“Sizden;
hayra çağıran, iyiliği (mârufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran
bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır” (Âl-i İmran 104).
Bu âyet, Allah’ın, Düny’â’nın insanca ve müslümanca
yaşanacak bir yer olmasını istediğini gösterir. Zâten Allah, özünde Dünyâ’yı bu
şekilde yaratmıştır fakat insanlar onu zamanla bozmuşlar, ifsâd etmişlerdir.
İş-başına geçen zâlimler ifsâd etmiştir onu:
“O, iş-başına
geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini
ve nesli helâk etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez” (Bakara 205).
İşte imtihan da, bu ifsâdı geri çevirmek ve Dünyâ’yı
yeniden îmâr-tâmir etmektir ki mü’minlerin görevi budur:
“Semud’a
ise soydaşları Sâlih’i (gönderdik). “Ey kavmim!” dedi. “Yalnızca Allah’a kulluk
edin; (zîrâ) sizin ondan başka kulluk edeceğiniz bir ilah yoktur. Sizi
topraktan inşâ eden ve size orayı îmâr etme yeteneği bahşeden O’dur. O
hâlde O’ndan günahlarınız için af dileyin ve artık bilincinizi yenileyerek
O’na yönelin; çünkü benim Rabbim (kendisine dönene) çok yakındır, duâları
kabûl eden tek mercîdir” (Hûd 61).
Zâten Dünyâ İslâm’a göre îmâr edilmediğinde şeytana
göre imâr edilmiş olur ki, şeytana göre îmâr edilmiş bir Dünyâ’da sürekli olarak
zulüm hüküm sürüyor demektir ki, böyle bir dünyâ’da ne insanca ne de mü’mince
yaşamak mümkündür. İslâm’a göre îmâr edilmeyen bir dünyâda gerçek anlamda bir
iyilik de olmayacağı için gerçek alamda bir iyilik yapılamaz. Hâlbuki Kur’ân’dan
hem Dünyâ için hem de âhiret için iyilik istememiz öneriliyor:
“Onlardan
öylesi de vardır ki: ‘Rabbimiz, bize Dünyâ’da da iyilik ver, âhirette de iyilik
(ver) ve bizi ateşin azâbından koru’ der” (Bakara 201).
Tabî ki şu-anda iyice zıvanadan çıkmış olan Dünyâ’yı
tâmir etmek kolay değildir ve çok zordur. Fakat bu konuda aşırı karamsarlık da,
-hâşâ- Allah’ı yok saymak anlamına gelir. Allah varsa, îman varsa imkân da vardır.
Fakat ancak büyük bedellerle tâmir edilebilecek bir Dünyâ vardır kaşımızda ve
bu nedenle de büyük bedelleri ödemeyi göze alabilecek “tevhid erleri”ne ihtiyaç
vardır. O büyük bedelleri göze alabilecek olanların olduğu bir topulukla tâmir
edilebilir Dünyâ ancak. Tabi her zorlukla berâber bir kolaylığın olduğunu da
unutmayalım. Ne de olsa Peygamberimiz de güllük-gülistanlık bir ortamda yapmadı
mücâhedesini-mücâdelesini. Bâzen o kadar zorlandılar ki, Peygamberler ve onunla
birlikte mü’minlerin; “Allah’ın yardımı ne zaman” dediği oldu da şöyle cevap
verildi onlara:
“Yoksa
sizden önce gelip-geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi
sandınız?. Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve
öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, berâberindeki mü’minlerle; ‘Allah'ın
yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek
yakındır” (Bakara 214).
Sünnetullah gereği her zorlukla berâber mutlakâ bir
kolaylık da vardır. Her zorlukla berâber bir kolaylığın olduğu şu şekilde
bildirilmiştir:
“Demek ki,
gerçekten zorlukla berâber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle berâber kolaylık
vardır” (İnşirâh 5-6).
Biz bu Dünyâ’da imtihan edilmekteyiz ve bilindiği
gibi hiç-bir imtihan kolay olmaz. Sonu ebedî cennet yada cehennemle bitebilecek
olan imtihansa daha da zordur. Fakat eğer dik bir yokuş varsa mutlakâ bir de
inişi vardır o yokuşun. Yada en azından biraz sonra bir düzlüğe çıkılır. Âyetin
de söylediği gibi, her zorluğun yanında bir kolaylık vardır çünkü.
Tabi Dünyâ’nın artık büyük ölçüde merhâmeti, vicdânı,
değerleri kalmamıştır. Bu nedenle Dünyâ’yı değiştirmeye yâni onun inşâsına, “kendimizi
inşâ ederek” başlamalıyız. Bu inşâ metodu ve süreci dalga-dalga yayılmalı. Hem
de gizli-kapaklı olarak değil, apaçık bir şekilde. Kandırılamayacak,
ayartılmayacak, satın alınamayacak, dik ve diri durabilen ve; sanki çölde çok
sıcak bir günde oruçlunun iftar vakti buz gibi bir suyu içişi gibi, ölümü de
severek ve zevkle içmeye hasret insanlar oluşmalıdır. Cennete hasret insanlar. Satın
alınamayacak mü’minler, rabbâniler.
Dünyâ’yı tâmir edecek tek şey, îman ve kardeşlik
şuurudur. Bu kardeşlik şuuruyla yapılacak tüm anlamlarıyla cihadtır. Ancak bu
şuurda olan bir ekiple tâmir edilebilir Dünyâ. Aç kalmaktan, ölümden-şehit
olmaktan korkmayanların, arkasına bakmayacak olanların oluşturduğu kardeşliğin
önünde hiç kimse duramaz. Eğitim de önemlidir fakat salt eğitim-merkezli bir
din değildir İslâm, mücâhede ve mücâdele dînidir daha çok. Zîrâ mücâhede ve
mücâdele kişiyi “yetkin” ve “yeterli” kılar. Malcom X için şunlar söylenir:
“Malcolm, eğitim görmemişti ve herhangi bir konuda
uzman da değildi. Ama samîmi idi. Ve bu samîmiyet onu bu mücâdelede
yeterli kılıyordu. Malcolm’un adâlet, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik için
verdiği mücâdele, onun şehâdetiyle yeni bir boyut kazanır. Malcolm çok iyi bir
hatipti. Ama şehâdeti ile gerçekleştirdiği hitâp, hayattayken gerçekleştirdiği
hitâptan çok daha yaygın ve etkili olacaktı”.
İnsanın fıtratında bir düzeltme güdüsü ve duygusu
vardır. Bu, düzeltilmeye muhtâç olanın düzeltilebileceği anlamına gelir. Zîrâ
bu duygu boşuna olmamalıdır. Allah tarafından konulmuştur çünkü. Bu nedenle
insan, siyâsetle, yönetim ile, devlet ile çok ilgilidir. Din ile de çok
ilgilidir. Her-şeyi din merkezinde yapması için. Voltaire’e göre, insanların
kafasını sürekli meşgûl eden üç şey vardır: İklim, yönetim ve din.
Dünyâ’nın
düzeltilmesi demek, “yasal olandan meşrû olana geçiş” demektir. Kânundan hukûka
geçiş. İyiliğe dönüş. Bu bilinle yüründüğü müddetçe Dünyâ tâmir edilebilir ve
Dünyâ cennetin bir şûbesi (kendisi değil) olabilir. Dünyâ bir “Dâr-ül İslâm”a
dönüşebilir.
Dünyâ’nın mutlakâ
değişmesi ve İslâm-merkezli inşâ ve îmâr edilmesi şarttır. Bu mümkündür de. Mevcut
düzen kötü bir düzendir. Birileri “ıslah ediyoruz” diye Dünyâ’yı nerdeyse
yaşanamayacak bir yer hâline getirmişlerdir. Diğer bâzıları da Dünyâ’nın mevcut
hâlini “ideâl olan” zannediyorlar. İfsâd olmuş olan Dünyâ’yı ıslah olmuş
zannediyorlar:
“Onlara: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde:
‘Biz sâdece ıslah edicileriz’ derler” (Bakara
11).
Allah “barış yurdun”a çağırır ve kimi dilerse (yâni lâyık bulursa) dosdoğru yola yöneltip-iletir” (Yûnus 25).
Allah bizi hem âhirette
hem de Dünyâ’da böyle bir “barış yurduna” çağırıyorsa, Dünyâ’nın tâmir edilmesini
istiyor demektir ve zâten peygamberlerini de bu nedenle göndermiştir. Bu,
“Dünyâ’nın tâmir edilebilir olduğunun” delîlidir. Belki de Dünyâ insanlık târihinde
şu-anda olduğu derecede ifsâd olmamıştı ama, Allah’ın yardımı mü’minlerin
üzerinde oldukça insanlar-mü’minler bunu da başaracaklardır.
Tabi tâmirat yapmak
için ve “tâmiratı hakkıyla yapabilmek” için ilk önce bir çıraklık-kalfalık döneminden
geçmek gerekir. Usta olunduktan ve ustaların sayısı artıp bir “tamirci topluluğu”
oluşturulduğunda, Dünyâ tâmir edilebilecek ve insanca ve müslümanca yaşanabilecek
bir yer hâline gelecektir. Bu tâmirat “emr-i bil mâruf ve nehyi anil münker” yâni
“iyiliği ermenden, kötülüğü de def eden”lerin eliyle olacaktır.
Dünyâ bir imtihan
alanıdır ve bu imtihan ifsâd edilmiş olan bir dünyâda değil de doğal ortamında
hem daha kolay, hem de daha samîmi yapılır. Zafere ulaşamasak da “sefer üzre”
olmak da “cennetle sonuçlanacak bir zafer” olacaktır inşaallah.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder