11 Ekim 2016 Salı

Duâ


“De ki: ‘Duânız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?. Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azâbı da) kaçınılmaz olacaktır” (Furkân 77).

 

 

Duânın kişisel ve toplumsal yönleri vardır. Bir de eylemsel yönü vardır ki bu ancak “eylem ile yapılan bir duâ” olabilir. Duâ öyle sâdece oturulup dururken yapılan şey değildir. Yapılacak her-şeyi yaptıktan sonra yapılır duâ. Zâten sünnetullah gereği ancak bu şekilde yapılan duâlar kabûl edilir. Toplumsal duânın belki de en güzeli, her namazda okuduğumuz Fâtiha Sûresi’ndeki şu duâdır:

 

İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn. İhdinâs sırâtel mustakîm. Sırâtallezîne en’amte aleyhim ğayril mağdûbi aleyhim ve lâd dâllîn.

 

“Biz yalnızca Sana ibâdet eder ve yalnızca Sen’den yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet. Kendilerine nîmet verdiklerinin yoluna, gazâba uğrayanların ve sapmışlarınkine değil” (Fatiha 5-7).

 

Bu duâda akidemizi belirtmiş oluruz ve eğer bilinçli bir okuma ve duâ yapıyorsak, müşrik olmadığımızı, çünkü “sâdece Allah’a ibâdet edip, yine sâdece O’ndan yardım dilediğimizi” söylemiş oluyoruz. Şirk, “Allah’ın yanında başka sözde ilahlara da ibâdet edip onlardan medet ummak” demektir. Yine bu sûrede sâdece kendimize değil, “biz” ifâdesini kullanarak tüm mü’minler için yaparız duâmızı. Tüm mü’minler namazlarında bu duâyı yaptıkları için, tüm ümmet birbirlerine duâ etmiş olur. Bu muhteşem bir şeydir. Yine havf ve recâ, yâni umut ve korku hâlinde bulunduğumuzun delîli de, “sapıklardan ve gazap edilmişlerden olmamayı” dileriz.  

 

Biz duâyı, sünnetullahı tüm yönleriyle idrâk edemediğimiz ve edemeyeceğimiz için, buna gücümüz yetmediği için yaparız. “Allah’ım!; elimden geleni yaptım-yaptık, bundan sonrası için Sen bana-bize yardımcı ol” deriz.

 

Duâ eylemin bir sonucudur. Zâten bir eylem-şekli olan “namazdan sonra” duâ edilir. Bunun gibi, elimizden geleni yaptıktan sonra, ellerimizi açarak; “bu ellerden ancak bu kadarı geliyor, bundan sonrasında Sen yardım et Allah’ım!” deriz. Yoksa kılını kıpırdatmadan oturulup durulan yerde yapılan duâlar, boş sözlerden başkası değildir. Yine de bu şekildeki bir duâ, sürekli yapıldığında tam anlamıyla olmasa da bir karşılık bulabilir. Fakat çok önemli konularda eyleme geçirmeyen yada bir eylem hâlinde iken olmayan duâlar ciddî değildir. Hattâ gösteriş olabilir. Böyle duâlar, “Allah’ım sen yapıver, sen ediver, bizi sıkıntıya sokma” demenin bir diğer adıdır. Açlıktan-susuzluktan ölen yada ölmek üzere olan insanlara; “Allah’ım onları kurtar” diyerek yapılan duâlar, açlıktan-susuzluktan ölmeler devâm ettiğine göre kabûl olmaz. Bunu nedenle hiç-bir eylemde bulunmayan kişilerin yaptıkları duâların insanlık-târihinde somut anlamda bir yararı olduğu vâki değildir. Her-şeyi Allah yapacaksa biz ne yapacağız?. Allah o zaman niye yarattı ki âlemi ve Dünyâ’yı?. Eylemden önceki duâ, ettiğin duânın gereğini yerine getirmeden önce bir iç-enerjisi ve sekinesi sağlaman içindir. Yoksa olağan-üstü bir şekilde, bir sihirbazlıkla hiç-bir şey düzelmez. İhsan Fazlıoğlu: “El duâsı bitmeden yapılacak “dil duâsı” yalnızca bir gürültüdür” der.

 

Mü’minlerin ana-görevi olan tebliğ ve dâvet sırasında da Hz. Mûsâ’dan öğrendiğimiz ve sürekli yaptığımız duâ vardır:

 

“Dedi ki: Rabbim, benim göğsümü aç. İşimi kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz; ki söyleyeceklerimi kavrasınlar” (Tâ-hâ 25-28).

 

Mustafa Öztürk bu konuda şunları söyler:

 

“Özellikle kandil gecelerinde ağdalı duâlarıyla tanınan duâhanlarımız, ‘Ya Rabbe’l-Âlemîn!. Filistin sorununu hâllet; Siyonistleri helâk et; DAEŞ’i Sûriye’den def et!’ demekle aynı kapıya çıkan niyazlarda bulunurlar. Bu-tür niyazları dinlediğimde hem duâhan hem de sorgusuz-suâlsiz ‘âmin’ diyen cemaat için, ‘Filistin sorunundan Sûriye meselesine kadar her işi bizzat Allah deruhte edecekse, o zaman siz ne yapar, hangi işe yararsınız?’ diye düşünmekten kendimi alamamışımdır. Bu tür bir Allah ve duâ anlayışında ciddî sakatlıklar bulunduğu kuşkusuzdur. Denebilir ki; ama Kur’ân’da da, ‘Rabbimiz!, Ehl-i küfre karşı bize yardım et; bize sabır ve metânet bahşet; ayaklarımızı sâbit-kadem kıl’ meâlinde niyâz ifâdeleri mevcuttur. Kuşkusuz doğrudur; ama bu niyazlar düşmana karşı gerekli tedbirleri kuşanan mü’minlerin dilinden aktarılmıştır. Oysa bizim duâ formlarımızın çoğu, kılımızı kıpırdatmaksızın hemen her türlü meseleyi doğrudan-doğruya Allah’a havâle-ihâle tarzındadır. Dahası pek-çok klişe duâmız, ‘O güçlü kudretli halk Arz-ı Mev’ûd’da bulunduğu sürece biz oraya adım atmayız. Sen ve rabbin, gidin onlara karşı savaşın. Biz şuradan şuraya bir adım bile atmayız’ diyerek Hz. Mûsâ’ya isyân eden İsrâiloğulları’nın Arz-ı Mev’ûd’u, Rab Yehova’nın fethetmesini istemesinden farksızdır. Allah’a duâ ağdalı ve fiyakalı retorikle değil, fiille sâbit olur ve Allah katında da bu minvâlde karşılık bulur”.

 

Peygamberimiz; “Sizden biri herhangi bir kötülük ve çirkinliğe tanık olursa, onu eliyle, olmadı diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse buğz etsin ki bu da (mü’min için) olmazsa-olmaz mesabesindedir” İşte bu, eliyle ve diliyle düzelmekten çok korkan, çekinen ve gücü olmayanların, hiç olmazsa “kâlbinizle buğz edin” dediği ama bunun da îmânın en zayıf derecesi olduğunu gösterir ki, çok riskli bir noktadır burası ve bu süreç böyle devâm ederse ayakların kayması çok muhtemeldir. Duânın kabûl olması için kişinin elinden geleni yapmış olması gerekir, ancak elinden geleni yaptıktan sonra yapılan duâdır kabûl olunan duâ. Zîrâ insan samîmiyetini-ciddiyetini böylelikle göstermiş olur ve temiz bir kâlple duâ ettiği açığa çıkar.

 

Âlem de duâ hâlindedir. Sesli-sessiz duâlar yapılır âlemde her dâim. Mustafa İslamoğlu duâ hakkında şunları söyler:

 

“Tohum toprağın duâsıdır. Toprak tohumla berâber duâya durduğunda yağmur bu duâya ‘âmin’ der. Özlemek kâlbin duâsıdır. Zannınız duânızdır. Hidâyete ulaşmayan/ulaştırmayan duâdan Allah’a sığınırım. Esâsında duâ etmek önemlidir. Her edilen duâ makbûl duâdır ve duânın kabûl edilmesi ayrıca promosyondur. Duâ etmek kabûl olunmuş bir duâ’dır. Duâ etmenin kendisi duâ’dır. Hamd edebildiğine hamd et!. Duâ, ibâdetin iliğidir, beynidir. Hüsn-ü zan’da olanlar duâ’ya durmuş gibidir. Duâ, insanın Allah ile dertleşmesidir, O’na içini dökmesidir. Duâ, insanı alçaltmaz, bilakis yüceltir. Duânın eylemle desteklenmesi gerekir. Vahiy inen duâ, duâ çıkan vahiydir. Duânın en güzeli, insanın kendine ettiği duâdır. Emir yukarıdan aşağıya doğru, duâ aşağıdan yukarıya doğru olur.

 

Duâ Allah tasavvurumuzu belirler. Verip-vermediğine bakma!, duâ edip-etmediğine bak!. Duâ eden duâ olur, duâ eden kabûl olunur. Şirk, insanın kendi-kendine yettiğini zannetmesidir, duâ, kendi-kendine yetmediğinin îtirâfıdır. Namaz duânın ayağa kalkmış hâlidir. Müşrikler sâdece en zor hâllerde duâ ederlerdi, Duâ, aşk modunda yapılır, en büyük âşık, en çok duâ edendir. İnsan çabası kabûle en yakın duâdır. En büyük duâ, ‘meleklerine yaptırdığın’ duâdır, çünkü en temiz ağızla yaparlar. Hayat bir duâdır, yaşadığın hayâta göre kendine duâ yada bedduâ edersin. Hastanın duâsı makbûldür, çünkü hasta halktan ziyâde hakka yakındır. Duâ gök-kapısının anahtarıdır. Tâbir-i câizse, suâl duâ, cevap icâbettir. Kıskandığın kişiye duâ edersen kıskançlığın geçer. Çünkü bir insan, duâ ettiğine hased edemez. Tevekkül, elinden geleni yapıp, elinden gelmeyene tevekkül etmek, duâ etmektir. Eleştireceğiniz insana eleştirmeden önce duâ edebiliyorsanız onun eleştirebilirsiniz. Duâ da takvânın bir sonucudur. Kime ne duâ ederseniz edin, onun kendisine duâsı yoksa boştur. Karşı taraf istemiyorsa o duâ kabul olmaz. Duâda bencil olanlar var. Bu duânın %90’ı israftır. Herkesi duâna ekle”.

 

Modern insan Allah’a duâ etmeyi bırakınca, “evrenin rûhuna mesaj göndermeye” başlamıştır. Zîrâ kendisinden daha yüce olandan bir şeyler isteme duygusu fıtratında vardır. Lâkin Allah yerine, şuursuz evrenden bir şeyler istemekte ve beklemektedir. Sâdece Allah’a duâ etmeyenler, Allah’tan gayrı her-şeye duâ etmeye başlarlar.

 

Bir kişinin bir sıkıntısı için; “bana duâ et”, yada “sana duâ edeyim” söylemleri yanlıştır. Doğrusu, “benim için duâ et” ve “senin için duâ edeyim” şeklindedir. Zîrâ duâ “sâdece Allah’a” yapılır.  

 

Bir mü’min, duâsına Kur’ân’daki şu duâyı da eklemelidir ve bu duâ sürekli yaptığı bir duâ olmalıdır:

 

“Ve onlar: Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, göz aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takvâ sâhiplerine önder kıl’ diyenlerdir” (Furkân 74).

 

Lafla yâni kuru-kuruya duâ ile “peynir gemisi” yürümez. Duâyı “küreklere asılırken” yapacaksınız. Siz bir adım atarsanız Allah on adım atar, fakat siz bir adım atmayıp da ağzınızda sükseli duâları terennüm edip durursanız, Allah da size hiç-bir adım atmaz ve sünnetullah devreye girer. Tüm toplumlarda olagelen kötü sonuç bizi bekler.

 

Târikat-tasavvuf üç-kağıtçılarını ve sahtekârlarının bir duâyla imkânsızı mümkün yaptığı söylemlerini artık bir çöpe hattâ bir foseptiğe atmanın zamânı gelmiştir. Dökün o pislikleri çöpe. Zîrâ insanlık-târihinde bir duâ ile bir-anda hiç-bir düzelme olmamıştır.

 

Kapitâlizmin âyeti: “Paranız yoksa kıymetiniz yoktur”. Kur’ân’ın âyeti: “Duânız yoksa kıymetiniz yoktur” (Furkân 77).

 

Not: Nüzûl sırasına göre Kur’ân’da duâlar şu linktedir: http://777has444.blogspot.com.tr/2015/02/nuzul-srasna-gore-kuranda-dualar.html

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2016

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder