İslâm, hem kişinin bizzat kendisini, hem de toplumu
ve en nihâyet de Dünyâ’yı düzeltmek ve düzenlemek isteyen bir dindir. Bu
düzeltme işlemi siyâsi bir erk gerektirdiğinden, İslâm’da kesinlikle bir “devlet
talebi” vardır. Zâten İslâm Devleti olmadığında “İslâm’ı hakkıyla yaşamak” da
mümkün değildir. İslâm’ı ucundan-kıyısında yaşamak düşüncesi İslâm’dan ve Kur’ân’dan
onay almaz. Çünkü İslâm, “idâre edilen bir din” değil, “idâre eden bir din”dir.
Bu nedenle ne zaman ki insan var ve dolayısı ile İslâm varsa, o zamandan bêri
bir İslâm Devleti fiilen yada talep olarak vardır. Allah nazarında devlet, İslâm
Devleti’dir. Zîrâ hak, hakîkat ve adâlet-merkezli bir Dünyâ ancak ve ancak
İslâm Devleti olduğunda tezâhür eder. İslâm Devleti fiilen olmadığında ise,
onun yerine İslâm’i olmayan, dolayısı ile bâtıl-merkezli olan devletler olur ki
bu devletler İslâm Devleti’ne karşı ortaya çıkmış-çıkarılmış “paralel
devletler”dir. İslâm Devleti’ne rağmen parâlel devletler. O hâlde hak-merkezli
İslâm Devleti olmadığında, bâtıl-merkezli paralel devlet(ler) ortaya
çıkacaktır-çıkmıştır. Zâten peygamberler ve kitaplar da, müslümanların
bozulmasına binâen İslâm Devleti’nin yıkılmasıyla birlikte ortaya çıkan paralel
devletlerin helâk ettikleri insan ve canlı-cansız varlıkların durumlarını düzeltmeye
gelmişlerdir. Bu bir zulümdür zîrâ. Zulüm, paralel devletlerin yaptığıdır.
Peygamberler ise, paralel devletlerin yerine İslâm Devleti’ni kurarak zulmü
bertarâf etmek için gönderilmişlerdir. Yâni yeryüzünde nerde bir bozulma
görülüyorsa, orada İslâm Devleti’nin yerine paralel bir devletin-devletlerin
ortaya çıktığı anlaşılmalıdır.
Laik-seküler-kapitâlist-liberâl-demokratik-modernist
devletler, aslında gerçek devlet olan İslâm Devleti’nin paralel devletleridir. Son
200 yıldır Dünyâ’da imparatorlukların bitmesiyle birlikte bir-çok paralel
devlet ortaya çıkmıştır. Bu post-modern paralel devletler, eski paralel
devletler gibi dîne hiç atıf yapmadıklarından ve din yerine aklı ölçü
aldıklarından, vicdân ve merhâmetlerini neredeyse tamâmen yitirmişlerdir. Bu
nedenle de yıkıcılıkları daha beterdir. Ortaya çıkan bu paralel devletler, “ana
paralel devlet”in güdümünde ve yönlendirmesi altındadırlar. Ana paralel devlet,
diğer alt paralel devletleri, çeşitli şekillerde idâre eder ve yönlendirir.
Bunu bâzen de entrika yoluyla yapar; Enflasyon, devalüasyon, gizli ajandaları
açık etmek, kasetlerle şantaj vs. ve nihâyet de darbe yapmakla. Ana paralel
devlet, soygunu en çok da, diğer paralel devletlerde, yine kendisine bağlı olarak
“gizli alt paralel devletler”in taşeronluğu ile darbe yapmakla sömürür,
yönlendirir ve kendisine bağlı-bağımlı kılar. Bu nedenle de belli aralıklarla
-yada buna “o küçük paralel devletler semirdiklerinde” de diyebiliriz- darbe
yaparlar. Bu tarz alt paralel devletlerde ortaya çıkan darbelerin hemen
tamâmında ana paralel devletin parmağı ve hattâ eli vardır.
Türkiye’de 15 Temmuz’da söz-konusu olan şey, iktidardaki
paralel devlete rest çekerek; “çekil oradan, ben paralel devlet olacağım” diyen
gizli potansiyel paralel devlettir. Olan şey aslında; “devlet içinde devlet içinde
devlet olma” çabasıdır. Paralel devlet, İslâm Devleti’ne paralel olarak
kurulmuş “devlet içinde olan devlet”in bir kalkışmasıdır. Gizli paralel devletin,
İslâm Devleti’ne paralel olarak kurulmuş olan iktidardaki paralel devlete karşı
yapmış olduğu bir operasyondur.
Bütün paralel devletler, kendilerini besleyen en
büyük paralel devletin paralel devletleridir aslında. İslâm Devleti ise, Allah’ın
devletidir. İslâm Devleti, diğer paralel devletlere, ideolojilere, kişilere
karşı paralel değil, dik-dikey durur. Paralel duracağı tek varlık Allah’tır. Allah’a
karşı paralel durmak dik duruşunun bir netîcesi ve göstergesidir. Bu nedenle İslâm
Devleti olmayan devletlerin hiç-biri dikey değildir. Dikey olmak için “İslâm”
olmak gerekir. Dikey olan yâni paralel olmayan İslâm Devleti’nde yaşayan herkes
Allah’a karşı paralel dursa da, şeytana, tağutlara ve nefse karşı dik durur. Diğer
paralel devletlere karşı dik durur. Devlet nasılsa, halkın geneli de öyledir.
İslâm Devleti hâricindeki devletler paralel oldukları
için, halk da paraleldir ve aslında paralel devletlerde herkes görece “hâin”dir.
Birbirlerine göre ve birbirlerine karşı hâindir. Birbirlerini hâin îlan
etmişlerdir. Birbirlerini hâinlikle suçlarlar. Birbirlerinin kuyusunu
kazmaktadırlar zîrâ. Kimisi efendisini-şeyhini-hocasını, kimisi
atasını-lîderini-kahramânını, kimisi ırkını-milletini-vatanını, kimisi
ideolojileri, kimileri nefislerini-çıkarlarını “en iyisi” îlân etmişler ve
onların peşlerine düşmüşleridir. Bunlara sıkı-sıkıya bağlıdırlar. Bu bağlılık
diğerlerini “öteki”, “bâtıl” ve “hâin” îlân etmelerine sebep olur. Bu grupların
tamâmı, diğerlerini ihânet içinde görürler. İslâm-merkezli bir tasavvur,
düşünce ve eylem yoktur paralel devletlerin halklarında çünkü. İslâm
Devleti’nde herkes diğerlerini de düşünür. Paralel devletlerde ise herkes sâdece
kendi çıkarını düşünür. Kânun ve kurallar da, asıl olan İslâm-merkezli
kânunlara karşı çıkarılmış “paralel kânunlar”dır zâten. Gerçek ihânet, İslâm
Devleti’ne karşı çıkarılmış ve sürdürülmüş olan paralel devletler kurmak ve
kânunlar çıkarmaktır. Bunu bir hayat nizâmı yapmaktır. Allah’ın kânunlarına
karşı beşerî kânunları hâkim kılmaktır gerçek ihânet. Allah bunu “fıtrata
ihânet” olarak görür. Zîrâ fıtrat, “İslâm fıtratı”dır ve insan İslâm fıtratına
uygun olarak yaratılmıştır. İslâm Devleti’ne paralel devlet kurmak, fıtrata
ihânet etmektir. Fıtrat hem İslâm’a uygun olacak, hem Allah bu fıtrata uygun
vahiyler gönderecek, hem de zirveleşmiş bir ahlâk-fıtrat sâhibi Peygamberle bu
fıtratı yeryüzünde hâkim kılacak; sonra da birileri çıkıp buna aykırı bir yola
girecek.. Şirk budur işte!. Allah şirki aslâ affetmez. Allah’ın bunu affetmemesinin
nedeni, şirkin, “Allah’a yapılmış bir ihânet” olmasındandır. Şirk bir
ihânettir. Allah’a yapılmış ihânet. En büyük ihânet, “En Büyük”e yapılan
ihânettir. Çünkü Allah kendi otoritesine rağmen başka otoritelerin bulunmasına
râzı olmaz. Tüm kâinat İslâm’a uygun iken, birilerinin paralel devletler ve
kânunlar ortaya çıkarıp bu doğrultuda yaşamalarına aslâ râzı olmaz. Allah bunu
bir ihânet sayar ve şirk olarak kabûl eder. Affedilemeyecek tek suç olarak
belirler.
Bu durumda paralel devletlerin içinden yine,
“sistem-içi olan” yâni paralel olan yapılar ortaya çıkar ve bunlar, “yedek
paralel” değil, “esas paralel” olmak hayâlini kurarlar ve bu uğurda çeşitli çalmalar,
sızmalar, şiddet ve hâinlik yapabilirler. Zîrâ yedek paralel olmayı içlerine
sindiremezler. Bu “yedek paralel devletler”in İslâm Devleti kurma diye bir düşünceleri
aslâ yoktur.
Paralel devletler kendi içlerinde sürekli olarak para
ve çıkar savaşları yaparlar. İslâm Devleti’nin savaşı ise “hak-hakîkat savaşı”dır.
Paralel devletlerde şiddetli bir lîderlik-ilahlık savaşı yaşanırken, İslâm Devleti’nde
böyle bir şey yaşanmaz. Zîrâ İslâm Devleti’nde tek ilah Allah’tır. Paralel
devletlerin ilahları gerçek ilah değildirler. Zâten sık-sık ilah değişimi
yaşanır. Gerçek ilah, İslâm Devleti’nin ilahıdır ki, O’ndan başka ilah da
yoktur.
Tüm paralel devletlerde “piramit modeli” geçerlidir. Bu
model bir “kast sistemi” açığa çıkarır paralel devletlerde. İslâm Devleti’nde
ise “saf modeli” vardır. İlk saf uzar gider. Eğer ilk safta yer kalmazsa,
ikinci saf, ilk safın bir devâmı olarak eklenir. İmam namazda en önde olsa da,
mescidi terk-etmede en sonda olandır.
Peygamberimiz, Mekke’deki müşrik paralel devletin
yerine, İslâm Devleti’ni yeniden kurdu ve sağlamlaştırıp yerleştirdi. Böylece
hak-hakîkat-adâlet-merhâmet-vicdân-eşitlik-huzur-mutluluk arap-yarımadasına
ayyuka çıktı. İnsanlar güvenlik içinde yaşamaya başlamışlardı. Peygamberimizle
başlayan İslâm Devleti süreci, Hz. Osman döneminin ikinci yarısında sarsıntıya
uğrasa da, Hz. Ali döneminde “İslâm Devleti” özelliğini sürdürmüş, fakat onun
vefâtıyla birlikte potansiyel paralelciler hemen İslâm Devleti’ne karşı paralel
devleti kurmuşlardır. Kurdukları devlet, “İslâm’i olmayan” olduğu için
paraleldir. İslâm/vahiy-merkezli olmayan tüm
devletler paralel devletlerdir. “Biraz İslâm’i” olması bir devletin
paralel olmasını önlemez. Bir devletin paralel devlet olmaktan kurtulması için,
“tam İslâm’i” olması şarttır. İslâm ile birlikte gelen hak, hakîkat, adâlet,
vicdan, merhâmet-merkezli hayat, Hz. Ali’nin vefâtıyla birlikte yerini
çıkar-merkezli ve vicdandan, merhâmetten yoksun olan paralel devlete
bırakmıştı. Evet; Emevi Devleti bir paralel devlet idi. Asıl devlet olan
İslâm Devleti’ne karşı bâtıl-merkezli olarak yeniden yapılandırılmış olan paralel
devlet. Abbâsi Devleti de paralelin yerine “yeniden İslâm Devleti” söylemi ile
yola çıkmasına rağmen, o da paralel devletlerden bir devlet oldu çıktı. Bu durum
günümüze kadar böylece sürüp gitti. Şöyle bir fark var ki; o zamanki paralel
devletler şimdiki gibi mutlak anlamda paralel değildiler. Zîrâ devlet içinde
olmasa da halk içinde İslâm Devleti’ndeki gibi hayatlar hâlen yaşanmaktaydı ve
zâten İslâm’ı diri tutan bir damar her zaman olagelmiştir. Bu ilk paralel devletlerin
İslâm’a uygun işler yaptıkları da vâkidir. Ne de olsa gerçek anlamda olmasa da İslâm’ın
bir yaptırım gücü hâlen vardı. Fakat İslâm’ı tam anlamıyla uygulamadıkları için
bu devletler de paralel devletlerdir. Belki “yarı-paralel devletler” demek de
doğru olabilir.
Paralel devletler içinde alt paralel devletlerin
oluşması ve ortaya çıkması; İslâm’a karşı paralel devlet kurmanın bir
cezâsıdır. Her cezâ kendi cinsinden olur. Siz İslâm Devleti’ne karşı paralel
devletler kurarsanız, birileri de çıkıp bu paralel devletlere karşı alt paralel
devletler kurarlar. Zîrâ paralel devletler, halkın genelini kuşatıcı
olmadıklarından, halkın en az yarısı gidişattan memnun değildir. Bütün
darbelerin-isyanların nedeni budur.
Paralel devletlere karşı İslâm Devleti’ni savunanlar,
İslâm Devleti’ne karşı kurulmuş olan paralel devletleri yapı-bozum anlamında yıkmayıp
da onu tâmir ederek İslâm’ileştirmeyi düşündüklerinde; FETÖ örneğinde de
görüldüğü üzere, bir süre sonra paralel devlet tarafından kuşatma altına alınır
ve bir zaman sonra kendisi de sıkı bir paralel devlet olur çıkar. Çünkü
İslâm-merkezli değil, bâtıl-merkezli bir tasavvur, düşünce ve eylem
üzeredirler. Böylece Dünyâ’da bir paralel devletler savaşı başlar. Zaten 1. ve
2. dünyâ savaşları, paralel devlet savaşlarıdır. Bu savaşlar, İslâm Devleti
gibi hakkı ortaya çıkarmak ve yerleştirmek için değil; biri diğerini bertarâf
ederek ana paralel devlet şeklinde Dünyâ’ya hâkim olmak için savaşmışlardır. Bu
savaşlar paralel devlet modelini koruma ve kendi alanlarında hâkim kılma savaşlarıdır
aynı-zamanda. Şöyle bir masal vardır:
Zengin bir köyde, bu köyün tüm altınlarını gümüşlerini
çalıp götüren bir ejderhâ varmış. Ejderhâ bu altınları çalıp yaşadığı mağaraya
götürürmüş ve onları orada korurmuş. Ejderhâyı öldürüp altınları geri getirmek
üzere yola çıkan gençler bir daha geri dönmezmiş. Uzun zaman sonra bir genç; “ben
gidip ejderhâyı öldüreceğim ve altınları getireceğim” diye yola çıkmış ve ejderhânın
yaşadığı mağaraya ulaşmış. Bakmış ki ejderhâ altınların bulunduğu sandığın
yanında duruyor ve altınları koruyor. Hemen sessizce yanına yaklaşmış ve onu
bir-kaç kılıç darbesiyle öldürmüş ve ejderha bir-anda yok olmuş. Sonra da genç
hazîne sandığına yönelmiş. Sandığı açtığında çil-çil altınları görünce bir-anda
kendisi de ejderhâya dönüşmüş ve başlamış altınları korumaya.
Evet; iktidardaki paralel devletin yerine “hakkı
getireceği söylemi” ile yola çıkan diğer alt paralel devlet, asıl paralel
devleti yıkıp yok ettiğinde, kendisi asıl paralel devlet olur. Çünkü yedek de
olsa o da paralel bir devlettir. Zîrâ paralel devletlerin argümanlarını,
ideolojilerini ve yöntemlerini kullanmaktadır. İslâm’i değildir yâni. Bu yüzden
bu durum böylece sürüp gider. Demokrasinin yürürlükte olduğu yerlerde süreç her
zaman böyle işler. Tâ ki gerçek İslâm erleri ortaya çıkana ve paralel devleti
yıkıp, yerine İslâm Devleti’ni kurana dek.
İslâm Devleti dışındaki tüm devletler, İslâm’a karşı
oluşturulmuş paralel devletlerdir vesselam.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder