“De ki: Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrâna
uğrayacak olanları size haber vereyim mi?’. Onların, dünyâ-hayâtındaki bütün
çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar” (Kehf 103-104).
Tüm zamanlarda iktidârın tarafındakiler,
iktidârı değerlendirirken sürekli olarak, iktidarın yaptığı görece iyi
şeylerden bahsetmişlerdir. Bahsettikleri ve savundukları bu şeyler, somut
olarak görünen şeylerdir ki insanlar görsel olandan daha çabuk iknâ olduklarından,
bunu yapmaları politika gereğidir. Bahsetmedikleri taraf ise, görünmeyen yönler
ve istatistiklerdir. Zâten iktidar yanlıları, kıyaslamalarını da, mevcut
iktidardan önceki çok kötü bir iktidâra yada zamâna göre yaparlar ki aradaki
sözde fark açığa çıksın da hem kendileri hem de diğerleri iknâ olabilsinler.
İktidarlar da her zaman; “biz bir enkaz devraldık, bizden öncekilerin yanlışlarını
düzeltiyoruz” diyerek halkı avuturlar.
Türkiye’deki mevcut iktidar
yanlıları da iktidârı savunurlarken; 3. köprü, Osmangazi Köprüsü, Avrasya
Tüneli, 3. Havalimanı, Marmaray, millî tank ve uçak, yerli otomobil ve ekonomik
işleri örnek gösterirler ve “daha asrın projesi”, “2023 hedefi” gibi hedeflerin
sözcülüğünü yaparlar.
“İktidar şunları-şunları
yaptı” diyorlar. Yapacak tabi. Devlet yan gelip yatma yeri değildir ki. Kim
gelse yapmak zorunda zâten. Bu bir lütuf değildir, görevdir. Gayretle
yaptıkları şeyler için Allah râzı olsun. Yaptıkları ayrıcalıklı şeyleri
görmezden gelecek değiliz. Fakat sosyâl bir devlet değil de kapitâlist bir
devlet-hükûmet anlayışına sâhip olduklarından, yaptıkları görece iyi şeyler de
hemen kapitâlist kuşatmaya alınıyor ve halka “bedel” olarak dönerken,
birilerine ise “zenginlik” olarak dönüyor.
İstikâmetini kaybetmiş bir
iktidardan bahsediyoruz. Mü’minler değerlendirmelerini bu minvâlde
yapmalıdırlar. Ters yönde olanca hız ile gitmeyi övmek bir çeşit
hastalıktır. Paranoyadır. Bir şeyi “yapmak” her zaman iyi değildir. Bâzen
yapmamak iyidir ve bâzı şeyleri yapmamak iyi bir şey yapmaktır. Meselâ ahlâksızlık
yapmamak iyi bir şey yapmaktır. Bâzen de bir şeyi yapmak kötü bir şey yapmak
olur. Zinâ yapmak, fâiz almak gibi.
Yapılan değerlendirme,
kişinin ne olduğunu da gösterir. Kişi, yaptığı değerlendirmeye göre önceliğinin
ne olduğunu ve böylelikle de kalitesinin ne olduğunu göstermiş olur. Kişinin,
önceliği, maddî olana vermesi, maddî şeyler üzerinden bir kıyas yapmasına neden
olacaktır. Önceliği mânevi olanlar için ise maddî yapıların önemi tâlîdir.
İktidardaki parti olan AKP
her-şeyi iyi(!) yapıyor da, iyi yapmadığı şeyler ne olacak?. Bâzıları
değerlendirmelerini sâdece maddî olan üzerinden yapınca, yapılan onca işlerin
kötü sonuçlarını göremiyorlar ve de görmek istemiyorlar. Meselâ İslâm’a göre
insanın ayırıcı özelliği olan “ahlâk”tan ne haber?.
Başbakanlık İnsan Hakları
Kurulu’nun 2010 yılında yaptığı bir araştırma var. Buna göre 2002 yılında 25
bin olan “hayat kadını” sayısı 100 bini geçmiş durumda. Ekonomide pembe
tablolar çizmek, rakamlara takla attırmak gittikçe artan fuhuş sektörünün bu
hükûmet döneminde ulaştığı zirveyi gizlemeye yetmiyor. Daha da vahimi, 40 bin
kadın da vesîka alabilmek için genelevlerin kapısında bekliyor. Bunlar da resmî
veriler. Bu rakamlar devletin telaffuz ettiği rakamlar. Ekonomi bozuldukça “hayat
kadını” sayısı da artmış.
AKP’nin
başa geldiği 2002 yılında ülke nüfusu 68-69 milyon iken, vesîkalı hayat-kadını
(fâhişe) sayısı 25.00 idi. 2014 yılında nüfus 78 milyona ulaşmasına yâni %12-13
artmasına rağmen, 2014 yılında vesîkalı hayat-kadını sayısı %400-500 artarak
100.000 sayısını aşmıştır. Bu rakam gayr-ı resmî olarak 300.000’dir. Bu
kadınlar sâdece zevk nedeniyle mi bu işi yapıyorlar?. Tabî ki de hayır!.
İnsanlar ya yaşamak için ya da kıyas yaptıkları görece iyi yaşama ulaşmak için
bu seviyesiz işi yapıyorlar ve yapmak zorunda bırakılıyorlar. Bir kadının
fahişelik yapmasının iki nedeni olabilir; ya ahlâkı bozulmuş ve mâlûm yollara
düşmüştür, yada geçim zorluğuna düşmüş ve mecbûren o yola girmiştir. Bülent
Arınç’ın da dediği gibi; “AKP mânevî alanda başarılı olamamıştır. Eğer AKP hükûmeti iffet kavramına otoyol, demiryolu,
gökdelen yapımı kadar önem vermiş olsaydı, şüphesiz tablo bu denli vahim
olmayacaktı”.
Bir ülkede ahlâk bozulmuşsa,
her-şey bozuk demektir. Ahlâkın bozuk olduğu yerde hiç-bir şey iyi ve düzgün
olmaz.
İstatistiği sâdece ekonomik
yönden değerlendirmek bir hastalık şekline geldi. Bir değerlendirme yapılacağı
zaman hemen; yapılan maddî şeylerin hesâbı ve bilançosu ortaya atılıyor. İyi de
bu yapılanların bedeli nedir, faturası kime çıkarılmıştır ve bunlar yapılırken
gözden kaçanlar nedir?. Bakın şunlardır:
Özellikle
ekonomi politikaları yüzünden evlenmeler bâriz azaldı ve boşanmalar ise
katlanarak arttı/artıyor. Adâlet bakanı
Sâdullah Ergin, boşanma dâvâsı sayısının 2002’de 153 bin 409, 2012 yılında
ise 190 bin 564 olduğunu açıkladı. Türkiye’de evlenme-boşanma
araştırmasının sonuçlarını açıklayan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’nun tespitine göre, 2011
yılında İzmir’de 31.756 evlenmeye karşın 11.149 boşanma gerçekleşmiştir.
Araştırmaya göre İzmir, 2011 yılında Türkiye’de en fazla boşanma olaylarının
yaşandığı il olmuş. Hâlbuki AKP iktidârı döneminde nüfus sâdece % 10
artmıştır.
Adâlet bakanı, cezâ infaz kuramlarında 31
Aralık 2002 târihi îtibârıyla 24 bin 621 tutuklu, 34 bin 808 hükümlü; 31 Aralık
2012 târihi itibârıyla da 31 bin 707 tutuklu, 104 bin 313 hükümlü bulunduğunu
söyledi. Hâlbuki AKP iktidârı döneminde nüfus sâdece % 10 artmıştır.
İyi durumda olan bir ülkede
hırsızlık olmaz. Hırsızlık konusundaki veriler ülkenin iyi bir durumda olmadığını
gösteriyor: İç-işleri Bakanlığı verilerine göre, yurt genelinde 2008’de 256 bin
562 olan hırsızlık suçu, 2009’da 304 bin 570’e, 2010’da 344 bin 87’ye, 2011’de
351 bin 838’e ve 2012’de 405 bin 405’e yükseldi. 4-5 yılda % 70 artmış. Hâlbuki
nüfus sâdece % 5 arttı.
İnsanlar yaşadıkları ülkede
refah içinde yaşamış olsa, bâzı hastalık durumları hâriç (kleptomani), kimse hırsızlık yapmaz. Hırsızlığın
artması, ülkenin durumunun kötüye doğru gittiğini göstergesidir.
AKP iktidârının son 9
yılında toplam 1 milyon 145 bin 641, yılda ortalama 135 bin esnaf ve sanatkâr
mesleği bırakarak sicil-kaydını sildirdi. Sayıları 1 milyon 510 bin 945 olan
mevcut esnaf ve sanatkârlar, âileleriyle birlikte düşünüldüğünde ülke nüfusunun
yaklaşık yüzde 10’unu oluşturuyor.
Ülkemizde
18 milyon civârında insanın sigara içtiği belirtildi. Ülkemizde yetişkin her 100 erkeğin 65’i sigara
tiryâkisidir. Türkiye Sigarayla Savaş Derneği
Genel Başkanı Dr. Mustafa Aydın, okul dönemi
başlarken ebeveynleri uyarıyor. Alınan yasal tedbirler sâyesinde ülkemizde sigara tüketimi
her geçen yıl düşüş gösteriyor. Ancak sigara kullanım yaşı ortaokul
seviyelerine kadar indi. Kadınlarda
sigara içme oranının %100 arttığını aktaran Aydın, sigara tiryâkiliği
artış hızında kadınların erkeklerden önde olduğunu belirtiyor. Dünyâ
Bankasının 1999-2000 yıllarında yaptığı sigara araştırmasının sonuçlarına göre,
sigara kullanımı son on yılda Dünyâ’da % 4,12 azalırken, Türkiye’de ise % 52,18
oranında arttı.
AKP döneminde uyuşturucu
kullanım yaşı 15’e kadar düştü. Uyuşturucu illetinden kurtulmak için AMATEM’e
baş-vuranların sayısı, 2004 yılından bu yana yüzde 1.781 arttı. Bonzai,
lise ve ilkokullara kadar girdi.
Alkol kullanımı arttı. Bu artış eski ulaştırma bakanı
Binali Yıldırım’ın; “Tekirdağ’da rakı fabrikası sayısını 2’den 18’e çıkardık”
açıklamasıyla doğrulanmış oldu. Hâlbuki AKP iktidârı döneminde nüfus sâdece %
10 artmıştır.
AKP döneminde intihar olaylarında yüzde
40’lık artış yaşanmıştır. Ülkemizde intihar edenlerin sayısı her geçen yıl
artarken bu sayı ürkütücü boyutlara ulaşmıştır. İstatistiklere göre
ülkemizde intihar olaylarının nedenleri arasında banka borçları, âile geçimsizliği,
geçim zorluğu, ticâri başarısızlık gibi nedenler ilk sıralarda yer almaktadır.
2012 yılı verilerine göre kredi-kartı borcu sebebiyle son 8 yılda 200 kişi
canına kıymıştır. 10 yılda ise 934 asker, 325 polis ve 34 öğretmen intihar
etmiştir. Türkiye’nin intihar olaylarında Dünyâ’daki sıralaması ise 79’dur.
Uzmanlar, genel şiddetin artması, ekonomik sebepler ve meslekî sıkıntıların
intiharı tetiklediğine dikkat çekmektedir.” 2002-2012 yılları arasında 30. 587
kişi intihar etti. İyi yönetilen ve halkın da mutlu olduğu ülkede intiharlar bu
kadar artar mı?. Hâlbuki AKP iktidârı döneminde nüfus sâdece % 10 artmıştır.
Türkiye İstatistik Kurumu
(TÜİK) Türkiye’de hiç yoksul yokmuş gibi göstermeye çalışırken durumun tam
tersi olduğu belirlendi. AKP döneminde yoksul sayısının en az 545 bin ile
1.5 milyon kişi arasında arttığı saptandı.
Türkiye’de korkunç
boyutlarda bir gelir-dağılımı adâletsizliği yaşanıyor. TÜİK’in en son Gelir ve
Yaşam Koşulları Araştırması 2012 yılındaki durumu yansıtıyor. Buna göre en
üstteki yüzde 20’lik nüfus-diliminde yer alan hâne halkları, toplam gelirin
yüzde 46.6’sını alırken, en alttaki yüzde 20, gelirden sadece yüzde 5.9 pay
alabiliyor. En üstteki ile en alttaki arasında 8 katlık bir gelir farkı var. En
varlıklı yüzde 20’lik nüfus gelirin yarıya yakınını elde ederken, nüfûsun yüzde
80’i kalan yarısını paylaşıyor.
İstatistiklere göre
Türkiye’de en zengin %10’luk kesim, son 14 yılda gelir-payını %11’e yakın artırdı.
Bu kesim %67 olan payını %77.7’ye yükseltti
AKP döneminde israf da
alabildiğine çoğalmıştır. “İleri gelenler” hiç-bir konfordan mahrum değildir.
İsrafta zirve ise “Ak-saray” ile olmuştur. Mâliye Bakanı Mehmet Şimşek, Ak
Saray’ın mâliyetinin 1 milyar 370 milyon lira olduğunu söylemiştir.
4 Kasım 2014 târihinde bütçe
görüşmelerinde muhâlefet milletvekillerinin sorularını cevaplayan mâliye Bakanı
Mehmet Şimşek, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın maliyetinin 1 milyar 370 milyon lira
olduğunu açıkladı. Bu para 685 okul, 680 öğrenci yurdu, 1000 yataklı 55
devlet-hastânesine eşit.
Bülent Arınç, “İsrâfın önünü
alabilseydik, sizden vergi toplamamıza gerek kalmazdı” demişti.
Genelde
hemen-hemen tüm Dünyâ’da, özelde Türkiye’de adâlet “mülkün temeli” olmaktan çıkmış,
zulme dönüşmüştür. Bunun acısını en çok da her-zamanki gibi alt-sınıftaki halk
çekmektedir. Adlî/hukûki/ekonomik/sosyâl-adâlet yerlerde gezmektedir
Türkiye’de. Asgarî ücret ile cumhurbaşkanı maaşı arasında 40 kat fark varken;
asgarî ücret emeklisi ile cumhurbaşkanı emeklisi arasındaki fark 16 kattır.
“Ki onlar, insanlardan ölçerek aldıklarında noksansız
alırlar. Onlara ölçtüklerinde veya tarttıklarında eksiltirler” (Mutaffifîn 2-3). Faturaları/vergileri alırken ve bunlara
zam yaparken bol-bol yaparlar ve tam alırlar, ama iş vermeye gelince nasıl
kısacaklarını şaşırırlar. Meselâ bir zam yaparken üç-beş kuruşu zor verirler.
20-25
liralık zammı matah bir şey zanneden hükûmet ve diğer vekiller, kendilerine
gelince tam 30 kat farkla zam yapabiliyor. Emekli vekillere kezâ öyle. AKP
döneminde ekonomik alanda adâletsizlik “pik” yapmıştır ve zulme dönüşmüştür.
Bu-kadar bâriz adâletsizlik olmaz. Yine; parası olan istediği gibi sağlıktan
faydalanabilirken, gariban halk, sağlık-ocaklarından ilerisine gidemiyor. Zenginler,
çocuklarını özel-okullarda okutarak ve özel dersler aldırarak istediği yüksek
okulu kazanmasını sağlayıp iyi ve bol kazançlı bir iş edindirebilirken, fakir
halk, lise-sonda yolda kalıyor. O da zorunlu olduğu için. Zenginlerin
zenginliği her geçen gün artarken, gariban daha da yoksullaşmaktadır ve
düzelecek bir durum da gözükmemektedir. Gariban (gerçi gezmeye gidemiyor ya)
bir yere giderken ya bisiklet ile yada halk-otobüsleri ile gitmek zorundayken,
zengin, son-model arabalarıyla istediği gibi gezmektedir.
Geriye
garibana sâdece “din” kalıyor ki o da devletin izin verdiği kadar. Devlet izin
verse de baş-örtüsü takabilse. Dikkat edin! taktığı-takacağı baş-örtüsü
Allah’ın emri olan baş-örtüsü değil, AKP’nin izni ve emri olan baş-örtüsüdür. Allah’ın emri olan örtü değil, Tayyib’in ve
kapitâlizmin müsâde ettiği örtüdür. Çünkü dînini
de istediği gibi yaşama hakkı yok kişinin. Allah’ın izin vermesi ve emretmesi
yetmiyor. Esas devletin izin vermesi gerekiyor. Kısaca, adâletin şirâzesi
kaymış olduğundan hiç-bir yerde işlemiyor. Söke-söke almadan devlet hiç-bir
hakkı vermiyor. AK Parti hükûmeti de bu konuda “iyi” olarak bir şey yapmadığı
gibi bu zorluğu daha da derinleştirmiştir. Liberâl, kapitâlist, “Demokratik
Ilımlı İslâm Projesi”nin Türkiye ayağı olan Ak Parti merkezli bir din ve Kur’ân
anlayışı hâkim oldu. Allah Kur’ân’da: “Ey
îman edenler, Allah’tan sakının ve eğer inanmışsanız, fâizden arta-kalanı
bırakın. Şâyet böyle yapmazsanız, Allah’tan ve Resûlünden size karşı savaş
başladığını bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermâyeleriniz sizindir.
(Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz” (Bakara
278-279) derken; Tayyib Erdoğan “fâiz bir Dünyâ gerçeğidir” diyerek fâizi
meşrûlaştırabiliyor ve Kur’ân’ın açık hükmünü göz-ardı edebiliyor. Yine AKP’li
bir milletvekîli Tayyib Erdoğan için: “Allah'ın bütün vasıflarını toplamış bir
lider” diyerek onu ilahlaştırabiliyor. Tayyib Erdoğan’ın “üç çocuk” tavsiyesine
(yada emrine) inanın binlerce kişi uydu. Hattâ komik bir durum; aralarında
husûmet başlamadan önce “cemaat”ten bâzı kişiler de bu “üç çocuk” tavsiyesine
uymuşlardı. Kendilerini ona uymak zorunda hissetmişlerdi demek ki.
Bilindiği gibi iktidârın bir
“üç çocuk isteği” var. Bunun nedeni olarak “gençleşmek”, “potansiyeli
arttırmak” denilse de, aslında kapitâlist ekonomik zihniyet nedeniyle, tüketimi
arttırmaktır. Modern küresel ekonomide ülkelerin gücü; gerçek bir artış ile
değil, tüketerek artan ve ihtiyaç olmayan tüketimlerinin yapılması ile ve büyük
oranda “borç olarak” gözüken işlem hesâbındaki miktârın büyüklüğüne göre
ölçülüyor. Bu nedenle ülkeler tüketimlerini aşırı bir şekilde arttırmak
istiyorlar ki bu da en çok iki şekilde kolayca yapılabiliyor. Biri; halka,
aslında ihtiyaçları olmayan şeyleri bol-bol aldırarak bir sûni hareketlilik oluşturmak
ve bu hareketliliğin netîcesinde işlem hesâbının sonuna yeni “sıfırlar” koyarak
hesaptaki sayıyı çoğaltmakla; ikincisi de, üretilen ve satılan ürünleri alacak
olan insanların sayısını çoğaltmak ile oluyor. Bu nedenle daha düne kadar
“nüfus plânlaması” ve “az nüfûsu” savunanlar, şimdilerde nüfuslarını nasıl
arttıracaklarının derdine düşmüş durumdadırlar.
Günümüzde müslümanlar
“sünneti uygulamak” konusunda çok zayıf kalıyorlar. Bunun nedeni; târikatlarda şeyhlerinin;
cemaatlerde hocalarının; partilerde ise lîderlerinin sünnetini uyguluyor
oluşlarıdır. Günümüz müslümanlarının büyük çoğunluğu Peygamberimizin sünnetini
uygulamazlarken, hattâ sahih hadis-sünnetleri bile eleştirirken, “Erdoğan-AKP
sünnetini” uygulamak için bir-birleriyle âdeta yarış içindeler. Bunun nedeni,
Peygamberimizin sünnetinin “bedel” istemesi, modern hayattan ferâgat beklentisi
nedeniyledir. Peygamberimizin sünneti uygulanmazken, Erdoğan-AKP sünnetinin
uygulanıyor olması, Erdoğan-AKP sünneti ile Peygamberimiz’in (sav) sünnetlerinin
bir-biri ile çelişiyor olmasındandır. Böylece “gerçek sünnet”e karşı bir mesâfe
koyuyorlar.
AKP “gömlek değiştirdiği”
için ve İslâm’a göre davranmayacaklarını söylemeleri nedeniyle onun yaptıkları-yapmadıkları
İslâm’a mâl edilemez. AKP’ye sâdece: “Siz eski İslâm’cı olduğunuz ve eski
söylemleriniz bu yönde olduğu hâlde niçin İslâm’a göre davranmıyorsunuz?” diye
sorulabilir.
Evet; işin bu tarafından
bakınca işler değişiyor ve farklı bir resim çıkıyor ortaya. Müslümanlar
kıyaslamayı Peygambere göre, asr-ı saadete göre, Hz. Ömer devrine göre
yapmalıdırlar. Bir-önceki İslâm-dışı görece kötü zamanlara göre değil. Aksi
hâlde yanılırlar.
Levent Gültekin bu bahisten
olarak şunları söyler:
“En büyük hava-alanını biz yaptık, ama hukuk-sistemimiz
çöktü. Uçuyoruz, fakat adâletten uzaklara. Marmaray’ı bu ülkeye biz
kazandırdık, ama müslümana duyulan îtimat yerle bir oldu. Binlerce kilometrelik
otoyol yaptık, ama “dindar adam asla çalmaz” algısı büyük bir darbe aldı. Yeni
hasta-hâneler yaptık, fakat merhâmetimizi, saygınlığımızı kaybettik. Yüksek
gökdelenler ve konutlar diktik, ama ahlâki hassâsiyetimiz yerin dibine geçti. Onlarca
yeni üniversite açtık, ama ‘dindar nesil’ yetiştirme uğruna eğitim sistemimiz
çöktü. Şehirlerimiz görünürde büyüyüp gelişiyor, ama değerlerimiz kayboldu. Yıllarca
gözümüz gibi koruduğumuz, uğruna her şeyden vazgeçtiğimiz ‘dâvâ’mızın içi
boşaldı. İnancımız sarsıldı. Amacımızı kaybettik. İslâm ölümcül yara aldı,
Müslümanlık tahrip oldu. Dînin toplum üzerindeki şifâlı etkisi kayboldu. “Dindarlık
eşittir dürüstlük, nezâket, saygı” görüşü yitip gitti. Terâzinin bir kefesine
maddî kazanımları diğer kefesine de kaybolan değerleri koyun bakalım hangisi
ağır basacak?. Hava-alanlarımız, yeni okullarımız, hızlı trenimiz, Marmaray’ımız
var ama huzûrumuz yok. Bunu göremiyor musunuz?. Ters istikâmette giden
trene binip, sonra da trenin dekorunda, hızında, konforunda teselli bulamayız. O
tren hepimizi uçuruma, felâkete götürüyor. Göremiyor musunuz?” der.
Dış alemde maddî şeyler
yapılırken, iç âlemde mânevi şeyler yıkılıyor. İnsanın iç âlemi yıkıldıktan
sonra dış âlemi altınla kaplasanız ne yazar ki?.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Temmuz 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder