15 Temmuz 2016 Cuma

Resmî Din



“Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve râhiplerini rabler (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de.. Oysa onlar, tek olan bir ilah’a ibâdet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir” (Tevbe 31).

Bu âyetin bağlamında şu rivâyet çok meşhûrdur:

“Adiyy bin Hatim’den rivâyet edildiğine göre o şöyle söylüyor: “Bir-gün Peygamberin yanına gittim; o sırada Peygamber Tevbe Sûresi’ni okuyordu. 31. âyete gelince; ‘Allah’ın dışında hahamları ve râhipleri Rabler edindiler’ dedi”. Ben, ‘Ey Allah’ın Resûlü, bizler onları Rabler edinmiyorduk’ dedim. Resûlullah buyurdu ki: ‘Aksine!. Onlar size Allah’ın haram (müsaade etmediğine) kıldıklarını helâl (müsâit), helâl (müsaade ettiğine) kıldıklarını da haram (yasak) kılarken sizler onlara itaat etmiyor muydunuz’. Ben de, ‘evet, kabûl ediyoruz, çünkü onlar dînî konularda yetkili kişilerdir’ dedim. Sonra şöyle buyurdu: “İşte bu, sizin onları Rab edinmenizdir” (Sünen-i Tirmizi. 3095 no’lu hadis).

İnsanlık târihi boyunca sürekli olarak iki çeşit din yürürlükte olmuştur. Allah-merkezli ve insan-merkezli din. Allah-merkezli dîni vahiy belirlerken, insan-merkezli dîni nefs, hevâ ve heves belirler. İnsan-merkezli dînin ilk temsilcisi Kâbil; vahiy-merkezli dînin ilk temsilcilerinden biri ise Hâbil’dir. Yâni Hz. Âdem’in iki oğlu. İnsan-merkezli dînin müntesiplerinin hedefi Dünyâ iken, vahiy-merkezli dînin müntesiplerini hedefi ise âhirettir. Dünyâ geçici olduğundan insan-merkezli dînin bağlıları “Dünyâyı ıskalamamak” için ve Dünyâ’dan dibine kadar faydalanabilmek için, -her türlü şerefsizlik de dahil- her şeyi yapabilirlerken ve bu nedenle kendilerini tutmazlarken; vahiy-merkezli dînin bağlıları ise sonsuz âhiret bilinci ile kendileriyle Dünyâ arasına bir mesâfe koyarlar ve kendilerini tutarlar. Vahiy-merkezli din, zâten bir “kendini tutma dîni”dir. İnsan-merkezli din ise “kendini tutmama dîni”.

Tâ ilk baştan bêri bu şekilde süregelen karşıtlık kıyâmete kadar devâm edecektir. Fakat Allah, insan-merkezli değil de, vahiy-merkezli dînin yeryüzünde hâkim olmasını ister:

“Allah, içinizden îmân edenlere ve sâlih amellerde bulunanlara va’detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl güç ve iktidâr sâhibi kıldıysa, onları da yer-yüzünde güç ve iktidâr sâhibi kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibâdet ederler ve bana hiç-bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fâsıktır. Dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve elçiye itaat edin. Umulur ki, rahmete kavuşturulmuş olursunuz” (Nûr 55-56).

Allah son Peygambere kadar sık-sık peygamberler ve vahiyler göndererek, Dünyâda vahiy-merkezli din aleyhine bozulan ve insan-merkezli olana kayan fesadı düzeltmiştir ve vahiy-merkezli dîni hâkim kılmıştır. Çünkü Allah, vahiy-merkezli dinden râzıdır. Son Peygamber Hz. Muhammed ile de bunu kemâle erdirmiştir. Artık insanların örnek alacağı bir Peygamber (sünnet) ve danışabileceği bir Kitapları (Kur’ân) vardır ve bu ikisine sıkı-sıkı sarıldıkları müddetçe vahiy-merkezli din, insan-merkezli dîne (hümanizm) üstün olacaktır ve Dünyâ barış yurdu olacaktır.

Aydınlanma, Sanâyi devrimi ve Fransız Devrimi’ne kadar genelde üstün olan vahiy-merkezli din, bu zamandan sonra “insan-merkezli olan”a dönerek dîni resmîleştirip, insanları biraz da zorlayarak mecbûren bu resmî dîne sokmuştur ve de buna devâm etmektedir. Batı’nın başlattığı bu değişime bir zaman sonra müslümanlar da katılmışlardır. Bu katılım ilk başta zoraki olmuş fakat daha sonra da nefse dönük olan insan-merkezli bu dîne yâni resmî dîne seve-isteye katılmışlardır. Artık “bizim mahallenin” müslümanları bile resmî dînin mensuplarıdırlar. Hem de resmî dinde vahiy-merkezli dîne göre bir çok zıtlıklar olmasına rağmen. Sözde vahiy-merkezli dîni savunuyorlar ama bu çok önemli ve yararlı olmuyor. Zîrâ eylemde-amelde-davranışta ve artık düşünce ve inanışta bile resmî dînin tarafındadırlar. Öyle ki, bu uğurda vahiy-merkezli dîni, binbir türlü sorgulamalara tâbi tutarlarken, resmî dîne en ufak bir eleştiri bile getiremiyorlar ki îtirâz ve isyân edebilsinler.

Resmî din ile vahyî din arasında bir-çok zıtlıklar vardır. Meselâ resmî dinde sigara-içki-kumar-zînâ-fâiz-rant ve bâzı ticâri yalanlar ve iftirâlar serbest iken, vahiy-merkezli dinde ise bunlar bir fitne ve pisliktir. Resmî din insanların üzerine öyle bir çökmüştür ki, onlar artık resmî dînin her dediğini sorgulamadan kabûl etmektedirler. Resmî din, vahyî dînin aşırı yoruma tâbi tutularak fesatlaşmış ve bozulmuş şeklidir ve tüm peygamberler ve vahiy zâten bu durumu düzeltmek için gönderilmiştir. Resmî dinde de namaz-oruç-hac-kurban-zekat vs. vardır ama vahyî dinde anlatıldığı gibi değil, resmî dinde istendiği ve söylendiği gibi. Resmî din “devletin dîni”dir ve lâiktir. İçine vahyî karıştırmaz ve rivâyetlerle yürütülür. Sekülerdir, yâni din olacak ama devletin önüne geçmeyecek. Devletin işine çomak sokacak olan hükümler, emirler ya aşırı yoruma tâbi tutularak yada baskılanarak işlevsiz hâle getirilecektir. Oruç ve oruç vakti üzerinden şöyle bir örnek vermek istiyoruz:

Bilindiği gibi tüm insanlık boyunca oruç ibâdeti vardır ve Kur’ân’da bu şu şekilde söylenir:

“Ey îman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız” (Bakara 183).

Orucun vaktini yâni günün hangi aralığında tutulacağını belirten âyet ise şudur:

“…Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın….” (Bakara 187).

Âyetin de söylediği gibi oruç, fecr ile başlar. Fecr vaktinin ne olduğunu merâk edenler, internete “fecr vakti” yazdıklarında görecekleri resimlerde “günün aydınlanmaya başladığı zaman”ı görürler. Vahyî dînin “siyah iplik beyaz iplik” ayrımı diye söylediği oruca başlama zamânı budur. Fakat resmî dîne göre oruç, bu vakitten yaklaşık 65-70 dakîka önce başlar. Resmî dîne göre imsak vaktini belirten ezan okunduğunda, her taraf daha kapkaranlıktır ve ortada siyah yada beyaz iplik ayrımı yapılabilecek bir durum yoktur. Oruç açma yâni iftar zamânında da bir fark vardır fakat resmî dînin iftar zamânı ile vahyÎ dînin iftar zamânında 6-7 dakikalık bir fark olduğundan, ondan pek bahsetmek istemiyoruz. Tabi aslında bu da önemli bir durumdur, çünkü aslolan vahyî dînin dediğidir. İftar vaktinde de aslında Güneş batmasına rağmen hâlen ezan okunmaz ve insanlar özeklikle yazın uzun günlerinde bir 6-7 dakîka daha bekletilir. Güneş batmıştır ve iftar vakti girmiştir ama resmî dînin sözcülüğünü (sâdece sözcülüğünü) yapan diyânetin keyfi beklenmektedir 6-7 dakîka daha. Fakat çok ilginçtir ki, insanlar bu duruma cehâletlerinden dolayı îtirâz etmezler ve hattâ doğrusunu delilleriyle gösterdikten sonra bile kabûl etmezler ve 70 dakîka erken başladıkları orucu 7 dakika da geç açarlar. Hem de sâniyesi sâniyesine. Vahyî dînin dediklerini yâni emirlerini savsaklayanlar ve doğru-düzgün yerine getirmeyenler, resmî dînin emirlerini ise mutlak anlamda îtirâzsız olarak yerine getirirler. Herhâlde bu, Allah’ın, vahyî dinden ayrılanlara ve resmÎ dinlere kapılanlara  bir cezâsıdır. Cezâ kendi türünden olur ne de olsa.

Bu durumun yanlışlığını söylediğinizde, “herkes oruca 70 dakîka önceden başlarken ve 7 dakîka sonra açarken yanlış mı yapıyor yâni” îtirâzı ile karşılaşırsınız. Sanki çoğunluğun yaptığı şey her zaman doğruymuş gibi. Vahyî dîne bakılırsa çoğunluğun yaptığı şeyler genelde yanlıştır. Kur’ân boyunca çoğunluğun yaptığı şeyin yanlış olduğunun söylendiği görülür ki bunun en meşhûr âyeti En-âm 116’dır:

“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler” (En-âm 116).

Eğer bir yerde büyük çoğunluk hiç araştırmadan ve îtirâz etmeden bir şeyi harfi-harfine yerine getiriyorsa, yaptıkları şeyler çok büyük oranda yanlıştır. Aslında çoğunlukların kitlesel yanlışlarını resmî din müntesipleri de bilir. Meselâ bir partiye oy veren 5 milyon 10 milyon kişi yanlış yapıyor olabilir ve bunu resmî din müntesipleri de görüyor olabilir. 10 milyon, 20 milyon kişi hep birlikte bir partiye oy vererek kendileri için kötü bir iş yapmış olabilirler ki bunun târihte bir-çok örneği vardır. Yine, milyonlarca kişinin sigara içmesi doğru bir şey midir ki?. Kitlesel olarak yapılan şeyler genelde “sürü psikolojisi” ile yapıldığından yanlıştır ve bilindiği gibi, eğer koyun sürüsü içinden bir koyun uçuruma atlarsa, arkasından diğer koyunlar da atlar. Sürü psikolojisi budur işte. Oy kullanmak da bu bağlamda bir sürü psikolojisidir.

Verdiğimiz örnekler ve verilebilecek başka bir-çok örnekler gibi, kitlelerin hep birlikte kesin yanlış olarak yaptıkları bir-çok şey vardır. Bunu resmî dînin sâhipleri olan iktidarlar o şekilde istediği için yaparlar. Zîrâ resmî dînin felsefesi “sürü psikolojisi”dir ve resmî din zâten bu felsefeden beslenir.

Peygamberler ve vahiy, resmî dîni vahyî dîne dönüştürmek için gönderilmişlerdir. Çünkü insanlar ancak resmî din yerine vahyî dîni hayâta hâkim kıldıklarında cehâletten, zulümden ve acıdan kurtulacaklar ve mutlu olabileceklerdir.

Evet; Peygamberimizin, ortadan kaldırıp yok etmek için gönderildiği din, şu-anda da yaşanan “resmî din” idi.

En doğrusu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Temmuz 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder