır. Düşman tarafından işgâl edilen, yada hâinler
tarafından zayıflatılmaya çalışılan vatanın savunmasını yapmak her insan için
olmazsa-olmaz şarttır. Kişinin vatanını savunması kendini savunmasıdır zîrâ. Fakat
bu, “demokrasi nöbeti tutmak”la yapıldığında değil, meselâ kalkışmanın ilk
saatlerinde yapılan karşı duruşlar gibi olduğunda doğru ve anlamlı olur. Vatanı
savunmak aslında vatanın taşını-toprağını savunmaktan çok, insanın onurunu
savunmasıdır. Bu savunmayı yapmayanlar zamanla onursuzlaşırlar. Bu nedenle el
ile, dil ile yada en azından gönül ile bu savunmaya katkı yapmak şarttır. Lâkin,
vatanı canla-başla savunmak farklı bir şey, bunu “demokrasiye sâhip çıkmak”la
yapmak çok farklı bir şeydir. Demokrasiye sâhip çıkmakla vatan nasıl savunulmuş
olacak ki?. Neye karşı demokrasiye sâhip çıkılacak?. Darbenin nedeni zâten
demokrasinin kendisidir. Demokrasiden alınan tâvizler bu darbeyi başlatmıştır. Zâten
Türkiye’de yapılan tüm darbeler ve darbe girişimleri demokrasi adına
yapılmıştır. Bugün cuntacı askerlere karşı demokrasi nöbeti tutanların
kendileri yada ataları, 12 Eylül 1980’de askerin yaptığı darbeyi demokrasi
adına desteklemiş ve onaylamışlardı. Şimdi de darbe yapan askerlere yine
demokrasi adına karşı çıkıyorlar. Yav bu demokrasi darbelerin yanında mı
karşısında mı?. Duruma göre değişiyor. Zâten demokrasinin özünde “duruma göre
davranma-değişme” özelliği vardır. Demokrasi yolunda olduğunu söyleyen
iktidârın, darbenin taşeronluğunu yapanlara bir zamanlar verdiği tâvizler bu
kalkışmaya sebep olmuştur. Zâten darbenin baş-taşeronları da demokrasi
takıyyesi ile bu tâvizleri koparabilmişlerdir. Yoksa İslâm adına yola çıkanların
demokrasiyi araç yaparak kazanımlar elde etmesi söz-konusu olamaz.
Demokrasiye nöbetçilik yapmaktan Allah’a sığınan biri
olarak tabî ki de ben “demokrasi nöbeti” denilen ve aslında “kitlesel bir
şizofreni nöbeti” olan nöbetlere katılmadım. Bundan dolayı, eve “yarı-bağlı”
yaşamak zorunda olan “engelli” biri olarak çok da kimseyle görüşmememe rağmen,
birileri tarafından demokrasi nöbetine katılmadığımdan ve lîdere sâhip çıkmadığımdan
dolayı inancım sorgulandı: “O niye demokrasiye, iktidâra, lîdere destek
vermiyor, yoksa müslüman değil mi” dediler. Hâlbuki ben “müslüman” olduğum
için; seküler-demokratik-liberâl-laik merkezli yapılara destek vermiyorum. Net
bir şirk-sistemi olan demokrasiye destek verildiğinde, müslüman değil müşrik
olunur. Asıl o desteğin verilmemesidir kişinin müslüman-mü’min olduğunun
göstergesi. Zîrâ o mü’min kişi şirkten uzak durmaktadır.
İşi o hâle getirdiler ki, müslümanlık için en önemli
ve güçlü gösterge olarak “demokrasi nöbeti tutmak” söylemi ve eylemi öne
çıktı-çıkarıldı. Hâlbuki bu, ya vatan-millet sevgisiyle, yada desteklenen parti-iktidâr
nedeniyle meydanlara çıkıştır. Meydanlara çıkmamak îmânın-İslâm’ın bir
göstergesi midir ki?. O hâlde, “meydanlarda ne kadar çok duruluyorsa îman o
derece artar” mı yâni?.
Ölüm pahasına tankların altına yatmak, yada silahlara
karşı durmak, “salt vatan için” olursa yine şirk olur. Bu karşı çıkış; vatanı,
insanı ve değerleri korumak için yapıldığında insâni ve İslâm’i olur. Tüm
değerlerden soyutlanmış “vatan için” olan şey, vatanın taşı-toprağı-suyu vs.
içindir ki, bunlar nesnedirler ve vatan deyince bunlar anlaşılıyorsa ve
bunların korunması için meydanlara iniliyorsa, bu nesnelere aşırı tâzim yapılmış
olacağından şirke düşülmüş olunur. Ölüm, taş-toprak olan nesneler için değil,
insâni-İslâm’i değerler için, Allah için ve insan onuru için olduğunda şehâdet
olur.
Yine birileri de; “demokrasi nöbetine gitmeyenler bu
vatanı hak etmiyor” diyorlar. Yâni “şirk koşmuyorsan bu vatandan defol” demeye
getiriyorlar. Yav senin karşı durduğun kişiler de zâten darbeyi demokrasi için
yapıyorlar ve bunu bildirilerinde de okudular. Bu nedenle yaptığın savunma
İslâm-merkezli değil. İslâm-merkezli olmadığından mecbûren şirk-merkezlidir.
İslâm boşluk kaldırmaz zîrâ. Yâni bir müslüman için vatanın savunması bile
-İslâm-merkezli olmadığında şirk-merkezli olacağından-, İslâm-merkezli
olmalıdır. O hâlde; “Demokrasi nöbeti tutmayanlar” bu vatanı hak
etmiyorlarsa, demokrasi nöbeti tutanlar da cenneti hak etmiyorlar. Zîrâ bir
şirk-sistemini savunmaktadırlar. Allah şirki aslâ affetmeyeceğine göre, şirk
içinde olanların cenneti hak etmesi söz-konusu değildir.
İşgâlcilerin ve hâinlerin hareketlerine karşı caydırıcı
bir güç olarak meydanlara çıkılmalı ve vatan nöbeti tutulmalıdır, bunda sorun
yok. Fakat vatanımızı-milletimizi ve ülkemizi-yurdumuzu İslâm ile uyumlu olan
fıtrat-vicdân-azâmet gereği savunmalıyız ve bu uğurda gayret göstermeliyiz.
Zâten bunu yapmayı hem vicdânımız hem de îmânımız zorlamalı; şeytan-işi
pislikler olan demokrasi ve diğer ideolojilerin zorlamasıyla değil, İslâm’ın
zorlamasıyla çıkılmalıdır meydanlara.
Evet; biz vatanımızı, demokrasi için değil, İslâm
için savunuruz. İslâm için vatanı ve milleti savunuruz. Demokrasi için vatan
savunması yapmak, bâtılın savunuculuğunu yapmaktır, dolayısı ile gerçek bir
savunma yapmamaktır. Zâten lîderlik anlamında darbeyi yapanlar da, darbeye
karşı çıkanlar da demokrattırlar. Bu nedenle bu bir hak-hakîkat savaşı değil,
demokrasi-içi bir savaştır. Demokratların kendi arasında yaptığı bir savaş.
Şimdi “demokrasi kazandı” da, ne olacak?. Daha âdil,
daha eşit ve insanca yaşanacak bir Türkiye mi olacak?. Bunu demokrasi mi
sağlayacak?. Peki şimdiye kadar demokrasi vardı da neden hak-hakîkat-adâlet
merkezli bir Türkiye ve Dünyâ oluşmadı?. Demokrasi bunu şimdiye kadar neden
sağlamadı?. Çünkü demokrasinin bunu sağlama gücü yoktur. Demokrasi ile insanca
yaşama ulaşılamaz. Demokrasi, genel halk kesimi için değil, “ayrıcalıklı olan
kişiler” için öngörülmüş ve oluşturulmuştur zâten. Bu yüzden demokrasiden böyle
iyilikler-güzellikler beklemek abestir. Bu iyiliklere-güzelliklere ve hak,
hakîkat ve adâlete ancak ve ancak İslâm ile kavuşulabilir. O hâlde savunulması
gereken şey demokrasi değil, İslâm’dır. Zîrâ İslâm demek adâlet demektir.
Şimdi, demokrasi nöbetini bırakın, İslâm nöbetini
(ribat) tutmaya başlayın. Bunu yaptığınızda hem vatan hem de insan
kurtulacaktır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder