28 Ekim 2016 Cuma

Eşitlik


“Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar vâr etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere oradaki rızıkları dört günde takdir etti” (Fussilet 10).

Eşitlik; “İki veyâ daha çok şeyin eşit olması durumu, denklik, müsâvat, muâdelet. Kânunlar yönünden insanlar arasında ayrım bulunmaması durumu. Bedenî, rûhî, başkalıkları ne olursa-olsun, insanlar arasında toplumsal ve siyâsî haklar yönünden ayrım bulunmaması durumu” olarak târif edilir TDK sözlüğünde.

Eşitlik, “mutlak eşitlik” şeklinde değildir. Mutlak eşitlik ol(a)amaz. Zîrâ hiç-bir şey mutlak alamda eşit değildir, olamaz da. Çok hassas makinelerde üretilen ürünler bile mutlak olarak eşit değildir. İki şeyin mutlak anlamda eşit olması sünnetullaha aykırıdır zîrâ. Doğada da birbirine mutlak anlamda eşit olan bir-şey gözlemlenemez. Kâinâtın hiç-bir yerinde mutlak anlamda bir eşitlik söz-konusu değildir. Bahsettiğimiz eşitlik, “mutlak anlamda bir eşitlik” değil, “doğal olan bir eşitlik”tir. Allah tüm varlık-gruplarını birbirine eşit olarak yaratmıştır. Meselâ tütün papatyalar eşittir; tüm hamsi balıkları eşittir; yağmur damlaları eşittir. Uzunluk-kısalık, küçüklük-büyüklük olarak değil ama, şöyle doğal bir bakışla bakıldığında hepsinde bir eşitlik göze çarpar.

İşte bunu gibi; İnsanların hiç-biri birbirine benzemez. Göz renkleri, deri renkleri, konuştukları diller, sesleri, düşünceleri ve inançları başka-başkadır. Bunda sorun yok. Zaten bu durum hem bir zenginliktir, hem de tüm bu farklılıklara rağmen “insanlık” anlamında eşittirler. Hepsi de insandırlar. Bu nedenle insanlar da başta rızık konusu olmak üzere; kamusal alanda, hak-hukukta, kendisine yapılan davranışlarda da eşit olmalıdır. Fakat eşit değildir. 

Alexis Carrel:

“Toplum insana şahsiyet tanısaydı, onların eşitsizliğini de kabûl etmek zorunda kalırdı. Her fert, kendi özel karakterlerine göre kullanılmalıdır. İnsanlar arasında eşitlik kurmaya çalışarak, çok faydalı olan ferdî özellikleri ortadan kaldırdık. Çünkü herkesin mutluluğu, kendi çalışma tarzına tam olarak uyum sağlamasına bağlıdır. Ve modern bir millette çok değişik işler vardır. Demek ki insanları, farklı-farksız birleştirmek yerine, terbiye ve hayat alışkanlıklarıyla çeşitlilikleri arttırmalıdır” der.

İtirâz ve hattâ isyân edilmesi gereken şey, insanların-hayvanların-bitkilerin ve cansız varlıkların farklı-farklı olması değildir ve zâten hiç-kimse de bu farklılıklardan rahatsız olmaz. Tam-aksine keyif alır. Rahatsız edici olan şey, insanlar arasında yine insanlar tarafından oluşturulmuş olan “doğal olmayan” farklılıklardır ki bu farklılıklar modern dönemlerde çok aşırı bir eşitsizlik oluşturmuştur. İnsanların yedikleri, içtikleri, giydikleri, evleri, arabaları, okulları, işleri, tavırları, konuşmaları, düşünüşleri, inançları, maaşları çok farklı olmuş ve eğitim-sağlık-adâlet konularında,bu eşitsizlikten dolayı “adamına göre muâmele” yapılmaya başlanmıştır. Eşitliğin bozulup da aşırı farklılaşmadan dolayı birileri çok kolay ve keyifli bir hayat yaşarlarken, büyük çoğunluğun ise hayatları çok ağırlaşmış ve bu durum bir zulme dönüşmüştür. Toplumun büyük çoğunluğu onursuz, değersiz, aç-susuz, mahrûm ve mahkûm bir hayat yaşamaktadır.

 Bu durum doğal ve âdil olmadığından, hiç de güzel bir görüntü oluşturmamakta ve hattâ iğrenç bir manzara ortaya koymaktadır. Lâik, seküler, kapitâlist, liberâl, modernist, demokratik tâğûti sistemler, hayatları kolay olanları yâni zenginleri daha da zenginleştirirken, daha lüks bir hayat yaşatırken; büyük çoğunluk olan diğerlerini ise ya daha zor bir hayat bekler, yada yerlerinde sayarlar. Onların îtirâz edip isyâna kalkmalarını önlemek için hem “devlet önlemleri” ile hem de sosyâl-psikolojik önlemler ile toplumu kontrôl edip suskunlaştırmaktadırlar.

Bu adâletsiz ve eşitsiz durumu devletin lîderleri değiştir(e)mediği ve zâten değiştirmek de istemediği için bir şey değişmiyor. Müslümanlar ve müslümanların âlimleri ise “sistem”e entegre olduklarından dolayı insanlara, bu duruma sabredilmesini, ileride her-şeyin düzeleceğini söyleyerek; daha bağnaz olanlar ise; “kader” ile kandırmaktadırlar ve böylece mevcut eşitsiz durum gün geçtikçe artarak sürmektedir.

Eşitsizliğin temeli, ekonomik alanla ilgilidir. Ekonomik eşitsizlik, diğer tüm eşitsizliklerin kaynağıdır. Oysa Allah ekonomi konusunda “mutlak eşit” olmasa da, “doğal eşitlik”in olmasını ve tüm insanların “benzer gelirlere” sâhip olmasını ister. Allah bunu Kur’ân’da şu âyetlerle gösterir:

“Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar vâr etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere oradaki rızıkları dört günde takdir etti” (Fussilet 10).

“…Ve sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyaçtan artakalanı. Böylece Allah, size âyetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz” (Bakara 219).

“Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah'ın nîmetini inkâr mı ediyorlar?” (Nâhl 71).

“…Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele (Tevbe 34).

“Allah’ın, bol ihsanından kendilerine verdiği servette cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır!; bu, onlar için şer’dir; kıyâmet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır” (Âl-i İmran 180).

“Allah'ın o (fethedilen) şehir halkından Resûlü’ne verdiği fey, Allah’a, Resûl’e, (ve Resûl’e) yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara âittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet (güç) olmasın. Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah cezâsı (ikâbı) pek şiddetli olandır” (Haşr 7).

Allah, seçtiği Peygamberine vahyederek; “al bu vahyi insanlara anlat, dağıt” demiştir. “Al bu vahyi insanlara anlat dağıt” demekle, “al bu parayı insanlara dağıt” demek arasında fark yoktur. Allah insanlara malı dağıtmayı zenginler, yâni kendilerinde malın teksir-çoğalmış olduğu kişiler üzerinden yapar. Allah vahyi peygamberler üzerinden, malı da zenginler üzerinden dağıtır. Sünnetullahın ve imtihanın gereğidir bu.

Eşitlikte insan ayırımı yapılmaz. Allah da böyle bir ayrım yapmıyor ve Güneş’i herkesin üstüne eşit doğuyor, yağmuru herkesin üstüne eşit yağdırıyor.

Mahmut Akyol:

“İslâm’i çevreler de “eşitlik” kavramına karşı bir alerji (iticilik) oluşmuştur. Dahası “İslâm’da ‘eşitlik’ yok ‘adâlet’ var, ‘devrim’ yok ‘diriliş’ var” denilerek komik durumlara düşülmüştür. Kur’ân’da eşitlik kavramı; Adâlet, Kıst, Vasat, Hakk, Vezn, Sevâ kelimeleriyle anlatılmıştır. İnsanın yaratılmasında “sevâ/tesviye” kelimesi kullanılmıştır. “Biçim verdi, düzenledi, tam yaptı” sözleri “sevâ” kelimesinden türemiştir.

Hz. Peygamberden hemen sonra zuhur eden “yalancı peygamber” olayı, insanların eski ekonomik hayatlarına geri dönmek istemelerinin adıdır.

Peygamberimiz Medîne’ye geldiğinde, ilk olarak insanların bahçelerinin etrafındaki duvarları yıktırmak olmuştu. Ne gariptir ki Peygamberden sonra bu duvarlar yeniden çekildi. İşte bu iş müslümanlar için yıkılmanın başlangıcı oldu. Kur’ân’ın eşitsizliğe tahammülü yoktur. Öyle ki, yoksulluk boyutundaki eşitsizlik “Allah’ın nîmetini inkâr”, açlık boyutundaki eşitsizlikse “Allah’a ortak koşmak”tır” der.

Allah yaratmayı eşit yapmıştır-yapar: “Sonra onu eşitçe yaratıp düzenledi. Ona kendi rûhundan üfledi. Ve size kulaklar, gözler, kâlpler verdi. Ne kadar az şükrediyorsunuz?” (Secde 9).

Eşitliği sağla(ya)mayanlar, aslında eşit olmayan meseleleri eşitlemeye çalışırlar. Meselâ en çok da kadın ile erkeği eşitlemeye çalışırlar ki, bu eşitlenme çabası ancak, kadına zulüm olur. Çünkü kadın erkekle eşitlendiğinde kadına artı yükler biner.

Eşitlik, rızıkta eşitlik, kânunda-hukukta yargıda eşitlik, insanlıkta eşitliktir. Allah eşitlikten bahsettiği gibi eşitsizlikten de bahseder:

“Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ı onarmayı, Allah’a ve âhiret gününe îman eden ve Allah yolunda cihad edenin (yaptıkları) gibi mi saydınız?. (Bunlar) Allah katında bir olmazlar. Allah zulmeden bir topluluğa hidâyet vermez” (Tevbe 19).

“Mü’minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) vaâdetmiştir; ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır” (Nîsâ 95).

“Allah, (kendisine ortak koştuğunuz ilahlar konusunda) hiç-bir şeye gücü yetmeyen ve başkasının mülkünde olan ile, tarafımızdan kendisine güzel bir rızık verdiğimiz, böylelikle ondan gizli ve açık infâk eden kimseyi örnek olarak gösterdi; bunlar hiç eşit olur mu?. Hamd Allah’ındır; fakat onların çoğu bilmezler” (Nâhl 75).

Allah, ırk-farklılığı ile de eşitsizlik oluşturmasını kabûl etmez. İnsanlar arasındaki üstünlük sâdece takvâdadır. Irkçılık-milliyetçilik, kendilerini tüm milletlerden üstün zanneden yahudilerin tüm dünyâya yaydığı bir fitneden başka bir şey değildir:

Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve bir-birinizi tanımanız ve tanışmanız için sizi halklar ve kabîleler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvâca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır” (Hucûrat 9-13)

Hacda herkes tek-tip kıyâfet giyerek aynılaşır ve bir-nevî eşitlenir. Bu zâten İslâm’î anlamdaki eşitliğin bir provasıdır. En büyük eşitleyici ise ölümdür. Fakat ölümden sonra, iyilerle kötüler âdil bir şekilde ayrılıp cennetlikler ve cehennemlikler olarak eşitleneceklerdir.

Bâzı eşitlikler yanlıştır. Meselâ müslüman ile gayr-ı müslimlerin eşit olması yanlıştır ve Osmanlı’yı bitiren şey, “gevura gevur deme”nin yasaklandığı târih olan, 1839 Tanzimat Fermânı’dır. Tanzimat Fermânı’yla birlikte, müslüman ile gayr-ı müslimleri eşitlenerek, Kur’ân’a aykırı davranılmış ve “yanlış bir eşitleme” yapılmıştır. İşte bu “güyâ adâlet gibi görünen” eşitleme ameliyesi, kısa bir zaman sonra, müslümanların aleyhine, gayr-ı müslimlerin ise lehine “eşitsizlik” olarak tezâhür etmiştir. İlber Ortaylı:

“1877 Mebuslar Meclisi’nin üçte biri gayr-ı müslim üyelerden oluşuyordu. Bu 19. yüzyıl için bir devrimdir. Hiç-bir ülkede hâkim dînin dışındakilere bu kadar yüksek bir temsil hakkı verilmemişti” der.

Dünyâ’da bir eşitlik oluşturulmak isteniyor. Fakat bu eşitlik, “adâletsiz bir eşitlik”tir. Allah (sınırsızca) farklı-farklı yarattığında eşitlik; insan (sınırsızca) ayrı-ayrı ürettiğinde eşitsizlik/adâletsizlik meydana gelir. Kur’ân, Hak-Hakîkat ve Adâlet-Eşitlik yanındadır. Böyle olunca Kur’ân’ın “birilerinin” tarafında olmadığı ortaya çıkar. Peygamberimiz ve ilk iki halife de uygulamalarını Kur’ân’ın öngördüğü ve emrettiği eşitlik ilkesine göre yapmışlardır. Seyyid Kutup ise şöyle der:

“Hz. Ömer’in siyâseti, Hz. Ebu Bekir’in yaptığı gibi zenginlerin artan mallarını (şeriat dâhilinde) alıp fakirlere eşit olarak tevzi etmek idi”.

Demek ki Robin Hood hikâyesinin kaynağı Hz. Ömer’dir. Tabi Hz. Ömer zenginlerin malını Robin Hood gibi çalmıyordu.

Mutlak eşitlik “doğal” olmadığı için zarar verir. Meselâ öğretmen-öğrenci ilişkilerinde eşitlik eğitime zarar verir. Herkesin eşit ve herkesin eşit ölçüde özgür olduğu bir ortamda gençlik nasıl eğitilebilir?. Öğretmen bu koşullar altında tir-tir titrer ve öğrencilerine yaranmaya çalışır, öğrenciler ise öğretmeni dinlemezler. Ve üstelik, gençler ileri-geri konuşarak, bilgiçlik taslayarak yaşlılarla yarışırlar, yaşlılar da gençlerin arasına karışarak can sıkıcı ve bunak olmadıklarını göstermek istercesine şakalar ve şaklabanlıklar yaparak gençlere ayak uydurmaya çalışırlar.

Mutlak eşitlik de bir eşitsizliktir. Bizim bahsettiğimiz eşitlik, dediğimiz gibi; “doğal eşitlik”tir. Aynen doğada olduğu gibi. Aynen Allah’ın istediği-emrettiği, Peygamberimizin ve sâlihlerin uyguladığı gibi.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ekim 2016














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder