20 Ekim 2016 Perşembe

Şehâdet



 “Allah yolunda öldürülenleri sakın ‘ölüler’ saymayın. Hayır, onlar, Rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar. Allah’ın kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki onlara hiç-bir korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır” (Âl-i İmran 169-170).

Şehâdet: “Tanıklık, şâhitlik, yüce bir amaç uğruna ölmek, şehit olmak” demektir.

Şehâdet=şehitlik, İslâm’ın bir aşamasıdır, son aşaması. Şehâdet bir “son” değildir, bir “aşama”dır, zîrâ şehâdet ile birlikte sonsuz cennet hayâtı başlar. Çünkü cennet hayâtı ebedî bir hayattır. Cennette şehitler, “en büyük şehit” olan Peygamberle komşu olacaklardır. Mü’minlerin hedefi, şehâdettir. Bu şehâdet, kılıç ile savaş meydanlarında da olabilir, kalem ile ilim-tebliğ-dâvet yolunda da. İlim yolunda olmak, sırça köşklerden çıkmamacasına olan bir yol değildir. Âlim, ilim için olanca gayretini sarf-ettikten sonra, tebliğ ve dâvet için de azâmi çabayı harcayan kişidir. İşte bu kişiler de, isterse ellerinde kılıç ile değil de kalem ile ölsünler, şehittirler ve şehitlerle birlikte olacaklardır Allah’ın izini ile. Allah, mü’minlerin içinden şehitler-şâhitler çıkmasını ister. Zâten Allah’ın Dünyâ’da hazırladığı imtihan, şehitler-şâhitler çıkması içindir:

“Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah’ın îman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şâhidler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez” (Âl-i İmran 140).

İşte mü’minin yakalayacağı zirve burasıdır. Îman, şehâdet ispâtıyla kemâle erer. “İşte şimdi kazandım” sözü boş bir söz değildir. Şehâdet bir kazançtır ve modernizm bir “ölüm korkusunun ayyuka çıktığı zamanlar” olduğundan ve “bin yıl yaşamak isteyenler”in cirit attığı bir dünyâ’dır. Böyle bir dünyâ’da şehâdet kavramı bırakın konuşulmayı, îmâsının bile yapılmasından hoşlanılmayan bir kavram olmuştur. Hâlbuki şehâdet, hayâtı taçlandırmaktır. Allah şehitleri “ölü” olarak bile saymıyor. “Onlara ölüler demeyin” diyor. Şehâdet sâdece ölerek gerçekleşmez tabi. Allah yolunda îman-infâk-hicret-cihad-ilim yaparak ve bu uğurda gayret sarf-ederek yaşadıktan sonra yatağında ölmek de kişiyi şehâdete ulaştırabilir. Yalnız bu, İslâm’a adanmış olan bir ömrün sonunda olur. Allah için hayattan vazgeçmekle:

“Öyleyse, dünyâ-hayâtına karşılık âhireti satın alanlar, Allah yolunda savaşsınlar; kim Allah yolunda savaşırken öldürülür yada gâlip gelirse ona büyük bir ecir vereceğiz” (Nîsâ 74).

Şehâdet, “1.000 yıl yaşamak isteyenler”e karşı, “cennetteki ebedî yaşamı” seçmektir. Bu ebedî yaşama ulaşmanın en garantili yolu şehâdettir. Azaptan kurtulmanın garantisidir bu. Yoksa Dünyâ’da 1.000 yıl yaşamak azaptan kurtarmaz kişiyi:

“Andolsun, onları hayâta karşı (diğer) insanlardan ve şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulursun. (Onlardan) her-biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu azaptan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını görendir” (Bakara 96).

Peki bir-anda şehit olunur mu?, o da ayrı bir konu. Şehâdet, İslâm’i-ilâhi bilince erilip, hayât-boyu Allah yolunda olmanın ve ölmenin bir sonucudur. Allah’tan başka yollarda ölmek, bâzen “kahramanlık” ve “yiğitlik” olarak kabûl edilebilse de, bu şekilde ölenler genelde “şehit” olmaz. Zâten bu tarz ölümler için şehâdete bir ön-ek kullanılır; “demokrasi şehidi”, “basın şehidi”, “vatan şehidi” vs. gibi. Şehit olmak o kadar kolay değildir. Şehitliğe adım-adım yürünür. Allah yolunda olanlar ancak, Allah yolunda ölür-şehit olur. Şükrü Hüseyinoğlu:

“Müslümanların târihinde bir-çok Kur’ânî kavramın anlam daraltılmasına yâhut daha da kötüsü anlam saptırmasına mâruz kaldığını biliyoruz. Şehâdet kavramının da anlam daraltılmasına mâruz kalan Kur’ân öğretileri arasında olduğunu görmekteyiz. Hayat rehberimizde, hayâtı baştan-sona kuşatıcı bir formda “Âlemlerin Rabbi için olmak” karşılığında kullanılan bu kavram ve türevleri, târih içinde “Allah için ölmek” anlamıyla sınırlandırılmıştır. Günümüzde de bu yanlış algı ve anlayış yaşatılmaya devâm edilmektedir. Rabbimiz hayâtı ve ölümü kimlerin daha güzel amellerde bulunacağını sınamak için vâr ettiğini bildirmekte (Mülk 2) ve îman akdiyle kendisine yönelenler için şu istikâmeti öngörmektedir: “De ki: Benim namazım, ibâdetlerim, hayâtım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir” (En-âm 162).  

İşte şehâdet mefhumu, tam da bu âyet-i kerimede ifâde olunan istikâmeti ifâde eden bir hayat çizgisidir. Kısaca, “âlemlerin Rabbi Allah için olmak” bilinci ve hayâtı bu bilinçle inşâ etmektir. Allah yolunda yaşamak ve bu yol üzere ölmektir. Allah yolunda ölümü göze almak, gerektiğinde Rabbâni ölçü ve ilkeler için canı ortaya koymak muhakkak ki şehâdetin en ileri noktasıdır. Lâkin, şehâdeti Allah yolunda ölmekle sınırlandırmak son derece yanlıştır. Allah yolunda ölmek, Allah yolunda olmanın bir cüzüdür.

Allah yolunda öldürülenler gibi, Allah yolunda yaşayanlar ve bu yaşantı üzere ölüm kendilerini bulanlar da şehâdet makâmındadırlar. Kur’ân ıstılâhında şehâdetin karşılığı böyledir. Zâten Kur’ân’da Allah yolunda öldürülen mü’minler övülmekle ve onlara “ölüler” demek yasaklanmakla birlikte (Bkz. Âl-i İmran 169), “şehid” nitelemesi hassaten, Allah yolunda can fedâ eden bu bahtiyarlar için kullanılmaz. Daha kapsamlı olarak, hayâtını bir bütün olarak Allah’ın yoluna şâhid kılanlar için kullanılır ki, “Allah yolunda öldürülenler” de zâten bu kapsamda yer almaktadır. Müslümanın yeryüzündeki sosyâl misyonu şehâdettir: “İşte böylece sizin insanlığa şâhidler (şuhedâ) olmanız, Resûlün de size şâhid (şehid) olması için sizi mûtedil bir ümmet kıldık...” (Bakara 143). Allah yolunda ölmek/öldürülmek, bu yolda olmanın tabii sonucudur” der.

Şehâdet bir “ölüm-şekli” değil, bir “ölümsüzlük-şekli”dir. Zîrâ şehitler ölümsüzdür. Allah bu nedenle şehitlere “ölü” denilmesini istemez:

“Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz” (Bakara 154).

Şehit Seyyid Kutub, şehâdetin de bir ispât ve amel olduğundan şu şekilde bahseder:

“Yazarlar çok büyük işler yapabilirler fakat bir şartla; fikirlerinin yaşaması için kendi nefislerini fedâ ederler, fikirlerinin yaşaması için kendi nefislerini fedâ ederlerse, fikirlerini elleriyle ve kanlarıyla beslerlerse, hak belledikleri sözün uğrunda kanlarını akıtırlarsa. Fikirlerimiz ve onları dışa aksettiren sözlerimiz ruhsuz ceset gibidirler. Onu ne zaman kanımızla ve canımızla sulayarak beslersek canlanır ve dirilerin zümresine girerler”.

“Allah, içinizden îman edenlere ve sâlih amellerde bulunanlara vaâdetmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sâhibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sâhibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibâdet ederler ve bana hiç-bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fâsıktır” (Nûr 55).

Tabi vaâd edilen bu hâkimiyet, cihad ve fetih olmadan ve cihad, fetih ve şehâdet ile tamamlanmadan sâdece ilmî faaliyetlerle ve basit iyiliklerle gerçekleşmez. Cihadın her türlüsü ciddî şekilde görünür olmadıkça bir devlet kurulup ümmete yol açılamaz ve bir İslâm medeniyeti oluşturulamaz. Samîmi duygularla, ciddiyetle ve direnişle yapılacak cehd-cihaddan sonra Allah’ın “zafer garantili yardımı” mutlakâ gelecektir. Tabi bu iş kolay değildir. Bu hedef uğruna nice gâziler olacağı gibi niceleri de şehâdeti tadacaktır. Hiç kimse şehitsiz-kansız-gürültüsüz-gayretsiz-emeksiz bir “selâmet dünyâsı” hayâl etmesin. Zîrâ bu, sünnetullaha terstir. Hem şehit olmak bir kayıp değil, tam-aksine meleklerin bile gıpta edeceği bir şeydir:

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ‘ölüler’ saymayın. Hayır, onlar, Rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar” (Âl-i İmran 169).

En nihâyetinde insanların bir kısmının canlarından da vazgeçmesi gerekebilecektir (şehâdet). Zîrâ İslâm bir şâhitlik ve şehitlik dînidir. Aynen buna tâlip olan ve canlarından vazgeçen sahabelerde görüldüğü gibi. Tabî ki en büyük mükâfat, bu “vazgeçiş”i yapabilenler için olacaktır. Allah buna “büyük kurtuluş” der. İslâm ve Kur’ân baştan-sona cennet karşılığında bir vazgeçiş tavsiye eder. Vazgeçmek, Allah için maldan ve candan vazgeçmektir ki, şehâdet budur. Bunun zirve âyeti şudur:

“Hiç şüphesiz Allah, mü’minlerden -karşılığında onlara mutlakâ cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da O’nun üzerine gerçek olan bir vaâddir. Allah’tan daha çok ahdine vefâ gösterecek olan kimdir?. Şu hâlde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur” (Tevbe 111).

Şehit olmak sağlam bir îman, gayret, fedâkârlık ister. İnsanların çoğu bu azmi gösteremez. Bu nedenle şehit olmaktan çok korkanlar ve şehit olmadığına sevinenler de vardır:

“Ey îman edenler, (düşmanlarınıza karşı) tedbirinizi alın da savaşa bölük-bölük çıkın yada topluca çıkın. Şüphesiz içinizden ağır davrananlar vardır. Şâyet, size bir musîbet isâbet edecek olsa: ‘Doğrusu Allah, bana nîmet verdi, çünkü onlarla birlikte şehit olmadım’ der” (Nîsâ 71-72).

Oysa mü’minler tam-aksini düşünürler ve şöyle derler:

“Mü’minler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: ‘Bu, Allah’ın ve Resûlü’nün bize vaâdettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir’. Ve (bu,) yalnızca onların îmanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı” (Ahzâb 22).

“De ki: Benim namazım, ibâdetlerim, hayâtım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir” (En-âm 162).

Mustafa İslamoğlu şehitlik ve şehâdet için şunları söyler:

“Peygamberimiz yatağında öldü. Peygamberimiz şehittir. Kur’ân söylüyor bunu. Şehâdet ile ölüm arasında doğrudan bir ilişki yok, şehâdet ile “nasıl yaşadığınız” arasında doğrudan bir ilişki var. Şehid olmak için ölmek zorunlu değildir. Yaşamak zorunludur. Allah yolunda yaşamak. Şehitleri herkesin üstüne çıkaran, ölümleri değil, ölüm-sebepleridir. Bir şehide kaç lira verirseniz şehit olur?. Şehitlerin mezarları, yaşadıkları yerdir. Şehitler ölmez çünkü. Şahâdet en büyük aşktır, şehit ise bu aşkını kanı ve canıyla ispât etmiştir. Kur’ân’da şehit, “hayâtını îmânına şâhit kılan” demektir. Kur’ân’da şehit kelimesi kullanılır, “şâhit” diye. Model, örnek, mostra demektir. Biz bugün şehidi, “Allah yolunda öldürülen”e diyoruz. Modernizm başka şeylere de diyor. Bu bağlamda modernizmin kullandığı şehit, “hayâtını îmânına şâhit kılanlardan” demek değildir. Peygamberimiz yatağında ölmesine rağmen Allah ona “şehit” der. Birinin “şehit” olması için Allah’ın o kişiye “şehit” demesi gerekir. Şehidi Allah belirler, Allah “şehit” der kişiye. İnsanın ise böyle bir hakkı yoktur. Allah da şehittir. Yâni mutlak-şâhittir. Şehit olmak için ölmek değil, yaşamak şarttır. Kadınlar her ay özel hâlleri dolayısı ile şehit olurlar”.

Şehâdet bir zaferdir. Zîrâ şehâdet, “Allah’ın emrine göre yaşayıp ölmek”tir. Bu anlamda tüm kâinât da Allah’ın emrine göre (şuursuz olarak) hareket ettiğinden dolayı “şuursuz şehittir”. Sâdece, “Allah yolunda olmayan insanlar” bundan müstesnâdır. Şehâdeti seç(e)meyenleri yâni Allah yolunda olmayanları ise alçakça bir ölüm bekler.

Bir soru ile bitirelim: Ey müslümanlar!; Bir “şehâdet sırası” olsaydı, o sıraya girer miydiniz?.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ekim 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder